HABER MERKEZİ – Bugün dünyada adaletsizliğin, vicdansızlığın, eşitsizliğin, toplumsal ahlak ve değerlerin, insan ilişkilerinin görülmedik düzeyde bozulmanın had safhaya ulaştığı; çıkar, sömürü, kar ilişkilerinin her değerin önüne geçtiği vurgulanmaktadır. Sadece birinci doğa değil, ikinci doğa olan toplumsal yaşam da ciddi düzeyde alarm vermektedir.
Kuşkusuz devletler her zaman baskıcı, zulüm yapan, sömürücü karakteri olan olgular olmuştur. Ancak hiçbir zaman kapitalist modernitenin hakim olduğu son yüz yıllar kadar yıkıcı olmamıştır. Vicdan, ahlak, hak, hukuk, adalet bu kadar ayaklar altına alınmamıştır. Kapitalizm öncesi devletler esas olarak hakim oldukları ve işgal ettikleri alanda siyasi otoritelerinin kabul edilmelerini esas alırlardı. Toplumsal yaşam da o yörenin toplumsal ahlak değerleri çerçevesinde şekillenirdi. Devlet, toplumsal yaşam konusunda, toplumsal ahlak değerleri çerçevesinde bir yaklaşım içinde olurdu. Kapitalizmin ulus-devlet anlayışıyla birlikte herkesi bir kalıba sokmak ve toplumun hücrelerine kadar hakimiyetini sağlamak esas oldu. Kapitalizm gelişip, tüketim toplumu gerçeği yaygınlaşıp derinleştikçe tüm toplumsal ahlaki, vicdani, eşitlik ve adalet değerleri yok edilerek bunların yerine bireycilik, maddiyatçılık, yani tamamen çıkarlar esas alındı. Çıkar da ucu açık bir kavram olunca bunu esas alanlar tüm toplumsal değerleri yıkıp geçti. Bugün maddiyatçılık ve bireycilik ortamında hangi toplumsal ahlak, vicdan, eşitlik ve adalet değerlerinden söz edilebilir!
SOSYALİST DÜŞÜNCE İLE TOPLUMCU SANAT
Yakın zamana, yani kapitalist modernite günbegün toplumun her şeyine nüfuz edene kadar toplumlar her zaman ahlaki, vicdani, eşitlik ve adalet değerlerine sahip olmuşlardır. Toplumsal yaşam binlerce, hatta on binlerce yıla dayalı bir gerçeklik olduğundan bu değerleri yıkmak ve geriletmek kolay olmamıştır. Hatta son yüz yıla kadar bu değerler sadece kırsal toplumda değil, şehirlerde de önemli oranda korunmuşlardır. Ancak kapitalist modernite değerleri toplumun tüm hücrelerine nüfuz ettikçe, özellikle bireyciliğin ve maddiyatçılığın zirve yaptığı tüketim toplumu aşaması geliştikçe toplumsal değerler de her bakımdan dağılmaya ve yıkıma uğramışlardır. Vicdanı, adaleti, eşitliği, ahlakı, sevgi, saygı ve tüm toplumsal değerleri yıkan kapitalist modernite olmuştur. Her şeyden önce bu tespiti yapıp altını çizmek gerekir.
Toplumsal değerlere yönelik saldırı ve aşınma karşısında insanlık tarih boyunca hep bir karşı koyuş içinde olmuştur. İnançlar, dinler, tarikatlar, peygamberler, felsefeciler, dervişler, evliyalar, bilgeler esasen toplum savunucuları olarak tarihteki yerlerini almışlardır. Topluma yönelik en kapsamlı saldırı kapitalizm ve onun modernitesi tarafından yapılınca, kapitalist ekonomi, toplumsal, kültürel ve siyasal yaşam biçimine karşı sistematik biçimde toplumcu bir düşünce ve yaşam sistemi ile karşı koyma ihtiyacı doğmuştur. İlk önceleri Saint Simon, Robert Owen ve Charles Fourier gibi ütopik sosyalistler komünal yaşam önerileri ortaya koymuşlardır. 19. yüzyıldaki Marks ve Engels’te somutlaşan bilimsel sosyalizm önderleri bunların düşüncelerinin kapitalizme alternatif olmayacağını söyleyip kendi ideolojik-teorik tezlerini ileri sürmüşlerdir. Roza Luxemburg ve Lenin gibi önderler Marks ve Engels’in bilimsel sosyalizm teorisini emperyalist çağ da denilen 20. yüzyıl koşullarına uyarlamışlardır. Bu doğrultuda Lenin öncülüğünde Çarlık Rusya’sında bir sosyalist devrim yapılmıştır. Bunu, kapitalizmin toplum dağıtıcılığı ve sömürüsüne karşı bir toplumu savunma devrimi ve adımı olarak değerlendirmek gerekir. Daha sonra reel sosyalizm pratiğinin toplumu savunmada eksik ve yetersiz olduğu ortaya çıkmış olsa da Ekim 1917 devriminin kapitalizme karşı toplumu savunmak için ortaya çıktığı bilinmektedir.
Kapitalizmin gelişmesi ve toplumsal değerleri aşındırması ve dağıtmasıyla birlikte her zaman toplumun savunucusu ve sözcüsü olmuş sanatçılar, edebiyatçılar, bir bütün olarak kültür insanları 19. ve 20. yüzyılda sosyalist düşünceyle toplumu savunma mücadelesi içinde yer almışlardır. Tarih boyu toplumsal değerlerin savunucusu ve sahiplenicisi olan sanatçılar, edebiyatçılar toplum ve toplumsal değerler sistematik saldırıya uğrayınca bu sistematik saldırıya sistematik bir düşünce ve yaşam projesi olarak cevap vermek istemişlerdir. Bu nedenle sosyalist düşünce ile toplumcu sanat yaparak kapitalizm karşısında sosyalist mücadelenin önemli bir parçası olmuşlardır.
Sanatçıların ve edebiyatçıların kapitalizm ve modernitesine karşı çıkarak sosyalizm mücadelesi ve cephesinde yer alması onların tarihsel mirasına ve geleneklerine uygun bir tutum olmuştur. Reel sosyalizmin kapitalizmi esas olarak ekonomik temelde ele alması, özellikle toplum karşıtlığı olarak tarih sahnesine çıkmış devlet ve iktidarı sosyalizm ve toplum için değerlendirilebileceğini düşünmesi tarihi bir yanılgı olmuştur. Böylece kapitalizmin modernitesine, onun yaşam tarzına ve kültürüne karşı güçlü mücadele vermemesi, toplumsallık mücadelesinin doğru ele alınmaması ve bir sapma olarak toplumu değil, bürokrasiyi, devleti ve devlet kapitalizmini güçlendirmesi sanatçı ve edebiyatçıların toplum ve toplumcu değerleri savunma amaçlarına ters gelişmeler ortaya çıkarmıştır. Bu durum sanatçıların tercihlerinin yanlışlığını değil, o dönemin toplumculuk ve sosyalizm teorisi ve pratiğindeki yanlışlıkları gösterir.
Reel sosyalizmin sanat ve edebiyatın yaşam kaynağı olan toplum ve toplumculuğa yönelik yanlışları kuşkusuz sanat ve edebiyat üretiminin de olumsuz etkilenmesine yol açmıştır. Devrimin ilk yıllarında sanatta büyük gelişme yaşayan ve ürünler veren sanatçı ve edebiyatçılar reel sosyalizmin devletçi, bürokratik, özgür ve demokratik yaşamdan kopuk yapılanması ile tıkanma yaşamışlar; sanatta gerileme durumuyla karşılaşılmıştır. Sanatçılar, tarihsel rollerine uygun olmayan biçimde toplumsal yaşam üzerine çöken devleti savunur duruma düşürülmüşlerdir. Kuşkusuz bunlar kabul edilemez ve eleştirilmesi gereken konulardır.
Ancak reel sosyalizmin yıkılmasından sonraki kapitalist modernite savunucuları, onun liberal ve neoliberal düşünürleri, kalemşorları reel sosyalizmin olumsuzlukları çerçevesinde o dönemdeki sanat ve sanatçılardaki eksiklikler üzerinden sanat ve sanatçıyı tümüyle kapitalizmin hizmetine sokacak bir ideolojik saldırı başlatmışlardır. Sanatçıların toplumculuğu, yani sosyalizmi seçmesine, toplumcu sanat anlayışına yoğun bir saldırı kampanyası yürütmüşlerdir. Bireyci sanat, toplumculuktan uzak bir sanat anlayışını, yine sosyalist düşünceden ve toplumcu yaşamdan uzak bir sanat ve sanatçı anlayışını genel ve doğru bir sanat anlayışıymış gibi kabul ettirmeye, bu temelde sanat ve sanatçıyı yönlendirmeye çalışmışlardır. Bu yönlü yürüttükleri ideolojik saldırıda da önemli bir mesafe kat etmişlerdir. Bireyci, toplumdan, toplumcu yaşam anlayışından kopuk sanat ve sanatçı anlayışının hakim olduğu bir sanat ve sanatçı anlayışı dünyada gelişmeye; tarihin sonu geldi, tek ekonomik, toplumsal, siyasi yaşam kapitalist modernitedir anlayışının benzeri bir zihniyet ve pratik sanat alanında da genel anlayış olarak görülmeye başlandı. Bunun sonucu da toplumsal değerlere karşı duyarsız, toplumsal değerlerin dağıtılmasına ses çıkarmayan bir sanat ve sanatçı anlayışı her yerde kendini hakim kılar hale geldi. Topluma ve toplumculuğa düşman olan kapitalizm ve modernitesine karşı bir tutumu olmayan, hatta o yaşamın parçası ve uygulayıcısı olan bir sanat ve sanatçı anlayışı baskın oldu.
AŞIKLARIN, OZANLARIN ÖFKESİ
Böyle bir sanat ve sanatçı anlayışı olabilir mi? Sanatçı ve sanat neye karşı var olur? Bunu, kapitalizmin Türkiye ve Kürdistan’da geliştiği, toplumsal değerleri dağıtmaya başladığı 1950’li, 60’lı ve 70’li yıllarda sanat ve edebiyat insanlarının işlediği konulara bakarak anlayabiliriz. Türküler, deyişler, romanlar ve şiirler hangi temaları işlemişlerdir? Sadece sol ve sosyalist sanatçılar, edebiyatçılar, Alevi ozanlarının söylediklerine ve yazdıklarına değil, sol cephede yada Alevi inançta olmayanların söylediklerinde bile toplumsal değerler işlenmiştir. O yıllardaki Alevi ozanlarının deyişleri ve türkülerine bakalım. Aşık Davut Sulari, Aşık Daimi, Aşık Mahsuni, Muhlis Akarsu, Aşık Gulabi, İsmail İpek, Mahmut Erdal, Aşık Şahturna, Aşık Emekçi, Aşık Perişan Ali, Aşık Nesimi Çimen, Ahmet Kaya ve daha onlarca sanatçı ve halk ozanlarının söyledikleri deyişlerde, şarkılarda tamamen kapitalizmin toplumu dağıtmasına, toplumsal değerlerin zayıflamasına, bireyciliğe ve çıkarcılığa bir öfke vardır. Yine Aşık İhsani, Ruhi Su gibi ozanlar, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Ahmet Arif, Can Yücel, Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Aziz Nesin, Vedat Türkali gibi edebiyatçı ve şairler, Yılmaz Güney, Kemal Sunal ve Ayşen Gruda gibi sinema sanatçılarında da toplumcu değerlere özlem ve bu değerleri savunma vardır.
İşte sanatçı duruşunun nasıl olması gerektiği, nasıl sanat yapılması gerektiği bu sanatçılara bakılarak öğrenilebilir. Sanatçılar için en büyük eğitim bu yıllarda ortaya konulan duruştur. Sanat ve sanatçı duruşu en net biçimde toplumculuğu dağıtan kapitalizmin ortaya çıkması ve buna gösterilen tavırda öğrenilebilir. Ontolojik duruş budur. Bu duruş dışındaki her duruş bir sapmayı; sanat ve sanatçılıktan kopuşu ifade eder. Kuşkusuz Alevi ozanların çoğunluğu Kürt’tür. Kürtçe deyişleri ve stranları Kürtçe okumamaları bir eksikliktir. Biz sadece onların söylediklerinin içeriği ve onların toplumsal yaşam duruşları üzerinden değerlendirme yapıyoruz.
BUNLAR NASIL SANATÇI OLABİLİYORLAR?
Geçen gün bir televizyon kanalında Mahsuni ile ilgili bir belgesel hazırlayanları dinledim. Mahsuni sanatıyla varlık biriktirme değil, var olma mücadelesi veriyordu, değerlendirmesi yapılıyordu. Sanatçılar için çok özlü bir değerlendirmeydi. Zaten başka türlü de sanatçı olunamaz. Sanatçı kendini yeniden sanatını üretebilecek koşulları yeterli görür. Zaten toplumlar tarih boyu bu desteği vermişlerdir. Sanatçının, ozanın sanatını üretecek kadar bir yaşam ortamını sağlamışlardır. Toplumcu ve toplum için sanat yapan ozanlara ve sanatçılara toplum yine sanatını yeniden üretecek kadar bir yaşam imkanı sağlar. Bundan öte şuyum da olsun, buyum da olsun diyenler gerçek halk sanatçısı ve ozanı olamazlar. Kapitalizmin sanatçı olarak sundukları şimdi toplumda tüketimi artıran ve buna örnek olan pazarlamacılar, reklamcılar haline gelmiştir. Şu sanatçı şu marka elbise giyiyor, şu marka araba kullanıyor, şöyle bir yerde oturuyor, şuralarda eğleniyor gibi sanatçı, tüketim toplumuna ihtiyaç duyan kapitalist modernist sistemin hizmetine girmiştir. Şimdi halktan kopuk, en yüksek standartta yaşam hedefi önlerine koyuyorlar. Öyle ki, şöyle havuzlu lüks bir evim, villam olsun, lüks araba yetmez helikopterim olsun gibi istemler artık birçok sanatçının özlemi haline gelmiştir. Zaten Türkiye dahil birçok ülkede, bir de sanki övgü konusuymuş gibi şu sanatçı şu kadar vergi verdi, bu yılın vergi rekortmeni şu sanatçı oldu gibi haberler okuyoruz. Bunlar nasıl sanatçı olabiliyorlar?
Sanatçı, çirkinliklere karşı güzellik, kötülüklere karşı iyilik üreten insanlardır. Güzellik ve iyilik üretiminin alım-satım konusu olduğu yerde toplumsallık kalır mı? Güzellik ve iyilik ürünü meta olabilir mi? Kar ve zenginlik aracı haline getirilebilir mi? Bundan daha çirkin, kötü ve ahlaksızlık durumu olabilir mi? Kürt dengbej Karapetê Xaço hiç stran para ile söylenir mi, diyerek bu gerçekliği en yalın biçimde ortaya koymuştur. Ne var ki, kapitalizm her şeyi pazara sunduğu gibi iyilik ve güzelliği de pazara sunmuştur. O zaman sözde sanatçı ne yapacaktır; toplumun ihtiyacı olanı değil de pazarda alıcı bulunanı söyleyecek ve yazacaktır. Bu alıcıyı yaratan nedir? Tabi ki kapitalizmin kültürü, yaşam tarzı, reklamı, medyası ve psikolojik savaş merkezleridir. Rêber Apo’nun dediği gibi devleti ve sömürüyü meşrulaştıran çağdaş Sümer Rahipler olan profesörler yada kapitalist entelektüel organlardır. Halbuki sanatçılar, yaratılan algıya uygun davranmazlar; aksine verili algıya karşı toplumun çıkarını temsil edecek değerler ve algılar yaratmak için üretirler. Sanatçıların tarihsel toplumsal rolleri budur.
Sanat ve sanatçıların kapitalizme karşı bir duruşu olması gerekir. Şimdi kapitalist modernite ortamında bazıları tamamen kapitalizmin var olmasını sağlayan bir rol oynarlarken, bazıları da kapitalizmi ve modernitesini katlanabilir hale getirme yönünde edebiyat ve sanat yapmaktadırlar. Bu da en az kapitalist modernitenin kültürünü yaratan, dolayısıyla toplumu dağıtan sanat ve edebiyat anlayışı kadar tehlikelidir. Bu açıdan kapitalist modernist sanatçılara karşı tutum alırken, kapitalizm ve modernitesini katlanabilir hale getirme doğrultusunda edebiyat ve sanat yapanlara karşı da net bir tutum konulması gerekmektedir.
Sanat ve sanatçılar tarih boyu verili sistemi savunmamışlardır. Her zaman verili sistemi eleştiren ve toplumsal değerlerin hakim olduğu bir yaşamı arzulamışlardır. Yeni düşüncelerin, yeni toplumsal yaşam özlemlerinin propagandacısı ve ajitatörleri olmuşlardır. Ozanların tarihteki en büyük rolleri de budur. Bu nedenle tüm toplumsal devrimlerin öncesinde onlar, düşünceleriyle, özlemleriyle toplumda devrimi mayalamışlardır. Her devrimin bir sanat ve kültür zemini vardır. Toplumsal hareketler ve devrimler sanatçıların mayaladığı bu toplumsal gerçeklik üzerinden toplumsal hareketleri ve devrimleri yaratmışlardır. İnsanlık tarihindeki tüm toplumsal dönüşümler araştırıldığında bu gerçeklik görülür. Belki buna istisnalardan biri olarak Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi ve bu doğrultuda gerçekleştirdiği devrimler gösterilebilir. Kürt Özgürlük Hareketi bir nevi kaya üzerinde bitki yetiştirme gibi bir toplumsal devrim yaratmıştır. Rêber Apo’nun 1969 yılında Amed’te karşılaştığı bir Kürt; kuru kütüğü göstererek biz bu hale gelmişiz; sen bunu yeşertebilir misin mealinde bir toplumsal değerlendirmede bulunmuştur. Kuşkusuz Kürt’ün tümden yok olmaması da bir kültürel zemindir. Dengbêjler ve Êhmedê Xanî gibi Kürt aydınlarının toplumsal değerleri ve özlemleri dile getirmesi vardır. Ancak hiçbir devrimde olmadığı kadar zayıf bir kültür-sanat zeminine dayanılarak bu devrim gerçekleştirilmiştir. Hatta Kürt kültür-sanatı baskı altına alındığından Kürt kültür ve sanat değerlerini de bu toplumsal devrim gün yüzüne çıkarmıştır. Öte yandan bu devrim kültür-sanat alanında büyük bir çıkış sağlamış; bu kültür-sanat alanındaki canlanma da kuşkusuz toplumsal devrimi, Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini güçlendirmiştir. Rêber Apo’nun önderlik çıkışı ve geliştirdiği toplumsal hareketlilik tabi ki sanatçılar için muazzam veriler yaratmıştır. Bu devrimsel çıkış sanat ve sanatçılar için de büyük değer taşımıştır. Sanat ve sanatçılar da sanat ve sanatçıya büyük gelişme imkanı sağlayan bu devrimi sahiplenmiş ve gereken değeri vermiştir.
Devam edecek…
- MUSTAFA KARASU/ANF