HABER MERKEZİ
Endüstri (sanayi) bilindiği üzere insan elinin direkt eylemi yerine araçlarla toplumsal faaliyete katılması biçiminde genel bir tanımını yapmak mümkündür. Başlangıcı insan türünün doğuşuna kadar gider. İlk endüstrinin taş aletleri olduğu bilinmektedir. Avcı ve toplayıcı toplulukların endüstrisi esas olarak taş aletlere dayanmaktaydı. Tarım-köy devrimi ile birlikte endüstri de büyük bir devrim yaşadı. Dokuma, el değirmeni ve çanak-çömlek endüstrisi bu dönemin eserleridir. Bu dönemin sonralarında özellikle merkezi uygarlık sisteminin doğuş mekanı olan Zağros-Toros dağ kavisinde oluşan Verimli Hilal’de M.Ö. 6000-4000 döneminde bilim ve endüstride büyük bir hamle yaşandı.
M.Ö. 3000’lerden itibaren Mezopotamya’da gelişen merkezi uygarlık sisteminde bu denetim giderek zayıflamaya başladı. Rahip-yönetici-asker üçlüsünden oluşan devlet yönetimi bu tarihten itibaren eski hiyerarşik yönetimin yerine yeniden inşa edildi. Endüstri daha çok şehirlerde gelişmeye başladıkça bu yeni inşa edilen devlet yönetiminin denetimine geçti. Endüstrinin hem ekonomide hem askeri faaliyetlerde artan önemi, devletin genelde toplum, özelde köy-tarım toplumunun üzerindeki denetim ve dolayısıyla sömürüsünü beraberinde getirdi. Avrupa uygarlık aşamasına kadar tarih, bir anlamda devlet tekelciliğinin endüstri üzerindeki denetimi yoluyla toplum üzerinde kurduğu baskı ve sömürünün tarihidir. Kapitalizmin bu aşamada endüstri üzerindeki kontrolü dolayısıyla sömürüsü yok denecek kadar azdır. Daha çok ticaret ve faizcilikle birikim peşindeydi. Dolayısıyla endüstrinin toplum için bir sorun kaynağı değil, çözüm araçları olarak anlam bulduğunu rahatlıkla belirtebiliriz.
Avrupa uygarlık aşaması hem çok nazik, hayati hem de stratejik olan bu toplum-endüstri dengesini yıkarak hegemonyasını kesinleştirdi. Kıyamet koparılması; ahlak, din, bilim, felsefe ve sanat adına ayaklanılması gereken an, bu dengenin aşılmasıdır. 16. yüzyılda itibaren finans, ticaret ve manifaktör sanayinde denetimi eline geçirip dünya-sistem olmaya başlayan kapitalizm ilk defa bu konuma erişiyordu. Kapitalizm kendiliğinden oluşmadı. Toplumsal denetim güçlerinin en zayıf anında ortaya çıktı. Savunmanın ilgili bölümleri bu süreci ana hatlarıyla sunduğu için belirtmekle yetiniyorum. Ticaret, finans (para) ve manifaktör kapitalizmi dengeyi tarım-köy aleyhine bozmakla birlikte fark henüz açılmamıştı. Dolayısıyla ahlaki ve politik toplum varlığını koruyordu. Din, bilim, felsefe ve sanatlar da tümüyle kapitalizmin denetimine geçmedikleri gibi çoğunlukla direniş halindeydiler.
Sanayi devrimini kapitalizmin eseri olarak görmemek gerekir. Ayrıca dünya-sistem haline gelişi, sanayi devriminden çok önce ticaret ve finans alanında gerçekleşmişti. Bu tarihler çoğunlukla karıştırılır. Geçerken bir hususu daha hatırlatmalıyım ki, para ve ticaret kendi başına kapital anlamına gelmez. Basit değişim aracı olarak para ve tekelci olmayan fiyatlarla yapılan ticaret, ekonominin kapsamında olup toplumda hayati bir işlevi görürler. Kapitalistlerin elinde para, faiz aracı olunca ve pazarlar da ticaret yoluyla tekelci fiyatlar (ucuz alıp pahalı satmak) oluşunca sistem kapitalistleşmeye başlar. İşte bu sistemin belirtilen nedenlerle 16. yüzyılla birlikte zafere erişi kıyametin kapısını aralamıştır. 17. ve 18. yüzyıllar insanlık tarihinde ticari kapitalizmin hegemonya çağı olarak geçer. 19. yüzyıldaki sanayi devrimi özünde merkantilizmin zaferidir. İnsan eli yerine otomatik çalışma kapasitesine sahip araçların çok sayıda icat edilmeleri ve hızla geliştirilmeleri bu devrimin özüdür. Kapitalizmle ilgisi yoktur. İnsan pratiğinin binlerce yıllık birikimi esas olarak bu teknolojik devrimin geliştirilmesini sağlar.
Bu yeni aşamadaki teknolojik devrimin farkı üretim ve ulaşım dolayısıyla ticaret ve para hareketleri üzerinde tarihte eşi görülmemiş bir patlamaya yol açmasıdır. Ticari ve finans kapitalizmi, sermayeyi sanayiye hızla yatırmakla hızla azami kar elde ettiler. Azami kar kapitalizmin kanunudur. Sermayenin azami oluşumu demektir. Bu da sanayiyi aşırılığa zorlar. Sonuç üretim buhranlarıdır. Bu buhranları aşmak için çare yine aşırı sanayileşmedir. Sanayi çılgınlığı günümüze kadar bu kanun gereğince devam ede gelmektedir. Sanayinin endüstriyalizm haline gelişi kapitalizmin denetimine geçişi ile ilgilidir.
Endüstriyalizmin toplum üzerindeki ilk büyük baskısı, üretimi temel ihtiyaçlar üzerinden değil, azami kar getiren ürünler üzerinde yoğunlaştırılmasıyla ortaya çıkar. Toplum üzerinde çok yönlü ve tarihte eşine rastlanmamış sorunlar bu gerçeklikten kaynaklanır. Bunların başında 19. yüzyılla birlikte kırsal-köy toplumuyla şehir toplumu arasındaki dengenin hızla bozulmasıdır. Şehirleşmede ortaya çıkan büyümenin toplumsal ölçümlerle ilgisi hızla kaybolur. Mega kent denilen özünde kentin inkarı anlamına gelen süreç başlar. Değil milyonları, yüzbinleri aşan bir mekanın toplumsal gerçeklikle bağı yırtılmış demektir. Kentsiz kentleşme veya kentin inkarı diyebileceğimiz bu süreç, en büyük toplumsal sorun zeminidir. Sadece sınıfsal sömürü değil, çevre sömürüsünün azami mekanı olarak kent, hem gerçek hem metaforik olarak toplumsal kanserleşmeyi ifade eder. Son iki yüz yıllık kent azmanlaşmasının yıkıcı etkileri saymakla tükenmez. Ama ilk sıraya 10.000 yıllık tarım-köy toplumunun yıkılışını almak doğru bir tespittir. 19. yüz yılın başında başlayan süreç 2000’lerin başlarında tamamlanmış gibidir. Yıkım sadece fiziki anlamda değildir. İnsanlık binasını inşa eden 10.000 yıllık maddi ve manevi kültürün yıkımı demektir. Bu yıkımın sonuçları yeni ortaya çıkmaktadır. Bu öyle bir darbedir ki, insan toplumunun varlığını sürdürülebilirliği daha şimdiden tartışılmaya başlanmıştır. Yalnız sera gazları bile bu hızla artarsa, toplumun ve çevresinin ne kadar ayakta kalabileceği kestirilememektedir. Bilim daha şimdiden yüz yıl sonrası için kıyamet senaryosu çizmektedir. Asıl tehdit toplumun iç yapılanması, kendisiyle ilgilidir. Sınıfsal yapı, ulus-devlet aklı, ekonomisiz ekonomi, felsefesizleşme, ahlak ve politikanın tükenişi, küresel kapitalizmin yapısal krizi, çöküşü olmaktan daha fazlasını ifade eder. Kendisiyle birlikte 5.000 yıllık hegemonik uygarlık sisteminin kaotik hali yaşanmaktadır.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır