HABER MERKEZİ
Tarih, zamanda ve mekandaki oluşun varlıksallaşması demek belki de birey ile toplum, toplumla evrenin, bugün ile geçmişin kopmaz bağlar şeklindeki ilerleyişini anlamak ve yanılgılı bir tarih anlayışından kurtulacak o yanılgılar üzerinden kurgulanmış zihniyetten arınmayı gerçekleştirebiliriz. Eğer tarih varlıksa, varlığın nitelik kazanması, değişim, dönüşüm geçirmesi ise o zaman tarih salt geçmiş değil, geride bırakılmış yaşanmışlıklar, ‘şimdi’ye yansıması olmayan, zamanı kendisinde olan durmuş olgular değil tam tersi farklı formlarda gelişerek şimdi’de de kendisini sürdürmesidir. Evrenin oluşumundaki canlılık kadar canlı, zaman ve mekan birlikteliğinde oluşan zihniyettir, hafızadır. Değişim-dönüşüm yaşayan oluşum olduğundan o zaman tarihin tekerrürden ibaret olmadığı aşikar bir durum oluyor. Aslında evrensel hafızanın durmadan gelişim halidir. Bu hafıza herşeyin bir tarihi olduğunu ve herşeyin birbiriyle bağlantılı olduğunun tanımı oluyor adeta. Ve ancak böyle bakabilidğimiz sürece kim olduğumuzu bilebilir ve nasıl yaşacağımızı tayin edebiliriz. Çünkü birey evresel tarihten kopuk değil, diyalektik bağla gelişim halindedir. Nasıl ki yarın şimdiden kopuk gelişmediği, şimdi’nin de dünden kopuk gelişmediği hatta dünü de kapsadığı bir gereçklik ise evrensel tarih ile tikel tarihle birbirinden kopuk değil, birbirini kapsıyor. Onun için kendimizi tarihte ararken bağlantı halkalarımızı doğru tanımlamak, hakikatimizi bulmak, böylesi bütünlük bir bakış açısıyla mümkün olur. Böyle baktığımızda ancak evrenin oluşum dilindeki örgütlülüğü ve bu örgütlülüğün insanda nasıl anlama kavuştuğunu anlarız. Eğer evrensel tarihe baktığımzda ve onun karakterinin büyük bir örgütlülük içinde gelişen farklılıkların ahenk ile gelişimini görüyorsak içinde bulunan her varlık karşılıklı etkileme ve etkilenme içindeyse bu etkilenme karışılıklı birbirini var ediyorsa bu oluşumun gelişimini birey ve toplum diyalektiğinde nasıl anlama kavuştuğunu ya da bu diyalektiğin nasıl sahte bir tarih bilinciyle anlamsızlaştırılmaya çalışldığını farkettim ki evrenin akışının dilini anlamadan ve yani tarihini bilmeden, tikel tarihini doğru tanımlamak mümkün değil. Bireyin örgütlü bir oluşum olduğunu ve bu oluşumun toplumsallıkla ifadeye kavuştuğunu bilmek, farkına varmak mümkün olmadığı gibi kendisini kimliğim olan toplumsallıkla bütünleştirmekte mümkün olmuyor.
Önderliğin de belirttiği gibi ‘Doğru tanımlanmayan bir tarih, dğoru tanılanmayan bir toplumdur, doğru tanımlanmayan bir toplum doğru tanımlanmayan bir yaşamdır’ sözü en azından şu bilince ulaşmamı sağladı ki birey olgusunu tanımlayabilmek bu gerçekliklerin farkına varmaktan geçer. Yanılgılı bir tarih anlayışı yanılgılı bir kişilik yaratır ki bunu en iyi birey olma olgusuyla bireycilik noltasında şahsımda çıkan yanılgıdan anladım.
