HABER MERKEZİ
Şubat ayının başında TC ordusunun İdlib’teki unsurları Suriye rejim güçlerince hedef alındı ve bu saldırılarda doğrudan TC’nin önemli kayıplar verdiği basına yansıdı. Bu gelişme bir yandan sürpriz, öte yandan ise beklenen Rusya-TC gerginliğinin alevlenmesine neden oldu. Erdoğan özellikle 5 kayıp verdiklerini açıkladıkları ikinci saldırı sonrası sert açıklamalar ve akabinde bu saldırıların tekrarlanması durumunda Esad rejimini her yerde hedef alacağını ifade eden kendince bir ültimatom açıklasa da Rusya daha önce yapılmış antlaşmalara uygun davranıldığını ifade etmekle yetindi. Bu gerginliğin yol açacağı olası ihtimalleri, diğer güçlerin yaklaşımlarını ele almadan önce bu durumun ortaya çıkışının nedenlerine kısaca bakmamız gerekir.
Öncelikle 2020 Şubat itibariyle Suriye rejiminin doğrudan TC ordusunu İdlib’te hedef alması çok beklenen bir gelişme değildi. Ocak ayında Rejim İdlib’e yönelik büyük bir operasyona başlayınca TC bu hamleyi engellemek ya da en azından sınırlamak için Rusya nezdinde bir dizi diplomatik girişimlerde bulundu. Ve bunu ilan edilen kısa süreli bir ateşkes izledi. Bu süreçte MİT ve Muhabarat’ın görüşmesinin bu dönemde basına duyurulduğu hatırlanırsa İdlib’teki sürecin zımni bir uzlaşı çerçevesinde ilerleyeceği yorumlarının ağırlık basması anlaşılırdı. Bu nedenle ateşkes sonrası Ocak sonunda İdlib’in kritik ilçesi Maaret el Numan’nın rejim güçlerince kısa sürede ele geçirilmesi normal karşılanmış, bunun da ötesinde TC’ye bağlı çetelerin sonuçtan TC’yi sorumlu tutan beyanlarına yol açmıştı.
Suriye’yi takip eden herkes antlaşmanın boyutlarını anlamaya çalışırken ayın 3’ünde TC konvoyunun vurulduğu haberi geldi. Bu konvoy TC’nin Suriye’nin kuzeyindeki politikaları nedeniyle kaybını göze almadığı M4 ve M5 uluslararası otoyolların kavşağındaki Serakip beldesine takviyeye giden güçtü. TC’nin takviye adımının göstermelik olmadığı, Rusya’nın ise bu hamleyi görmezden gelmeyeceği bu şekilde açığa çıktı. Nitekim Rusya bu güçten haberdar olmadığını bu nedenle bu saldırıyı önlemediğini açıkladı. Rusya’nın bu şekilde sadece Erdoğan’ın Ukrayna ziyaretine cevap vermekle yetinmediği de ikinci saldırıyla görünür oldu. Erdoğan’ın tüm çağrılarına karşı rejimin Rusya’nın da onayıyla hedefine ulaşana kadar operasyonu durdurmaya niyetinin olmadığı anlaşıldı. TC. İdlib’teki statükoyu korumada ne kadar kararlıysa Rusya ve rejimin de egemenlik alanlarını TC aleyhine genişletmede o kadar karşı olduğu görüldü.
Öte yandan Rusya ve TC’nin İdlib nedeniyle er geç karşı karşıya geleceği bilinen bir durumdu. Keza iki gücün bu bölgedeki çıkarları tamamen örtüşmeyecek biçimde farklıydı. 2018’deki Soçi mutabakatı zaten mevcut gerginliği belirsiz bir süre erteleme dışında bir anlam taşımıyordu. Kaldı ki Rusya TC ile yaptığı her antlaşmaya koyduğu “Suriye’nin bütünlüğü ve Terörle mücadele” maddeleri operasyonlarına gerekçeyi TC’ye de kabul ettirmişti. Nitekim Erdoğan’ın antlaşmalara uyulmuyor açıklamalarına da bu maddelere atıfla cevap verdi. Kürt düşmanlığına ve Rojava’ya yönelik soykırımcı işgalci saldırılarına destek bulabilmek için İdlib’te tavizler vermesi TC’nin bu bölgedeki emellerinden Rojava’nın tümden yutulması dışında kolay kolay vazgeçmeyeceği açıktır. Rusya’nın ise Rojava’ya yönelik saldırılara desteği bu bölgedeki TC ve cihatçı varlığı kabul edeceği anlamına gelmiyor. Bu verili çelişkinin kolaylıkla çözülmeyeceği aşikâr. ABD’nin ise TC’nin İdlib üzerindeki etkisini sürekli destekler açıklamaları da eklediğimizde daha da katmerleşen bu uzlaşması zor çelişkiler son aylardaki karşıtlaşmanın da temel kaynağını oluşturuyor. Libya’ya havale edilecek çeteler ve orada TC’nin alacağı tavizlerle bu çelişkinin aşılabileceği, özellikle Avrupa ülkelerinin birkaç platformda TC’nin planlarını dışlaması ve Libya’daki Hafter’in net tutumu ile büyük oranda boşa çıktığını da anımsamalıyız.
İdlip’teki bu sürecin derinleşmesinden medet umduğunu gizleme bile gereği duymayan ABD çeşitli biçimlerde TC’ye olan desteğini iletti. Bir yanda Esad rejiminin kazandığı etkinliğin düşmesini isterken öte yandan Rusya’nın Suriye’de kazandığı inisiyatifi azaltmayı hedefleyen ABD TC’yi bu gerginliği artırması için teşvik etti. Bu şekilde aynı zamanda gittikçe artan TC-Rusya yakınlaşmasını baltalamayı esas aldı. Yine her şeyin ötesinde ABD-TC ilişkilerinin niteliği bu çerçevede açığa çıktı. Tüm farklı söylemlere karşın bu destek Suriye’deki TC işgalinin kısmi farklı pratiklere rağmen ABD planlamaları ile uygunluğunu gösterdi. İdlib’te görünürde egemen olanın El Kaide türevi HTŞ olması bile ABD’nin desteğini esirgemesine neden olmadı. Bu gerginliği son 70 yılda en etkisiz ve kadük sürecini yaşayan ve bir üyesinin topraklarında hiçbir yasal dayanağı olmadan yaşanan bu çatışmaya BM’nin tepkisi ise göçmenlerin zorluklarından bahsetmekle sınırlı olması da ABD’nin tutumu ile bakıldığında anlaşılır oluyordu.
Almanya’nın TC’ye son dönemde artık gizlemekten vazgeçtiği yoğun desteğe ve mülteci korkusuna karşın bu olayda Avrupa’nın genelde TC’nin yanında yer almadığını ifade etmek yanlış olmaz. Fransa Libya süreci ile beraber her geçen gün TC’ye karşı arttırdığı sert çıkışlarını sürdürdü. TC’nin bu yönlü çağrılarına karşın NATO ise bu saldırıya karşılık herhangi askeri bir girişimin içinde olmayacağını açıkladı. Bu durum örgütlenme içerisindeki ABD bariz egemenliğine rağmen Avrupalı üyelerin etkisi ile TC’ye bu kanaldan açık bir desteğin olmayacağı anlamına geliyordu.
İran ise ABD ile yoğun bir gerginlik yaşadığı süreci daha yeni ardında bırakmışken ya da bırakmaya uğraşırken TC-Rusya gerginliğinde arabulucu olabileceğini ifade ederek bu krizi kendi konumunu onarmanın bir vesilesi olarak gördüğünü gösterdi. Rejimin İdlib operasyonunun İran’ın bilgisi dışında pratikleştirdiğini iddia etmek için ortada bir neden görünmezken kendini bu şekilde tarafsız konuma çekmesi kendi yaşadığı zor koşullardan çıkma ve giderek artan ABD ablukasında TC’yi daha atıl kılma çabası olarak yorumlamak yanlış olmaz.
Bu noktada gerginliğin izleyeceği seyre dair bazı alternatiflerden de bahsedebiliriz. İlk olasılık TC ve ona bağlı çetelerin İdlib’in kuzeyinde sınıra yakın daha küçük bir alana çekilmesidir. Hatırlanacağı üzere tüm cihadist çetelerin İdlibe toparlanması her seferinde farklı şekilde gerçekleşen uzlaşmalar yoluyla olmuştu. Bu çetelerin Libya’ya tahliyesi bir ihtimal olarak devredeydi, düzeyi düşse bile bu hala geçerli olan bir durumdur. Fakat daha büyük olasılık daha önce İdlibe çekilen bu güçlerin şimdi daha kuzeye çekilmesidir. Bazı Rus sözcülerin bu alternatifi sıklıkla dilendirmesi bunun pratikleşme şansının yüksek olduğunu gösteriyor. Erdoğan’ın tek bir adım geri atmayacağız türü söylemleri ve Suriye’de bulunmasına örtük bir gerekçe oluşturan Soçi, Astana süreçlerinin artık anlam ifade etmediğini belirtmesi bu olasılığa gelmeyeceği anlamına gelmez. Aksine Kürt düşmanlığı temelinde alacağı tavizler bu ihtimalden daha zor koşullara bile ikna olmasına yol açabilir.
Daha düşük bir olasılık olarak Rusya ve rejim Türklere vurdukları bu darbelerle yeterli gözdağını verdiklerini düşünüp M4 ve M5 yollarını ele geçirip durmaları olabilir. TC’nin bunu başarı olarak görüp, sunacağı açıktır. Fakat erteleme anlamına gelecek bu tür bir uzlaşma gerginliği sadece bir süreliğine gündemden düşürebilir. Moskova ile diyalog zemini arayan Türk diplomatların çantasındaki teklifin bu olduğunu tahmin etmek de güç değildir. Rusya’nın belli tavizler karşılığında bu seçeneğe evet deme ihtimalli vardır fakat buna dair işaretler henüz görülmemektedir.
Son olarak TC’nin Suriye rejimi ile doğrudan bir savaşa girme ihtimali vardır. Bu ihtimal oldukça düşük olabilir fakat bunun zemini vardır. İdlib’te varlığını sürdüren TC destekli çetelerin yanında Suriye’nin önemli bir bölgesinin işgal altında tutuyor olması TC’nin Suriye ile sıcak bir savaş ihtimalini zaten sürekli canlı tutmaktadır. Rusya ve İran’ın desteğine sahip Suriye rejimiyle açık bir savaşa girmesi Rusya ile güncel ilişkileri nedeniyle pek olası gelmeyebilir ama unutulmamalıdır ki bu ilişkiler oldukça kaygan bir zeminde kurulmuştur ve Rusya’nın Suriye rejimine yaklaşımı çok daha stratejiktir. Ayrıca daha 2015’te Rusya ile ilişkiler pamuk ipliği seviyesindeydi ve Rusya’nın o dönem başlattığı ambargoların bir kısmını hala bile kaldırmış değildir. Böylesi bir savaş olasılığında ABD’nin alacağı tavır müphemdir. ABD Türkiye’yi daha fazla bağımlı hale getirmek için bu çatışmaya başlarda sadece izleyici kalabilir. Ya da Rusya ile hegemonik mücadelesinde bir piyon olarak Türkiye’yi bu savaşa daha fazla da sürükleyebilir.
Son olarak bu süreçte Kürtlerin atabileceği adımlara ilişkin de bazı yorumlarda bulunabiliriz. Kısmi olarak yürütüldüğü yansıyan Rejimle görüşmelerde bu durum daha yoğunluklu gündeme gelebilir, hatta İblid savaşına QSD olarak belli sayıda bir gücün katılması da değerlendirilebilecek bir durumdur. TC’nin bu süreçte alacağı her tür darbenin Kürtlere alan açacağı gerçeğinin ötesinde M4 ve M5 karayollarının rejim denetimine girmesi Efrin’i de Serekaniyê – Girê Spî hattını da etkileyeceği, bu gerginliğin derinleşmesinin bölge halkları için olumlu olacağını göstermektedir.
Kendal BAGOK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi