HABER MERKEZİ
‘Tebessüm kana en kolay karışan ilaçtır’
Utanmak erdemdir dostum, utansan da
Uzat ellerini, tut isyan bayrağını
Ellerin elimde, elim mavzer de olsun
Bırak gözyaşlarını, saklama
Yıkasın caddeleri, sokakları ile
Bu şehrin utancını…
İsyan edecek bir yüreği olmayanlar,
İsyan bayrağını da taşıyamazlar
Ağlamayı-utanmayı da bilmezler.
Her insan kolay kolay sevilmez. İnsanın çevresinde sevilmesi, kabul görmesi ve derin izler bırakması için mutlaka güçlü bir kişilik, kimlik, ahlak, kültür sahibi olması, ilkeli yaşaması ve kısa ya da uzun ömrüne kimi başarılar nakşetmesi gerekir. Böyle olmadıkları için bazı insanlar sevimsizdir. Bir yaprağın dalından kopması, bir rüzgar esip geçmesi gibi ayrıldıkları ortamlardan hemen unutulurlar. Ne yeryüzünde bir ağırlık oluşturur, ne de gökyüzünde bir parıltıya dönüşürler. İnsanlar böylelerini sevebilmek, hatırlamak için bin bir sebep arar ama yine de bulamazlar. Varlığını başkasını yok etmeye endeksleyen, refah ve mutluluğu başkaların felaketinde arayan, ezen, sömüren, kötülük üreten, yayan, kişilik, ahlak, kültür ve toplumsallığa dair bir eylemden yoksun birinin sevilmesi, iz bırakması zaten insan doğasına aykırıdır. Bazı kişiler ise kimliği, kişiliği, ahlak, yaşam ve uğraşları ile gören ve tanıyan her keste sebepli sebepsiz derin izler bırakırlar. Örnek kişilikleri, sınır tanımayan düşünceleri, yeni bir dünya ve yaşama dair ütopyaları ile gören, tanıyan herkeste bir sıcak gülümseme yaratarak yüreklere kazınırlar. Her biri kurşun gibi sözleri, yalın sesleri, aydınlık yüzleri ve hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan eylemleri ile apayrı bir insan olarak dünyanın öbür ucunda da olsa yüreklerin derinliğinde yer edinir, herkesin mutlu olması, eşit ve özgür yaşaması için savaşan bireyler olarak kendilerini duyan, gören, tanıyanı sevmek zorunda bırakırlar. Devrimci militanlar tam da böyle oldukları için ölümsüzdürler.
Şimdi her şeyin metalaştığı ve metanın tanrısal hale geldiği bir dönemdeyiz. Gücün belirleyici olduğu, bu gücün ise haksız, adaletsiz, zalim ve doymak bilmeyen bir iştahla insanlığa ait her şeyi yutmak isteyenlerin elinde toplandığı, çelişik bir zamanın, en adil olmayan kesitini yaşıyoruz. Her alanda yaşanan ışık hızındaki gelişmelere rağmen emekçilerin, halkların payına yine yasak, baskı, istila, yoksulluk, kıyım ve ölüm düşmektedir. Bu karanlık tabloya, kasvetli havaya ve zalimlerin insana dair her şeyi kuşattığı dünya gerçekliğine rağmen, insanlık halen nefes alabiliyorsa, umudu koruyup hayata tutunabiliyorsa, yukarıda tarif edilen devrimci militanların ödediği bedeller sayesindedir. Geçen zulüm dolu yıllara, mayın döşenmiş yollara rağmen bu militanların hala ilk günkü heyecanını, çocuksu ruhunu koruyan, yüzlerinde tebessümün eksilmemesindedir. Gözlerindeki parıltının ve yüzlerindeki tebessümün bir ilaç gibi ilişkilendikleri herkesin kanına karışmasından, direnme iradesini, özgürlük umudunu yeniden, yeniden diriltmesindedir. Kaotik ortamların en karmaşık sorunlarını çözmeye aday akıl ve iradelerini korumasındadır. Bu militanların CHE gibi, Mazlum gibi, Kemal Pir gibi birer kavga manifestosuna dönüşmesinde ve her koşul altında özgürlük bayrağını dalgalandırmalarındadır. Atakan Mahir, Rizgar Amanos, Bawer Agir gibi, insani değerler ve toplumların mutluluğu için kendi duygu ve istemlerini hiçe sayarak vicdan yükümlülüğü ile savaşmaların da ve bir sabahın kızıl şafağında toprağa düşmelerindedir.
Bu devrimcilerin nerede doğdukları, dünyanın neresinde oldukları, isimlerinin ne olduğu, ten renklerinin nasıl olduğu, sayılarının ne kadar olduğunun çok fazla önemi yoktur. Önemli olan ‘tek kişilik birer ordu gibi’ kişilikleri, yaşamları ve eylemleri ile insanlığı, toplumları ve tek tek bireyleri etkileme, değiştirme düzeyleridir. Çünkü tarihsel değişim anlarında geleceği kurmak isteyenlerin akıl, irade, fedakarlık düzeyleri, nicelikten çok niteliği öne çıkarmaktadır. Fakat bu müstesna insanların üstlendikleri tarihsel ve güncel sorumlulukların, bedel ödenmeden yerine getirilmesi mümkün değildir. Bundan dolayı bazen dayanılması zor işler, imkansızlıklar kaderlerine dönüşür. Önderlik misali bir adada çarmıha gerilmişçesine bir ömür yapa yalnızlığa mahkum edilirler. Bir insan olarak en sevdiklerinden uzaklaşır, yitirirler. Üzülüp kahrolurlar. Düşmanın her araç ve yöntemle süreklileşen saldırıları kadar, ihanetin paslı hançerini, cehaletin cesaretini ve gafletin her şeye boş veren hissiz yüzünü de tanırlar. En olmadık anlarda, en olmayacak gelişmelerle can evinden vurulurlar. Tüm bunlara rağmen ayakta kalmak, dosta güven vermek, düşmanı kahretmek için gece demeden, gündüz demeden, durmadan dinlemeden kavgaya devam ederler. Böyle yaptıkları için devrimci-militan kimliğini hak ederler. Küresel-yerel adaletsizlik son bulsun, yoksulluk, sefalet ve yasaklar ortadan kalksın diye savaşırlar. Çocukların gözlerindeki masumiyet sönmesin diye kavgayı sürdürürler. Hep öldürülmüş, kıyımlardan geçirilmiş bir halkın yurtsuzluk özlemlerini dindirmek için eylemden eyleme koşarlar. Faşizmin zulüm çarkını, sömürü düzenini yıkmak için savaşmaya devam ederler. Her memlekette, her toplumda gençlik bu gerçekliğin manifestosu, bayraktarıdır. Bir tarihsel haksızlık, acı-elem toplamı, yok sayılma, kıyım, katliam ve yoksulluğun yaşam biçimi halini aldığı Kürdistan’da isyanın ilk kıvılcımları da, kırları, şehirleri sarıp sarmalaması da böyle başladı.
Bawer yoldaş bu devrim ortamında dünyaya geldi, hayata adım attığı bu sosyal koşulların çocuğu olarak kimliği ve kişiliği kavganın en keskin zemininde şekillendi. Sömürgeci sistem ile toplumun kıyasıya bir mücadele içinde olduğu ortamda büyüdü. Sömürgecilerin okullarında okurken yurtsuzluğun, kimliksizliğin ve yok sayılmanın kahrediciliğini iliklerine kadar hissetti. Daha öğrencilik yıllarında, üniversite okuduğu sömürgeci başkentin bir insan mezbahanesi olduğuna tanıklık etti. Sömürgeciliği, ülkesini ve mazlum bir halkın yaşadıklarını anlatınlanlardan, okunanlardan değil, yaşayarak, gözlemleyerek tanıdı. Bu sayede önce bir insan, sonra parıldayan aklı ile genç bir öğrenci olarak her şeyi sorgulayarak eleştiriye tabi tuttu. Çağlayan gibi aklı ve bir çocuk saflığındaki yüreği ile halkının maruz kaldığı yasak, baskı, yoksulluk, sefalet ve adaletsizliğe kayıtsız kalamadı. Sömürgeciliğin tedavisi imkansız bir hastalık olduğuna ve mutlaka yok edilmesi gerektiğine karar vererek isyan edip, tutku ile bir gerilla oldu. İsyan edip devrimci yaşama adım attığı andan itibaren hayatının her anını ülkenin, mücedelenin yazgısını değiştirecek buluşlara ve gittiği her yere zafer ruhu taşımaya adadı. İsyancı ruhu, naif kişiliği, yaratıcı eylemciliği ile bir zafer militanı haline gelerek CHE, Mazlum, Kemal Pir gibi devrimcilerin kişiliklerini, sosyalizme dair ideallerinin günümüz bayraktarlığını üstlendi.
Sosyalist bir militan olarak gerçek devrimin ancak özgürleşmiş birey ve büyük bir toplumsal değişim ile mümkün olduğu bilinciyle gittiği her yerde, özgürce yaşanılır bir ülke ve insanın saygın olduğu bir yaşamın emektarı oldu. Bir militan olarak mutluluğu yaratıcılıkta, fedakarlıkta ve çalışma aşkında aradı. Bu haliyle Bawer yoldaş, büyük tehlike anlarında, kaotik ortamlarda ve yaratıcılık gerektiren zamanlarda ne yapılması gerektiğinin kılavuzu haline geldi. Dayanışmanın ve özgürlüğün silahını kuşanarak, hedeflerini doğru seçti. Dostları için sadakatin yemini, düşman için ise devrimin keskin kılıcı oldu. Trajik bir tarihçede, mazlum anne ve babaların çocuklarına bıraktıkları tek miras olan çektikleri acı ve bunları söylemekten utanan, korkan, hep yüreklerinin derinliklerine akıtan-gömen talihsizliklerini, tüm benliğiyle değiştirmek istedi, bunun kavgasını veren örnek bir gerilla haline geldi. Bu nedenle Bawer yoldaşın ayrılığı söz konusu olduğunda sözcükler gizemini, en güzel dizeler ise tılsımını yitirirler. Ayrılığı tanımlamaktan aciz kalırlar. Bu anlarda ne felsefenin akıl oyunları işe yarar. Ne matematiğin binbir hesabı yeter, ne de edebiyatın gizem dolu cümleleri çare olur. Çünkü her yerde olduğundan daha fazlası Bawer örneğinde ölüm ve ayrılık, güne güneşe, güzel olana ve insana dair her şeyin yarım hale gelmesidir. Kolektifleşen bir acı seli olarak geride kalanların yüreğini kanatması, bilincini kemirmesidir. Böylesi anlarda dizginlenemez bir hırsla zulme, sömürüye, yoksulluk ve sefalete isyan eder insan. ‘Dünyanın camı çerçevesini kırmanın yetmeyeceğini’, onu yakıp yıkmanın gerektiğini düşünür. Şimdi bir yüce dağın devrilmesi, gürül gürül akan bir nehrin kuruması misali Bawer yoldaşın toprağa düşüşü birikmiş öfkeleri isyan patlamalarına dönüştürüyor. Kabuk bağlamamış ve hep kanamaya devam eden yaralara bir kez daha tuz basıyor.
En iyiler, en önde yürür ve en başta toprağa düşer. Sevilen, saygı duyulan ve insanları hayata, kavgaya bağlayanların ansızın çekip gitmeleri hep böyle oldu. Gidişler her zaman sarsıcı, yürek kanatıcıdır. Her giden yüreklere basa basa, bir ‘hoşçakalın’ bile demeden gider. Ansız, zamansız ve vedasız olur gidişler. Bazıları sabahın ilk ışıklarında, bazılarıysa gecenin zifiri karanlığında… İster doğal ömrün sonlanması, ister dünyayı değiştirme eylemine girişmiş ve daha ilk adımda vurulmuş, göklerin sonsuzluğuna gömülmüş olsun, gerçek olan ölümün acımasızlığıdır. Böyle giden devrimcilerin kimileri dağ başlarında, nehir kenarlarında mezarsız ve kefensiz yatar hala. Kimileri ise ışıldayan gözleri, pürüzsüz yüzleri ve nazlı bedenleriyle Bawer gibi sanki acelesi varmış, sırasını bekliyormuş gibi vakitsiz bir biçimde buluşurlar toprakla. Devrimci insanlar dünyayı değiştirme idealleri kadar tutku ile bağlanırlar yaşama. Düşünceleri, eylemleri ve yaşamları ile çevrelerine hayat iksiri olurlar. Fakat tıpki Bawer gibi bir ütopyanın, sömürüsüz, baskısız ve yasaksız bir başka dünya idealinin uğruna, bir ilkbaharın kızıl şafağından ya da kara kışın zifiri karanlığından kapıya dayanan ölümden de korkmazlar. Bawer, düşündükleri, söyledikleri ve yaptıkları ile bir kıvılcımın kırlarını tutuşturması, tutuşan kırların şehirlerde alevlere dönüşmesi ve alevlerin dünyayı aydınlatması misali yaşadı, savaştı. Tanıştığı, dokunduğu, konuşup-dost olduğu herkeste bir isyan ruhu, bir direniş iradesi ve zafer andının adı oldu. Yüreklere bir sıcak gülümseme olarak kazındı. Şiirlerin mısralarındaki gizem, ressamın tuvallerindeki ayrıntı, gerillanın kavga şafağında ya da bahar akşamlarındaki dizginlenemez özgürlük tutkusunun adı haline geldi. Bu nedenle Bawer için nerede ve ne zaman, kim hangi dilde, hangi araçlarla ne söylerse söylesin hep eksik kalacağı muhakkaktır. Bir özgürlük sevdalısı ve devrimci olarak Bawer’i kısa bir yazıyla tanımlamak, anlatmak zor hatta imkansızdır. Çünkü Bawer sözcüklere, sınırlara, kalıplara sığdırılamayacak insanların başında gelmektedir. O her yönüyle doğal, sade ve örnek yaşamı ile adım attığı her yerde bilinç ve yüreklere kazınan bir insandı. Bu nedenle düşse de toprağa asla unutulmayacak bir yoldaştır. Bawer, merhem sürünce iyileşmeyen yaralarımız gibi, anne gibi, baba gibi, yar gibi öpünce iz bırakırcasına hayatımızda derin izler, sınırsız acılar bırakarak gitti. Her giden gibi geride kalan yüreklerde sürekli yanan bir kor ateşi, bir boğucu hıçkırık bıraktı. Yürekleri bir cam kırığı yatağına dönüştürdü. Kabuk bağlamayan ve hep kanayan yaralara en ağırını ekledi. Bawer hayatımızda, kavgamızda böyle izler bırakarak gitti.
Bir çocuk saflığı-mahcupluğun adı, aranan, özlenen candan bir dost ve her daim en önde özgürlük bayrağını dalgalandıran Bawer yolda; Atakan Mahir, Rızgar Amanos, Delila, Rojin gibi şövalye ruhlu, naif devrimcilere kavga arkadaşlığı yapmıştı. Nice isimsiz devrim kahramanının hayatına, yüreklerinin en güzel yerlerine, günlüklerinin her satırına kazınmıştı.
Heval Bawer (Ahmet Akyüz), Amed’in Çınar ilçesinde dünyaya gelmiş, büyümüştü. Ankara’da üniversite okumuştu. Okul sürecinde siyasi faaliyetlerinden dolayı tutuklanmış ve bir süre sömürgecilerin zindanında hapis yatmıştı. Hapisten çıkınca dağların yolunu tutmuştu. Amed ’ten sonra Gare dağına geçmişti. Gare’de hem emekçiliği ve fedakarlığı ile hem de sınırsız zekâsı, örnek ahlakı, çelikten disiplini, bitmeyen enerjisi ve naif kişiliği ile herkesin candan, yürekten sevdiği, örnek aldığı bir devrimci yaşamın sahibi olmuştu. Gare’de en çok aranan, bir saat ortalıkta görülmeyince özlenen bir insandı. Herkesin yanında, yüreğinde apayrı bir yere sahipti. Sömürgeci Türk devletinin Afrin işgaline karşı Başur’dan, Rojava’ya yürüyerek gitmek isteyen gençlik grubunu örgütlemiş ve en öne geçerek yönünü Afrin’e vermişti. Degela kasabasına geldiklerinde KDP’nin saldırısına uğramış ve ağır yaralanmıştı. İsabet eden bir doçka mermisi ile kalçası parçalanmıştı. Uzun süre tedavi görmüş ve tam iyileşmeden yeniden çalışmalara katılarak görevinin başına geçmişti. Yarım kalan düşlerini gerçekleştirmek için Rojava’ya geçerek gençlik çalışmalarına katılmıştı. Bitmek bilmeyen bir enerji ile bir arı gibi nerede ihtiyaç varsa orada bulunmuştu. En son savaşın ortasında ‘daha önce sırtımızı dağlara dayayarak direniyor, savaşıyorduk. Burada halk, dağlarımız olur dedik. Ama buradaki insanlar şehri terk etti. Şimdi burada yapayalnızız’ demişti. Sesi hüzün doluydu. Her sözü bir kurşun gibiydi. Bu konuşmadan 3 saat sonra ise Girê Spî cephe hattında ağır bir bombardımanda şehit düştü.
‘eğer bir gün, sol elimde
Bayrağımla dönersem
Bil ki
Yanımda özgürlük var
Eğer hiç dönmezsem
Bil ki
Her zaman özlediğime kavuştum
O zaman
Bayrağı sen devral’
diyen Bawer yoldaş, bu çağın ve tüm zamanların kahramanı, naif bir devrimcisi olarak bugün Kobanê’de görkemli bir törenle toprağa verildi. Sırtını dayayacağı bir dağ gibi yanında durmadığı, yapayalnız bırakıp gittiği için oradaki insanlardan samimi bir özür, biz yoldaşlarından anıya bağlılık, dostluğa sadakat ve intikam almayı, genel insanlıktan ise hak ettiği saygıyı bekliyor.
Can Toprak