HABER MERKEZİ
Geleneksel 1 Mayıs günü partimizin de mücadele tarihinde büyük bir yer tutarken, yine mücadelemizin en boyutlandığı bir günü ve onun ardından gelen peş peşe hamleleri aklımıza getirmektedir. Şehitlerin en bol olduğu, hamlelerimizin peşi sıra geliştiği bir günü de ifade etmektedir. Şüphesiz emekçilerin böyle bir günü bayram olarak kutlamaya hakları vardır. Fakat bu reel sosyalizmin çözülüşü ile birlikte giderek inancını zayıflatan ve bununla birlikte mücadelesini de hem uluslararası alanda hem ulusal alanda eskisi kadar güçlü götüremeyen bir güne doğru da gelmiştir. Biz yine de bugün dolayısıyla sosyalizmde ısrarlı olmanın gereği üzerinde duracağız. Ve şunu slogan yapacağız: İnsanlık var oldukça sosyalizm ütopyası çalışma zevkiyle hayat bulacaktır.
Bugün insanın başına gerçekten bir kâbus gibi çöken kapitalist-emperyalist sistem, tekniğin imkânlarını da arkasına alarak emekçilerin davasına indirdiği büyük darbeleri ve onun başta Sovyetler Birliği olmak üzere 20.yy’da kazandığı bütün mücadele mevzilerine saldırılarını geçici de olsa başarıya götürmenin verdiği sadistçe zevkle; artık emekçilerin davasının kalmadığı, sosyalizm ütopyasının bir davasının kalmadığı, sosyalizm ütopyasının bir anlam ifade etmediği, mevcut sistemin insanlığın ezeli kaderi olduğu, herkese düşenin bunu olduğu gibi kabul etmek, bu kaderden de artık kaçınılamayacağını anlayış olarak sonsuza dek benimsemesi gerektiği biçiminde muazzam bir saldırı halindedir. Ve denilebilir ki, 90’larla birlikte bu saldırı 21.yy’a ulaşmadan zapt edilmedik tek bir mevzi bırakmamak için tüm gücünü kullanmakta, neredeyse tüm bir dünyayı kendi kullanmakta, neredeyse tüm bir dünyayı kendi dünyasını, bir tek emekçinin üzerine, bir avuç devrimcinin üzerine boşaltmaktadır. Daha geçenlerde bir grup Peru’lu devrimcinin üzerine nasıl sistemin birleşik hareket ettiğini, bırakalım Peru’yu, kendi gerillamızın üzerine nasıl uluslararası desteği arkasına alan faşist Türk özel savaş birliklerinin sonuç almak için nasıl çılgınca yüklendiğini göz önüne getirirsek, bize esin kaynağı olan, kılavuzumuz olan ideolojimizi yani sosyalizmi bir kez daha tanımlamanın önemi vardır.
Bize her zaman ve her şeyden daha çok gerekli olan, oldukça bilimsel bir temeli de olan sosyalist ütopyadır. Ütopya, toplumsal hayaller demektir. Ve insanlık her ileri çıkışa başladığında onun yüce bir hayali yani ütopyası olmuştur. Ütopyasız bir topluluk, günübirlik yaşamaya mahkûm edildiğinde sadece sığ bir köleliği yaşamaya mahkum demektir. Bir insan, bir sınıf, bir toplum, bir ulus, bir parti ütopyasızlığa mahkûm edildiği yani temel umutlarını, inançlarını, hayallerini yitirdiği zaman geriye kalan fos yığınıdır. Tekniği, ordusunun sayısı herkesten daha da büyük olsa o dağılmaya mahkûmdur. Ama iddiası, ütopyası çok büyük olan küçük topluluğun gerçekten eğer bundan vazgeçmezse kısa süreler içinde en umulmadık başarılara yükselmesi ve en azgın güçleri devirmesi de işten bile değildir. Tarih bunun sayısız örnekleri ile doludur.
En çok bildiğimiz Roma İmparatorluğu o bütün görkemliliği ile insanlara, insanlığa karşı en gaddar yöntemleri devreye geçirdiğinde- aslanlara parçalatma, çarmıha germe- buna karşı çıkan bir Hz. İsa’yı küçücük bir avuç havarileriyle birlikte takibe aldığında, çarmıha gerip kalanlarını da izlemeye başladığında, bu topluluk iddialarıyla, ütopyasıyla -ki ellerinde ne bir teknik var, hele sayıdan hiç bahsedilemez- bakıyoruz o kocaman Roma İmparatorluğu’nun canına okuyorlar. O inatçı mücadele belli bir süre sonra fethediyor ve bilindiği gibi günümüze doğru geldiğimizde halen bu gücünü dünyada birinci sırada koruyor. Özünden boşaltılmış da olsa, Hıristiyanlık dünyanın etkili ideolojisidir. Müslümanlık Arap yarımadasında ilk ortaya çıktığında çöl kızgınlığında bir ütopyaydı. Bu ütopya ile bir avuç insan harekete geçtiğinde, çok kısa bir süre sonra Arap yarımadası adeta bir çöl imparatorluğunun merkezi haline geldi. Marks, Engels yine zorbela karınlarını doyuran iki arkadaştılar. Bilimsel sosyalist ütopyayı ortaya çıkardıklarında kapitalist sistem dünyada egemenliğini kurmuştu bile. Bu ütopya, çok kısa bir süre sonra işçilere, emekçilere mal edildiğinde Paris Komünü, hızla 1905 ayaklanmaları, Ekim devrimi, ardından birçok ulusal kurtuluş hareketi tarafından neredeyse dünyanın fethine kadar gitti.
Bu örnekler bize şunu gösteriyor: Ütopya haklı ve insanların çıkışına, ilerlemesine imkân verdiğinde, başlangıçta sayı ne olursa olsun, teknik ne kadar zayıf olursa olsun, yeter ki inanç olsun, yeter ki uğruna büyük bir tutkuyla mücadele edilsin, zafer geliyor.
PKK’nin de bir ütopik çıkış olduğunu belirtmek gerekiyor. Şu çok açık: Biz PKK’yi başlatırken, hiçbir zaman “bizim karnımızı doyuracak, PKK’nin yetkileriyle kendimizi güçlü tutacağız, bayağı buna dayalı bir yaşamımız olacak” diye en ufacık bir düşünceye, hayale saplanmadık. Tam tersine, müthiş doğru fikirlerimiz, inançlarımız var ve “bunu hiçbir şeyle değiştiremeyiz” dedik. Mesleklerimiz vardı, güvenceli bir yaşam vardı, bunun karşısında bu hayalleri esas aldığımızda karşımızda dev gibi faşist bir düzen vardı. Ve mutlak güç üstünlüğü ondaydı. Belki de binde bir bu düzenle baş etme olanakları yoktu, ama büyük gurur duyduğumuz doğrularımız vardı. Bir halkın emekçilerinin hayati çıkarlarını ifade eden düşünceler ile yani sosyalizm bilinci ve onun yarattığı inanç sistemi ile hiç bir şeyi kaile almamaya, düşman kim olursa olsun asla onların karşısında kendimizi geri tutmamaya, tam tersine ne kadar yapılabilinecekse sonuna kadar her şeyimizi ortaya koymaya çalıştık. Gerçekten dikkat edilirse, elimizde birkaç kuruş para vardı, onu da birkaç kitaba veriyorduk. Yirmiye yakın kişiyle bir kazan pilav pişirdiğimizde büyük bir iştahla kendimizi doyururduk. Yani günü birlik yaşam bizim için basit bir araçtı. Ama o zamanki hayallerimiz, sosyalist bilincimiz ve inancımız, bizim gerçek sürükleyici, onsuz yaşayamayacağımız kutsal değerlerimizdi.
Halen hatırlardadır, Haki’ler, Kemal’ler, Mazlum’lar, Hayri’ler kesinlikle bu büyük inancın militanlarıydılar. Ve en ağır koşullarda bile en ufacık bir üzüntü duyma, bir sıkılma, çevrelerini rahatsız etme gibi bir tek davranışları bile olmamıştır. Onlar PKK’nin hakiki kutsal değerleri temelindeki yaşamı ifade ediyorlar. Bu bir ütopik yaşamdır. Hayali yaşam diyeceğim belki yanlış anlaşılır; hayalleri için, iddiaları için, umutları için, inançları için yaşamayı her şeyden üstün tutmadır. Onlar iyi bir mesleğin sahibi olabilirlerdi, ama bundan bile bile vazgeçtiler. Biliyorlardı bu yolda şahadet neredeyse kesindir, ama en ufacık bir telaş, bir endişe içine girmediler. Her gün bir bayram coşkusuyla geçildi…
Kendi yaşamıma bakıyorum: Ben ki, maddi yaşamın da ne olduğunu çok iyi biliyorum. Birkaç kuruş para için ne kadar ağlayıp sızladığım, bir iyi yemek için de nasıl kazan kaldırdığım, çocukluğumdan halen aklımdadır. Ama daha sonra inançlarım uğruna biraz özgürlük dedim, aradım ve daha sonra buldum. İşte, bazı kitaplarda ve daha çok da hayatta. Bugün halen ben bununla yürüyorum. Eskiden çocuklukta o kadar peşinden koştuğum değerler benim için şu anda çok basit geliyor. Ki asla kendimi büyük görmüyorum, ama çok basit de görüyorum. Benim için sürükleyen hayaller, yaratıcı düşünceler ve öncü pratikler kadar daha değerli bir şey yoktur. Ancak bu beni tatmin ediyor. Bu, aynı zamanda sosyalist ütopyaya göre yaşamanın çekici gücünü ifade ediyor. En güçlüsü eğer ben isem, bu, en güçlüsü sosyalizm ütopyası olduğu için, ona bağlı kalındığı için. Kesinlikle benim başka hiçbir özelliğim yok. Bu anlamda PKK eğer günümüzde en iddialı, emperyalizmin, kapitalizmin korkulu rüyası ise, bu da PKK’nin sosyalist ütopyaya bağlı kalmasındandır. O, bütün karşı çabalara rağmen vazgeçemediği, onu büyük bir çalışma zevkiyle yaşamsallaştırdığı içindir. PKK başka bir şey değildir. Eğer bütün yönleriyle biri de böyle yaşamsallaştırırsa, bu, önlenemez PKK zaferidir.
Hiç kimse, hiçbir gerekçeyle ne kendini, ne bizi kandırsın. Bu, dışımızda da olur, içimizde de. Biz neyi nasıl sağladığımızı çok iyi biliyoruz. Öyle bir özgürlüğü yakalamışız ki, tarihimizde hiçbir gücün, kişinin vermediğini bununla bulmuşuz. Tarihte hiçbir ideolojinin, inancın gerçekleştiremediğini, bu ütopyayla, bu ideolojiyle gerçekleştirmişiz. Yani sosyalizmde. Düşünüyorum da, acaba başka nedenler de bizi geliştirdi mi? Evet, köylü emekçiliğine saygım var, ezilen insanların isyanlarına da saygım var. Aydınların çabalarını küçümsemiyorum. Fakat bütün bunlar bizzat kendi önderliği tarafından kumanda edilmezse bir hiçtir. Aydınlar çok kısa bir süre içinde, ufak bir yönelim karşısında -zaten bizde o kadar gelişkin değillerdir- hızla, varsa o niteliklerinden ya vazgeçmeye ya da dağıtılmaya maruz bırakılırlar, yerle bir edilmekten kurtulamama gibi bir düzenle karşı karşıyalar. Köylü emekçiliği nedir ki? Yüzyıllardan beridir çalışıyorlar, çalışıyorlar, çalışıyorlar, karınlarını bile doyuramıyorlar. Hamallar dünyası, ırgatlar dünyası; kan ter içinde istediği kadar çalışsın. Bu angarya ile hiçbir şey kurtarılamıyor. Modern sınıf, işçi sınıfı da kendiliğinden istediği kadar çalışsın. Bugün düzenin, üzerinde her türlü işlemi gördüğü bir nesne olmaktan kendilerini kurtaramıyorlar. Burada bir şey eksik. Bir şey ifade edebilmeleri için, sosyalist ütopya, inanç, bilinç, örgüt… İşte biz bundan vazgeçmiyoruz.
Önderlik olarak, PKK’nin bir bütün olarak bu özellikte ısrarını her şeyden önde tuttuğumuz için bugün PKK güçlüdür. PKK dünya karşısında savaşıyor. PKK Önderliği güçlüdür, kendini sürekli güçlendirendir. Neden? Sosyalizmin en çok saldırıya uğradığı ve hemen bütün mevzilerini kaybettiği bir dönemde bile sıradan bir sosyalizme bağlı kalma, ona inanç ve bilinç temelinde bağlılığını sürdürme kesinlikle buna yol açmıştır. Bunu itiraf etmek zorundayız. Çoğunuz utangaç bir biçimde “ya bu sosyalizm belası da nereden çıktı…” diyor. Dışımızda yaygındır, içimizde de böyle düşünenler herhalde az değildir. Çok çarpıcı bir biçimde söylemeliyim ki, benim sosyalizmden anladığım özgürlük inancı ve bilincidir ve onun uğruna çalışmak da zevktir. Bu iki kavramı mutlaka anlayabilmeli ve gereklerini yerine getirmelisiniz.
Birincisi için, ütopya için yaşayacaksınız, yani hayaller olacak. Nedir hayaller? Bugün ülkemiz ve halkımız söz konusu olduğunda, onda dilediğimiz gibi yaşam özgürlüğü ve bir başka iradenin örneğin bir sömürgeci iradenin kırılarak bağımsız bir vatanın yaratılması. Bağımsız vatan yaratma bağımsız çalışma alanı yaratmadır, bağımsız iş alanı yaratmadır. Üretim için dev gibi bir çerçeveyi oluşturmak demektir. Bağımsız vatan budur! Her ne kadar ütopya gibi geliyorsa da, bu ütopya biraz gerçekleşirse ortaya çıkaracağı sonuçla; emeğini istediğin kadar toprağa özgürce verirsin, üretim güçlerini cenneti yaratacak kadar çalıştırabilirsin. Ve bu, halkın -hepsi işsiz olan bir halk çürüyor- adeta cenneti yaratma eylemine çekilmesi demektir. Bağımsız vatan budur! Sosyalizm de! Özgür halk yaratmak demek, onun bilincini tutsaklayan, iradesini, ruhunu felç eden bağları paramparça etmektir. Ve bu sağlandığında her zaman gelişkin düşünceler, planlar ardından çok güçlü iradeler ortaya çıkar. Böyle kendini bulan, yeniden tanımlayan bir halk haline geldiğimizde, bu halk kendi özgür, kurtarılmış vatan topraklarında çalışmaya koyulduğunda onu yaratmayacağı eser yoktur. İşte sosyalizm ütopyası, işte İslam’daki cennet ütopyasından bahsedilen biraz budur.
Örneğin Ulusal Kurtuluş Savaşımı bir çalışmadır, ama ulusal bağımsızlık ütopyası için, halk özgürlüğü için bir çalışmadır. Halk örgütlenmesi bir çalışmadır. Partinin kendisi, hayal ve emeğin en ustaca, en sanatkârca birleştiği noktadır. Parti yaşamının adeta uçarcasına bir yaşam olması bu nedenledir. Orada hayalle sosyalizm emeği veya sosyalizmin hayali ile emeği yani özgür emekle, özgürleşmiş insan emeğiyle, bunun özellikle entelektüel bilinç emeğiyle hayali, inancı birleştiği için müthiş bir kuvvettir. Sosyalist önderler, bu anlamda ister ekonomiye, ister savaşa, ister örgütlenmeye, ister propagandaya, hangi çalışmaya el atarlarsa atsınlar devleşiyorlar. Neden? Orada bir büyük sosyalizm hayaliyle çalışma zevki birleştiği için böyledirler. Sosyalist emek kahramanlığı, sosyalist sanat kahramanları hep böyle ortaya çıkar.
Bu anlamda ütopyayı çok çekici kılmadıkça, “ben belki ekmeksiz, susuz yaşarım ama özgürlük hayalleri olmadan yaşayamam” noktasına kendinizi getirmedikçe; yine devrimci çalışmayı, parti çalışmasını savaştan tutalım onun altyapısına kadar bütün işlerini, giderek bütün bir sosyalist toplum inşasını, pratik dediğimiz, uygulama dediğimiz olayı, çalışmayı bir zevk haline getirmedikçe sosyalist olunamaz. Kendimi yine örnek olarak gösterirsem; beni her gün ayakta tutan bağlandığım bazı amaçlar vardı. Büyük amaç diyoruz, yüce amaç diyoruz. Ülke kurtuluyor mu? Halk özgürleşiyor mu? Savaş devam ediyor mu? Bu temelde örgüt var mı? Bu biraz pratiğe gidiyor. Hayaller ve pratik o kadar çekici ve sürükleyici ki, artık fiziki varlığımız neredeyse acılar içinde. Birçoklarına bakıyorum: Onların o fiziki varlığı, maddi varlıkları ruhunu yutmuş, bilincini yutmuş ve fiziki varlıkları adeta balonlaşmış veya şişmiş. Ve çok verimsiz, tembelleşmiş. Çalışma ona bir angarya gibi geliyordu. Yine çok eski bir çocukluk anımı hemen akla getirmeliyim. İş, tam bana bir angarya gibi gelirdi. Yolma işi, ırgat-pamuk işi, bilmem her iş, “olamaz” diyordum, “ben böyle çalışamam.” Aslında çok çalışıyordum, fakat çalışmanın bu biçimi olamaz. Herhalde orada hayallerime göre, inancıma göre bir çalışma yok. Ve ben o çalışmaktan bıkardım. Şimdi anlıyorum ki bu, ütopyasız bir çalışma olduğu içindir. Aynı anda bir hayalim vardı; “şuraya gitsem, şunu alamaz mıyım” dediğimde fırlıyordum ve hiçbir güç beni tutamazdı. Hayale bağlanan bir çabaydı. Bunun yerine babamdan, ailemden ölçülere göre bir ekmeği koparmak için “git şu işi yap” denildiğinde inanılmaz bir tembellik içindeydim, kalkamıyordum. İki-üç tane taşı böyle üst üste koyamıyordum. Kalkıp bir tas su getiremiyordum. Neden? Bana biraz, aile düzeni içinde ücretli iş gibi geliyordu. “Kalk şunu yap, biz de sana şunu vereceğiz”, bu çalışma biçimi hoşuma gitmezdi. Tembel olduğum için değil, asla. Başka bir çalışmaya koştuğumda fırtına gibi oluyordum.
İşte iki çalışma farkı. Birisi ideale bağlanmış çalışma, diğeri ücrete veya düzene bağlanmış, düzene göre, aile düzeni, bilmem devlet düzenine göre bir çalışma. Birisinden ne kadar kaçınıyorsak, ne kadar tembelleştiriyorsa, diğeri o kadar çalışkanlaştırıyor ve zaptedilmez kılıyor. Daha sonra bu davanın içine girdim. Tek başıma. Herkes halen “sırrını çözemedik” diyor. Sırrı sosyalizmde. Kendimize göre bir bilinç ve inancımız oluştuktan sonra, kendimi müthiş çalıştırdım. Denilebilir ki, bu temelde askeri-siyasi faaliyetleri jet hızıyla yapıyorum. Bana göre bu diğer bütün politikacıların, hatta savaşçıların temposu ve hatta sizin savaşçılığınız çölde deve sırtı veya bizde eşek sırtında yol almaya benziyor. Daha da ileri bir yakıştırmada bulunursak; külüstür bir arabayla, ’50 model bir kamyonla yol almaya benziyor. Otobüs de değil. Ama biz politikayı şu anda jet hızıyla yapıyoruz. Hatta birileri diyordu ışık hızıyla. Evet, sosyalizmde hayaller bu anlamda iş yaptırır. Hele faşizmin karalığı mutlak egemen olmak istiyorsa ve sen de hayallerine amansız bağlıysan, senin politika, hatta savaş yapma hızın giderek ışık hızına yaklaşabilir. Ve onu da hiçbir düşman gücü yakalayamaz. İşte biz bu gücü gösteriyoruz. Bunun dışında acaba bir PKK tanımı olabilir mi? Veya PKK’de gerçekleşen sosyalizmin izahı olabilir mi? Sanmıyorum, çünkü yenilmekten kendini kurtaramaz.
Peki biz neden bu tanıma ulaştık? Hayatın kendisi amansız bir savaş ve PKK’de sosyalizmin böyle gelişmesini zorunlu kıldı. Böyle ideallerin olacak, hayallerin, ütopyan. Aynı zamanda böyle müthiş bir çalışma zevki içinde olacaksın. Bir örgüt çalışması benim için bir zevktir. Düşünün, eskiden rahat uyumak için zaman arardım. Keyfimce uzanmak, keyfimce bilmem ne yapmak için gün sayıklardım. Şimdi bana işkence gibi geliyor. Ne kadar bünye zorlansa da, sosyalist çabalar, propaganda, örgütlenme, ilişkiler kurma, velhasıl örgüt yönetme, savaşı yönetme büyük bir tutku haline gelmiş. Zevk, yani adeta onsuz yapamama. Bu çok açık. PKK Önderlik gerçeği denilebilinir ki, sadece sosyalizmi bu genel tanımına göre kendini somutlaştırmamış, kendisini gerçekleştirmemiş; aynı zamanda dönemin tasfiye edilen reel sosyalizmi var, ulusal kurtuluş süreçlerinin hızının kesilmesi var, emperyalist sistemin büyük bir hız kazanması var, bütün bunlara da karşı kendini yeniliyor. Kendini onlara karşı yenilme şurada kalsın, başarıdan başarıya koşan bir tarza, bir tempoya, bir seviyeye doğru taşırıyor.
Emekçilerin bugünü dolayısıyla bizim uluslararası emekçilere verebileceğimiz en değerli armağan, PKK şahsında böylesine hayallere, devrimci çaba ile yenilmez bir bağlılığı, bir devrimci pratiği başarılı kılmak, onun zaferini kesintisiz kılmaktır. Herhalde bundan daha değerli bugün dolayısıyla bir armağan olamaz. Kapitalist sistem günümüzde toplumun içini tamamen bütün insani değerlere kapatmış veya bütün insani değerleri toplumun içinde boğmuş. Bununla yetinmiyor; insanın doğayla bütün ilişkilerini doğanın imhasına yani insanın mutlaka muhtaç olduğu doğa-insan ilişkisini tarumar etmeye kadar götürmüş. Hem yerin altı, hem yerin üstü insanlık için çok gerekli olan yaşamsal kaynaklarını veremez duruma getirilmiş. Kısaca dört taraftan insanlığı tehdit altına alınmış bir sisteme karşı sosyalizmin bu durumunu kabullenmek kadar daha alçakça ve yüzyıllardan beri bu kadar sosyalizm savaşçılarına ters düşecek, ihanet anlamına gelecek böyle bir kabullenişi asla kabul etmemek kadar ona karşı tam tersine belki de her zamankinden daha fazla sosyalist ütopyanın çekiciliğini, vazgeçilmezliğini ve en önemlisi de kapitalist tarz angarya çalışmasını değil, sosyalizmin zevk türü çalışma tarzını her şeyin önüne koymak insanlık için tek çıkış yolu oluyor. Ve bundan hem büyük umut bağladığımız gibi büyük mutluluk da duyuyoruz.
Hiçbir zaman biz özenti duymadık. Bugün bu kadar “insanı fethettim” diyen kapitalist değer yargılarına göre yaşama tenezzül bile etmek istemiyorum. Daimi işkence altında bir parti olmamıza rağmen, onun en üst sorumluluğunu bütün bu acıların işkencesi içinde yürütmemize rağmen, bu yaşamın verdiği zevki de hiçbir zevkle değiştirmeyecek kadar kendime güvenli, inançlı, gururlu bakıyorum. Başka bir nesneyle değiştirir misin denilse şu anda, değil onun hesabını yapmak, o kişinin, o ideolojisinin, o sistemin yüzüne bile bakmak istemem. Burada kendimizi çok büyük bir ütopya sahibi olduğumuz için, ütopyayı geliştirdiğimiz için dile getirmiyorum, yine çok büyük bir emek çalışması içinde olduğumu da söylemiyorum ama sosyalist inanca, onun çalışma tarzına bağlı kalmanın gururunu yaşıyorum. Ona değer veriyorum ve bunu da tutarlıca yapıyorum. Kendimi kandırmadan, hem çok bilinçli, hem çok planlı, darda kaldığım için veya bununla bir gelişme imkânı bulduğum için değil, vazgeçilmez bir yaşam tarzı olarak gördüğüm için yapıyorum.
O halde, eğer emekçiler davasına bir inancımız varsa, milyonlarca insanın uğruna şehit olduğu sosyalizm ütopyasına da saygımız varsa ve gerçekten bugünü uluslararası emekçilerin bir dayanışma, birlik, mücadele günü olarak değerlendiriyorsak, kendi somutumuzda vereceğimiz en yakıcı cevap, belki de uluslararası güncel koşullarda PKK şahsında böyle militanlıkla ve bunun giderek kesin zafer yürüyüşüyle daha da önlenemez bir yükselişi ile karşılık vermektir. Bu mükemmel bir cevap olur. Kısmen verilmiş, daha tanımını da bundan sonra verebiliriz.
İflas etmiş sözcüklerle biz bugünü anmayacağız. İçi boş olan sosyalist kavramlarla ben bugünü değerlendirmek istemiyorum. Hatta mevcut sermayenin böyle hizmetindeki emekçilerden nefret ediyorum. Sevemem böyle emekçileri. Onlar bir dönemlerin en büyük köleci imparatorluklarına yamanan köleleri andırıyorlar, bunların sevilecek hiçbir yanları yok. Emekçiler böyle olamaz. Emekçiler, saygı duyulacak emekçiler, emeklerine saygıyı böyle inancın, ütopyanın sahibi olarak göstermedikçe lanetli olmaktan asla kurtulamazlar. Kendi halk gerçekliğimiz ile eğer bugün biraz gururluysak, lanetli değil de kendimizi giderek yüz ağartan bir biçimde tarih sahnesine çekiyorsak, böyle inanca ve onun savaşımına bağlı olma gücünü gösterdiğimiz içindir. Ben bu vesileyle gerek bu parti içinde hepinize, gerekse tüm halkımıza ve ilgi duyan dostlara, en başta tek başıma da olsa yıllarca bu inançlarıma, bu hayallerime bağlı yaşamayı esas aldığımı ve bunun için gerektiğinde kendi başıma bir ordu gibi çalışma zevkini her şeyden üstün tuttuğum için böyle olduğumu belirtmeliyim. Ve bu temelde bazıları ilgi duydu, PKK’liler ortaya çıktı, halkımız ortaya çıktı ve dostlar her gün kat be kat artarak dayanışma içinde oluyorlar. Yarın belki de fazla olacak. Onları kutlarım. Bugün dolayısıyla selamlarım. Bunun dışında emeğin ve emekçilerin saygınlıklı değerlendirileceğine inanmadığım gibi, belki bir patrona saygım olur ama bir köle emekçiye saygım olamaz. Bunu da belirtmek durumundayım.
Patron patronluğunu nasıl biliyor, yapıyorsa, emekçi de emekçiliğini bilerek yapmalıdır. Halkımıza uygularsak; bize karşı iyi savaşan sömürgeci özel ordu birliklerine saygım var ama ona karşı kendi öz savaşımını veremeyen, dolayısıyla kendini örgütleyemeyen halkımıza dahi benim hiç saygım yok, hatta içimizdeki savaşçıları da hiç saygım yok. Benim saygım, en az düşmanları kadar kendi ordusunu, kendi savaşını akıllıca ve başarıyla veren emekçileredir, veren savaşçılaradır. PKK Önderliği kesinlikle böyledir, bunun dışında hiç kimse ne bağlılık duysun, ne saygı duysun, ne saygı, ne sevgi beklesin. Kölenin, başarısızın, kendi çabasına anlam verememişin içimizde yeri olamaz. Bu, hiçbir zaman bizden ilgi beklemesin. Asla o saygıya, sevgiye, şerefe, onura ulaşmayacaktır, ona layık olmayacaktır. Ve biz hiçbir zaman onları onurluca anmayacağız. Ya kimlerle olacak? İşte, en az düşmanları kadar yaşamı kendisine layık gören, bu vatanı, bu halkı özgürleştirerek yaşayabilecek, gerekirse onun için her tür özveriyi bir sosyalist kahramanlığıyla gösterebileceğini, engel tanımadan yürütebileceğini gösterdi mi, o en değerlisidir, en baş tacı edilmesi gerekendir. Sürekli sevilip sayılmaya layık, o bir halksa bir halk, böyle onuru yakalamış bir halktır. O halk öncü halktır. Onun adına öncülük eden sınıfın değeri de öncü sınıf değeridir, eğer o parti ise o da böyle öncü bir partidir.
Buna işte bugün dolayısıyla her zamankinden daha fazla şiddetle ihtiyacımız var. Bu sadece işi, ekmeği kazandırmıyor. Onun için çok gerekli olan onuru, onun için de gerekli olan özgür elleri ortaya çıkarıyor. Umut dediğimiz, ütopya dediğimiz özgür hayallerdir. Özgür hayaller oldukça özgür eller olacaktır, özgür eller oldukça çalışan eller olacaktır, çalışan eller oldukça iş olacaktır, ekmek olacaktır. Bunlar bu kadar birbirleriyle bağlantılıdır. Engeller varmış, savaş gerektiriyormuş, bundan daha değerli çalışma olur mu? Bir savaş ki, bütün bu tutsaklık zincirlerini paramparça edecektir. O halde bu iş, en zevkli iştir. Bu çaba belki de bire bin veren verimli emektir, çabadır, savaş emeğidir ve onun kahramanlığı da en büyük halk kahramanlığıdır.
Biz emeğe de, emekçilere de uluslararası alanda olduğu kadar kendi somutumuzda halkımızın bu anlamdaki çabalarına karşılık vermek istedik. Halkımızın baştan emekçi bir halk olduğunu, ama emeğine ters düştüğünü, bütün emek değerlerinin elinden alındığını, dolayısıyla emeğin üretildiği ülkesinin de elinden alındığını baştan beri gördüğümüz için buna büyük bir yurtseverlik savaşımının gerekli olduğunu ve emek değerlerinin kendisinin olabilmesi için özgür bir halk olarak, kendini mutlak gerçekleştirmek durumunda olduğunu esas aldık. Ve bunun için öncelikle dedik, bunu kazanacak bir partiye, bir partiyi de kazanacak militana, sosyalist militana, en büyük ağırlık verilecektir. Ve bu görev bize düştüğünde, bu inanılmaz bir tarih misyonudur, rolüdür dedik, benimsedik. İnanılmaz bir çekiciliği var dedik, etkisine girdik. Ve çabası çok verimlidir dedik, inanılmaz bir çalışma tarzıyla ve temposuyla bu işe koyulduk. Sonuç, boşa gitmeyen ve belki de tarihte en onurlandıran, yüz ağartan ve hatta yalnız umudunu da değil, bizzat daha şimdiden maddi planda da kurtuluşu getiren bir savaşı, kendisinde neredeyse her şeyimizi yeniden yaratır bulduk.
Bundan daha değerlisi olamaz. İşte bu sosyalizmdir, işte bu emekçilerin bir kez daha günümüzde bilinçli çıkarından ibaret olan ve partide birleşen davasıdır. Hiçbir dava bundan daha yüce olamayacağı gibi, başarılı sonuç da alamaz. Bu temelde bütün uluslararası emekçileri, halkları, biraz da karartılmış da olsa, bugünlerini böylesine inançlı bir sosyalist ütopya ile olduğu kadar sosyalist çalışmanın zevki ile onun birlik ve dayanışmasının, mücadelesinin onuru ile selamlıyoruz!
Partimiz içinde de asla buna toz kondurmayacağımızı, bizi böyle başarılı kılan, böyle bir sosyalist ideolojinin ve ondan kaynaklanan tüm politikasının, örgütlenmesinin ve askeri çizgisinin de savaşta başarıya, zafere doğru gidecek kadar daha amansız takipçisi olduğumuzu, şimdiye kadarki başarılarımızın ancak bir başlangıç değeri olabileceğini, asıl anlamlı ve başarılı savaşların bundan sonra gelişebileceğini bugün dolayısıyla bir kez daha belirtiyoruz. Başta, gerçekten sosyalist PKK ve onun savaş sahasındaki komuta ve savaşçıları olmak üzere, yine zindanda gerçekten kahramanca direnen sosyalist PKK’lilere ve onların sempatizanlarına ve bizi takip eden bütün halkımıza da bugün dolayısıyla en anlamlı karşılığı verdiğimize inanıyorum. Bu temelde sürekli başarı diliyorum, selamlıyorum.
1 Mayıs 1997