HABER MERKEZİ
Türkiye’de faşizan bir rejim adım adım kendisini örerek bugüne kadar geldi. Faşizan rejimin elbette halkları kandırabilecek bir demagojik bir söylemi vardır. Demagojiye yalandan tutalım da her türlü aldatma yöntemini içerek şekilde ele alırsak, faşizan rejimin başını çeken kişi, sözün gerçek manasıyla dünyanın en belli başlı demagoglarından biri olduğu -hatta en gelişkini olduğu- kesindir. Zamanında Hitler’in propaganda bakanlığını yapmış olan Goebbels mezarında kalksa Erdoğan’ın önünde şapka çıkaracağı da kesindir. Bu bir yönü.
Ancak önemli olan bir diğer yön ise Türkiye’de esaslı olan bir muhalefetin olmayışıdır. Daha doğrusu çapsız bir muhalefetin varoluşudur. Bu tür muhalif partiler genel olarak devletçi oldukları için, iktidara gelen partilerle çok farkları olmadıkları gibi iktidar partilerinin politikalarının benzerlerini gütmektedirler. Halbuki biliniyor ki, aynı yollar hep aynı menzile götürür.
Var olanları ise, yeterince yaratıcı olmadıkları gibi alternatif etkili politikalar da üretemedikleri gibi, faşizan yapıya karşı yer alabilecek devasa halk kesimlerine doğru dili bulup ulaşamamaktadırlar. Bu yönüyle de bir nevi, Türkiye’nin potansiyeline göre, marjinal kalmaktadırlar.
Bundandır ki, her seferinde yıkılan iktidar aynen cambazlar misali torbasında tavşan çıkararak ayakta kalabilmektedir. Ya da her düştüğünde kedi misali, -muhalefetin koltuk değneği olmasından kaynaklı- dört ayağı üzerine düşmektedir.
Örneğin son birkaç seçimdir Erdoğan hep yenildiği halde, son an’da çapsız muhalefet geri adım atarak Erdoğan’a hayat öpücüğü vermiştir. Bu Cumhurbaşkanı seçimlerinde böyle olduğu gibi 2018 referandumlarında da böyle olmuştur. En belirgin olanı ise yerel seçimlerde tenekeye vuran bir Erdoğan söz konusu iken, bu durumu değerlendiremeyişidir, belki de değerlendirmek istemişidir demek daha yerinde olacaktır.
”Türkiye’de 31 Mart’ta yerel seçimler yapıldı. Bu seçimde devletin tüm imkanlara sahip olan AKP-MHP iktidarı onca hileye rağmen çok ciddi bir darbe aldı. Öyle ki, Türkiye’nin birçok büyük şehrini kaybetmesi, dünyanın başka bir yerinde olsaydı hükümet giderdi. Gerçekleştirilen yerel bir seçim olsa da sonuçları tüm Türkiye’yi etkileyecek düzeydeydi.” Dahası 23 Haziran’da tekrarlanan İstanbul seçimlerinde inanılmaz bir fark atan CHP bırakalım İstanbul’u yönetmeyi, ki Ankara, İzmir gibi birçok büyük şehri de almıştı, yapması gereken erken seçim çağrısı yaparak Erdoğan’ı buna zorlamaktı. Erdoğan buna gelmeseydi bile yaşamı felç ederek Erdoğan’ı istifaya ve geri adım atmaya götürmekti.
Bırakalım CHP’nin bunu yapmasına, erken seçimlere karşı olduğunu belirterek Erdoğan’a oksijen tüpü uzatarak ayakta kalmasını sağlamıştır. Halbuki ilk erken seçimlere karşı olduğunu açıklayan Erdoğan’ın ruhsuz ikizi olan Bahçeliydi. Sadece buna bakarak bile yapılması gerekli olan erken seçimleri dayatmak olmalıydı.
Muhalefetin bu çapsızlığı HDP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde aldığı devasa oyla, iktidara aday olmadığını açıklaması gibi bir gaftı. Nitekim, iktidara ortak olmayacağını söyleyen HDP 15 Temmuz saldırıyla birlikte 1 Kasım seçimleriyle nasıl geriletildiğini herkes görmüştü.
Bunlar Türkiye’deki muhalefetin bir nevi sürekli Erdoğan’ı ayakta tutmak için -bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde- düşünülmeden yapılmış adımlardı.
Uzun bir zaman önce pabucu dama atılan bir Erdoğan var iken bugün tam bir diktatör gibi toplumun her değerine saldırdığı gibi toplumun birbirine destek sunmasına bile karşı çıkabilmektedir. Toplumun biriktirmiş tüm değerlerine göz dikerek herkesten para istemektedir. Halka yardım götürecek belediyeleri engelleyerek Corona Virüs hastalığını da kullanarak kaybettiklerini yeniden kazanmak istemektedir.
İlginç olan ise muhalefetin refleksi olmaktadır. Sözde muhalefet Erdoğan’ın bu yaptıklarına karşı durmaktadır. Güya eleştirmektedir.
Halbuki Erdoğan’ı bugüne getiren bu muhalefetin kendisidir. Muhalefetin çapsız politikalarıdır. Muhalefetin milliyetçi, ulus devletçi politikalarıdır. Muhalefetin iktidara koltuk değneği olan anlayışı ve politikalarıdır.
Hiç uzağa gitmeden: ”Milletvekillerin dokunmazlıklarının kaldırılması, başka ülkelere saldırı yapması için parlamentodaki destekleri, Kürtlere karşı yapılan saldırılarda AKP’nin yanında durmaları, Afrin işgalinde destekleme derken, Yenikapı ruhu gibi birçok hususta CHP AKP’nin ikiz ruhu gibi hareket etmiştir. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu; CHP, AKP’ye olan ilişki ve desteklerini kat kat ileriye taşımışlardır. Bir nevi Erdoğan’ı Kılıçdaroğlu’suz düşünmenin zor olacağı ya da olduğu bir tablo yaşanan gerçek olmuştur.”
Benzer bir durumu HDP’de yaşamıştır. ”Burjuva ya da devlet partileri böyle iken HDP’nin çok ileri düzeyde bunlardan farklı olduğunu söylemek ise çok yerini bulmayacaktır. Pratik politikada yaratıcı olunmadığı gibi tüm Türkiye halklarını etkileyecek ve örgütleyecek bir düzeye gelinmediği için, yapabileceklerini yapamamasına yol açmıştır. Aktif bir politika yürütülemezken ortaya çıkan fırsatlarda değerlendirilememiştir.”
Sonuç itibariyle: Cumhur İttifakı 31 Mart seçimlerinde yenilmiştir. Türkiye nüfusunun neredeyse yüzde altmış beşinin, ekonominin ise yüzde yetmiş beşinin iktidarın elinden alınmıştı. Faşist iktidar esasta azınlığa düştüğü için yapılması gerekli olan hızla erken seçimleri gündeme getirerek Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını gündeme yani tartışmaya açmak iken bu yapılmadı.
Yapılan son derece pasif ve silik bir siyaset olmuştu. HDP aldığı birkaç belediye üzerine otururken CHP aldığı büyük şehirlerle kendisinden geçerek bununla yetinmişti.
Dahası, bu zayıf durumu fırsat bilen Erdoğan ve Bahçeli yaptıkları ilk iş HDP’nin belediyelerine el koymaları olmuştur. HDP her yerde sokağa inerek bu el koymalara karşı koymasının yanı sıra, el konulan belediyelerin ise alternatif belediyeler olarak işlerini yürütmesi gerekirken, bir iki açıklamayla yetinmesi, AKP’nin yanağına konulan hayat öpücüğü olmuştur. Yine CHP’nin HDP belediyelerine el konulmasına karşı yeterince tavır takınmaması esasta AKP’yi güçlendirdiği için bugün CHP belediyelerine istediği gibi el uzatarak halka yardım götürmesinin önünü alabilmektedir.
Sözü uzatmadan, AKP daha doğrusu Erdoğan’ın bundan sonra ne yapacağı belli değildir. Böyle bir muhalefeti olan bir Erdoğan engellerle karşılaşmayacağını bildiği içindir ki, her istediğini keyfince yapabilmektir.
Bilelim ki, yıkılanı yıkmazsan yıkılan sen olursun. Nitekim olan da budur.
Umalım ki, hem demokratik siyaset hem de Erdoğan’a muhalif olanlar bundan böyle daha sağlıklı siyasetler geliştirsinler.
Kasım ENGİN/ Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi