HABER MERKEZİ
Siyasi mücadelelerde düşman cepheyi daraltma, dost cepheyi ise çoğaltma politikası esas alınır. Bu en temel kuraldır. Siyasi mücadele esas olarak böyle kazanılır. Ya da kazanmak isteyenler bu politikayı izler. Yoksa sadece askeri güçlerle savaş kazanmayı esas almak sonuç vermez, hatta tersi sonuçlar doğurur. AKP-MHP iktidarı şimdi böyle bir politikaya yönelmiş. Tayyip Erdoğan öyle şeyler söylüyor ki, birçok devleti, siyasi gücü ve halkı Türk devletine karşı birleştirir. Çünkü kendisini etraftaki tüm ülkelere ve halklara tehdit haline getirmiş durumdadır. Türkiye’nin savunması sınırların ötesinden başlar, demenin sonucu budur. Bu söylemi tüm komşu ülkeler kendilerine karşı açılmış savaş olarak görürler. Şimdiye kadar Irak ve Suriye’de çıkarlarımızı koruyacağız, derlerken; şimdi bu çıkar alanı tüm Ortadoğu haline getirilmiştir. Savunma sınırlar ötesinde olursa, bu sadece Irak ve Suriye’yi değil, İran’ı, Yunanistan’ı, Ermenistan’ı, Bulgaristan’ı, Rusya’yı, hatta Azerbaycan’ı tehdit etme anlamına gelir. Bu saldırılar karşısında hedef alınanların ittifak yapması da doğal sonuçtur.
Türk devletinin gerçek yüzünü bu kadar açık hale getiren Kürt halkının mücadelesidir. Türk devleti Kürtleri soykırıma uğratmak istiyor. Bu soykırıma karşı mücadele yürütüldüğünde de tüm karakterini dışa vuruyor. Hiçbir şey Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi kadar Türk devlet gerçeğini gözler önüne seremez. Türk devletinin tek kırmızı çizgisi vardır; bu da Kürtlerin varlığını kabul etmemedir. Bunu zayıflatacak, kıracak her şeye karşı kırmızı görmüş boğa gibi saldırır. Kürtlükten söz eden herkesi düşman görür. Nitekim Türk devletin Kürt inkarcısı ve soykırımcı politikasına destek vermeyen herkes Türk devletine düşmandır.
PKK’nin tarih sahnesine çıkışı Türk devletinin tüm yalanlarını, sahtekarlıklarını ortaya çıkardı. PKK öncülüğündeki mücadeleden önce kendi gerçeğini gizleyebiliyordu. PKK’nin öncülük ettiği Kürt halkının özgürlük mücadelesinin gelişmesiyle birlikte yüzündeki cilalar pul pul döküldü. PKK’ye karşı büyük öfkesi en başta da bundan dolayıdır. PKK mücadeleyi geliştirdikçe saldırganlığı daha da artmıştır. Kürt sorununa biraz yumuşak yaklaştığı için kendi cumhurbaşkanlarını, bakanlarını, generallerini, subaylarını öldürmesi Türk devletinin Kürt’e bakışını da Kürt politikasının ne olduğunu da ortaya koyar.
1990’lı yıllarda Kürt halkının özgürlük mücadelesi geliştiğinde nasıl bir kirli savaşa yöneldiğini artık bilmeyen yok. Belki yeni kuşaklar görmediği için tam bilmeyebilir, anlamayabilir ancak anaları babaları iyi bilir. Öte yandan açık kaynaklardan da bu dönemin nasıl bir karakter taşıdığı öğrenilebilir.
2010’lu yıllara gelindiğinde Kürt halkının mücadelesi en geniş toplumsal kesimlere ulaşmıştır. Arap Baharı denen halk hareketlilikleri de yükselişe geçmiştir. İşte bu süreçte Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için 2011 yılında Sri Lanka modeli denen, her yönden kuşatma ve ezme politikası uygulanmaya konulmuştur. Bu dönemde İran da harekete geçmiş, Özgürlük Hareketine saldırmıştır. Ancak bu saldırılardan sonuç alamadıkları gibi AKP iktidarı 2012’in yazında neredeyse tümden çökme noktasına gelmiştir. Bu nedenle çatışmaların durması için İmralı’ya Rêber Apo’nun yanına gidilmiştir. Rêber Apo da Türkiye’deki demokrasi güçlerini güçlendirme ve harekete geçirmek için bir demokratikleşme ve Kürt sorununa çözüm manifestosunu Newroz’da kamuoyuna sunmuştur. Ancak bu süreçte Kürtlerin sadece Bakurê Kürdistan’da değil, Başûr, Rojava, tüm Ortadoğu ve dünyada güçlendiği görülünce 2014 yılında Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmek için Çöktürme Planı hazırlanmıştır. 2015 7 Haziran seçimi sonrası ve son 4-5 yıldaki tüm politika ve uygulamalar bu Çöktürme Planının öngördükleri çerçevesinde gerçekleşmiştir. Nerede bir Kürt örgütlenmesi, yapılanması ve kazanımı varsa hedeflenmiştir. Rojava’nın düşman ilan edilmesi, saldırıya uğraması da bu Çöktürme Planı doğrultusunda yapılmıştır.
Türk devleti Ortadoğu merkezli 3. Dünya Savaşında Kürtleri soykırıma uğratmayı hedeflerken; bu savaş ortamından yararlanıp askeri ve siyasi etkisini artırmak ve bazı alanları ele geçirmek istemektedir. Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezip Kürtleri soykırıma uğratmadan da Ortadoğu’daki amaçlarına ulaşamayacağını görerek Kürtlere yönelik saldırısını olabildiğince artırmıştır. Çünkü soykırımcı Türk devletinin hem Türkiye sınırları içindeki Kürtleri soykırıma uğratma politikası önünde, hem de Ortadoğu’daki amaçları önünde PKK engeldir. Bu açıdan Kürtlere saldırısıyla tüm Ortadoğu’ya savaşı yayarak askeri ve siyasi etkinliğini artırmak istemesi aynı amacın parçaları olarak görülmelidir. Saldırı sadece Kürdistan, Irak, Suriye ve Libya’ya değildir. Kürtleri ezdiği ve soykırıma uğrattığı takdirde bugünkü Azerbaycan ve İran Azerbaycan’ını da hakimiyeti altına alıp Hazar üzerinden Orta Asya’ya ulaşmayı hedeflemektedir. Bugün açık gündeme koymasa da bu da ajandasında vardır. Bunun için ilk önce Başûrê Kürdistan ve Rojava’yı hakimiyeti altına almayı hedeflemiştir. Çünkü bu amacını şimdi açığa vurursa İran ve Rusya’yla karşı karşıya gelir. Bu nedenle ‘Turan’ dedikleri bu hayalini zamana bırakmıştır.
Ancak Türk devletinin güvenliğimiz sınırlarımızın ötesinde başlar demesi, Irak ve Suriye’ye yönelik saldırılarda bulunması, Doğu Akdeniz ve Libya’ya yaptıkları birçok devleti ve siyasi gücü Türk devletinin amaçları konusunda ciddi bir kaygıya sevk etmiştir. Nitekim Arap ülkeleri Katar dışında Türk devletine karşı tutum almışlardır. Hatta İsrail geçmişte Türkiye’yle ortaklık temelinde Arapları dengeleme ve Ortadoğu politikalarını bu eksende yürütmeyi esas alırken şimdi farklı bir eksende bir ulusal güvenlik politikasına yönelmiştir. Doğu Akdeniz’de Mısır ve Yunanistan’la ortak hareket etmesi sadece gaz ve petrolle ilgili değildir.
AKP-MHP şahsında gerçekleşen Türk İslamcı iktidarı kendisi için güvenlik sorunu olarak görmektedir. Araplar da bugüne kadar esas tehlikeyi İsrail olarak görürken, şimdi İsrail’le bir uzlaşma yaratıp esas olarak Türkiye’ye karşı ortak politika yürütmeyi gündemlerine almışlardır. Özcesi Türk devletinin saldırgan politikası tüm Ortadoğu dengelerini ve ittifaklarını tümden değiştirecek bir siyasi ortam yaratmıştır. Hatta Araplarda Türkiye’ye karşı ancak Kürtlerle ittifak olurlarsa karşı koyabilecekleri anlayışı gelişmektedir. Son zamanlarda bazı Arap ülkelerinin Suriye’de demografya değişimine ve Kürtlerin yerlerinden edilmesine karşıyız demeleri bu gerçeği ifade etmektedir.
Türk devletinin bu politikasının İran’ı da yeni arayışlara götürmesi mümkündür. İran da İsrail ve Araplar gibi ulusal stratejilerini değiştirebilir. İsrail ve Sünni Arap karşıtı politikaları bırakıp esas olarak Türkiye’ye karşı tedbir olacak bir politikaya yönelebilir. Aslında İran’ın İsrail karşıtlığı da, İsrail’in İran karşıtlığı da 20. yüzyıl dengelerinin ortaya çıkardığı bir durumdu. İsrail, Suriye rejimi ile de şiddetli bir karşıtlık ve düşmanlık içindeydi. Belki ilerde mevcut Suriye rejimini kendisi için en iyi iktidar ve komşu olarak görebilir. İran, İsrail karşıtlığını devrimi Arap dünyasına yaymak için bir enstrüman olarak kullanıyordu. Kısmen de ideolojik bir yaklaşımdı. Ancak İran için İsrail giderek bir düşman olma konumundan çıkacaktır. İsrail de İran’ı düşman olarak görmek vazgeçecektir. Bunlar belki şimdilik fikir jimnastiği olarak görülebilir. Ancak Türkiye’nin politikaları ve Ortadoğu’daki durum bunları gerçekleşir kılmayı gerçekçi hale getirmektedir.
Rusya şu anda Türkiye’yi bazı amaçları için kullanmak istese de Türkiye’nin politikalarını kendisi için tehlikeli göreceği açıktır. Türkiye’nin Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya’yla ilgisi Rusya tarafından çok iyi bilinmektedir. Avrasyacı teorisyen Alexandır Dugin’in Türkiye’yi Avrasya jeopolitiği içinde göstermesinin de bir propaganda ve Batı’ya karşı kullanma etkisi dışında bir değeri yoktur. Tarih jeopolitik konumların hangi yönelimleri ortaya çıkardığı konusunda çok öğreticidir. Tarih hem Osmanlı döneminde hem sonrasında Türk devlet gerçeğinin yönelimleriyle Rus ulusal stratejisinin yönelimlerinin karşı karşıya geldiğinin kanıtıdır. Şimdi de bu gerçeklik değişmemiştir. Zaman zaman birbirlerini Batı’ya karşı kullanmak isteseler de tarih, coğrafya ve politik gerçeklik bu iki gücü doğal olarak karşıt konumda konuşlandırmaktadır. Bunu masa başındaki hiçbir Avrasya tasavvuru değiştiremez. Bunu en iyi bilenler de Ruslardır. Bu açıdan Rusya şu anda TC’yle taktik bazı ilişkiler içine girse de stratejik olarak Türkiye’yi sınırlama politikası içinde olacağı açıktır.
Rusya açısından şu anda önemli ilişki İran’dır. Jeopolitik İran ile Rusya’yı stratejik olarak yakınlığa zorlamaktadır. Coğrafya deyip geçmeyin. Siyaseti doğru yapmak için iyi bir coğrafya bilgisine ve bu temelde jeopolitik değerlendirmeye ihtiyaç vardır. İlerde Ortadoğu’daki siyasi ilişkiler ve dengeler bir yönüyle de Türk devletinin ABD ve NATO destekli saldırgan politikası tarafından koşullanacaktır. Türkiye yayılmayı düşünmeyen demokratik bir ülke haline gelmediği müddetçe karşıt ittifakların oluşması kaçınılmaz hale gelecektir. Türk devletinin Kürtleri soykırıma uğratma ve bu temelde Ortadoğu’ya hegemon olma politikasının yarattığı saldırganlık yeni ilişkiler, ittifaklar ve dengeleri yaratacaktır.
Kürtler Türkiye’yle demokratik birlik içinde, demokratik özerklik temelinde demokratik bir Türkiye’yi önlerine koymuştur. Türk devleti öyle bir Kürt düşmanlığı ve saldırganlık ortaya koydu ki, bu durum Kürtleri yeni ittifaklar içine girme noktasına getirdi. Böyle bir zemin bulunmaktadır. Nitekim Kürtlerle Arapların ittifak kurma yönünde adımlar attıkları görülüyor. Suriye’de Kürtler bir statü temelinde sorunları çözdüğünde bu ittifak güçlü bir temele kavuşmuş olur. Irak’ta bazı sorunlar olsa da Kürtlerin orada da Araplarla ittifak geliştirmeleri doğal görülmelidir. Çünkü Başûrê Kürdistan için asıl tehlikenin de Türkiye olduğu bilinci giderek gelişmektedir. Irak’ta Kürt-Arap ittifakı hem Arapların hem de Kürtlerin çıkarınadır. Zaten Kürtlerin varlığını ve siyasi iradesini kabul eden, bunu bir federasyon olarak tanıyan bir anayasa vardır. Mevcut federasyon Irak tarafından her bakımdan sindirildiğinde Kürtler içinde var olan milliyetçi ve devletçi eğilimler de yerini Kürt-Arap ittifakını geliştirmeye bırakacaktır. İran’da bir demokratikleşme temelinde Kürtler siyasi bir statüye kavuştuklarında tarihsel olarak Kürtler İran birliği içinde sorunsuz yaşayabilecektir. Bu durum İran-Sünni Arap çekişmesini de azaltacaktır. Hatta önemli bir Arap Şii nüfusunun olması bir çekişme etkeni değil, Araplarla İran arasında iyi ilişki geliştirmenin köprüsü haline gelecektir.
Özcesi her şerde bir hayır vardır derler. Türk devletinin bu kadar Kürt düşmanlığı ve Ortadoğu’da yayılma ve hegemon olma hayalleri halkları ve tüm siyasi güçleri uyandırarak bu saldırganlığa karşı bir ittifak ve ortak mücadele ortaya çıkarabilir. Türk devletinin politikası ve bunun yarattığı siyasi durum Ortadoğu’nun siyasi güçlerine bunu dayatmaktadır. Türk-Sünni İslam sentezine dayalı gericilik böyle kırılarak tüm Ortadoğu için barış ve istikrar sağlanabilir. Bu aslında Türkiye halklarını da bu gerici beladan kurtararak demokratik ilişki ve ittifak içinde olması gereken Kürtler ve tüm Ortadoğu halkları ile doğru bir ilişkiye götürür. Bu açıdan Türk devletinin bu saldırganlığının yarattığı bilinç ve uyanış tüm halklar için hayır getirecek bir süreç başlatacaktır. Sadece Ortadoğu halklarının değil, tüm insanlığın da başına bela haline gelmiş bu gericilikten kurtulmuş olunacaktır.
Mustafa Karasu
Kaynak: Yeni Özgür Politika