HABER MERKEZİ – 20. ve 21. yüzyılda teknolojik anlamda gelişen dünya, kendisiyle beraber yeni kavramlar ve bu kavramlarla beraber de yeni tartışmalar ortaya çıkarmıştır. Kavramların müphemliği bilindiğinden, bu yeni kavramlara ve de gelişen tartışmalara ancak kendi dünya çizgimizden baktığımız zaman bir doğrultu kazandırabiliriz. Bu düzlemde “sosyal medya” olgusu da günümüz dünyasında tartışmaların odak noktasındadır.
Bilim ve tekniğin sanayi devriminden sonra kapitalist sistemin tam anlamıyla güdümüne girmesiyle beraber toplumsallık büyük bir istismar alanına dönüştü. Sosyal medyanın çıkış noktası ve kimler eliyle yaratıldığı ayrı bir tartışma olsa da günümüz dünyasında son tahlilde sosyal medya, kapitalist sistemin kendini ürettiği ve yeniden ürettiği en önemli istismar alanlarından biridir.
Kapitalist sistemin birebir hedef aldığı kesim gençliktir
Toplumsallığın temel gücü gençlik olduğundan, kapitalist sistemin birebir hedef aldığı kesim de gençlik olmaktadır. Küresel anlamda pazar açma ve bununla beraber toplumu parçalama ve dizginleme adına tek tipleştirme, sürüleştirme politikaları yürüten sistem, lokal-yerel bazda özellikle gençlik üzerinde toplumsal muhalefeti yok edebilmek adına ajanlaştırma, lümpenleştirme, pasifize etme politikaları yürütmektedir.
Elbette her hegemon güç, böylesi politikaları bölge özgünlüğüne ve toplumsal muhalefetin dinamiğine uygun bir vaziyette yürütmektedir. Söz gelimi ABD’de sosyal medya pazar açma alanı ve tek tipleştirme faaliyetleri doğrultusunda değerlendirilirken, Kürdistan’da işgalci güçler bu argümanı ajanlaştırma, düşürme, pasifize etme, demoralizasyon faaliyetleri içinde değerlendirmektedir. Yeni dünya inşasındaki sosyal medya, dünyalar arasında bir geçiş ve yer değişimi (bazen bu kalıcıdır) sağlarken, aynı zamanda “ben”liklerin de yer değişimine, sosyolojik anlamda söyleyecek olursak “ben”liklerin bu yolla silinmesine yol açar. Algı operasyonları ve ideolojik bombardımanlar yoluyla sistem, bireyi silip yok ederken toplumsal bir çürümeyi de başlatmış olur. Karşımızda kurgusal bir hayata hapsolmuş, tercihleri sistemin tercihleriyle aynılaşmış bir birey vardır artık. Faşist sistem ve onun iktidarı, bu ve benzeri argümanlarla cisimleşir, ete kemiğe bürünür. Eğer bilinçli bir kullanıcı değil isek, sosyal medya ve genel anlamda medya ile faşizm ve onun iktidarı beynimizin dehlizlerinde her gün hizmet ettiğimiz bir misafire dönüşür.
Yukarıda da dediğimiz gibi her ne kadar toplumsal çürümeyi gerçekleştirme ortak amaç olsa da faşizmin hegemon güçleri kendi iç dinamizminin özgünlüklerinde farklı misyonlar da yüklemektedir. Kürdistan coğrafyası, yüzyıllardır farklı argümanlarla ve araçlarla işgal altında tutulmuş, fakat yine de “ben”liğin azmi galebe gelip her defasında bu coğrafya başkaldırmasını da bilmiştir. Amin Maalouf’un “bastığın yer kimliğimdir” sözünü eksenimize alırsak, Kürt ve Kürdistan halkı ayak basılan, yok edilmeye çalışılan her uzuvunu, her rengini ve kendisini kendisi eden her öznelliği korumuş, kimliği bilmiş ve bugüne getirmiştir. Fakat günümüz dünyasında sosyal medya, medya vb. araçlarla bu kez sadece fiziki bir saldırı değil, “ben”liğe karşı da bir saldırı söz konusudur. “Ben”liğin yok oluşu oto-asimilasyon sürecinin kendisidir. Sosyal medyada yaratılan sanal dünya ve kurgusal hayatlar, bu yaşamın takipçileri ve arzulayıcıları tarafından ulaşılabilecek nirvanadır; fakat bu yaşama ulaşabilmenin bedelleri de vardır. Sistem, bu yaşamın simülatif versiyonunu bile size sunarken bunun karşılığında benliğinizden soyunmanızı şart koşmaktadır. Yurtsever, devrimci veya demokrat olarak kendini tanımlıyorsan fakat bu yaşama karşı bir arzun da varsa bu kimliklerden soyunman gerekir.
Sosyal medya, sokağa ve sokakta örgütlenmeye araç olduğu takdirde önemli bir alandır
Kürdistan’da işgalciler çok yönlü yöntemlerle işgalini derinleştirmek istemektedir; düşman gerçekliği özellikle özel psikolojik savaşını bu mecrada yürütürken, bununla beraber gençliği lümpenleştirme, ajanlaştırma faaliyetindedir. Bunun farkında olan gençler üzerinde ise, asıl mücadelenin sosyal medya üzerinden verildiği inancını yaratma derdindedir. Sistem, “yer değiştiren dünya” ile mücadele alanlarının da gerçek sokaklarda değil, Facebook veya Twitter’ın sokaklarına evrildiği algısını yaratmaktadır. Başarılı değiller de diyemeyiz; kendini muhalif olarak tanımlayan, samimi de olan gençler, bu algı operasyonları neticesiyle pasifize olmuş ve bir konu hakkında muhalif düşüncelerini yazdığı bir paylaşım ile yurtsever-devrimci “görevini” yerine getirmiş görmektedir. Sahte kimlikler altında sahte kişiliklere bürünen bireyler, bir yerden sonra bu sahteliği kendi benliğinin bir parçası haline getirip, onunla özdeşleşip mücadele alanı olarak da bu mecrayı esas almaya başlar. Hatta düşman politikalarından o kadar etkilenir ki, sokak eylemlerini gereksiz ve itici bulur. Kendine yabancılaşan birey, artık sistemin onu nereye kanalize edeceğine bakar. Ülkesinde yaşanan savaşın, yapacağı duyarlılık çağrısı ile bir nihayete ereceği inancındadır. Bir gerçektir ki, pratiğe kavuşmayan realite, kaybetmeye mahkumdur. Ki, sosyal medyada düşmanın özel savaş faaliyetlerini ve dezenformasyon pratiklerini de göz önünde bulundurursak; bilinçli bir kullanıcı olmazsak yaptığımız ve içinde bulunduğumuz pratik, realitenin anti-propagandasından öteye, yani objektif ajanlıktan öteye gitmez. Özel savaş faaliyetleri bireyi önce subjektif yani bilinçli ajan yapmayı amaçlar; eğer bunu başaramazsa bireyi objektif, yani farklında olmadan kendi amaçları doğrultusunda bir çarkın dişlisi haline getirmeye çalışır.
Sosyal medya nötr bir kavram olarak karşımızda durmaktadır. Egemen güçler daha büyük bir imkan hacmine sahip olduklarından politikalarında kısmen de olsa başarı elde etmektedir. Sosyal medya, eğer sokağa alternatif görülmeyip, sokağa ve sokakta örgütlenmeye araç olduğu takdirde önemli bir alandır. Duyarlılık çağrıları ve sistem medyasının sansüre uğrattığı gelişmeler, devrimci pratik ile buluştuğu anda daha anlamlı ve sonuç alıcı olacaktır. Kürdistan’da savaş pratik alanda yaşanmaktadır; gerçektir. Doğru temelde amaç-araç ilişkisi kurulduğunda sosyal medya üzerinden gerçekleştirilecek örgütlenmeler, yani pratikle buluşan paylaşımlar, elbette savaşın seyrine de etki edecektir. Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın “Anlamak, yapmaktır” düsturu, bu anlamda bu sanal-simülatif dünyayı yıkabilecek bir cevheri içerisinde barındırdığı gibi, devrimcilere ve yurtseverlere de asıl görevin ne olduğunu ortaya koymaktadır.
Zerdeşt Semsûr