HABER MERKEZİ- Toplumsal gerçeklik biraz aklı başında olan bir insanı asla yaşatmaz. Hiçbir toplumsal gerçeklik bizimki kadar bireyi ezmez, büyük acılar içinde bırakmaz, büyük çıkmazlar içinde tutmaz. İşte, bunun büyük ızdırabını, yalnızlığını yaşıyoruz.
Benim yaptığım, çürümüşlükten de öteye, iddiasını kaybetmiş; iradesini, hem resmi hem fiili olarak yitirmiş bir toplumun, büyük acılar, büyük yalnızlığın içindeki bireyin çığlığıdır aslında.
Aslında topluma büyük bir isyan gerçekliğidir bu.
Her şey gerçekliğimizdeki birey için o kadar olumsuz ki, hiçbir bireysel haktan bahsetmek mümkün değil. Tam da edebiyatın, aydının işi. Toplumları bilim inceler, tarihlerini tarihçi inceler, siyasetini siyasetçiler, siyasi bilimler inceler. Fakat bireyin kendisini de edebiyatçılar inceler. Maalesef bizde araştırılmamış; acıları, sevinçleri değerlendirilememiş ve birey gerçekten inanılmaz bir yalnızlık, dolayısıyla duyarsızlık, inançsızlık, güvensizlik, korku, endişe, umutsuzluk, her bakımdan yaşama gücünü yitirmiş ve nereye savrulacağı belli olmayan kolu-kanadı kırpılmış bir kuşa benziyor.
Benim yaptığım bunun çırpınışı, mümkünse biraz kanatlanışı ve mümkünse biraz uçuşa geçmesidir.
Bizim, toplumsal gerçeğe dayalı aydın yok.
Toplumsal gerçeklikten uzaklaştıkça, hâkim ulus zeminine kaydıkça aydınlanma oluyor. Aydın olabilmek gerçek bir devrimci yetenek ister.
Toplumun, halkının toplumsal düzeninin gerçeğini bütünüyle kavrayacaksa, bu çok ağır bir zulüm düzenini görmeyi, incelemeyi, araştırmayı gerektirir. Bu da yetmez, bütünüyle toplumun nefes alış-verişini bile önlediği için tepki duyması gerekir. Bu da yasalar açısından bizde büyük bir suç anlamına geliyor. Hatta aydın ilerlemek, yaşamak istiyorsa bu zemini terketmek zorunda. Yasalar, onun bütün kurumları ve en önemlisi de güvenlik güçleri, aydını en ufak bir söz söylemeye bile fırsat bırakmadan bu sahayı “terk et” noktasına getirir. Bir-iki kelime ya söyler ya söylemez. Söylese de çok çarpık, yontarak, biraz düzene göre söyler. Sonuç, bizim gerçeklik yine yüzüstü kalır.
Dolayısıyla bizim için bir aydınlanmadan ve aydından bahsedeceksek, bir devrimci niteliğinin olması gerekir.
Başkaldıran birey haline gelmeden aydın olunamaz.
Örneğin bir İsmail Beşikçi’yi Kürt olmadığı halde, bir Kürdistan aydını olarak değerlendirebiliriz. Toplumsal gerçekliğimize göre özgür düşünmek istedi. Geçekten bu zeminde düşünmek istedi.
Ve işte ortadadır.
Aydın, bizde en tehlikeli toplumsal kategori, tabakayı ifade ediyor.
Vicdanını çok ucuza satmış birey anlamına geliyor. Ben buna gerçek anlamda aydın değil, sahte veya sömürgeci düzen adına kırılmış “aydın” diyorum. Dolayısıyla bu tip acı duymaz, bugün oldukça işbirlikçi güçlerinde ötesinde, boş insandır.
Boş…
Gerçekliği seslendirmede boştur. Fakat toplumu bilinçsiz bırakma da çok tehlikelidir. Zihinsel işbirlikçilik içindedir. Zihinsel alanı, ruhsal alanı zehirleyerek, farkında olmayarak zulüm düzenin temsilcilerine büyük destek sunuyor. Aydını bu yönlü büyük eleştiriye tabi tutmak gerekiyor.
Bunun bir nedeni de, aydın çıkarını esas itibariyle sömürgeci kurumlar da buluyor. Bu zemini kırmak istemez. Kürdün ona vereceği hiçbir şey yok. Zaten susturulmuş bir halk gerçekliği, kurumları, iradesi ve sunacağı bir çıkarı da yok.
Aydın biraz küçük-burjuva olduğu için, çıkar bekler. O da Kürt’te yoktur. Kürdistan’a ilişkin çıkar sunacak herhangi bir kurum yoktur. Onun için aydın buradan kaçar ve bağlı olduğu efendilerine sonuna kadar hizmet eder. Dolayısıyla ülkemiz gerçeğine dayalı bir aydınlanmadan bahsetmek çok zor. Olursa, devrimci tarzda olur, her şeyi göze alır. Onları da zaten yapan biraz da devrimci zeminde yürüyenlerimiz oluyor.
Aydın diye geçinenlerin halk gerçeğine ermekten ziyade, onu son derece çarpıklaştırması, gönül gözünden, düşünce gözünden yoksun bırakması gibi talihsiz bir konum içindedir. Demagojik, gerçeklerle bağlantısı olmayan dilinin oluşması bu tehlikeyi daha da arttırıyor. Fazla konuşmasını bilmeyen köylüden, işçiden tehlike gelmez, ama gerçekle bağlantısı olmayan aydının dili; zihinsel, ruhsal hastalığın taşıyıcısıdır ve sanıldığından daha fazla bu konuda araştırmaya ihtiyaç vardır.
Bizde yüce duyguların gelişmeyişi, bireyin giderek toplumsal gerçeğinin ortaya çıkarılamayışı, aydının bu karakteriyle veya düşman adına taşıyıcı, aldatıcı olarak, çarpık aydının bu konumu büyük bir sorun teşkil etmektedir.
Bizim devrimin örgütleniş tarzı; başlangıçta biraz yoksulu, köylüyü, çobanı, emekçiyi, giderek üretimle diğer toplumsal kesimleri çözecek, en son sıra aydına gelecek. Ama burada ters bir gelişme söz konusu. Çünkü sömürgeci kurumlarla en iyi eklemlenen kesim aydındır. En erkenden çıkar bağını geliştiren, biraz aydınlanmasını ilk elden sömürgeci kurumlarda eklemleyen ve bunu da çok kıskançça yapan, tek yaşam kaynağı olarak burayı gördüğü için aydın en sonunda çözümlenecektir. Artık sömürgeci aygıtlar onu doyuramaz hale gelince, oradan aldığı gıda midesine oturunca ve fiili-maddi olarak bu kurumlar içindeki konumu son derece tehlikeli bir hal aldıkça, aydında çözülme başlayacaktır.