HABER MERKEZİ
Nasıl ki Abdulhamit zamanında Fransız, İngiliz, Alman ve Ruslar arasında dengelere oynayarak kendini ayakta tuttuysa, Erdoğan da şimdi aynısını yapmaya çalışıyor. Tek tarafa bağlanmadan herkesten istifade ederek kendi ajandasını uygulamaya çalışıyor. Bunu ilk başta Kürt kazanımlarını yok etmek için Rojava ve Kuzey Suriye’yi işgal operasyonlarıyla yapmaya çalıştıysa da, Erdoğan Emevi Camisinde namaz kılma haliyle yola çıktığı Suriye’de abetsiz dönmek zorunda kaldı. Hatta dönmedi, bataklığın içine sürüklendi ve İdlib’ bataklığında sürüklenmeye devam ediyor. Suriye’de girdiği bataklıktan çıkamayan AKP-MHP iktidarının şimdiki hayali ise Libya bataklığıdır. Türk devletinin Suriye ve Rojava’daki amacı Kürt kazanımlarını yok etmekti. Türk devleti bunu ABD ve Rusya’yı arkasına alarak ilk başta Afrin işgal etti. Afrin’nin işgalinden ABD ve Rusya’ya verdiği sözlerine yeni sözler ekleyerek, ‘Güvenli Bölge’ adı altında Kürtlerin bulunduğu Kuzey Suriye’ye kimsayal silahlar kullanarak büyük bir katliam yaptı. Dünyanın gözü önünde kullandığı kimyasal silahlarla binlerce Kürt katledildi. Kuzey Suriye’ye yönelik başlattığı işgal operasyonlarında Kürt savaşçılarının verdiği direniş karşısında, başta ABD olmak üzere Rusya ve Şam rejimide oynamaya çalıştıkları oyunları ellerinde kaldı. Kendi istediğini Suriye’den alamayan Erdoğan ve çeteleri İdlib’e doğru yola koyuldu. İdlib bataklığında yuvarlanan Erdoğan’ın çeteleri tek kurtuluş olarak yönlerini Libya’ya vermiş durumda. Erdoğan’ın Libya’ya yönelmedeki ilk ve en önemli amacı ise Ortadoğu’da kurulacak masada söz sahibi olmak.
Saray iktidarının Libya’ya asker göndermede bu kadar ısrar etmesinin altında yatan ikinci amaç ise; Libya’nın yer altı kaynaklarından tutalım, stratejik konumuna kadar her şeyden yararlanmak istemesidir. Yer altı kaynaklarına sahip olmaya çalışırken de, Libya halkını da kendisine köle haline getirmeyi amaçlamaktadır. Bir diğer amaç; Ülkenin güvenliğini ve ekonomisini geriltmek olacak. Türk devletinin burada nüfus çalışması yaptığı ise bilinen bir gerçekliktir. Türk devleti Libya üzerinden Afrika’ya hakim olmanın peşindedır. Bu da Osmanlıcılığın işgal zihniyetinin hala devam ettiğini gösteriyor. Libya’da uluslararası güçler için tehlikeli olan bazı kişiler var. Ve bunlar yağmacı Türk devleti tarafından korunuyor. Lojistik destek veriliyor. Onun için Türk devleti var gücüyle buradaki savaşa asılmış durumda. Bunun için Saray iktidarı kaybetmemek için Libya’ya gönderdiği gemilerle birlikte, DAİŞ’lileri de gönderiyor. Sadece DAİŞ değil, Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê’nin işgalinde kullandığı çete gruplarından, ÖSO’ya bağlı Sultan Murad Tugayı, Mutasım Tugayı ve Kuzey Şahinleri Tugayı’nın Libya’ya gönderiliyor. Erdoğan göndereceği bu çetelerinin her bir üyesine aylık 2000 dolar vaat ediyor. Yine Gazete Yolculuk’un The Forum for Regional Thinking’de araştırmacı olarak görev yapan Elizabeth Tsurkov’a dayandığı haberine göre; Tsurkov sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Libya’da Türkiye adına savaşan selefi gruplara, altı ay Libya’da savaşmaları karşılığında vatandaşlık verileceği taahhüdünde bulunulduğunu iddası gündemde yerini almış durumda. Bir yandan para bir yandan vatandaşlık vaat eden faşist Erdoğan , 28 Şubat 2012 tarihinde kurulan SADAT’ın Libya’da faliyet yürüttüğü sunulan raporlarla ortaya çıkmıştı. Daha önce de SADAT ile ilgili eski ABD Başkan Danışmanı Michael Rubin, 2016’daki darbe girişiminin bastırılmasında SADAT’ın etkin görev aldığını söylemişti. Yine SADAT’ın Suriye ve Libya’da faaliyet gösteren yaklaşık 3 bin yabancı savaşçı yetiştirdiğini ve bunun için Türk hükümetinden hibe aldığını belirtmişti. Michael Rubin, DAİŞ ve El-Nusra’nın SADAT’tan askeri eğitim alan gruplar arasında olduğunu da dile getirdikleri arasında yer alıyordu. Türk devleti Suriye’de yürüttüğü demografik yapıyı değiştirme politikasını Libya’da uygulamaya çalışıyor.
Türk devletinin Libya’daki çıkarları
Suriye politikasındaki başarısızlığın ardından bölgesel güç olma iddiası sarsılan Türk devleti kendisi için Libya’yı yeni bir alan olarak görüyor. Onun için Türk devleti yönünü Kuzey Afrika’ya yöneltmiş durumda. Ortadoğu’da kapılar yüzüne bir bir kapanırken Akdeniz’deki savaşta istediği kazanımları elde etmek için tek çıkış yolu olarak Trablus’u görmekte. Ortadoğu’da yeni bir soğuk savaş var. Birincisi Libya’nın yanmakta olan gazı, ikincisi Türk devletinin diğer ülkeler ile sınırlarının tespiti konusunda ciddi bir endişe yaşıyor olması en büyük etkenlerden biri. Çünkü bu sularda tam sekiz devlet bulunuyor. Ayrıca karar hakkı bulunmayan dokuzuncu ülke olarak da KKTC, ve Filistin yönetimi var. Türk devleti Libya’daki zenginlikleri eline almak istiyor. Çünkü Libya Petrol zengini bir ülkedır. Kaddafi döneminde Libya’da çok sayıda Türk firması faaliyet gösteriyordu. 2011’de Yaşanan iç savaş ise Türk devletinin ekonomik anlamda burada ciddi bir kayıp yaşamasına neden oldu. Tabii işin bir diğer boyutu da Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesidir. Türk devleti geçen yıl Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz arama amaçlı sondaj çalışmalarına başladı. Avrupa Birliği’nin bu sondaj faaliyetlerine yasadışı olduğu gerekçesiyle tepki göstermesinin ardından Doğu Akdeniz Türk devleti için uluslararası politikada yeni bir çatışma alanı olarak ortaya çıktı. İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasında Atina’da imzalanan EastMed antlaşmasıdır. Bu antlaşmayla İsrail ile Kıbrıs gazını Avrupa’ya taşıması planlanan bin 900 kilometrelik boru hattının temelini oluşturacak öneme sahiptir. Mutabakat Muhtırası imzalamasının nedeni de Libya’nın bu çatışmadaki jeopolitik konumu. EastMed antlaşması, Doğu Akdeniz’den çıkan gazını Avrupa’ya taşınmasını amaçladığı için Türk devletinde büyük bir tepkiye neden olmuştur. Ortadoğu politikası tutmayan Erdoğan ve Saray çetelerinin tek umudu şuanda Libya. Çünkü Erdoğan Ortadoğu’da yürüttüğü politikaların bataklığa saplanmasından kaynaklı dengesizleşmiş durumda. Bunun içinde son şans olarak dengesini Libya’da aramakta.
Sara GULAN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi