HABER MERKEZİ
İnsanlık yeni bir virüs salgınıyla boğuşmaya başladı. AIDS, Ebola, SARS, Kuş ve Domuz Gripi derken şimdi de koronavirüs salgını ortaya çıktı. Dikkat edilirse her salgınlıkla insanlık sadece boğuşmuyor, ayni zaman büyük bir sınavla karşı karşıya geliyor.
Son virüs salgını daha da karmaşık ve hızla yayılıyor. İlginç bir bulaşımı var ve hızla öldürüyor. Özellikle 55-60 yaş üzeri olanları daha fazla etkiliyor. Ülke, kıta ve toplum sınırı tanımıyor. Öyleki güvende olan yok, korku herkesi sarmış, tedavisi ise sözde toplumsal-bireysel karantina, yani evlere kapanıp, ölmektense sıtmaya razı olmak.
Kuşkusuz tüm bu bulaşıcı-salgın virüslerin esas suçlusu ve nedeni mevcut kâr-sermaye düzeni, sistem ve yaşam biçimidir, yanı kapitalist modernite güçlerdir. Zira bu hegemonik güçler kâr, sermaye ve egemenlik için her alana, dala, cinse ve organizmaya, yani canlı ve cansız her doğal, her bireysel ve tolumsal, her katı, sıvı, gaz ve ısı olana, her yer altı ve üstünde olana sistemlice müdahale ederek bozuyor, tahrip edip tüketiyor, katlediyor, zehirliyor, kimyasını bozuyor, yaşam alanlarını yok ediyor, kısaca her şeyi soykırıma uğratıyorlar.
İşte bu fiziki ve manevi yoketme sonucudur ki, doğa ve toplum, canlı-cansız tüm varlıkların ekolojisi-dengesi bozuluyor, iklim ve çevre kirleniyor-zehirleniyor, savaşlar sürüp gidiyor, açlık, fakirlik ve kitlesel göçler yaşanıyor, çocuklar-kadınlar, ve halklar soykırıma uğruyor, virüs, bakteri ve salgın hastalıklar gelişiyor-artıyor ve yaşam adeta kanserojen olmuş, insanlık yok olmayla karşı karşıya gelmiş, nerdeyse dünya ve yaşamın son bulacağı bir sürece girilmiştir.
Bildiğimiz şudur ki, oldukça sonsuz karmaşıklarla, çelişkilerle, farklılıklarla ve bilinmezliklerle dolu bir dünya ve yaşam gerçeğimiz var. Haliyle bu gerçeğin bünyesinde olan canlı-cansız, görünen-görünmeyen, bilinen-bilinmeyen, küçük-büyük, eril ve dişil her varlık ve organizmanın bu dünya ve yaşam değerlerinden herkes gibi ihtiyacı kadar yararlanıp beslenme, korunma ve varlığını geliştirip, sürdürme hakkı vardır. Biz bu denge ve bağlılığı, bu özdeşlik ve zorunluluğu görmez ve bu hassasiyeti dikkate alıp, korumazsak, en azından asgari bir eşitlik ve özgürlüğü esas almazsak, aradaki sınırları lehimize fütursuzca zorlarsak, tek yanlı bir yaşamda tüketircesine-barbarcasına dayatırsak, habire egemenlik, kâr ve sermaye peşinde koşarsak, sonuçta bu dünya ve yaşamın dengesini bozup, zehirlemek ve soykırıma uğratmakla kalmayız, kendimizi de böyle bir soykırımla karşı karşıya getiririz.
İşte gelinen aşamada kapitalist-emperyalist güçlerinin yaptığı budur. Atom gücü, süper veya küresel güç olmak, dünya ve insanlığı defalarca yok edecek güç olmak, tüm insanlığın rızkını ve kaderini elinde tutan güç olmak, baskı, sömürü ve egemenlik çarkında en üstteki güç olmak. Belki taktik düzeyde insan, doğa ve yaşam karşısında bir “üstünlük“ sağlıyor, ama işte bir koronavirüs karşısında bile sahiplerine kurtuluş, özgürlük ve gelecek sağlamıyor. Umarız bu yol ve gidişatın çıkmaz olduğunu herkes gibi kendileri de anlamıştır.
Bilmeliyiz ki bu dünya sadece insanlar için ve özellikle sadece egemenler için değildir. Yine bilmeliyiz ki bu dünyada en az insanlar kadar var olan ve yaşayan her varlık bir güçtür ve bir savunma mekanizmasına sahiptir. Bir gül bile dikenlidir, bir karınca bile ısırır, bir arı bile sokar, bir ot bile zehirli ve bir hayvan bile saldıran olabilir. Dünya ve yaşam bir dengeden ibarettir ve bu denge de karşılıklı ihtiyaca dayanıyor. Zira her varlık kendi karşıtıyla vardır. Dolayısıyla her varlık diğerine saygılı olmadan, diğerine ihtiyaç duymadan yaşayamaz. İşte dünya ve yaşam böyle karşılıklı ihtiyaç, saygı ve denetleme mekanizmasına sahip olduğu için güzeldir, çekicidir, süreklidir.
İşte insanlık bu gerçeği bilmek ve buna göre yaşamak zorundadır. Dünyayı kendi çiftliği ve diğer varlıkları da kendi kölesi gibi göremez. Toprak, su, hava ve ısıyı sadece kendisinin özel mülkiyeti yapıp futursuzca kullanıp tüketemez, kirletip zehirleyemez, tahrip edip yok edemez. Kâr, baskı ve sermaye peşindeki kapitalist modernite güçleri, merkezi uygarlık sistemleri, ulusal devlet, kurum ve egemenler, bu erkek damgalı ekonomik, sosyal, siyasi, askeri ve kültürel anlayışlar, bu modern dogmatik bilimciler, faşist, bağnaz ve ırkçı milliyetçiler, fahişe cinsiyetçi erkekler, köhnemiş yobaz dinciler, herşeye kadir olduğunu sanan ucube diktatörler, küresel-süper güçler, bilmelilerki çıkmazdalar, iflas etmiş çöküyorlar. Covid-19 gösterdiki, dünyaya ve yaşama ne kadar hüküm etmek ve tüketmek için müdahale ederseniz, bozarsanız, zehirlerseniz, zapturap altına alıp sadist ruhlarınızı tatmine kalkarsanız, o kadar da yenilip, yok olmaktan, kurtulmazsınız.
Canlı-cansız her varlık ve oluşumun bir doğuş, gelişim ve ölüş süreci vardır. Özel mülkiyet, kaba kentleşme, egemen sınıf ve ulusal devlet üzerinde yükselen, dünya ve yaşamı kirli ve kanlı hegemonik çıkarları için kamplaştıran, zehirleyen ve tüketip imha peşinde olan merkezi uygarlık güçleri, sistem ve düzenleri, artık bu dünyaya ve yaşama yabancılaşmış ve düşmanlaşmış olarak, tarihsel-güncel itibari ile son noktaya dayanmış, sürecini tamamlamış ve bitme sınırına varmıştır. Bundan böyle ister yapay zekalarla, ister gen tekniğiyle, ister digital savaşlarla ve isterse de robotlarla yol almaya çalışsınlar, gelecekleri daha parlak olmayacak ve daha fazla virüsler yaratmak dışında bir sonuç almayacaklardır.
İnsanın beyin ve emeğini, toplumların kolektif tarihsel zekasını ve kültürel birikimini, tarımsal-hayvansal biyolojik üretimi, küçük kentlere, büyük kasaba ve köylere dayalı yaşamı hiçleştirip aşağılamaktan ve yine canlı-cansız tüm varlıkların ortak mülkiyeti olan dünyayı, hava-su-toprak ve güneşi kirletmekten ve hakeza ekolojik dengeyi bozmaktan mutlaka vazgeçilmelidir. Dünya ve yaşam, doğa ve toplum, insan ve emek gerçeğine ne kadar yabancılaşır ve düşmanlaşırsan o kadar virüs biçersin. Süper atom-füze ve silahın, süper ordu ve devletin olabilir, küresel güç de olabilirsin, yine çok egemen ve zalim, çok sömüren-öldüren ve zengin de olabilirsin, ama bir virüs karşısında ne kadar cüce, korkak, çaresiz ve hiç kaldığını gizleyemezsin.
Eskiden kilise ve camilerde koca papaz ve imamlar “tanrı bizi korur“ deyip, teseli buluyorlardı, şimdiki tanrı kral ve kraliçelerse bırakın kimseyi, kendilerini bile koruyamıyor. Kapitalizmin ana ülkelerine bakın, İngiltere’de B.Johnson, Almanya’da Merkel, Amerika’da Trump, Fransa’da Macron ve benzer daha birçok ülkede baş tanrı-tanrıçalar karantinada günleri sayıyor. Trump rüşvetle “köle” Afrika’dan doktor bulma derdine bile düşmüş. Demek bu herşeye kadir-kibirlerin ve Erdoğan gibi as muktedirlerin ne kadar zavallılaştığının görülmesi için korona gerekiyormuş!
Ey zavallılar, ey zalimler! Bir kez daha ne kadar kanlı ve kirli olduğunuz ortaya çıktı. O katil sermayeniz, o ahım-şahım ordu ve devletleriniz, o süper tekniğiniz, o küresel düzen ve sistemleriniz, o ukala bilginleriniz, o çirkin saraylarınız, o devasa kentleriniz, o her şeye kadir ve her derde deva haliniz! sizi bir virüs karşısında bile koruyamadı. Sağlık, sosyal ve hizmet sektörlerinizin bile ne kadar kof ve manipüle amaçlı olduğu ortaya çıktı. Adeta çöktünüz, Coronaya teslim oldunuz ve cıvıkınız çıktı. Derler ya, dinsizin hakkından imansız gelirmiş, demek bu kendini Kaf Dağında sanan siz muktedirlerin hakkından da korana geliyormuş.
Bir de şu Avrupa Birliği’nin haline bak!
Dünyanın en kapitalist modernite ve merkezci uygarlık kıtası, en pozitif dogmatik bilimin ve en kentleşmiş, sınıflaşmış ve uluşlaşmış alanı, kapitalist mülkiyet, pazar, sermaye, devlet, düzen ve sistemin en gelişmiş parçası, en küresel-süper aygıtı ve yine kapitalist baskı, sömürü ve egemenliğin en yogunlaştığı yer-halka olan şu Avrupa’ya bakın! Korona karşısında İtalya ve İspanya kan ağlayıp, can çekişirken, yardımına koşan o beğenmedikleri Çin, Küba, Rusya ve Kürtler oldu. Geçenlerde o karantina odalarından tam altı saat telekonferans yaptırlar. Sonuç tam bir fiyasko, canını kurtaran kaptan misali, her zatıalim kendine ağladı! Hani derler ya, dağ fare doğurdu ve AB’de çözümü yeniden ulusal sınırları kapatmakta buldu. Merkel karantinasından her gün çağrı yaparak, “Aman yavrum ülkemiz için evde kal, evden çıkma” diyor. İşte koronaya karşı müthiş bir buluş!
Bu koca kapitalist tanrı ve tanrıçalar o kadar haylaz ve utanmazlarki, o kadar pişkin ve yüzsüzlerki “yenildik, çöktük“ diyecek kadar bile dürüst değiller. Hala eski mantıkla “ilaç ve iğneyi ben buldum, benim ölülerim daha azdır“ yarışına girmişler. Öyle anlaşılıyorki bu kapitalist devlet ve iktidar zihniyeti hasta yatağında bile çılgındır, ölmeden değişmiyor. Nasılki Sovyet ordusu Berlin’e girdiği halde Hitlerciler Rusya’da hala zafer kazanıyoruz ve yine Amerikan ordusu Bağdat’a girdiği halde Saddamcılar Kuveyt’e zafer kazanıyoruz dedilerse, bunlar da kapandıkları bunkalardan habire koronaya karşı zafer kazanıyoruz diyorlar.
Oysa şapka düştü, kel ortaya çıktı, misali bu özürü, suçundan büyük güç, devlet ve sistemlerin artık tırşıkı çıktı. Kaynağı kendileri olduğu halde yaşlılarını, fakirlerini, işsizlerini, sigortasızlarını, kimsesizlerini, sakatlarını, kısaca altakilerini kapasite eksikliği yalanıyla ve esasen sermaye nedeniyle gözden çıkaran bu güç, devlet, düzen ve sistemler nasıl human ve demokratik, nasıl meşru ve adaletli olabilirler ki? Sağlık sistemi ve adalet anlayışı bile böyle sorunlu, sakat ve ahlaksız olan bir güç, devlet ve sistemin bundan böyle dünya, yaşam ve insanlık için iyi ve yararlı anlamda vereceği bir şey kalmamıştır. Demek ne halt ettiklerini bir de bu virüsün göstermesi gerekiyordu.
İnsanlık bu gerçeği kesin olarak artık doğru okumalı ve mevcut durumun ciddiyetini kavrayarak mutlaka harekete geçmeli ve kendi kaderini mutlaka ele almalıdır. Bu fırsatı(!) kesinlikle kaçırmamalıdır. Kapitalist-emperyalist modernite, düzen ve sistem tek dünya, yaşam ve yol değildir. Bu güçler er veya geç insanlık ve toplumlar tarihinin ve emeğinin kolektif hafızası ve kültürel ürünü olan dünya ve yaşam gerçeğimiz karşısında asla zafer kazanmayacaktır. Fakat hiçbir şey de kendiliğinden değişmez, harekete geçip başarmaz. Dünyamızı ve yaşamımızı yok etme yarışında olan, dünyamıza, yaşamımıza, doğamıza ve ekolojik dengemize ve gerçeğimize yabancılaşmış ve düşmanlaşmış bu hegemonik güçlere karşı bütün ezilen insanlık, halklar, uluslar ve bütün devrimci-demokratik güçler, bütün kadın ve gençler, eşit ve özgürlükten yana tüm birey ve toplumlar, tüm kimlik, din, cinsler birleşip, örgütlenip mücadele etmezsek asla demokratik, eşit ve özgür bir dünya ve yaşam kuramayız.
İnsanlık alternatifsiz ve çözümsüz değildir
Mesele daha fazla kapitalizm ya da daha az reel sosyalizm değildir. Mesele ulusal devlet, ulusal sınır, hegemonik iktidar, düzen ve sistemleridir. Yine devlet-iktidar kaynaklı milliyetçilik, mezhepçilik, cinsiyetçilik, dincilik, bilimcilik zihniyetini aşmaktır. Gerçek doğamıza ve ekolojik yaşamımıza dönüp bu suni kanserojen yaşamı kabul etmemeliyiz. Bu kapitalist gömleği çıkarıp yırtmalıyız. Devasa kentler yerine daha küçük kentlere köylere dönmeliyiz. Devasa fabrikalar yerine daha kolektif ve kooperatif istihdam yerlerine dönmeliyiz. İhtiyacımız fazlası üretim, tüketim ve çalışmayı reddetmeliyiz. Yapay zeka yerine kollektif insan beyni, zeka ve hafızasını temel almalıyız. Gen tekniği yerine doğal tekniği, kimyasal ve genetiği değiştirilmiş besinler yerine doğal-bio ürünleri ve doğal tarımsal-hayvansal üretimi temel almalıyız. Hava ve çevre kirliliğine, toprağı zehirlemeye, tarımı-hayvancılığı öldürmeye, köy yaşamını bitirmeye, bitki, ağaç ve hayvanları yok etmeye, dünya ve yaşamın talan-gasp edilmesine dur demeliğiz. Su, toprak, sağlık, ulaşım, ısınma, haberleşme ve üretimi toplumsallaştırıp tüm insanlığın ortak hizmetine sunmalıyız. Özel mülkiyet olacaksa aile ve birey ihtiyacıyla sınırlamalı, kapitalist pazar yerine ihtiyaca dayalı ve kar amaçlı olmayan pazarı koymalıyız.
Kısaca insanlık çözümsüz-alternatifsiz değildir. Hele kapitalist-emperyalist güçler ve sisteme asla mahkum değildir. Kuşkusuz çözüm yeniden reel sosyalizm de değildir. Çözüm demokratik moderniteyi tüm dünyada, toplumlarda ve yaşamın her alanında geliştirmek ve demokratik konfederal bir düzeni hızla kurmaktır. Bütün ülkelerde, halk ve toplumlarda demokratik özerkliye geçmektir. Eşitlik ve özgürlük temelinde ortak doğal ve ekolojik yaşamı örgütlemektir. Tüm kimlikleri, toplumları, ulusları, halkları, sınıfları, cinsleri ve ülkeleri, hatta tüm bilim, din ve mezhepleri demokratik temelde yeniden yapılandırmaktır. Var olan devlet, düzen ve sistemleri kadın ve ekolojik eksenli bir demokratik yapılanmayla yeniden düzenlemektir.
Gelinen aşamada artık koronavirüsün gerçek sahibi ve yaratıcısının mevcut kapitalist-emperyalist sistem olduğunu görmeliyiz. Bu iflah olmaz güçler, düzen ve sistemler varoldukça insanlık artık rahat etmeyecek, dünya ve yaşam tehdit altında olacaktır. Bir virüs gider, başkası gelmeye devam eder. Virüs bu güçlerin dünya ve yaşam gerçeğine yabancılaşıp, düşmanlaşmasıdır. Yapay zeka, kimyasal üretim ve beslenme, gen tekniği, digital savaş, suni teneffüs ve yaşam çabası virüslerin temel ayağını oluşturuyor. Doğa ve toplum gerçeğini sermaye ve egemenlik amacıyla ele almak, dünya ve yaşam dengesini ve ekolojiği küresel ve süper güç olmak amacı ile bozmak, virüslere giden yolu açmak demektir. Kaldı ki, bu güçlerin hegemonik çıkarları yüzünden dünyada hergün binlerce insanın savaşlar, yoksulluk, fakirlik, açlık, hastalık, yetersiz beslenme, barınma ve sağlıksız şekilde ölüyor-öldürülüyor olması da büyük bir virüs sorunudur. O halde bundan kurtulmanın yolu yine bu çürümüş güçlerin gösterdiği yolda yürümek ve koyduğu kurallarda yaşamak değildir, tersine dünyayı ve yaşamı kollektif bir biçimde yeniden kurmaktır. Sömürüye karşı, barışık yaşamdan yana olan güçler ortaklaşarak yola çıkıp barış, demokrasi, eşitlik ve özgürlük içinde yaşayan bir dünya ve yaşam kurmamızdır. Ya bunu başarırız ya da bu çürümüş güçlerle birlikte yok olur gideriz.
Yeni Özgür Politika/Ali Aktaş