Evrenin oluşum dili olan farklılıkların ahenk içindeki birlikteliği birey ve toplum gerçekliğinde de karşımıza çıkıyor. Her bireyin kendi farklılıkları, özgünlükleri ve renkleriyle bir araya gelerek oluşturdukları örgütlülük toplum iken ve bireyin ancak kendi doğasındaki örgütlü yapısını topluma ifadeye kavuşturma gerçekliği doğasının bir diyalektiği iken ben bunu yanılgılı bir şekilde yaşamı ve sonuç olarak da açığa çıkan şey olumsuzlukların kendisini en güçlü örgütlediği ve toplumn her alanına, her bireyine yayılan anlayış olan bireycilik olmuştur. Kendisini toplum atomdur anlayışı ile tanımlayan ve örgütleyen liberalizm anlayışı bu hastalıktan payını özgürleşmek istemeyen her şeye ve herkese dağıtır. Biliyoruz ki birey toplumdan kopuk ele alınır ve birey toplumun öncesidir, öncesinde oluşmuştur denilerek bireycilik meşru bir zemine oturtulur. Böylelikle bu anlayış çerçevesinde oluşan birey, toplum parçalı ve eklektiktir. Yani birey ve toplumu doğasında olan örgütlü yapısı, birbirini karşılıklı besleyerek gelişmesinin anlamsızlığa uğratılmasıdır, özden çıkıştır. Bu parçalanma bireyin kimliği olan toplumsallığını yitirmesidir. Bu yitimini somut bir şekilde yaşadığım noktadan bahsedecek olursam bireyin farklılığı ve özgünlüğünün toplumda anlam bulduğunu değil tam tersini toplumsal gerçeklikten uzak ele alıp yaşamamdı. Bunun da açığa çıkardığı durum oluşan zihniyetin hakikat olgusundan uzaklaşmasıdır. Çünkü biliyoruz ki her oluşumun ilk hali başlangıcı onun hakikatini belirler ve yine bireyin de çarpıklığını daha somut kendimden doğru farkettim. Bu zihniyet çarpıklığını daha da somutlaştımak gerekirse liberalizmin bilinen anlayışı olan her insan beyaz bir sayfa gibidir düşüncesiyle kendimde oluşturduğum şekillenmedir. Yani bu beyaz sayfayı bireyin kendisi belirliyor, kendizi yazıyor ya da tayin ediyor. Toplum tarihsiz, temelsiz bırakılıyor, toplum bireyi, birey toplumu şekillendirmez, etkilemez anlayışı beliriyor. Bunun sonucunda gelişen bir özgürlük arayışı olursa da bireysel özgürlük anlayışı olarak gelişiyor ki bu da özgürlük arayışında en yanılgılı bir yaşam ortaya çıkıyor. Toplumsal gerçeklikler bunun dışında kalarak gelişen bir yaşam ortaya çıkıyor. Toplumsal gerçeklikler ve sorumluluklar değil, ben eğer istersem şu sorumluluğu kaldırırım, seviyorsam yaparım, sevmiyorsam yapmam gibi kendisinin tamamen toplumsal kollektif anlayışından uzaklaşması olurken, birey iradesini yanılgılı bri şekilde ele alma durumu gelişiyor. Bu belirlemeleri yaparken aslında bu noktaları bir bütün aştığımı da söylemem bir yanılgı olur. Ama en azından bunları savunmaları derinlikli işlemekle bilmek, farkına varmak, kendisine ait olmayan şeylerin doğanın bir parçasıymış gibi oluşan yanlış algıya karşı duruş bir mücadele yürütmek için güçlü bir başlangıç olacağı kanaatindeyim. Bu, özgürlük mücadelesinde inşaa militanı olmak, bu noktada da doğru bir temsiliyeti yapmaktan ancak şahsımdaki bu gerçeklikleri aşmak ile mümkün olacağını düşünüyorum. Çünkü toplumsal inşa demek aslında kendinden çıkmak, aşamk, kendini adamaktır. Kendini adamak bir anlamda da özde yaşamak, hakikat ile bütünleşmektir. Bu da ancak bireyde, toplumsallıkta erimeyle ifadesini bulur ki ancak bu şekliyle doğru bir yaşam anlayışı gelişir ve bu yaşam doğru bir zihniyet temelinde inşa edilir.
Toplumdaki sürekli oluşum haline karşı kendimde yavaş bu hıza, tempoya cevap olamayan oluşum halim, tabi ki toplumdaki oluşumu doğru inşa etmekte bir başka engeldir. Ya da eğer bir başka engelden bahsetmek gerekirse ki partileşme önündeki en büyük engel ve bireyciliğin nüvesi olan kendine göreliktir. Kendine göre anlama, kendine göre uygulama ve bu çerçevede de bir inşa militanlığını yaratma. Alında üzücü olan şey kendin olamamaktır. Çünkü kendin olmak, özünü yaşamaktır, toplumsallığı yaşamaktır.
Tabi ki inşa militanı olabilmein temel bir kıstası da kadın özgürlük ideolojisinde derinleşmeyle olan bağında tanımlamak ve o eksende bir kişilik yaratmaktır. Çünkü şunu anlamak gerekiyor ki doğru bir tarih bilinci de bireyin toplumsal kimliğini de ve yeni bir yaşamın inşa militanlığını yapmakta ancak kadın özgürlük ideolojisini kavramak ve kadının sindirilmiş özgür kimliğini yeniden inşa etmek, yaratmaktan geçiyor. Birbirinden kopuk değildir ve bunun için kişilikte bireyciliğe dair, inşa militanlığına dair, kısacası partileşmeye dair yaşanan sorunlar yaratılan cinsiyetçi toplumun zihniyetinden bağımsız değildir. Kadın özgürlük ideolojisinden bağımsız değildir. Tarihsel anlayışta da toplumsal gerçeklikte de yaşanan parçalanma ve çarpıklıklar da kadının konumundan bağımsız ele alınamaz bunların çözümü için doğru tespitler de böyle yapılamaz. Birey ve toplumun hakikati ararken onun ilk sürecine bakılır diyoruz. Bu anlayıştan yola çıkarak toplumun ilk sürecine baktığımızda toplumsalllığın, kadın üretimlerinin bir birikimi, değer yargıları olduğunu görüyoruz. Yani kadın elinde, zihninde ve yüreğinde gerçekleşen yaşamın sonucudur toplum-toplumsallık. Yaşam kadın etrafında kadındaki kollektif bilinçle örgütleniyor. İşte bu hakikatten yola çıkarak görüyoruz ki toplumsallık kadın renginin, kadındaki güçlü anlam potansiyelinin güçlü yaşam enerjisinin ifadesidir. Onun için kadının özü, kimliği doğru anlaşıldığında doğru yaşandığında ancak toplumsal özgürlük gelişir, toplumda yaratılan yarıklardan gelişerek büyüyen hastalıklara karşı doğru bir mücadele gelişir.
Kadının etrafında yarattığı toplumsallıkta ancak kadının özgürleşmesiyle kendi hakikatini yaşar, anlam bulur. Cinsiyetçi zihniyetin kadın şahsında topluma dayattığı derin kölelikte ancak bu şekliyle aşılır. Bunları belirtirken cinsiyatçi toplum gerçekliğinin oluşturduğu özelliklerden bağımsız ele almadığım kuşkusuz gerçeklikter. Bu noktada bilince çıkaramadığım, doğal olarak farkına varamadığım cinsiyetçi yapılanmanın bende süregelen birçok özelliğine karşı daha çok farkına varma ve mücadele etme gerçekleşecek-gerçekleşmelidir. Önderliğin yarattığı özgür kadın kimliği uğruna verilen amansız mücadelenin tarihi olan Özgür Kadın Tarihinin geliştirdiği sorgulamaları daha da derinleştirmek gerekliliği ve ümidiyle.
Devrimci Selam ve Saygılar