HABER MERKEZİ
Kapitalizm için en masumane tanımlama, toplumsallığı dağıtarak bireylerini atomize etme sistemidir. Dolasıyla, insanlığı var eden en temel değerlerinden uzaklaştırarak, toplumsallığa yöneltilmiş en büyük saldırı ve tehlikedir.
İnsanlık toplumsallıkla var olmuştur. Toplumsallık ismi üzerinde toplum yani ortak olarak var olma olayıdır. Fransızlar buna komün ya da komünal yaşam diyorlar. Komünizm kelimesinin kökeni de ortakçı, toplu birlikte yaşamı ifade ediyor. Ari ya da İrani dillerinde kom ortak ve topluluk demektir ki, muhtemelen Fransızların komünü ve komünalizmi de buradan kaynağını almaktadır. Kom olmadan insanlığın bugüne gelemeyeceği herkesin üzerinde anlaştığı ve uzlaştığı bir tespittir. Kom olarak insanlık var oldu ve bugünlere geldi. Ancak kapitalizm anti komcudur. Kom varsa kapitalizm yoktur, kapitalizm var ise kom yoktur. Dolasıyla kom ve kapitalizm antagonisttir. Yani uzlaşmazdırlar.
Kapitalizm koma yani topluma ve topluluğa müdahale edebilmesi için onu dağıtması gerekmektedir. Ne kadar kom’u dağıttırsa ve ne kadar kom’u birey haline getirebilir ise o kadar kapitalizm başarılı olmuş demektir. Bu ise toplumsallığın özüne bir saldırıyı ifade etmektedir.
Genetiği Değiştirilmiş Organizma gerçekliği biliniyor. Doğal olana müdahale ederek organizma ile oynama esasında tabiat ile oynamadır ki, tabiatla oynamanın tarihte insanlığın başına neleri getirdiği az çok biliniyor. Tabiatla oynandığında insanlığın büyük tehlikelerleler yüz kaldığı, büyük tehlikeler yaşadığı da az çok biliniyor. Her tabiat ile oynama tabiatın kendisini savunma mekanizmasıyla sert geri dönüş ya da geri vuruş olarak yaşayarak öğreniyoruz.
Hiç şüphe yok ki, kapitalizm sadece genetikle oynamıyor kimi zaman tabiatta var olmayan Franksteinler de yaratabiliyor. Var olmayan bir geni suni olarak var ederek bu suni var edilen genetiğin insana ne getireceğini bilmeden üretilen ya da peyda edilen bu genetiğin de insanlığın başına neler getirdiğini az çok biliyoruz.
Özcesi, tabiatla ile oynamanın bedeli her zaman ağır olmuş ve olmaya da devam ediyor. Kapitalizmin kendisi de özü itibariyle toplumsallıkla dolasıyla tabiatla oynama olduğu için öngörülemez korkunç hastalıklar üretmiş ve halen de üretmeye devam ediyor.
AİDS, Deli Dana, Kuş ve Domuz Gribi derken en Son Corona Virüsleri gibi hastalıkların tümü kaynağını kapitalizmin kar elde etmek için yeniden yeniden tabiata ve topluma biçim vermek için müdahale etme eylemlerinden almaktadır. Bu eylem biçimi ve biçimleri özü itibariyle hastalık üretiyor ki, Kürt Halk Önderliği bu hastalıklara kanserleşme demektedir. Kanserleşme sadece bildiğimiz kanser değildir. Kanser adım adım vücuda yayılan ve bünyeyi içten fethederek zayıf düşürerek zapt eden bir işleyişe sahiptir. Dolasıyla kapitalizm başta sona kanservari tarzda topluma ve tabiata karşı işleyen bir saldırıdır ki, buna yol açan kapitalizmdir. Kapitalizmin kar mantığıdır.
Daha rafine bir anlatımla: ”Sadece en sorunlu toplumu yaşamıyoruz, bireyine de hiçbir şey vermeyen toplumda yaşıyoruz. Yaşadığımız toplumlar sadece ahlaki ve politik dokularını kaybetmiş değiller, varlıkları da tehdit altındadır. Sorun değil kırım tehlikesi yaşıyorlar. Eğer günümüzde sorunlar bilimin tüm gücüne rağmen sürekli büyüyüp derinleşiyor ve kansere dönüşüyorsa, o zaman toplumkırım sadece varsayım değil gerçek bir tehlike demektir.”
Dahası: ”Şehrin sermaye ve zor örgütlenmesi olarak bürokratik demir kafes kendi içindekilerle birlikte AIDS ve biyolojik kanserleşmeleri çoğaltırken, daha vahim bir gelişme olarak tüm iç yapılanmaları ve doğal çevresiyle toplum doğasının kanserleşmesi evresine girilmiştir. Kalın çizgilerle ortaya konulan bu gerçeklerde abartma olmadığını anlamak için, dünya sisteminin son dört yüz (azami son beş bin yıllık) yılındaki savaşlara, sömürgeciliğe, toplumun tümüne yayılan savaş durumuna ve çevre felaketinin güncel haline bakmak yeterlidir.”
Bunun da; ”Modernitenin benzersizliği olarak ikinci tekil olan endüstricilik, ‘Siyam ikizi’ olduğu kapitalizmle birlikte sadece moderniteye damgasını vurmakla yetinmiyor; modernite aracılığıyla sadece ekonomik bunalımlara yol açmakla kalmayıp, toplumun tüm hayati dokuları ve unsurlarında yaşanan kanserleşmede başrol oynuyorlar.”
Sözü edilen bu kanserleşme özü itibariyle dile getirdiğimiz topluma, onun yaşam biçimine ve doğalitesine müdahale sonucu ortaya çıkan ve insanlığın başına bela haline getirilmiş olan neredeyse tedavi edilemez bir hastalık olmaktadır.
”Devletleşme sürecinde kentin rolü çarpıtılmıştır. Yönetici sınıfın üssü konumuna dönüştürülen kent, tarihsel süreç içinde köy-tarım toplumu ve ekoloji aleyhine bir yapılanma ve zihniyet kazanmıştır. Üretici sınıfla birlikte tüccar sınıfının merkezî bir konum kazanması üzerine, kent toplum aleyhine bir işlevsellik yüklenmiştir. İlk ve ortaçağlarda sınırlı olan kentin bu olumsuz işlevleri moderniteyle birlikte çığ gibi büyümüştür. Sanayi devrimiyle birlikte kanser gibi büyüyen kentler geleneksel toplumu yıkım merkezleri olmuşlardır. Sanayi kenti kent değil kentin kentsizleşmesi, kent olmaktan çıkarılmasıdır. Milyonluk kentler bir yana, yüz bin nüfuslu kentler bile kent mantığına terstir. Milyonluk tek kent olmaz, toplam nüfusları milyonu bulan kentler olur. Eğer bir yerde beş milyonluk bir kent varsa, orada gerçekten en az elli kent var demektir. Kentin toplum için yıkıcı özelliği bu gerçeğinde saklıdır. Normal toplumlar böylesi kentleri taşıyamaz, çevre ise hiç taşıyamaz.
Bu tür kentlerin sayısal büyümelerinin altındaki mantık kapitalist olmayan toplumun sömürgeleştirilmesi, iktidarın çoğaltımı ve orta sınıfın yönetici konumuna yükselmesidir. Her üç gelişme de ahlaki ve politik toplumun tasfiyesiyle gerçekleşir. Bunlar sadece köy-tarım toplumunu ve göçmen toplumları tasfiye etmez; kentin olumlu işlev sahibi geleneksel kesimleri olan sanatkârlar, zanaatkârlar, aydınlar ve diğer emekçileri de hem maddi hem de manevi kültür olarak tasfiye sürecine sokar.
Şehir toplumundan şehir kitlesine geçiş yaşanır. Kırsal alan ise varoşlara taşınarak, daha çok kontrol altına alınmış bir sömürge konumu kazanır. Devlet ve sermaye tekeli kenti, kent de kırı yutmuştur. Toplum olmayan toplum ise çevreyi yutmuştur. Kenti taşıyacak ne kırsal toplum, ne çevre, ne de geleneksel kent emekçi ve aydınları kaldığına göre, ortaya çıkan durum bir kez daha kriz ötesi durumdur.”
Unutulmasın ki; ”Sadece çevre felaketleri değil, gerçek bir toplumkırım bu kent kanserleşmesiyle birebir ilişkilidir. Değil bir bölge, bir ülkenin bile taşıyamayacağı çok sayıda kentle dünyanın ekolojik dengesinin ölümcül darbeler aldığı bilimlerin ulaştığı ortak bir tespittir. Topluma dayatılan tasfiyeciliğin göstergeleri ise ur gibi büyüyen yönetici orta sınıfın yıktığı ahlaki ve politik toplum dokularıdır, çoğalmış işsiz kitledir, sorumsuz vatandaş kalabalığıdır.”
Kapitalizmin bilinçli bir şekilde ortaya çıkarmak istediği sonuç işte tam da budur. Dikkat edersek, dünya artık kendisini taşıyamaz haldedir. Dünyaya ve insanlığa o kadar müdahale edilmiştir ki, toplum ve dünya-dünya derken tabiat anlaşılmalı-yaşayabilmesi için, insanlıktan daha doğrusu kapitalizmin geliştirmek istediği insanlıktan hesap sormak için reflekslerini harekete geçirmektedir.
Corona Virüsü dedikleri ilete bir de bu yönüyle bakarak, Corona’nın kapitalist sisteminin bizatihi insanlığın başına bela haline getirdiği bir hastalık ve salgın olduğunu görerek, anti kapitalist mücadelenin aktif bir öznesi olmalı.
Kasım ENGİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi