HABER MERKEZİ
İyi insanların, naif ve terbiyeli hayatların en sert sözcüğüydü eskiden. Kötüyü tam göğsünden bıçaklamak, belayı yakasından tutmak, yanlışı defetmek gibi doyurucu bir his bırakırdı içimizde. Karanlığa sığınanın, maske takanın en belalı işaretiydi. Zalimi doyasıya dövmüş olmanın en nefes nefese anında can verici bir rahatlamaydı. Daha da ötesi yok gibiydi. Söylenebilecek olanının en ağırını söylemek, taşı gediğine koymaktı. Bazen ağız dolusu bir tükürük eşliğinde, bazen yıkıcı bir sille ile… Zalime en yakışır küfürdü ‘ALÇAK!’ Kaç kavganın, kaç yıkılışın, kaç kopuşun ateşleyicisi olmuştu bu sözcük.
Bu bedduanın muhatabı olmamak için ne büyük sınavlar veriyordu bir de insanlık. Bu sözün muhatabı olmamak için kaç can. Kaç yiğit bu sözcüğe bulanmamak için ne dağlar sırtladı. Kaç iyi insan düşmemek için bu çukura göğe çıktı. Ne bedeller ne bedeller bir ah bile demeden göze alındı.
Tarih biliminin de en caydırıcı silahı gibi görürdüm bu sözcüğü. Sözcük, yargılayıcılığı kadar içeriğinin o tiksindirici iticiliğiyle yapış yapış yapışırdı insana. Hiç de insana göre olmayan bu sarsıcı tanım iyi bir ikililik yaratıyor, ‘alçaklık’ ve ‘yükseklik’ ‘iyi’ ve ‘kötü’ kavramları gibi tarihe akıcı bir tanımlama kolaylığı sağlıyordu. Tarih bunların birbirleriyle savaşı değil de neydi?
Nereden geldim buraya açıklayayım. Eskiden gelen bir gazeteci davranışı, yazma işinde bir akıl alışkanlığımdır. Çokça, alışık ve kuşkulu sözcüklerin kelime anlamlarına bakarım hep. Daha başka ne anlamlar saklıdır, ne hikayesi vardır, ne anlatır bir sözcük. Şimdi ağzımızda yaşayan bu kelime kaç kez ölmüş, kaç kez deri değiştirmiş diye.
Bazı sözlükler ALÇAKLIK için “Adilik, aşağılık, kahpelik. Ahlakça kötü davranış sergileme durumu.” demiş. Şimdi bu gece, Nusaybin’de küçücük B.E’nin mermiler eşliğinde, koca gövdeli bir ifrit tarafından yaka paça sürüklendiği bu alçaklık gecesinde, ne yazık ki bu anlama da bir bıçak çekilmiş. Derin bir kesik atılmış şah damarına. Sanal medyada hırsla öfkeyle dolanırken gözlerim, gördüm. Bu gerçekten habersiz bir ağız alışkanlığıyla ne kadar çok alçak diye haykırmış onlarcası. Yok, bu alçaklık gecesinde gerçek tam bu değil! Şimdi bu anlam bu zamanın değil. Bu sözcük iyi insanın silahı değil artık. Hiç sarsmıyor, hiç titretmiyor bedeni. Yazık! Bu anlam da deri değiştirdi.
Bir ananın cansız bedenin günlerce bir şehrin ortasında yattığı, küçücük cansız bedenlerin kokmasın diye buzdolaplarında saklandığı, onlarca insanın bodrumlarda diri diri yakıldığı, bir nefes özgürlük diyen onlarca gencin bedeninin zırhlı araçlarla ezildiği, azgın bir güruhun saldırısına maruz kalmamak için hayatın kıyıya çekildiği, kadınının katlinin ve tecavüzün alkışlandığı, insana en çok kendi hissettiren seçeneklerinin ve seçme hürriyetinin çalındığı, biatın elinin öpüldüğü, gaspın geçim kaynağı olduğu bir memlekette…
Ölüm tezgahlarından ibaret zindanlarla dolan, evladının kemiği kargoyla anasına sunulan, özgürce türkü söylemek için ölen-öldürülen, cenazesi kaçırılan, memleketine gömülmesin diye şuursuz güruhların sokaklara dökülüp cenazeyi yakmakla tehdit ettiği, kuytu köşelerinde gençlerin infaz edildiği, silahlanıp komşusuna öldürülecekler listesi hazırlayan, küçücük bir çocuğa mermiler yağdırıp yaka paça sürükleyen bir memlekette ‘ALÇAK’ ne kadar da yetmiyor, ne kadar da boynu bükük, ne kadar da çaresiz! Zaman anlamı büküyor, yaşadığımız mevsim kanını değiştiriyor sözcüğün.
Yok, ‘alçaklık’ artık zalime iyi bir küfür değil. Zalimin pek de üstüne alındığı yok üstelik. Herkesi suçuna ortak eden bir mevsime dönüyor gittikçe. Herkese en sarsıcı olanı alıştırıyor. Artık herkesi içine alan bir döngü. Tarih sahnesinde alçaklık ve erdem, iyilik ve kötülük gibi büyük savaşını veriyor. Ne yazık tüm erdemler büyük yaralar alıyor. Türkiye’de insan gün geçtikçe, bunca şeye gözyumarak, bunca zulme susarak, bunca yaşanana kul olarak, artık yeter demeden, direnene omuz vermeden, insana sırtını dönerek, biat ederek, korkuya esir olarak bu mevsime çark ediyor.
ANF/Doğan Çetin