HABER MERKEZİ – Türkiye sahip çıkıyor’ algısı oluşturma gayreti yeni değil. Türk hükümeti ve medyası, 62 saattir İsveç’te (evet evet İsveç’te) tedavisinin yapılmadığını iddia ettiği bir Türkiye vatandaşının kızını ‘kapak’ yaparak, nasıl bir seferberlik haliyle ambulans uçak gönderip ‘anavatan’a getirildiğinin destanını yazıyor. ‘Böylece Bulgar zulmü ve Türk hükümeti kurtarıcılığı’ propagandası için o dönem kullanılan ‘Aysel’ figürünün yerini bugün ‘Leyla’ aldı.
47 yaşındaki Emrullah Gülüşken, Batman Gercüşlü. İsveç’in Malmö kentinde yaşıyor. Allah nazardan saklasın yüzlerini esirgemeyen Leyla ve Samira’yla birlikte 5 çocuk babası. Türkiye’nin güçlü ekonomisi ve emsalsiz insan hak ve hürriyetleriyle vatandaşını el üstünde tutması; gelir dağılımındaki inanılmaz eşitlik; Türk ve Sünni olmayanların da ezilmediği; 20 milyondan fazla Kürt’ün, bir o kadar Alevinin ‘daha ne isteyebiliriz ki’ diyecek kadar haklara boğulduğu cennet haline rağmen ne hikmetse Gercüş’ten kalkıp taa Malmö’ye kadar gidiyor.
Kısa sürede şifaya kavuşmasını umduğumuz Emrullah, on binlerce Türkiye vatandaşının benzer anlaşılmaz sebeplerle yaşadığı bu ülkeye de ulaşan korona salgınına maruz kalıp hastalanınca İsveç’te herkese uygulanan prosedürle karşılaşıyor. Eve iki defa doktor, iki defa ambulans ve hastane; kızının deyimiyle “bir saat sonra babam aradı. Kızım beni alın, hastanede yapamıyorum. Doktor, ‘akciğerlere inmediğini ve ilaç alması gerektiğini’ söyledi” ile birlikte evinde beklemeye bırakılıyor. Yani şu anda Türkiye’de benzer durumda olan 70 binin üzerinde insana, bunun kötü kopyasının uygulandığı bir prosedür. Malum çocukları, babalarının öksürük nöbetleriyle birlikte evde yatmasına üzülünce o güne kadar huzur ve refah pozlarıyla süsledikleri sosyal medya hesaplarından aslında babalarının hastanede olması gerektiğini söyleyip yakarma moduna geçiyor. Sonrası, artık son sahnenin yeniden kurgulanıp senaryo ve yönetmenliği de Türk devletine ait bir prodüksiyon.
İç çekim
Bazı televizyon yapımları vardır. Konunun çok önemi yok. Televizyon ekibi ilk kez bir evin kapısını çalacak ve misafir olacak. Programcı heyecanla anlatır ve çatkapı geldiklerini, nasıl karşılanacaklarını, neyle karşılaşacaklarını bilmediklerini söyler. Seyirci de ekrana kilitlenip heyecanla bekler. Kapı çalınır ve birazcık beklemenin ardından açılır. Henüz hipnotize olmamış seyirci şunu hemen fark eder; kapı açılınca içeriden dışa doğru bir çekim de var, yani ekibimizin bir kısmı içeriden çekim yapıyor. Ev, evdekiler ve dışarıdakilerin tümü, yapımının birer unsuru; ekran başındakilerin büyük bir bölümü de hipnotize olup artık gönüllü birer kurbanı, aynı zamanda finansörü.
AA kamerasındaki Leyla
İşte Leyla’nın figüranı yapıldığı sahnenin yeniden çekilmesi de öyle. Leyla, AA kamerasına sosyal medya hesabından paylaşım yapıyormuş gibi hikayeyi güncelleyip anlatıyor, yıllardır Türkiye hasretiyle yaşadıkları İsveç’te çaresiz kaldıklarını, ne yapacaklarını bilemediklerini, hasta babalarının evde bekletildiğini söylüyor. İsveç’te olmayan sokağa çıkma yasağı, her hastaya uygulanan prosedör, sağlık sistemi ve düzeyi, vaka/gün/ölüm oranlarının bir önemi kalmıyor. Leyla tüm maharetiyle sufleyi tekrarlıyor.
Aysel’i hatırlayan var mı?
Biraz geriye gidelim. 1980’li yılların sonu. Sovyet bloku çatırdıyor. İçeride istismar edilen sosyalizmden üretilen ucube hal, dışarıda karşı blokun nazirelerle birlikte yüklenmesi. NATO’nun önemli üyesi Türkiye, darbeyle rejimini tahkim etmiş, içeride yapabileceğini yapmış, artık Özal iktidarı var. Bulgaristan’daki Türkler meselesi gündemde. Bulgar rejiminin, alasını Türkiye’nin de uyguladığı saçmalıklarına Türkiye üzerinden operasyon çekiliyor. Bulgaristan’dan gelen bazı Türk ailelerinin çocukları gündeme getiriliyor, o arada Naim Süleymanoğlu büyük bir sükseyle ‘anavatan’a naklediliyor. Dönemin iktidarının daha içli, daha duygusal atmosfer oluşturacak bir figüre ihtiyacı var. Bu figür üzerinde devletin gücü, ‘anavatan’ın sahip çıkma azmi pompalanacak. TRT’de ‘Belene’ diye bir diziye başlanır; ailesi Türkiye’de ama kendisi Bulgaristan’da bir kız çocuğunun hikayesi üzerinden ‘Bulgar zulmü’ anlatılır. Türkiye kamuoyu ikna edilmiş, Bulgaristan da rahatsız olmuştur. Bunun üzerine dönemin Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu başkanlığındaki ekip Bulgar tarafıyla temaslarını yoğunlaştırır. Türk tarafının istediği, bu figürdür. Anlaşma sağlanmıştır. Artık gerisi iç prodüksiyondur. Özel uçak hazırlanır. Başbakan Turgut Özal, manevi oğlu Naim’in yanına bir de manevi kız alacaktır. TRT canlı yayındadır. Türkiye toplumu (televizyonu olanlar) seyircidir. Aysel kızımız, Bulgaristan’dan getiriliyor. Aysel Özgür, ‘anavatan’ındadır. Başbakan Turgut Özal’ın manevi kızıdır. Türk medyası renkli hikayelerle köpürtür, Aysel ile Naim’i evlendirme kampanyaları bile başlatır. ‘Adaletin bu dünya’ türküsüyle bilinen ama şimdilerde ihtiyar dindar takılan Ali Ercan, ‘Aysel’in dönüşü’ diye teatral girişli bir uzun türkü çığırır. ‘Safa geldin Aysel’le herkes muradına erer. O günün Leyla’sı Aysel’dir. Sonrasının (Çamlıca Kız Lisesi, ajanlık, vatandaşlık vs.) önemi yok…
Leyla’nın babası evdeyken Islahiye
Leyla’nın figüranlığındaki hikaye, Türkiye toplumuna izletilip devlet tam tekmil; Cumhurbaşkanı’ndan Türk konsolosa, TRT’den AA’ya, Sağlık Bakanlığı’ndan ambulans uçağa kadar hazırlıklarını yapar; iletişim dehası Fahrettin Altun, senaryoyu tekrar gözden geçirirken Antep’in Islahiye ilçesinin Göltepe Mahallesi’nde oturan 79 yaşındaki İsmail Donat, hastaneden geri çevirildiği evinde acılar içindedir. Mecalsizdir, öksürük nöbetleri geçiriyor. Hastane, ‘testin negatif’ deyip başından savmış, git evinde karantina kal, demiştir. Zaten 65 yaş üstü olduğu için sokağa çıkma yasağı vardır, çıkarsa Kabahatler veya Hıfzıssıha kanunlarına muhalefetten 3 bin 350 TL’ye kadar ceza kesilecek; emekli maaşı ve ikramiyesini katlayan bir miktar. Çağrılarına cevap verilmiyor, ne ambulans ne de doktor. İşgal edilen Kuzey Suriye kasabalarına ‘hizmet’ götüren Antep Büyükşehir Belediyesi veya her yardımıcısı Suriye’nin bir kasabasına da kaymakam olan mülki idarenin de İsmail Donat’ı duyduğu yok. Çaresizlik içinde kıvranıyor yaşlı ve hasta adam.
Malmö ve Ankara hattı
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Türkiye’nin Stockholm Büyükelçisi Hakkı Emre Yunt, AKP Milletvekili Zafer Sırakaya’ya, YTB Başkanı Abdullah Eren, UID İsveç Başkanı Özer Eken, TRT, AA ve bilumum medya ile Leyla, son hazırlıkları gözden geçiriyor. Sabah 06.00’da startı veriliyor. Ambulans uçak Türkiye’den canlı yayında kalkıyor. Diyaloglar aleni:
– Fahrettin K.: Sevgili Leyla, sesini duyduk. Ambulans uçağımız saat 06.00’da havalanıyor, İsveç’e geliyoruz. Tüm Türkiye, böyle bir dönemde, uzakta olmanıza üzüldük. Baban için hastanemiz, hekimlerimiz hazır. Cumhurbaşkanımızın, bütün halkımızın geçmiş olsun dileklerini iletiyorum. Çok sevgiler.
