HABER MERKEZİ
Dünya düzeyinde ekonomik ilişkilere hâkim olanın liberal iktisat kuramı ve uygulamaları olduğunu belirtmek gerekir. Hegemonya hem ekonomik boyutuyla hem de siyasal ve ideolojik boyutuyla ulus-üstü ya da ulus ötesi düzeyde hareket etmektedir. Bilişim teknolojilerinde yaşanan gelişme ve değişimler esasta sermayenin bu niteliğini değiştirmemektedir. Hatta bunun daha da derinleşmesini sağlamakta, daha rahat ve kolay hareket etmesine imkânlar yaratmaktadır. Değişim belki bazı sektörler düzeyinde olmakta, bir sektör önceliğini yitirirken, yerine başka bir sektör ve onun sermaye grubu başat duruma gelmektedir. Bunun siyasete yansıması ise yöntem farklılıklarına yol açıyor olsa da hegemonik gücün yeni düzenlemelerini amaçlayan politikaların dışında yeni bir durumun gelişmesine fırsat tanımayacak düzeyde olmaktadır.
Sermayenin kâr amacı ile toplum ekonomisine dayattığı durum, toplumun ekonomisini dağıtmak, haliyle toplumu dağıtmaktan başka bir anlama gelmemektedir. Ekonomiye el koyma sadece üretime el koyma ve bunda belirleyici olmayla sınırlı kalmamaktadır. Özellikle pazar ilişkileri üzerinde tekel kurarak ekonominin tek belirleyeni olmak istemektedir. Böylece, üretim katar, bölüşüm, tüketim ve pazar konularında da toplum üzerinde hâkimiyetini sağlamaktadır.
Ekoloji sorununun kapitalizmin baş çelişkisi olması karcı ve tekelci sisteminden kaynaklanan niteliğinden dolayı yapısaldır. Kapitalizmin aşırı kâr ile kâr oranlarının düşme eğilimi, rekabet edebilmek için düşük maliyet koşullarında üretim yapmak istemesine karşın adil ve gerçek üretim için katlanacağı maliyetlerin farklı oluşu sistem içinde aşılmaz çelişkiler oluşturmaktadır. Ekolojinin kapitalizm için temel sorun olması da buradan kaynaklanmaktadır. Gerçekte, kâr amacıyla üretim ve aşırı kâr amacı üretim ve Pazar ilişkileri ile ekoloji birbiri ile bağdaşmayacak iki durumu ortaya çıkarmaktadır.
Tarım, hayvancılık, sanayi ya da gelişmekte olan bilişim alanı birer sektör olarak incelendiğinde, maliyetlerin düşürülmesi, aşırı kâr adına hem doğadaki kaynaklar doğru ve yerinde kullanılmamakta hem de toplumsal doğa tahrip edilmektedir. Her iki doğa da sömürü ve istismar ilişkisi içine alınarak daha fazla sömürü ve kâr için daha etkin ve derinleştirilmiş iktidara dönüştürülmektedir. Bu durumu sektör düzeyinde örneklemek konuyu daha da anlaşılır kılacaktır.
Tarım için dünya genelinde genetiği değiştirilmiş tohumların kullanılması, tohumların ikinci yıl tohumluk olarak kullanılamayacak şekilde düzenlenmesi aslında bir kıyamet senaryosu gibidir. Doğal tohumların tükenmesi ile tüm tarım bu alanda faaliyet yürüten birkaç dev şirketin tekelci politikalarına mecbur kalacak. Böylece hem fiyatlar üzerinde hem de toplumsal yaşam üzerinde, giderek daha ileri boyutta devletler üzerinde bağımlılık ilişkisi yaratılacaktır. Toplumun temel beslenme ihtiyaçları ona karşı bir silah olarak kullanılmak amaçlanmaktadır. Bu politikanın tarımda gelişmesi için hemen hemen tüm devletler sübvansiyonlar uygulamaktadır. Sertifikalı tohum kullanan çiftçilere dönüm başı tohum, gübre ve akaryakıt yardımı adına altında bu politikaya yaygınlık ve kalıcılık kazandırılmaya çalışılmaktadır. Bu sübvansiyonların da ebedi olmadığı bilinen bir durumdur. Belli bir süre sonra, hem doğal tohumlar kaybolacak hem de sübvansiyonlar kaldırılacak ve tarım tümüyle bu politikaya teslim olmak zorunda kalacaktır.
İkinci olarak; kimyasal gübreler ve ilaçlama sertifikalı tohumlar için kullanılmak zorundadır. Kullanılmaması durumunda tarladan ürün kaldırılamayacak, kullanılması durumunda toprağın doğal yapısı zarara uğrayacaktır. Tarım ile ilgisi olmayan birçok hayvan ve bitki türü bu gübre ve ilaçlarla yok olacak ya da yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Tarlada yaşayan birçok canlının yok olası kadar, toprağın yabancısı olduğu kimyasallarla buluşması toprağı yoksullaştıracak, farklı tohum ve ürünler için verimli ya da kullanışlı olmaktan çıkacaktır. Bir tarla için bunun geriye dönüşü olabilir mi? Eğer bu durum mümkün ise de bunun çok uzun bir zaman alacağı da ortadadır.
Üçüncü olarak; bu kimyasalların insan ve toplum sağlığı üzerinde yarattığı olumsuz etkiler yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Gübre ve ilaçlama tarımsal ürünü koruma adına yapılsa da, o ürün bundan etkilenmektedir. Gübre ve ilaç ürünün içyapısına kadar sirayet etmekte ve bunu tüketenler üzerinde olumsuz etkileri kısa vadede görülmese de uzun vadece ortaya çıkacaktır. Bunun maliyeti ise maddi boyutuyla ölçülemeyecek, hatta insan ve toplum sağlığı bakımından geri dönüşü olmayan bir derecede olabilmektedir.
Dördüncüsü; tüm bunlara bağlı olarak ve belirtenleri tamamlayacak şekilde geliştirilen endüstricilik ile birey ve toplum yaşamı üzerinde yaratacağı bağımlılık ilişkisidir. Bu alanda geliştirilen iktidardır. Endüstriyalizmin iktidar özelliği burada bir amaç olduğu çok net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Tarım sektörü için belirtilenleri çok rahatlıkla hayvancılık sektörü, sanayi ve hatta daha yeni yeni gelişen ve kısa sürede toplumları etkisi altına alan bilişim sektörü için de belirtmek gerekir.
İnsanlar yaşamsal ihtiyaçlarını karşılama yoluna giderken doğayı değiştirirler. Üretimin kendisi belli bir maddeden başka maddeler elde etme faaliyetidir. Bu madencilik için böyle olduğu kadar, tarım ve hayvancılık için de böyledir. Madencilik ya da fosil yakıtların elde edilmesinde doğaya verilen zararlar çoğu zaman onarılmayacak, geri dönüşü olmayan şekildedir. Temiz su kaynaklarının kirletilmesinden, orman, mera ve otlakların kullanılamaz hale gelmesine; birçok canlı türünün yok olması ya da yok olma tehlikesine kadar, kâr mantığının hâkim olduğu endüstriyalizm ve onun uygulamalarının sonucudur.
Doğanın kendi kendini yenilemesi kapitalizmin dayandığı endüstriyalizmin tahribat marjlarını çoktan aşmıştır. Kapitalizm doğayı da yormaktadır. Toprağı, suyu, bitkileri, atmosferi, kurdu, kuşu, börtü böceği yormaktadır. Bu yorgunluğa bünyenin ne oranda ve ne zamana kadar dayanacağı bilinmese de aslında meçhul de değildir. Bunun insan ve toplum yaşamına biyolojik hastalıklar kadar sosyal rahatsızlıklar biçiminde etkide bulunması ise kaçınılmazdır. Kapitalizmin doğayı tüketmesi kaçınılmazdır. Fakat kapitalizm kaçınılmaz değildir.
Komünar/Serhat CAN