HABER MERKEZİ
Türk devlet tarihinden bildiğimiz kadarıyla rejim, hiçbir dönem AKP-MHP birliğindeki hükümet dönemi kadar özel savaş rejimi olmamıştır. AKP-MHP ile birlikte devlet ve rejim hücrelerine kadar özel savaş sistemi olmuştur. Bunu en çok rejimin her türlü gelişmeyi-gerilemeyi sürüleştirdiği kitlesini trafında tutmak için kullandığı dilinde görüyoruz. İkincisi artık sürüsüne de inandırıcı gelmemesinden ötürü dışa dönük yoğunlaştırdığı saldırganlığıda. Bir özel savaş rejimi, sürüleştirdiklerine bile inandırıcı gelmemeye başlaması bu yürüdüğü yolun sonuna gelindiğini gösterir.
Türk özel savaş rejimi 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimini ‘Allah’ın bir lütfu’ gördüğünü ilk günde ilan etmişti. Yaşanan gelişmeler lütuf denilenin sadece içerde demokratik muhalefeti, Kürtleri tasfiye ortam oluşturulduğu anlamına gelmediği, içerdeki zorlamanın aşılması için dışa yönelik saldırı olanağı biçimindeki bir algıdan da kaynaklandığı yeterince açığa çıkmıştır.
Darbeden sonra içerde tek adam rejimi de denilen, dinci milliyetçi Türk ırkçılığına dayalı, faşist ve özel savaş rejimi kuruldu. Her ne kadar başlarda CHP’nin başını çektiği bir kesim bu rejime karşı olduğunu söylemiş olsa da, bu rejimle Kürt halkının varlığını ortadan kaldıracak kadar vahşi saldırılar yapmayı planladığı için sağ sol birçok kesim tarafından desteklenmiştir. Bu destek şimdilerde ise muhalefet yapılıyormuş gibi yapılarak verilmektedir.
Türk özel savaş rejiminin çekirdek yapısı MHP’ örgütlenmiştir. MHP’nin AKP ile birleşmesi bir devlet kararıdır. Bu birleşme Kürtlere karşı savaşta zorlanan, 15 Temmuz darbesiyle de hırpalanan AKP’ye ‘moral ve cesaret’ vermek için yapılmıştır. AKP’nin daha ilk gününden itibaren esas aldığı Kürtleri soykırımla bitirme görevi karşılığında devletin bir parçasına yerleşmenin daha rahat ve sonuç alıcı olması için olmuştur. Çünkü önemli ve stratejik hedef Kürt halkının özellikle de Bakurda soykırımla yok edilmesidir. Bunlar Kürt özgürlük mücadelesini 2016 yılının baharında tasfiye edeceklerini hesaplayarak, 2015 haziranında varlarını yoklarını ortaya koyarak saldırmaya başladılar. Başaramadılar. Başaramayınca CHP’deki cumhuriyetin kurucu kafasına sahip bir kanat, devletin tümden yok olabileceğini, Türklüğün tehlikeye düşebileceğini düşünmeye başladı. Ancak bir kere ok yaydan çıkmıştı. AKP cumhuriyetin kuruluş felsefesine neredeyse her konuda ters işler yapmaya başlamış, rejim kurumlarında önemli değişikler yapmıştır. Dolayısıyla zaman ilerledikçe CHP’deki ‘kurucu akıl’ ile AKP’ye görev veren CHP kanadı ki bunlar Baykalcılardır ve AKP arasında dozu artan mücadele başlamış oldu. Bu mücadelenin sertleştiğini gösteren en çarpıcı gelişme , İyi Parti’nin kurulması ve CHP ile ‘Millet ittifakı’ kurmasıdır. Böylece CHP’deki sol, demokrat, yurtsever damarın harekete geçmesinin önüne bir süre daha geçilmiş oldu. Ve CHP’nin Kürt legal siyaseti ve Alevilerle demokratik ittifak yaparak Türkiye’nin demokratikleşmesinin önüne geçilmesi planı devreye konulmuş oldu. Birçok defa basında da CHP’nin HDP ile görünmek istememesinin bir nedeninin de İP ile olan ittifakı olduğu yazılıp çizildi.
İP-CHP ittifakı, AKP-MHP ittifakını ön gören akıldan daha derin bir akıldır. AKP-MHP ittifakı devleti sürdürmeyi, CHP-İP ittifakı ise sürdürülmezliğin sürdürülmesi ittifakıdır. Dolayısıyla asıl tehlike Türkiye’deki sürdürülmezliği sürdürülecek bir şeymiş gibi gösteren bu ittifakın muhalefet yapma biçimidir. Bu gün geçtikçe daha net görülmektedir.
Türk özel savaş rejimi ne hükümeti eliyle ne de muhalefeti yoluyla kendini değiştirme kabiliyetine sahip değildir. Bu durum içerde yozlaştıkça yozlaşan, kokuştukça kokuşan bir realite ortaya çıkarmıştır. İnsanlar kendi kendilerini öldürür bir hale gelmiştir. İnsanların gözlerine bakılarak yalan söylenmektedir. Belirttiğimiz CHP-İP ittifakının varlık gerekçesinden ötürü Erdoğan yalan söylerken muhalefetse yalanlarını halka kavratacak biçimde deşifre etmeyerek dolaylı yoldan yalancılığına ortak olmaktadır. Türkiye’de muhalefet denilen yapıların Erdoğan ve çevresinin yalanlarına katılmasındaki da asıl sebep, Kürt düşmanlığıdır. Başta Kılıçdaroğlu olmak üzere Türk partilerin hepsi AKP-MHP’nin Kürt özgürlük hareketini tasfiye edebileceğine bağladıkları umutlarını sürdürmektedir. Kürt düşmanlığı, kendini Türk halkının hizmetçisi, yöneticisi, seveni gösteren ancak yaptıklarıyla Türk halkına da düşman olanların asma yaprağıdır.
Türk devleti 2016 yılından itibaren bel bağladığı Daiş’in askeri hakimiyetinin de kalmamasıyla, kuzey doğu Suriye’ye ve Başur Kürdistan’a saldırmaya başladı. Bu, devletin saldırılarını içerden dışarıya doğru daha yoğun ve şiddetli taşırmasıdır. Devletler hukukuna göre Suriye ve Irak komşu devletler olduğu ve burada terör dediği Kürtlerin hak mücadelesini kendisi için tehlike gördüğünü ileri sürerek işgal saldırıları yaptı. Bu gerekçelerine hem içerde hem de dışarı da belli bir destek ve onay verildiği için bir meşruiyet elde etti. Bununla özel savaş rejimini tahkim edeceğini, uluslararası tecridi kıracak argümanlar kazanacağını, ekonomisini düzelteceğini daha da önemlisi Kürtleri soykırımla bitireceğini hesaplamıştı. Yaptığı bu planların hiçbiri tutmadı. Bu hususu uzun uzun anlatmak gerekmiyor; ekonomi krizdedir, son yerel seçimleri kaybetti, son üç yıldır dayandığı Rusya ve ABD ile bile artık daha sorunludur, yapılan anketler faşist bloğa desteğin yüzde otuz-kırklara düştüğünü belirtmektedir. AKP içinden iki yeni parti çıkmıştır. Yani beklediğinin, hesapladığının tam tersi sonuçlarla karşı karşıya gelmiştir; içerde ve dışarıda krizi daha da büyümüştür. Her önemli toplantıdan sonra bir muhabir konuşan, propaganda eden Erdoğan’ın Berlin’deki Libya zirvesinden sonra birkaç gün basına çıkamaması özetlemeye çalıştığımız gelişmelerin bir sonucudur.
İşte dışarıda savaşarak, içerde toplumu her türlü yol ve yöntemle baskı altına alıp ülkeyi bir hapishane gibi yöneterek özel savaş rejimini kurumsallaştırmaya odaklanmış yapı, yaşadığı başarısızlıktan çıkmak, yeni argüman ve imkanlar elde etmek için bu defa da hiçbir gerekçesi yokken ordusu ve çeteleri ile Libya’ya savaş açmıştır. Libya’ya Suriye’deki gerekçelere benzer gerekçeler ileri sürerek gitmiş, doğal olarak kendini haklı gösterme çabası tutmamıştır. Erdoğan yaptıklarını yapacaklarını, karşısındaki herkesi Eyüp Sultan Camiinde etrafını saran fukaralar sanarak anlatmaya alışmış biridir. Berlin toplantısında ilgili devletlere Libya’yı kast ederek ‘biz ordumuzla girip bu işi hal edelim’ dediği Rus basına yansımıştır. Rus basını toplantıdan sonra ‘Erdoğan kafayı yemiş’ manşetleri atmıştır. Bu hal özel savaş rejimlerinin tükenmekte olduğu günlerin tipik göstergelerindendir. Özel savaş rejimleri tükenince sadece kafayı yemiyor. Kafa yenilirken beraberinde başka şeylerde yiyor. Tüm bu gelişmeleri öngörerek bir süre önce bu köşede Türkiye’nin 2020’si siyasi cinayetler yılı olacak demiştik. Libya olayı ile birlikte durum gerçekten de çok vahim bir hal almıştır. Görünen o ki Libya’da planladığını değil umduğunu da bulamamıştır. Şayet ABD ve Almanya el atmasa bunun çok derin sonuçları olacağı kesindir. Yaşanan iç daralmanın, bunalım ve krizin ne kadar derinleştiği, çıkış için ellerinde argüman kalmadığını Selahattin Demirtaş’ın yazdığı kitaptan uyarlanmış tiyatroyu seyre giden kadınlara Erdoğan’ın, Bahçeli’nin, Soylunun çok tehlikeli bir iş yapmışlar gibi eleştiri yöneltmesi, suçlamalarda bulunması, Aydınlıkçıların bir derece daha ileri giderek ortaçağ kilise papazları gibi ‘o kitabı toplayın yakın’ demesinden de anlamak mümkündür. TC özel savaş rejimi yenilmiştir. Cenazesi yerdedir. Kaldıracak birilerini beklemektedir.
Peki bundan sonra ne tür gelişmeler beklenebilir. Olası gelişmeleri maddeler halinde sıralayalım;
Bu kadar zorlanmış, bu zorlamaların yol açtığı tahribatlarla büyük yenilmiş bir rejimi dış güçler çok daha rahat ve tehlikeli biçimde kullanmak isteyecektir. Bu ABD’nin kuzey doğu Suriye’den başlamak üzere Başur Kürdistan’ını da içine alacak bir sahada Türkiye’yi PKK’ye saldırtıyormuş gibi göstererek, altan İran ve Irak Şiilerini hizaya çekmek için Sünni bir bölge yaratmak biçimindeki bir kullanma olabilir. ABD bu saldırıda KDP, Suriye’deki çeteler ve Irak Sünnilerini TC’nin yanına vermeye çalışacaktır. Bunun için Musul-Şengal hattındaki gelişmeleri takip etmek gerekir. Daiş’in başına Türk MİT’nin bir kadınla kontrol ettiği el-Selbi’nin getirilmiş olmasını da bu yönlü bir gelişme olarak okumak mümkündür.
Erdoğan artık ya Rusya ya da ABD demek zorundadır. Bu kendisiyle yeni bir takım inişli çıkışlı olaylara yol açacaktır. Mal varlığı, ailesinin ve damatlarının durumu gündeme gelebilir.
İçerde siyasi cinayetler yanında daha yoğun olmak üzere bilinen kişilerin tutuklanması gündeme gelebilir.
CHPdeki bir kanatın zemin hazırlaması ya da yönlendirilip provoke edilmesi ile Aleviler üzerinden bir takım tehlikeli operasyonlar gerçekleştirilebilir. Toplu öldürmeler yaşanabilir.
Dış müdahale içerdeki siyasetti kendi çıkarlarına göre dizayn etmek de isteyebilir. Bunun için Libya, Irak ve Suriye topraklarına gönderilmiş askerlere dönük ciddi saldırılar yapılabilir. Bir anda onlarca asker cenazesi Türkiye’ye gönderilebilir.
Ara verilmeden sürdürülen Kürtlere saldırılarda daha tehlikeli silahlar kullanılabilir. Kürt ilerinde toplu öldürme olayları yaşanabilir.
Türk özel savaş rejimi işlediği suçların farkındadır. Kendinden hesap sorulacağını iyi bilmektedir. Bunun için tümden gidişi normal yollardan ve olaylarla olmayacaktır. Fakat ne yaparsa yapsın, ne kadar kan dökerse döksün, ne yalanlar söylerlerse söylesin yok oluşu kesindir. Kesin olmayan şey daha ne tür belalar yaratarak gideceğinin net olmamasıdır.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi