HABER MERKEZİ
Alman faşizmi II. Dünya Savaşı’nın son aylarında her cephede askeri olarak yenilirken, sabah akşam bombalanan şehirlerinde her gün binlerce Alman ölürken, tüm bunların sorumlusu faşist iktidarın ise tek derdi nasıl daha fazla Yahudi, komünist öldürebilirim idi.
En başta Yahudiler ve komünistler olmak üzere tüm farklı kimlikler, inançlar, ideolojiler Alman faşizmi için saplantı derecesinde bir nefret objesiydi. Bu öyle bir nefretti ki koşullar ne olursa olsun ve ne pahasına olursa olsun ortadan kaldırılmaları en büyük öncelikleriydi. Hatta onların ortadan kaldırılması savaşın kazanılmasının bile önüne geçmişti. Savaş kaybedilsin, tüm Almanya harabeye dönsün, yeter ki bir tane bile Yahudi, bir tane bile komünist, bir tane bile aydın, kalmasın. Bu nedenle, Alman halkı açlıktan, hastalıklardan kırılırken faşist ölüm makinesi tıkır tıkır çalışmış ve neredeyse son güne kadar faşist işgal altındaki toprakların dört bir yanından trenler Yahudileri ölüm kamplarına taşımaya devam etmişti.
Halklar korona salgınına karşı adeta bir seferberlik ruhu ile mücadele ederken HDP’nin halkın büyük oyla kazandığı sekiz belediyeye kayyum atanmasının insanda yarattığı çağrışım tam da budur. Ortalık yangın yeri fakat gözünü Kürt nefreti bürümüş faşizm ve sömürgeciliğin derdi de, önceliği de her zaman olduğu gibi Kürtler.
Aslında bu kimseyi şaşırtmamalı. Ne salgın ne de başka bir felaket, bizzat varlık nedeni Kürt düşmanlığı ve Kürt kazanımlarının ortadan kaldırılması olan Beyaz ve Yeşil Türk faşizmleri arasında kurulmuş olan bu ittifak için önceliklerin değişmesini sağlayamaz. Halkların ilk önceliği bir an önce korona salgının kontrol altına alınması iken, sağlık emekçileri kendi yaşamlarını da riske atarak bu salgına karşı büyük bir mücadele verirken faşizm ve sömürgeciliğin önceliğinin ise her zaman olduğu gibi yine Kürt halkının iradesi olması şaşırtıcı olmamalıdır.
Anlaşılan bu öyle bir nefret ve düşmanlıktır ki ellerindeki neredeyse tüm imkanlar merkezi iktidar tarafından gasp edilmiş, önceki dönemde kayyumlar eliyle büyük borç yüklerinin altına sokulmuş olmasına rağmen ellerindeki kıt imkanlarla devletin yapmadığını yapıp Kürdistan’da salgının yayılmasına engel olmak için büyük bir mücadele içine giren HDP’li belediyelere bile böylesi bir süreçte kayyum atayabilmektedirler. Çok uzağa gitmeye gerek yok; bu nefretle dün Elazığ’da yaşanan deprem sonrasında HDP il, ilçe örgütleri ve HDP’li belediyeler tarafından toplanan yardımların depremzedelere ulaştırılmasını engelleyenler bugün de HDP’li belediyelerin salgın ile mücadelesini engellemenin derdindedir.
Daha bir hafta önce iktidarın desteğini arkasına alıp Mardin’de köylülerin kullandığı elektriği borçları oldukları gerekçesiyle kesen ve bu şekilde herkesin sürekli hijyenden, ellerin yıkanması gerektiğinden bahsederken köylüleri aynı zamanda susuz da bırakan DEDAŞ karşısında Batman Belediyesi ise belki de elinde kalan son gelir kalemlerinden biri olan su faturalarının tahsilatını durdurmuş ve DEDAŞ’a da aynı çağrıyı yapmıştı. Hiçbir doğruluğun iktidar tarafından cezasız bırakılmadığı bu topraklarda bu halkçı tutum ve çağrıya iktidarın yanıtı belediyeye kayyum atamak oldu. Bu yolla iktidar sömürgeci karakterinin yanı sıra sermayenin istek ve çıkarlarına da ne kadar duyarlı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Sonuç, sadece Kürt halkının iradesi gasp edilmesi değil aynı zamanda her koşulda iradesini barış ve özgürlükten yana sergileyen Kürt halkının bu zorlu süreçte cezalandırılmak istenmesidir.
Sonuç olarak, böylesi bir süreçte HDP’li belediyelere kayyum atayarak iktidar hukuk tanımazlığını, fırsatçılığını ve en önemlisi de Kürt halkına ve kazanımlarına dönük hazımsızlığını bir kez daha ortaya koymuştur. Bunun ötesinde, HDP’li belediyelere kayyum atanması, mevcut iktidarın korona salgınını faşizmi tahkim etmenin bir aracı olarak kullanacağının bir işareti olarak okunmalıdır. Bunun karşısında barış ve demokrasi güçleri, mevcut durumu iktidarların daha merkezileştiği, otoriter yönlerin daha da öne çıktığı bir siyasi yapı yerine salgın karşısında halkların sergilediği dayanışmacı yöne uygun olarak daha toplumcu daha öz yönetime dayanan bir siyasi yapıyı inşa etenin ilk adımı olarak görmeli ve buna uygun bir mücadele hattı oluşturmalıdır.
Yeni Özgür Politika/Cihan DENİZ