BEHDİNAN
Bugün korona virüs salgını adeta dünyayı esir almış bulunmaktadır. Yüzbinlerce insanın ölümü, salgının hızından kaybetmeden yayılmaya devam etmesi, yaratılan korku ve panik, vb. nedenlerle toplumsal ilişkileri felç etmiş bulunmaktadır. Korona virüs olgusu kesinlikle ne uzaydan gelen bir felaket ne de doğal bir afettir. Tümden kapitalist modernite sisteminin ürünüdür. Daha önce kuş gribi, domuz gribi derken şimdi de bu salgın hastalık kapitalist sistemin çürümüşlüğünü ve etrafa yaydığı pis kokuları ifade etmektedir. Şimdiden yüzbinlerle ifade edilen ölümler, ne zaman ve nasıl kontrol altına alınacağı belli olmayan bu salgın hastalık bir istisna veya tekrarı olmayacak bir afet değildir. Bunu daha büyük felaketlerin bir işaret fişeği olarak görmek gerekir. Yarın daha etkili bir virüs ve salgın milyonlarca insanın ölümüne neden olabilir. Doğa insandan intikamını belki de böyle almaktadır.
Kapitalizmin kar ve sermaye birikimciliğine dayanan zihniyeti ve anti toplumcu liberal bireyciliği terk edilip aşılmadıkça bu ve benzeri felaketlerin önüne geçmek mümkün değildir. Liberal bireyciliğin, kurdun ağacı kemirmesi misali toplum ve doğayı kemirmesinin önü alınamazsa insanlığın sonunu getireceği açıktır. On milyonlarla ifade edilen dev şehirleşmelerin kendisi bir kanserleşmedir ve her türlü hastalığa yataklık etmektedir. Korona virüste olduğu gibi salgın hastalıklar bu kalabalıklar içinde hızla yayılma imkanı bulmaktadır.
Milyonlarca insanın bu şehirlere yığılması doğanın kaldıramayacağı bir yüktür. Bu şehirler aynı zamanda toplumu da toplum olmaktan çıkarmaktadır. Topraktan ayağı kesilen, temiz hava ve sudan mahrum kalan insanlar ne biyolojik ne de ruhsal olarak sağlığını koruyabilir. Şehir nüfusu ne kadar artarsa zengin ile yoksul arasındaki fark da o oranda artmaktadır. Sermaye belli ellerde toplanırken işçilik temelinde köleleştirilen ve işsizler ordusu biçiminde toplumda yaşam hakkı bulamayanların sayısı da o oranda artmaktadır. Fuhuş, uyuşturucu vb. de toplumu çürütmektedir.
Kendisi amaç olan sermayecilik toplum ve doğayı tükettiği gibi kendi sonunu da getirecektir. Ahlakla bağını koparmış bir zihniyetten her türlü kötülük beklenebilir. Paraya tapan, sermayeyi sınırsız büyütmeyi hedefleyen bir anlayış tam bir Leviathan (kutsal kitaplarda denizden çıkacağı belirtilen canavar) olacaktır. Bu canavarın ilahi ağzından ateş püskürten bir ejderha olması gerekmiyor. Bir virüsün yol açtığı salgın bir hastalık şeklinde de tezahür edebilir. Nükleer bir bomba şeklinde açığa çıkabilir. Ekolojik dengenin bozulmasıyla dünyayı sular altında bırakacak bir Nuh Tufanı olabilir. Atmosferin delinmesiyle dünyayı güneşin kızgın ateşiyle küle dönüştürebilir. Burada önemli olan bu felaketlerin kaynağının kapitalizmin kendisi olduğudur. Kapitalist bireyciliğin aç gözlülüğünü dünyanın tüm mal ve mülkü bir araya getirilse doyuramaz. Kapitalistin gözünü ancak toprak doyurur. Virüs hayatta kalmak için nasıl canlı bir hücreye ihtiyaç duyuyorsa ve beslendiği hücreyi tüketerek kendi sonunu da getiriyorsa kapitalist liberal bireyciliğin topluma yaklaşımı da öyledir. Bir asalak gibi toplumdan beslenir ve tüketmeyinceye kadar bırakmayı bilmez.
Bugün başta Ortadoğu’da olmak üzere dünyada yaşanan tüm savaş ve yıkımların, katliam ve kıyımların, açlık ve yoksulluğun, işsizliğin, ekonomik kriz ve bunalımların tek sebebi kapitalist sistemdir. Bundan dolayı antikapitalist sosyal mücadeleler olmadan insanlığın kurtuluşu mümkün görünmemektedir. 1 Mayıs’ın arifesinde bir kez daha sistemi yeniden sorgulamak gerekmektedir. Sosyalizm, komünalizm ne geçmişte kalmış, yenilmiş veya aşılmış bir olgu, ne de uzak bir gelecek düşü veya ütopyası olarak değerlendirilebilir. Kapitalist modernitenin yapısal kriz ve kaosu yaşadığı, kendini sürdüremez duruma geldiği ve her geçen gün doğa ve topluma ağır tahribatlar verdiği günümüzde sosyalizm her şeyden daha fazla bir ihtiyaç ve zorunluluk, bir çözüm ve kurtuluş ideolojisi olarak insanlığa umut vermektedir.
Geçmişte başarısızlıkla sonuçlanan sosyalist devrim ve toplumsal inşa deneyimleri bizi bu yoldan alıkoymak bir yana çıkarılan dersler temelinde daha fazla güçlendirmiştir. İnsanlık ve sosyalizm birbirinden ayrı olarak düşünülemez. Önder Apo, “Sosyalizmden şüphe etmek insanlıktan şüphe etmek demektir” diyerek bu konuda ilkeli ve kararlı tutumun, iradenin nasıl olması gerektiğini ortaya koymuştur. Önder Apo sosyalist paradigmada yaşanan tıkanıklığı aşmış, ekolojik, demokratik ve kadın özgürlüğüne dayanan yeni bir paradigmayla özgür ve demokratik, sosyalist bir toplumsallığın önünü açmıştır. Demokratik modernite paradigmasıyla toplumsal inşanın yolunu ortaya koymuştur. Demokratik ulus ve demokratik konfederalizm ile toplumsal sorunlara çözüm olmuştur.
Kapitalist modernitenin sermayeciliği, ulus devleti ve endüstriyalizmi ret edilerek ve alternatifi olarak ahlaki politik toplum, ekolojik, ekonomik toplum ve demokratik ulus inşa edilerek insanlık kurtuluşa erebilir. Bu sisteme muhtaç ve mahkum değiliz. “Başka bir dünya mümkündür.” Yeter ki, ekoloji, özgürlük ve demokratik toplumdan yana olan tüm sistem karşıtı güçler ortak bir mücadelede güçlerini birleştirsin. Çürümüş bu kapitalist sistemi aşmak ve devlet ve iktidar dışında özgür ve demokratik bir toplumu inşa etmek bizim elimizdedir.
NC//Kasım Engin