– Leyla: Sayın bakanım Allah bin kere razı olsun sizden. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Çok mutluyum babam ve ailem adına. İyi ki varsınız. Bu süreçte
bize her koşulda yardım ettiğiniz için size minnettarım.
– Fahrettin K.: Sevgili Leyla, biz 25 bin hastamızı iyileştirdik. İnşallah Emrullah Bey de iyileşecek.
– Fahrettin A.: İsveçte yaşayan vatandaşımız Emrullah Gülüşken’in Kovid-19 testi pozitif çıkmasına rağmen tedavi edilmedi. Devletimiz elbette bu duruma duyarsız kalmadı. Emrullah Beyi ambulans uçakla ülkemize getiriyoruz. Cumhurbaşkanımızın liderliğinde milletimiz için çalışıyoruz.
Leyla havaalanında bekliyor
Uçak havadayken de çekim sürüyor. Malmö’de Leyla ve ailesi uçağı beklerken canlı yayın bağlantıları sürüyor. TRT’den A Haber’e kadar, teker teker bağlanıyorlar. Leyla, mutlu ve heyecanlı, üstellik minnettar ama kendisi orada kalmayı sürdürecek, belki tatillerde geleceğini söylüyor. Bazı televizyonlara cep telefonuyla uzaktan görünen uçağının çekimiyle destek bile sunuyor. Uçak, Malmö’den yolcularını alıyor ve Ankara Esenboğa Havalimanı’na öğleden sonra iniyor. Canlı yayın uçağın içinde, Esenboğa’dan ve Malmö’den devam ediyor. Gülüşken, uçaktan ambulansa, oradan da Ankara Şehir Hastanesi’ne götürülüyor, üç çocuğu ise karantinaya. (Anne ve diğer çocuğu bilmiyoruz, senaryoda yok), Leyla ise malmö’de.
‘Mutlu son’da assolist sahnede
Türk medyası, Türk devletinin azametini, hükümetinin kabiliyetini manşetlere, ana bültenlere taşırken Cumhurbaşkanı Erdoğan, assolist edasıyla sahneye giriş yapıyor. Önce telefonda Leyla ile diyalog görüntüleri paylaşılıyor. Kasıla kasıla konuşuyor, leyla hep minnettar, zaten hayranı. Sonra iki gün final için pekiştiriyor. Önce “Dün sabah İsveç’e gönderdiğimiz ambulans uçağımız hasta vatandaşımızı alıp ülkemize getirdi. Şu anda Ankara Şehir Hastanesi’nde tedavisi yapılıyor. Bu kardeşimizi sağlıklı bir şekilde inşallah evine göndereceğiz” diyor ama yetinmiyor, Türk devletinin büyüklüğünü; 56 devlete yardımlarını, bir o kadar ülkeden vatandaşlarını getirmesini sıralayıp senaryonun temasını özetliyor: ”Türkiye’de hamdolsun hiçbir vatandaşımız hastane kapısından geri çevrilmemiş, hiçbir hastanın tedavisi ihmal edilmemiş, hiçbir insanımız sahipsiz bırakılmamıştır. Gerek mevcut hastanelerimizle gerek yeni açtığımız hastanelerimizle gerekse salgına karşı yeniden düzenlediğimiz sağlık kuruluşlarımızla tüm vatandaşlarımıza birinci sınıf hizmet veriyoruz.”
İsmail Donat artık bunları duyamadı
Hastane kapısından geri çevrilen, tedavisi ihmal edilen, sahipsiz bırakılan, hizmet verilmeyen 79 yaşındaki İsmail Donat, Antep’in Islahiye ilçesinin Göltepe Mahallesi’ndeki bir apartman dairesinde, Erdoğan’ın bu sözlerini duyamıyor. 14 gün karantinada kal denilen Donat, artık yaşamıyor. Komşuları cansız bedeniyle karşılaşıyor. Jandarma ve sağlık ekipleri geliyor. Donat’ın cenazesi, hastane morguna, burada yapılan incelemenin ardından Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde yakınları tarafından toprağa veriliyor. İslahiye İlçe Hıfzıssıhha Kurulu, Donat’ın yaşadığı 8 dairenin bulunduğu apartmanın 14 gün süreyle karantinaya alınmasını kararlaştırıyor. Apartman girişine şerit çeken jandarma, giriş ve çıkışları kontrol altına alıyor.
Üstelik İsmail Donat, Ankara’nın senaryosunda Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlardan biri olmaya bile layık görülmüyor…
Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com/