HABER MERKEZİ
Genelde Ortadoğu, özelde ise Anadolu ve Kürt halkına karşı kurgulanıp sistem haline getirilen Beyaz Türk faşizmi küresel hegemonik güçlerin bir projesidir. Küresel güçlerce beslenen ve desteklenen bir soykırım rejimidir. Kapitalist modernitenin bölgedeki soykırım makinasıdır. “Osmanlı imparatorluk geleneğinin kalıntıları üzerinde vücut bulan Türk gerçekliğiyle ancak dar iktidarcılık bağlamında ilişkisi kurulabilecek olan ve Türk’ten çok iktidar hastası her tür milliyetsizden inşa edilen ‘Beyaz Türk’ faşist elitinin, Türk halkı da dahil, tüm Ortadoğu halk kültürleri üzerinde bir soykırım makinesi gibi çalıştırılmasında, basta İngiltere olmak üzere Almanya, Fransa ve diğer önde gelen Avrupalı hegemonik güçlerin sorumluluğu belirleyicidir. Çokça gündemleştirilen Ermeni soykırımında bu Beyaz Türk faşizminin sadece bir alet gibi rol oynadığı rahatlıkla açıklanabilecekken, bu hegemonik güçlerin kendi sorumluluklarını açığa vurmaktan kaçmaları ve soykırımın tüm suçunu Türklere yıkmaları ancak bilinçli bir saptırmayla izah edilebilir.” (A. Öcalan)
Türk devleti komplocu bir geleneğe sahiptir ve temel stratejisi Kürt düşmanlığıdır. Kendinden önceki on binlerce yıllık onlarca otantik kültürün imhası üzerinden yaratılan “Beyaz Türklük” faşizmin bir imalatıdır ve yerel kimliklerle hiçbir alakası yoktur. Bölge kültürüyle uyuşmayan, aidiyeti olmayan, sonradan zorla dayatılan işgalci ve gerici ideolojik bir kurgudur. İğdiş edilen milliyetsiz devşirmelerden oluşturulmuştur. Beyaz Türk faşizminin kurucularından ve Atatürk’ün yakın arkadaşı olan Mahmut Esat Bozkurt; “Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek bir hakları vardır; hizmetçi olmak hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler” sözleriyle sistemin özünü dile getirmektedir. Anlaşılmaktadır ki, “Türklük” adına imal edilen Türk ulus-devlet sistemi insanlık karşıtı büyük bir komplodur. Anadolu, Kürdistan ve Ortadoğu halklar gerçeğiyle de bir bağlantısı yoktur. Ortadoğu halkları için geliştirilen en büyük komplo ve karşı devrimdir. Devlet eksenli yaratılan elit bir kesim dışında ezilen Türk halkıyla da iktidar bağlamı dışında bir ilgisi ve temsiliyeti bulunmamaktadır. Laiklikle, hukukla ve sosyal devletle de bir ilişkisi olmayan bu rejim Türkiye halkları içinde en büyük sorunu teşkil etmektedir. Sürekli çelişki, çatışma ve düşmanlık yaratan toplum düşmanı bir rejimdir. Türklük adına “Milli” olan her şey Kürtler, diğer halklar ve kültürlere karşıtlık temelinde örgütlendirilmiş soykırım siyasetini ifade etmektedir. Türk devleti böyle bir düşmanlık üzerinde kendini var etmiştir ve sürdürmektedir. Bu yobaz zihniyet Kürt varlığının özgürlüğünü kendi sonu olarak görmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi’ni imha ederek Kürt soykırımını başarmak için sınırsız bir biçimde her şeyi yapmaktadır. Türk faşizminin temel amacı Kürt Özgürlük Hareketi şahsında özgür Kürtlüğü tasfiye etmektir. Yüzyıldır, kuruluşundan beri 1925 Şeyh Sait’ten, Şubat 1999 Kürt Halk Önderi Öcalan Komplosuna, Rojava işgaline kadar bu komplocu ve soykırımcı faaliyetlerine ara vermeksizin devam ettirmiştir. “Şeyh Sait’e karşı komplo ile başlatılan 1925’teki komplo zinciriyle siyasi program halinde hayata geçirilen Beyaz Türk faşizmi diyebileceğimiz rejim, kendisini katı laik Türkçü bir sistem olarak tanımlasa da özünde metafizik olan, çok daha dogmatik ve terörist yeni bir dindir; bu konuda tarihsel tecrübeye sahip olan Yahudi ideolojisinin güncel Türkiye Cumhuriyeti’ne biçtiği yeni dindir. Mustafa Kemal’in tanrılaştırılması, İnönü’nün peygamberleştirilmesi, Fevzi Çakmak’ın komutanlaştırılması (Yeşua ve Davut örneği) Yahudi mitolojisinin bir gereğidir. Türk toplumunun ezici çoğunluğuna rağmen, ilan edilen ve siyasi programa dönüştürülen yeni dinin ideolojisi olan Türkçülük, günümüze kadar devam eden terörün, soykırımların ve sömürünün gerçekleşmesindeki genetik kodu oluşturmaktadır.” (A. Öcalan)
AKP ve Erdoğan bu amaç çerçevesinde görevlendirilmiştir. Erdoğan neo Osmanlıcılık zihniyetiyle ve İttihat Terakki’nin inkâr ve imha çizgisinde hareket eden, bütün Kürt düşmanı diktatörlerden daha fazla Kürt düşmanı olan faşist bir kişiliktir. Atatürk nasıl ki, “Ulu Önder”, İnönü ise, “Milli Şef” ünvanlıyla Beyaz Türk faşizminin kuruluşunda rol oynamışsa, Erdoğan’da “Milli Reis” unvanıyla beyaz Türk faşizmin hegemon tarzda kurumlaşmasında ve yayılmasında aynı rolü oynamaktadır. Hitler bile faşist Türk liderlik sisteminden ilham almıştır. Türk tarzı başkanlık sistemi aslında “milli şef-reis” geleneğinin bir devamıdır. Irkçı ve faşist sistemin yapay liderlik tasarımıdır. Ancak Erdoğan’ın temel bir farkı lümpen bir karakterde olmasıdır. Bu özelliği Türk siyasetinin lümpenleşmesine yol açmıştır. Türkiye’de devşirme ve ırkçı lümpen bir faşist iktidar hakimdir. Erdoğan Türk siyasal tarihinin en düzeysiz kişiliğidir. Tepeden tırnağa faşist iktidar hastalığına tutulmuş Kürt düşmanlığını sınırsız bir biçimde yürüten bir kişiliktir. AKP-MHP iktidarı Türk devletinin yüz yıllık soykırım siyasetini çok yönlü uygulayan bir güç konumundadır. Sadece devlet düzeyinde değil ırkçılıkla zehirlenen toplum üzerinden de Kürtlere karşı bir düşmanlık yürütülmektedir. AKP-MHP iktidarı Türk islam senteziyle ırkçılığı ve milliyetçiliği genelleştirerek toplumun ezici çoğunluğunu faşistleştirmiş ve Kürt düşmanı haline getirmiştir. Yapay Türklükle kurgulanmış faşist kitleler artık Kürt soykırım politikasının ortağı durumundadırlar.
Türk Sömürge Sistemi Bir Soykırım Sistemidir
Sömürgecilik ve emperyalist kavramları genellikte askeri işgal ve ekonomik sömürüyü tanımlamaktadır. Yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarının gaspıyla alakalı sömürü faaliyetleridir. Ancak Türk sömürgeciliği bu klasik tanımlamaların dışında bir tanıma ve konuma sahiptir. Türk sömürge sistemi ve Kürdistan’a uyguladığı politikaları klasik sömürge sistemiyle kıyaslanamaz. Klasik sömürge sistemlerinin temel amacı daha çok işgal edilen ülke ve toplumların zenginliklerinin gasp edilmesi ve taşınmasıdır. Kürdistan’da durum çok farklıdır. Kürdistan için “Uluslararası sömürge,” “Alt sömürge,” “sömürgenin sömürgesi” gibi tanımlamalar yapılmıştır. Türk devlet rejimi için yapılmış en isabetli tanım Öcalan’ın yaptığı “soykırım rejimi” tanımıdır. Soykırım rejimi tanımı sadece ekonomik, siyasi ve askeri işgali ifade etmez. Bir toplumu tüm yönleriyle imha etme faaliyetlerini tanımlar. Sömürgeci Türk sisteminin temel amacı sadece işgal edilen ülkenin yani Kürdistan’ın zenginlik kaynaklarını sömürme, gasp etme değildir. Esas amacı bu zenginlik kaynaklarını yaratan, on binlerce yılık tarihi ve kültürel toplumu ona ait ne varsa tümden yok edip ortadan kaldırmaktır. Bir ulusun tümden imhasını hedefleyen bir soykırım rejiminden bahsetmekteyiz. Zira Kürt toplumu klasik sömürgeninde ötesinde uluslararası bir sömürge düzeyinde bir statüsüzlüğe mahkûm edilmiştir. Kürdistan halkı; siyasi anlamda sömürgecilik, ekonomik anlamda açlık, işsizlik, yoksulluk ve talan, kültürel anlamda asimilasyon ve soykırım, askeri olarak da işgal konumunda bulunmaktadır. İşgalci sömürgeci güçler Kürt toplumunu üzerinde yaşadığı coğrafya dahil her şeyiyle ortadan kaldırmayı amaçlamaktadırlar. Türk devletinin Kuzey Kürdistan kentlerine yönelik yok etme saldırıları, yakıp yıkmalar, katliamlar, Rojava işgali, Efrin, Serékaniye ’de kullandığı yasaklı silahlar ve işlediği savaş suçları tamamıyla bir soykırımdır. Etnik, coğrafik, kültürel ve tarihi imha faaliyetleridir ve jenosit kapsamındadır. Sömürgeci Türk devleti tarafından Kürdistan’da uluslararası hukukta tanınan soykırım çerçevesinin çok ötesinde bir soykırım gerçekleştirilmektedir.
Evrensel hukukta Soykırımın tanımı: Birleşmiş Milletler soykırımın tanımını 1948 yılında kabul edilen “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” ile belirlemiştir.
Bu tanıma göre soykırım; Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir topluluğun tümünü ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle: Topluluk üyelerinin öldürülmesi, Topluluk üyelerine fiziki ya da ruhsal açıdan zarar verilmesi, Topluluğun fiziki varlığını tümüyle ya da kısmen sona erdirecek yaşam koşullarıyla yüz yüze bırakılması, Topluluk içi çoğalmanın engellenmesi; Topluluk bünyesindeki çocukların başka bir topluluğa aktarılması. Bu eylemlerinden herhangi birinin işlenmesi durumunda soykırım gerçekleştirilmiş oluyor.
Bu sözleşme ile sadece soykırım değil, soykırım teşebbüsleri, soykırıma teşebbüs etmek için bireylere veya topluma teşvikte bulunmak, soykırım komploları kurmak ve soykırıma suç ortaklığında bulunma eylemleri de cezai kapsama giriyor. Sözleşme, soykırımın savaş halinde de barış halinde de gerçekleşebileceğinin altını çiziyor. Türk sömürgeci sistemi bu sözleşmede yer alan suçların çok daha ağırını işlemektedir. Tanımda yer almayan ağır insanlık suçlarını tüm dünyanın gözü önünde en vahşi yöntemlerle gerçekleştirmektedir.
Kürtler Açsından Sömürge Düşman ve İhanet kavramlarının Tanımı ve Anlamı
Kürtler açısından Sömürge ve Düşman kavramları son derece önemli tanımlardır. Bu tanımları doğru yapmayan, yapıp ta gereklerini yerine getirmeyen hiçbir kişi, örgüt ve toplumsal yapı devrimci mücadele yürütmemiştir, yürütememiştir ve yürütemez. Kürt Özgürlük Hareketi ve Önderliği başlangıcı bu kavramların tanımıyla işe başlamıştır. Sömürge ve düşman olgularının anlaşılması ve netleştirilmesi esas mücadele konusu yapılmıştır. Düşman olgusu Kürtler için tüm değerleriyle bir bütün olarak onu imha etmek için çalışan ideolojik, politik ve askeri bir sistemi ifade etmektedir. Ancak son yıllarda bu kavramların muğlaklaştırılması ve çarpıtılması Kürtler açısından en büyük sorun mahiyetindedir ve büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Sanki Kürdistan sömürge olmaktan kurtulmuş ve Kürt halkıda normal koşullarda yaşayan bir halkmış gibi büyük zihniyet çarpıtmaları yaşanmaktadır. Bu kavramların muğlaklaştırılması işbirlikçi bir çizginin uzantısı olarak anlaşılmalıdır. Liberalizmin, orta yolculuğun yoğun olarak gelişmesi ve devrimci geleneğin geriletmesi tamamen bu çizgiyle bağlantılıdır. Düşman ve ihanet kavramlarının aşındırılması ideolojik muğlaklığı yaratmakta ve beraberinde devrimci ölçülerin, kültür ve ahlakın zayıflamasına yol açmaktadır. Her türlü aşağılayıcı saldırıları kanıksama, boyun eğme düşmana duyulan kin ve öfkenin yok olması yine bu anlayışla alakalıdır. Düşman kavramının muğlaklığı ideolojik bakış açısının muğlaklaşmasıdır. Düşmanı tanımayan bir toplum ona karşı mücadele edemez. Düşmanında net olmayan bir toplum veya halk doğru bir mücadele yürütemez. Düşman demek seni tüm değerlerinle imha etmek isteyen güç demektir. Düşman ile normal yaşanılmaz. Düşman eğer seni kabul eder düzeye gelmişse o zaman düşman olmaktan çıkmış demektir. O zaman onunla yaşamanın biçimlerini, koşullarını, şartlarını tartışılabilir. Ateşkes ve diyalog süreçleri, siyasal çözüm arayışlarının amacı bunu yaratmaktı. Ancak Türk devleti bunu kabul etmemiş ve düşmanlıktan vazgeçmemiştir. Kürtler için henüz böylesi bir siyasi çözüm yaratılmış değildir. Hala tüm dehşetiyle kadını, genci, çocuğu ve ülkesiyle Kürtleri imha etmek isteyen düşman bir sömürgeci rejim söz konusudur. Kürlerin yapması gereken bu düşmana karşı varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama savaşını en etkili bir biçimde yürütmektir.
Düşman kavramı bir ülkeyi işgal etmeyi, o ülke halkının tarihini, kültürünü, dilini, coğrafyanı yok etmeyi amaçlayan bir sistemi ifade eder. İhanet ise bunun hizmetinde olan her türlü anlayışı ve davranışı tanımlamaktadır. İşgali yapan yabancı düşman ile ona hizmet eden iç düşman arasında bir fark yoktur. Düşman dilini benimsemek, düşman zihniyle düşünmek, düşmanın düşmanlığını normal bir yaşam gibi algılamak en büyük düşüştür, asimilasyondur, ihanettir ve soykırımın içselleşmesidir. Kendini Kültürel soykırıma yatırmadır. En yalın ifadeyle toplumsal çürüme ve yozlaşmadır. İnsan ve halk olmaktan çıkmadır.
İşbirlikçi ve küçük burjuva orta sınıfın liberal anlayışları özellikle düşman, devrim, ihanet ve özgürlük kavramlarını muğlaklaştırmaktadırlar. Adeta bu kavramlarının içeriğini boşaltmakta ve anlamsızlaştırmaktadırlar. Kürdistan’ın sömürge bir ülke olduğunu, Türk devletinin de Kürdistan’ı işgal eden soykırımcı bir güç olduğunu gizlemekle kalmayan, bunu meşrulaştıran bir tutum ve yaklaşım içindedirler. Özgürlük savaşı sanki sadece devletle PKK arası bir sorunmuş gibi algı yaratmakta ve gerçeği saptırmaktadırlar. PKK’nin yürüttüğü devrimci halk savaşını Kürt ulusunun özgürlük savaşı olarak görmemekte ve inkâr etmektedirler. Bu denli oportünist, sahtekâr ve iki yüzlü yaklaşmaktadırlar. Kendileri sömürgeci sisteme göbekten bağımlı olduklarından ve yaşam tarzlarını buna göre düzenlediklerinden sömürgeci rejime tabidirler ve onun uşağıdırlar. İşbirlikçi yaşam tarzını, düşmana hizmet ve ona benzeşmeyi bir özgürlük şekli olarak sunarlar. Bu yönüyle süper ihanet içindedirler. İdeolojik çizgileri, söylemleri, duruşları ve yaşam tarzlarıyla umutsuzluk yaratmakta halkıda bu işbirlikçi çizgiye çekmekte ve devrimci mücadeleyi yadsımaktadırlar. Kendileri inançsız ve umutsuz olduklarından etraflarına inançsızlık ve umutsuzluk yaymaktadırlar. Bu özellikleri sömürgeci sisteme güç vermekte ve dayanak oluşturmaktadırlar. Kendilerini inkâr etme, ülke, halk, tarih ve devrimci mücadelenin inkarına dönüşmüştür. Bu kesimler devşirilmiş, düşmanına benzeşen, özünü inkâr ederek tövbekârlaşan haramzade kişiliklerden oluşmaktadır. Devrimci mücadeleyi yadsımakla kalmamakta devrimci direnişe karşı tavır almaktadırlar. Çıkarları gereği bazen sözde yurtsever ve devrimci görünseler de aslında özde karşı devrimci saflarda yer almaktadırlar. Sömürgeci sistemin kırıntılarıyla yaşayan bu kesimler devrime karşıtlık temelinde kendilerine yaşam imkanları yaratmaktadırlar. İşbirliğe ve ihanete dayanan yaşam tarzları düşküncedir. Demokratik ulusun savaşına da barışına da karşı olan bu kesimler Kürdistan devrimi önündeki en büyük engellerdendirler.
İhanet bilinçli olarak düşmana hizmet etmektir. Ancak bilmeden de ihanete ortak olunabilir. Sömürge ve düşman kavramlarını normalleştiren bilinçli veya bilinçsiz her türlü söylem, eylem ve faaliyet ihanet ve tarihsel suç kapsamındadır. Hakikatle buluşturan her söylem ve eylem devrimci ve yüceltici rol oynarken, hakikate yabancılaştırıcı ve uzaklaştırıcı her düşünce ve davranış özünde düşürücüdür ve ihanetle eşdeğerdir. Hakikatimiz Özgür Kürt ve Kürdistan’dır. Hakikatimiz özgür insanlıktır. Hakikatimiz PKK ve Önderlik gerçeğidir. Özgürlük felsefemiz ve çizgimizdir budur. Bu hakikatten uzak tutan ve yabancılaştıran her anlayış, yaklaşım ve ideolojik çizgi gafletin ve ihanetin girdabına çekmektedir. Bu işbirlikçi ve ihanetçi çizgiye her açıdan bir mücadele yürütmeden devrimci mücadele başarı sağlayamaz. PKK devrimi Kürdistan’da her şeyden önce; özgür yaşam ile kölece yaşamı, direniş ile teslimiyeti, yüceliş ile düşkünlüğü, yurtsever ile işbirlikçi-hain çizgiyi netleştirmiştir. Özgür yaşam kanunu denen Özgürlük felsefesini ve düşüncesini geliştirmiştir. Kürtlere ve insanlığa kazandıracak olan bu çizgidir. “Biz hiç kimsenin kimliğini bile ağzına almak istemediği bir halkın gerçeğini ortaya çıkardık. Herkesin adeta utanarak kaçmak istediği ulusal özelliklerin gerçeğini dile getirdik. Bu savaş büyük düşünmemin ve büyük yüreğin savaşıdır. Bu savaş öyle bir savaş ki; içinde bitmiş bir tarihe cevap olmak kadar çok zor olan geleceğe ilişkin umuda da yegâne bir giriştir.” (A. Öcalan)
Türk sömürgeciliğine Karşı Devrimci mücadele Sadece Bir Hak Değil Tarihi Bir Görevdir
Sömürgecilik; ekonomik ve siyasi çeşitli tanımlamaları olsa da bir devletin veya gücün kendi ülkesinin sınırları dışındaki bir ülkeyi işgal ederek, oradaki halkı boyunduruk altına alarak sömürgeleştirme, ekonomik kaynaklarını talan etme, siyasi, kültürel ve tarihi değerlerini yok ederek soykırım uygulamasıdır. Sömürgecilik bir soykırım sistemidir. Sömürgecilik işgal edilen ülkenin ve toplumların geleceğinin ipotek altına alınmasıdır. Sömürgeciliğin amacı işgal edilen halkları her türlü sömürüye tabi tutmak olduğundan bir irade gaspıdır. Sömürgecilik sona ermeden ne demokrasi ne eşitlik ne de kardeşlik gerçekleştirilemez. Sömürgecilik en büyük eşitsizlik konumunu ifade ettiğinden sömürge durumundaki bir halk kendini ezen devlet ve ulusuyla eşit düzeyde sayamaz ve özgürce bir arada yaşayamaz. Nasıl ki efendi-köle, ağa-köylü, burjuva-işçi eşit değilse ve ayrı bir sınıflaşmayı ifade ediyorsa sömürge toplumu da kendini ezen uluslarla eşit olamaz. Sömürgeleştirilen toplumlar ancak kendi özgür yurtlarını özgürleştirdikleri ve öz yönetimlerini kurdukları ve bunu savunacak güce kavuştukları oranda özgür olabilirler. Vietnam halkı bunu bildiğinden nüfusunun yarsını şehit ve gazi vermiştir. Cezayir halkı Fransız sömürgeciliğine karşı bir buçuk milyon insanını feda etmiştir. Sovyet halkı birinci ve ikinci dünya savaşında faşist işgale karşı on milyonlarca insanını kayıp vererek ana yurt savunmasını sağlamıştır. Amerika ve Afrika’da Sömürgeciliğe karşı özgürlüğünden taviz vermemiş ve yok olmayı göze almış birçok topluluk vardır. Yakın tarihte böylesi yaşanmış birçok örnek bulunmaktadır. Ülkesi işgal edilip varlığı soykırım altına olan bir insanın ve halkın özgürlüğünden bahsedilemez. Onlar ancak özgürlüğe muhtaç bir özgürlük savaşçısı olabilirler. Kürtlerde böylesi bir durumdadır. Soykırım kıskacında özgür olunmaz, ancak özgürlük savaşçısı olunabilir. Dolayısıyla Kürdistan’da Türk sömürgeciliğine karşı Devrimci mücadele sadece bir hak değil aynı zamanda tarihi bir görev olmaktadır.
“Kürdistan Sömürgedir” tespiti Kürdistan tarihi açısından belki de en büyük tespittir. Tarihi önemde olan bu tespiti yapmak değil, bu tespite göre bir karar alma ve buna göre adım atmaktır. Kürdistan devrimi bu tanımla başlamıştır. Bu tür toplumsal doğuş ve diriliş süreçleri peygambersel düzeyde bir yoğunlaşma ve karar almayı gerektirmektedir. İbrahim’in Nemrut’a karşı isyanı ve özgürlük yürüyüşü, Zerdüşt’ün Elburz dağlarındaki yoğunlaşması ve hâkim tanrı sistemlerini sorgulayarak özgür toplum ve insan felsefesine yönelmesi, Musa’nın tanrı arayışı, yeni bir ideolojiyle bir ulus yaratması, İsa’nın çöllerdeki tanrı arayışı ve inzivası, Muhammedîn Hira’daki inzivası ve yeni bir ideolojik direniş için geçirdiği krizler, Lenin’in sürgündeki devrim yoğunlaşmaları, Mao’nun Hoşi Minh ve diğer devrimci tüm önderlerin yoğunlaşmaları bu tür toplumsal devrim sürecinin doğuş sancılarını ifade etmektedir. “1970’ler Kürdistanı’ın ve Kürtlerin çağdaşlık doğrultusunun kökenini belirleyebilmek için karar gerektiren yıllardı. Halâ hatırımdadır: “Sömürge Kürdistan” kavramını ilk defa düşünceme ve yüreğime indirdiğimde bayılmıştım. 1970’lerin koşullarında Kürtler için köklü̈ bir özgürlük hareketi olmaya karar vermek, tavuk civcivinden kartal yavrusuna dönüşme misali, hem de etrafı kartalın düşmanlarınca dolu bir ortamda büyümek ve uçmaya yeltenmek demektir. Koşullar öyle bir kartal uçuşu gerektirir ki, hep yükseklerde seyredeceksin. “ (A. Öcalan)
Devrim sözü ve adımı insanlık tarihinin en önemli gelişmesidir. İnsanlık adına özgür, eşit, adil ve sömürüsüz güzel bir dünya yaratmanın en soylu mücadele sözü ve kararlılığıdır. Devrim kararı toplumsal kutsallıklar adına atılmış tarihi bir adımdır. Devrim çirkini, kötüyü, karanlığı, yıkmak ve bunun yerine güzeli, iyiyi ve aydınlığı inşa etmektir. Devrim düşüşe karşı yücelmenin, sömürüye ve sömürgeleştirmeye karşı kurtuluşun, haksızlığa karşı adaletin ve köleleşmeye karşı ezilen halkların, kadınların ve gençlerin özgürlük bayramıdır. Devrim sözü ve eylemi özgür insanda ısrar sözü ve eylemidir. İnsanlık şerefini ve onurunu korumanın ısrarıdır. “Bu işe bir insanlık şerefi adına başladık. Bu kızılca kıyamet, bu işkence bu kan, bu sabır, bu inat sadece ve sadece insan olmakta ısrar etmek içindir.” (A. Öcalan)
Sömürge Sistemine Karşı Devrimci Halk Savaşı Saflarına Katılmak Bir İnsanlık Görevidir
Kürdistan’da geliştirilen soykırım yöntemleri kapitalist modernist sistemin klasik iktidar ve sömürge tarzıyla değerlendirilemeyecek kadar farklı bir karakterdedir. Nasıl ki, Kürdistan’da klasik kapitalist modernist sistem yoksa klasik bir soykırım politikaları ve uygulamaları da yoktur. Sömürgeci rejimler Kürdistan’da uyguladıkları özel soykırım politikalarıyla dehşet verici bir iktidar biçimini uygulamaktadırlar. Türk sömürgeciliği özellikle AKP iktidarı süreciyle Kürdistan’da özel ekonomik savaş stratejisiyle yoğunlaştırılmış bir ekonomik savaş yürütmektedir. “Ekonomik terör” olarak adlandırılacak bu özel savaş uygulamaları benzersiz olup tamamen Kürt soykırım politikalarına denk planlanmakta ve pratiğe sokulmaktadır. En doğal biyolojik varlığını bile sürdüremeyecek düzeyde bir ekonomik savaş politikasıyla insanlar düşürülmekte, zıddına dönüştürülmekte, ulusal ve toplumsal değerlerine karşıt hale getirilerek ajanlaştırılmaktadır. Ulusal bilincin yok edilmesi, asimilasyon, uyuşturucu, ajanlaştırma, tecavüzler, tarihi alanların yok edilmesi ve diğer toplumsal yozlaşmaların tümü sömürgeci Türk devlet rejiminin özel savaş kapsamında Kürdistan’da yürüttüğü soykırım politikalarına bağlı olarak gelişmektedir. Kürdistan’da insanı hayvanlaştıran, belleksizleştiren, tarihten ve gerçeklikten koparan bir soykırım biçimi söz konusudur. Kendi toplumsal ve bireysel kimliğinden, dilinden ve hakikatinden vazgeçme karşılığında en tortu ve kırıntı düzeyinde biyolojik bir yaşam imkânı sunulmaktadır. Kürtler bu denli bir özel savaş, bio-iktidar yoğunluğuna ve kültürel soykırımına maruz bırakılmaktadırlar. Kürtler soykırımcı iktidarın özgün ve benzersiz yönelimlerine maruz bırakılan bir halktır. Sömürgeci rejimler Kürt toplumuna kimlikten, ülkeden, özgürlükten koparılmış biyolojik bir yaşamı dayatmaktadırlar. Fiziken yok edebildiğini yok etme, kalanını ise kültürel soykırımla eriterek yok eden bir iktidar tarzı uygulanmaktadır.
Türk sömürge tarzı dünyanın hiçbir sömürge biçimine benzemez. Tektir ve biriciktir. Dolayısıyla Kürt halkıda maruz kaldığı benzersiz sömürgecilik uygulamaları karşısında özgünlüğü olan biricik halktır. Kürtler düşmanı diğer düşmanlardan farklı olan, mücadelesi ve direniş tarzı da farklı olması gereken bir halktır. Türk sömürge rejimi ne İngiliz ne Amerika ne de başka bir sömürge sistemine benzemez. Bu bağlamda Kürdistan ne Vietnam’dır ne Çin’dir ne de Cezayir’dir. Toplumu her yönüyle kuşatmış ve tarihin en gerici zor aygıtlarıyla sömürgeleştiren, yok etmek isteyen sömürgeci sistemin karakterine göre bir mücadele yöntemi belirlenmek durumundadır. Devrimci zorun rolü burada devreye girmektedir. Hiçbir diktatöryal sistem ve kişi siyasal yöntemlerle devrilmemiştir. Hiçbir faşist rejim kendiliğinden iktidarı bırakmamıştır. Ya darbelerle ya da halk devrimleriyle devrilmiştir. Darbeler iktidar değişimi olduğundan demokratik halk devrimi değildirler. Darbeler iktidarcı bloklar arasındaki çelişkiler sonucu ya da halkların demokratik direnişine karşı gelişirler. Darbeler demokratik halk tepkilerini bastırarak manipüle ederler. Darbeyle iktidar başka bir iktidarcı güç tarafından ele geçirilerek yeniden diktatörlük tesis edilir. Böylesi sistemlere karşı bedelleri ağır ve çok kanlı olsa da mutlaka halkların devrimsel süreci gereklidir. Devrim denen şey gerici olanı sadece teoriyle değil pratikte de devirmek, aşmak ve etkisiz kılmaktır. Devrim; özgürlük için başkaldırma cesaretini gösterme, bunun için bedel ödeme erdemini ortaya koymaktır. Bu açıdan devrimci insanlar erdemli, soylu ve fedaidirler. Tarihi olduğu gibi değil, ona müdahale ederek, onu özgürlük lehine çevirerek yön veren, güçlü umutları, iradeleri, inançları ve eylemleri olan büyük kişiliklerdir.
İnsanlık değerleriyle hiçbir alakası olmayan, yozlaşmış ve toplumu çürütmeyi en büyük faaliyet haline getiren beyaz Türk faşizminin iktidar biçimi ne reformla nede restorasyonla aşılamaz. Siyasal bakımdan değiştirici ve dönüştürücü hiçbir yöntemi kabul etmeyen bu rejim artık ağır bir vaka haline gelmiştir. Bırakalım kendini değiştirmeyi, kendi gibi olmayanı kendisi gibi düşünmeyeni yok etmeyi temel politika olarak benimsemiştir. Adeta bünyeyi sarıp sarmalayan ve tüketen bir ur gibi Ortadoğu’da insanlık adına ne varsa yok eden bir canavara dönüşmüştür. Bu ağır sorun hali radikal bir müdahaleyi gerektirmektedir. Tek çare devrim gibi radikal bir seçeneğin mutlaka gerçekleştirilmedir. Bu tarihi tespit daha kırk yedi yıl önce PKK Öncüleri tarafından yapılmış ve bunun devrim manifestosu yazılarak bu hedef doğrultusunda mücadeleye başlanmıştır. “Kavram olarak devrimci halk savaşından kuşku duymuyorduk. Böylesi bir süreç yaşanmadan ne kimlik ne de özgürlük söz konusu olabilirdi. (…) Böylesi koşulların bütün söylem ve eylemleriyle kendisini konuşturduğu ve geçerli kıldığı bir ortamda en ufak bir karşı ideada bulunmak, ancak kendini zor yöntemleriyle savunmakla mümkün olabilirdi. (…) Nitekim PKK’nin çıkış döneminde meşru savunma araçları tereddütsüz kullanılmıştı.” (A. Öcalan)
Talancı, tecavüzcü ve yozlaştırıcı sömürgeci Türk rejimi her şeyi Kürt düşmanlığı üzerinden yürütmektedir. Kürt düşmanlığı her türlü kirli faaliyetin gerçekleştirdiği bir psikolojik perde rolündedir. “Bölücülük, terörle mücadele” adı altında Türkiye de her türlü toplum kırımı gerçekleştirilmektedir. Sadece toplumun genleriyle oynamamaktadır, aynı zamanda milyonlarca yılık doğa katliamı gerçekleştirilmekte ve tarihi alanlar yağmalanmakta ve yok edilmektedir. Dolayısıyla insanlığa ve doğaya düşman sapkın bir iktidar biçimiyle karşı karşıyayız. Bu tür diktatör iktidar biçimleri siyasal ve demokratik yöntemlerle devrilmemiş ve yenilmemişlerdir. Zira bu iktidar biçimleri siyaset ve demokrasi araçlarını kendi iktidarlarını perdeleyen bir araç olarak kullanırlar. Marks’ın; “İnsan kalmanın tek yolu, insanlık dışı bu sisteme karşı savaşmaktır” dediği Türk sömürge sistemi benzeri bir sistemdir. Türk sömürge sistemine karşı savaş insan olmanın bir gereğidir. Ya insan olarak kalınacak ya da bu yozlaşmış sisteme boyun eğilerek insan olmaktan çıkılacaktır. Türk sömürgeciliğine karşı yürütülen devrimci direniş sadece siyasi ve askeri bir husus olarak anlaşılmamalıdır. En başta insan olarak var olmanın mücadelesidir. Soykırım rejimi yenilmeden ne Kürt halkı nede Türkiye halkları özgür olamaz. Dolayısıyla faşist sisteme karşı hakların demokratik mücadelesi bir zorunluluktur. “Bu kavga siyasi bir kavga değildir. Hatta askeri bir kavgada değil. Bu kavga ölmek, ya da var olmak kavgasıdır.” (A. Öcalan). Bu kavga insan olmakta, halk olmakta ısrarın kavgasıdır. Özlemi duyulan ve umut edilerek mücadelesi verilen güzel, özgür, eşit, adil dünya hayal ve talep etmekle ve mucizelerle gerçekleşmeyecektir. O ancak inançla, direnişle, bedel ödemeyle ve Öncü Partinin devrimiyle gerçekleşecektir. “Özlenen yaşam mucizelerle değil, devrimle olur.” (A. Öcalan)
“Kürt Soykırım Günü” olan 15 Şubat uluslararası komplosuyla kurulan, Kürt halk Önderi A. Öcalan’ın esaretini ve tecridini esas alan İmralı rejimi çözülmeden sömürgecilik aşılamaz ve demokratik herhangi bir gelişme sağlanamaz. İmralı rejimi sömürgeci soykırım politikalarının belirlendiği ve uygulandığı merkez durumundadır. İmralı sistemi sömürgeciliğin komplo ve soykırım merkezidir. Soykırım rejimi yenilgiye uğratılmadan hiç kimse özgür ve bağımsız olamaz. Bu bakımdan önce İmralı tecridi ve sistemi parçalanmalıdır. Devrimci mücadelenin odaklanması gereken yer burasıdır. İmralı rejimi parçalandığında komplo tümden yenilecek ve soykırım sistemi aşılarak Özgür Kürt ve Kürdistan gerçeği hayat bulacak ve Türkiye’nin demokratikleşmesi sağlanacaktır.
Sonuç olarak: Devrimci Halk Savaşı Türk devletinin soykırım politikasını kırmıştır ve ona başarma şansı bırakmamıştır. Soykırımcı sistem zayıfladıkça daha fazla saldırganlaşmaktadır. Savaşta ve soykırımda ısrar ettikçe çöküş sürecini hızlandırmaktadır. Kürtler PKK öncülüğünde gelişen Devrimci Halk Savaşıyla varlıklarını koruyabilmişlerdir. Bundan sonrada varlıklarını güvenceye almak ve statülerini belirlemek için sömürgeci sistemlere karşı aynı anlayış ve pratikle mücadele edeceklerdir. 3. Dünya savaşının merkezindeki Kürdistan ülkesinin soykırım kıskacındaki halkı olarak Kürtler her zamankinden daha fazla Devrimci Halk savaşına ihtiyaç duymaktadır. Kürtlerin kaderi öz savunma örgütlülüğüne ve savaşına bağlı olarak belirlenecektir.
Kadınlar, gençler, ezilen tüm kesimler ve halklar üzerindeki iktidar sömürüsü ve doğa üzerindeki tahribatı ile en büyük sorun haline gelen Kapitalist Modernite sistemi aşılıp Demokratik Sosyalizmin felsefik ilkeleri ve komünal ahlakıyla toplumun kendi kendini yöneteceği, gerçek barışın sağlanacağı; Demokratik Ekolojik ve Cinsiyet Özgürlükçü dünyanın inşasına dek Devrimci Halk Savaşı toplumların en temel koruyucu ve özgürleştirici gücü olmaya devam edecektir.
Dıjwar SASON
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi