HABER MERKEZİ
Kriz süreçleri kendi bağrında çökertici ve yıkıcı potansiyeli barındırdığı kadar, olay ve olgulara günlük ve rutin bakışların, düşünsel alışkanlıkların dışına çıkarak yeniden bakma, tahayyül etme ve yapıcı potansiyeli açığa çıkartma niteliği de taşır. Bu anlamda koronavirüsünü yalnızca ciddi bir toplum sağlığı olayı olarak değil, kapitalizme göbekten bağlı bir olgu olarak ele alarak kapitalizmin yarattığı, daha doğrusu yıktığı, kapitalist modernite yaşamını her açıdan tartışmanın bir ‘imkanı’ olarak da görmek gerekiyor.
Özellikle 1970’lerle birlikte gelişen Finans Kapital Çağı ile insanlığın başına bela olan bin bir türlü virüsün (biyolojik virüslerden digital virüslere kadar) bağını değerlendirmek durumu daha anlaşılır kılacaktır. 1970’lerde AIDS ile başlayan, 2020’de koronavirüsü ile devam eden bu sürecin kapitalizmin zaman ve mekanıyla ontolojik bağı vardır. Bu çağ, kapitalizmin ‘tarihin sonu’ tezleriyle mutlakiyetini ilan ettiği (her ne kadar tezin sahipleri sonradan yanıldıklarını itiraf etse de) bir süreç. Özünde ise sistem krizinin zirve yaptığı ve her şeyi mutlak çöküşe doğru sürüklediği bir dönem. Yani yapısal kriz derinleştikçe ve sistem çökme aşamasına geldikçe, virüsler de hem etki hem de kapsam olarak artarak toplum yaşamını çökme noktasına getirmektedir.
Hikaye ilk Sümer kentlerine kadar da götürülebilir. Başlangıçta, toplumun üreme, güvenlik ve barınma sorunlarını çözme mekânı olarak gelişen kentlerin, finans kapital çağında tüm bu boyutlarda derin bir çöküşü yaşadığı bir aşamaya kadar geldik. Aslında olan şu, kapitalizm zaman olarak da mekan olarak da çökmektedir. Daha doğrusu, kapitalizmin toplum karşıtı bir sistem olarak zaman ve mekan yaratabilmesi mümkün değildi. Şimdiye kadar tarihsel toplumun yarattığı zaman ve mekan üzerine konan kapitalizm, bunun sınırlarına gelmiştir, aslında sınırları çoktan aşmıştır.
Finans kapital çağı, kent-kır, birey-toplum, üretim-tüketim gibi temel yaşam dengelerinin alt üst edildiği bir dönem olarak özünde bir çöküş çağıdır. Milyarlarca insan kapitalist sistemin ucuz iş gücü anlamında nesnesi, tüketim toplumunun ise sahte özneleri olarak kentlere sıkıştırılmış, kentler yaşam alanı olmaktan çıkarılmıştır. Bir köy nüfusunun bir apartmana, bir ilçe nüfusunun bir gökdelene, toprağın çiçek saksılarına, suyun ise pet şişelere sıkıştırıldığı bir yaşam. Kapitalizm tam anlamıyla bir pres-sıkıştırma sistemidir. Oysa evrensel varlık, zaman ve mekanda genişlemek ister. İçinde yaşadığımız evren halen genişlerken, evrenin özeti olarak nitelediğimiz insan toplumunun bu kadar sıkıştırılması her türlü çöküşün temel kaynağıdır.
İnsanlık tarihini en çok etkileyen hastalıklardan olan veba salgını, tarihsel çizgide orta çağın çöküşüne denk gelmektedir. Feodal sistemin çürümüşlüğünün ve yeni bir çağa geçişin metaforu olarak da edebiyat ve sanatta epeyce işlenmiştir. Kapitalizmin örgütlendiği merkez kentler olan Londra ve Amsterdam, o dönemler Avrupa’nın kenar kentleri konumundaydı. Veba salgınından kaçan hali vakti yerinde Avrupalıların sermayeleriyle birlikte sığındıkları kıyı kentleriydi. Kapitalizmin sistem olarak çıkışına da epey katkı sundular. Geldiğimiz aşamada kapitalizmin kentsiz kenti çökmekte, çökerken içine çektiği toplumu da bir kara delik gibi içine çekmektedir. Hem maddi yaşamın temel kaynakları olan su, hava, toprak zehirlenmekte hem de manevi yaşamın tüm kutsalları dağıtılmaktadır. Önder Apo’nun kanserleşme olarak nitelediği bu süreçten yaşamın niteliğini arttıracak gelişmeler beklemek zaten mümkün değildi.
Biyolojik virüsler, digital virüsler, zihinsel virüsler küresel finans çağının çürüme ve çöküş işaretleri olarak katlanarak büyümektedir. Digital alanda kendi yarattığı virüse karşı anti-virüs programları üreten sistem, çökerttiği eko-sistemin sonucu olarak açığa çıkan biyolojik virüslere karşı da aşı üretmeye çalışmaktadır.
Tüm bunlar bilinmekle birlikte eksik ve zayıf olan şey ise kapitalizme karşı yeni bir küresel karşı hamleyi geliştirmektir. Doğanın çökeceği (birinci ve ikinci doğanın) yani dünya üzerindeki bütün yaşamın duracağı fikri insanlığı kapitalizme karşı alternatifleri düşünmeye iten en temel tespitlerdendi ve bu birçok kapitalizm karşıtı hareketin de gelişmesine ön açtı. Bu hareketler reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte bir türbülansa girseler de, Önder Apo’nun kapitalizmden çıkış ve demokratik sosyalizmi inşa paradigması kapitalizme karşı zaferin tüm silahlarını insanlığa sunmuştur. Aşılması gereken şey, Sloven filozof Slavoj Zizek’in de işaret ettiği “Dünyanın sonunu düşünmek, sanki liberal kapitalizm küresel çevre felaketi koşullarında bile kendisini sürdürebilir tek ‘gerçek’miş gibi, üretim biçiminde çok daha ılımlı bir değişikliği kurgulamaktan daha kolay görünmektedir” fikridir. Bu özünde liberalizme teslim olmak, onun her türlü kriziyle yaşamı tercih etmek anlamına gelmektedir. Yani, dünyanın sonunu düşünüp beklemeyi kapitalizme karşı harekete geçmeye tercih etmek liberalizmin bir sonucu olarak ilk öldürülmesi gereken virüstür.
Toplumsal doğa, anti-virüs programlarla ve aşılarla korunamayacak anlamlara ve kutsallara sahiptir. İnsanlık, yaşadığı bu derin krizi çubuğun ucunu kapitalizme karşı bükerek değerlendirirse vebadan kurtulurcasına yeni bir özgürlük çağına da geçiş yapabilir. İnsanlık, virüslere karşı tedbirlerini kuşkusuz almalı. Ama maskeler ve kapılar ardına gizlenerek yaşamı sürdürmek mümkün değildir. Kapitalizmin maskesi düşeli çok oldu, bizi maskeli yaşamlara mahkûm etmesine karşı çıkmak, maskeleri atmak gerekiyor. Bunun için kentlerden kırlara, dağlara yönelmek iyi bir başlangıç olabilir. Kapitalizme karşı özgürlük savaşı verenler dağlarda maske takmadan, komünlerini dağıtmadan, kendilerini kapalı kapılar ardına kapatmadan yaşıyor ve direniyorlar. Hem de bir korku filmi izler gibi değil, kapitalizmin dışına çıkmış insanların büyük sevgi, moral ve inancıyla…
Yeni Özgür Politika/Kasım Engin