HABER MERKEZİ
Yıllardır yazılıp çizilmesine rağmen Batının hegemon güçleri ile Rusya sürekli bir şekilde kendi dar ve maddi çıkarları için hep bir şekilde Erdoğan’a arka çıktılar, önünü açtılar, sıkıştığında el uzatarak düze çıkarttılar. Bir nevi adım adım bir Frankenstein’i kendi elleriyle yarattılar.
Kendilerince Erdoğan’ı kontrollerinde tutabilmek için tavizler verdiler, varsa ideolojik olarak beğenmediklerinin üzerine sürdüler ve şişirdikçe şişirdiler. Bunlar yetmedi dünyanın en ölümcül silah tekniklerini de bizatihi vererek adeta tam bir ölüm makinası haline getirdiler.
Ruhen hasta olan İttihatçı Türk milliyetçiliğinin en önemli zafiyetleri bir nevi Aşiles topukları, Kürtlerdir. Çünkü bu milliyetçilik kendi varlık ve yokluk sorununu bir nevi Beka Sorunu’nu Kürtlerin varlığına ya da yok olmalarına dayandırmaktadır Kürtlerin sorunu çözülürse kendilerinin de çözüleceğine olan hastalıklı inançla, tüm zamanlarda bu milliyetçilik Kürtlüğü baş düşman belleyerek en sert yöntemlerle Kürtleri yok etme temelinde onlara yönelmiş ve halen de yönelmektedir. Çünkü biliyorlar ki, kendileri yani İttihatçı Kızıl Elmacılar bu topraklara dışarıdan gelmişlerdir ve bunun verdiği tedirginlik ve korkuyla, Kürtleri yok ederek sözde kendi varlıklarını garanti altına alacaklarını hep düşündüler. Nitekim hangi halka karşı benzer duyguları yaşamışlar ise o halkları tümden kırımdan geçirdiklerini bize tarih söylemektedir.
İttihatçılar yüz yılın başında birinci dünya savaşının kaos halini de fırsat bilerek önce Ermenileri peşinden ise Süryan-Keldanları, Pontusları ve Rumları soykırımlardan geçirmişlerdi. Bu soykırımları uygularken Alman Kayzerliğini yanı başında buldular. Benzer bir uygulamayı henüz 1916 yıllarında Kürtlere karşı fiziki katletme ve ideolojik olarak yok saymayı da hedeflemişlerdi. Burada da Alman Kayserliği esas destekçileri oldu. Nitekim 1916-17 kışında yüzbinlerce Kürd’ü aynen Ermeni soykırımında uyguladıkları yöntemlerle Anadolu’ya sürerek katletmişlerdi. Ancak dünya savaşının sürmesi ve bu katledilen Kürtlerin tümden Rusların yanına geçmemeleri için bu soykırım politikalarını bir süreliğine durdurmuşlardı.
Ancak biliyoruz ki Kürt Soykırımını İttihatçıların yaptıklarının aynısı Kemalist Rejim de yapmıştır. Türk milliyetçiliği anti Kürt’tür, Kürt düşmanlığı üzerine kuruludur. Önceleri Sovyetler ve sözde Türk Komunistleri’nin desteğini, ”vahşileri, geri kalmışları, çağdışıları” tasfiye eden Kemalist Rejime arka çıkarken, peşinden ise İngilizlerin Musul karşılığında Kürtleri satarak Kemalist Rejime Kürt Soykırımına ses çıkarmadığını da tarih bize söylüyor.
Dahası benzer uygulamaları biz Demokrat Parti sürecinde de, 1960 darbe sürecinde de ve Türkiye’de yönetim erkeni ele geçiren tüm iktidar güçlerinin bir özelliği olarak hep gördük. Önceleri Kürt Soykırımına direk arka çıkanlar İngilizler iken, TC’nin NATO’ya alınmasıyla birlikte bu kez Kürt Soykırımında tüm NATO üyeleri yerini aldılar. Çok acıdır ki, NATO halen tüm benliğiyle Kürt Soykırımı’nda etkili bir şekilde rol almaya devam ediyor.
Türkiye’nin hastalıklı milliyetçiliği gıdasını İttihat-i Terakki’nin halklara düşman olan ideolojisinden almaktadır. Öyle ki, halklara düşman olan bu ideoloji özü itibariyle ruhen sağlıklı değildir. Katliamcıdır. Soykırımcıdır. Tekçidir. Komplocudur. Entrikacıdır. Bu soykırımcı rejimi en fazla kendisine örnek alan ise Hitler olmuştur. Hitler Yahudi Soykırımı’nı gerçekleştirirken etrafındaki ”dünya buna ne der” diye tedirginlik yaşayanlara, iyi bir örnek olarak İttihat Terakki’nin ve de Kemalist Rejimin uygulamalarına sessiz kalan dünyayı göstermiştir. Bu bağlamda dünyada faşizan rejimlere en iyi örnek olarak gösterilen rejimler faşizan uygulamalarıyla İttihat-i Terakki ile Kemalist Rejim olmuştur.
Biliyoruz ki İttihat-i Terakki ve Kemalist Rejim halkları soykırıma uğratırlarken hep bir şekilde çeteler kullanmışlardır. Kimi zaman Kürd’ü Hamidiye Alayları içerisinde örgütleyerek başka halklara saldırtmış, kimi zaman aşiretleri milis düzeyinde örgütleyerek halklara saldırtmış, kimi zaman bunlara korucu demiş, kimi zaman Balkanlarda getirdiği Türkleri öyle kullanmış ve kimi zamanda Kafkaslarda getirdiklerini halklara karşı bir sopa gibi kullanmıştır. O çok meşhur olan Hamidiye Alaylarını zamanında İttihatçıların Yemen ve Bulgar halklarına karşı nasıl kullandıklarını söylemeye gerek bile yoktur. Benzer bir şekilde Ermenilere ve Süryan-Keldanlara karşı da nasıl çirkin bir şekilde kullanıldıklarını da detaylandırmaya gerek yoktur.
Çetelerin elliyle halkları kırımda geçirmeye mahir olan İttihatçı ve Kemalist rejim şimdilerde de aynısını ancak daha profesyonel bir biçimde Yeşil Türkçü Faşistler Erdoğan’ın eliyle halklara karşı uygulamaya koymuştur. Suriye’ye karşı El Kaideci ve DAİŞ’çileri nasıl kullandığını bizler; İdlib, Cerablus ve Bab’ta görüyoruz. Kürtlere karşı bugün Rojava’nın Afrin’in de, Serêkanî ve Gre Spi’sinde de daha ileri düzeydeki saldırganlıkları, talanları, tecavüzleriyle görüyoruz.
Türk milliyetçiliğinin mahir olduğu başka bir husus ise çetelere yeni isimler bulmasıdır. Zamanında Kürtleri kullanırken Hamidiye Alayı demiş, Balkanların evlatlarını kullanırken Yeni Çeri demiş, Bektaşileri kullanırken Akıncı demiş şimdi ise DAİŞ’çileri, El Kaide ve benzeri çete örgütlerini Suriye Milli Ordusu adı altında kullanıyor.
Biliyoruz ki Türkiye tarihinin en ileri düzeyinde İttihatçılığı ideolojik olarak savunan Erdoğan ve Bahçeli çizgisi olmuştur. On binlerce Kürd’ü-Türk’ü Allah-u-Ekber Dağlarında kırdırtan Enver Paşa’ya sahip çıkmanın altında yatan bu ideolojik yakınlık ve birliktir. Benzer bir şekilde İttihat-i Terakkicilerin yaptıklarına sahip çıkmakta aynı zihnin ürünüdür.
Bu hastalıklı yapıyı bilen ve tanıyan Avrupa ve Batı hegemon güçleri- ne de olsa İttihat-i Terakki kendi kapitalist modernist tekçi ulus devlet yapılarının bir ürünü olduklarını bildikleri için, kullanmasını da bildiler. Nitekim bunun için önce bunları Kürtlere saldırttılar. Kürtlerin de özgürlükçü olanlarına, boyun eğmeyenine, kendi iradeleri temelinde yürümek isteyenlerine ve de işbirlikçiliğe kapalı olanına saldırttılar.
Son 9 yıldır da güya Ortadoğu’da oluşturacakları Büyük Ortadoğu Projesi için bu ruhen hasta olan milliyetçiliği Suriye’ye karşı öne sürdüler. Ne de olsa BOP’un eşbaşkanı Erdoğan’dı ve Erdoğan’ın yapacakları en çok kendi işlerine yarayacaktı. Suriye’ye Erdoğan’ı yönelterek planları gerçekleştirmek isterken, Erdoğan’ı daha iştahlı kılabilmek için Rojava Kürtlerini ona peşkeş çektiler. Bab ve Cerablus’a Erdoğan’a getiren ABD olmuştur. Erdoğan’ı Afrin’e saldırtan Rusya ve ABD olmuştur. Erdoğan’ı çeteleriyle birlikte Gre Spi ve Serkaniye’ye sürün yine ABD’nin kendisi ve Rusya olmuştur. Güya bu yol ile Erdoğan’ı daha fazla yanında tutacak ve özgürlükçü Kürtlere ise göz dağı vereceklerini düşünüyorlar.
Ama bilmiyorlar ki, Erdoğan ve Bahçeli Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa’nın geleneğinin takipçileridirler.
Suriye’ye savaş ve terör ihraç ederken, Kürtleri katlederken ”sınırlarımdır, güvenliğim tehlikededir” diyerek tüm dünyayı susturdu. Bu susturmayı BM’nin oturumlarına kadar götürebildi.
Şimdi ise Libya’ya DAİŞ’lileri resmi olarak taşıyan bir Erdoğan’ı görüyoruz.
Acaba Libya’ya resmi olarak terör ihraç eden bir Erdoğan, Avrupa’ya ne ihraç etmez ki? Yakın zamanda Avrupa’ya tek tük DAİŞ’çi eylemcileri gönderdiğini ve nasıl eylem yaptıklarını en iyi Avrupalılar bilir. Ancak biz tek tük teröristlerin ihracından söz etmiyoruz, biz topyekûn bir nevi Suriye Milli Ordusu adı altında Libya’ya birlik birlik gönderilen çete ihracından söz ediyoruz. Libya’ya çete ihraç eden bir Erdoğan acaba Avrupa’ya ve ileri de Rusya’ya ne ihraç etmez ki?
Kasım Engin