BEHDİNAN
Duyun! Duyun bizi, 28 can daha verdik bu topraklara. Her biri kıpkızıl mayıs renginde, tam da Mayıs’ın on yedisinde. Nice tohumlar ektik Bêzar’a, nice yiğitler. Canları Bêzar’ın koynuna gömdük, tohum çiçek açsın diye. Ve Mezopotamya’yı rengarenk süslesin diye, can verdik birer birer. Bir bilseniz, Bêzar dağındaki yaşam çiçeklerini? Ve bir bilseniz Napalmlara inat yeşeren kan çiçeklerini. Bir bilsen Bêzar, bir bilsen! Bir bilsen 28 can, 28 fidanın Napalm ve kimyasal gazlara direnişlerini. O an neden bir ah bile etmedin Bêzar? O an neden kucak açmadın evlatlarına. Vicdanın o kadar mıydı? Bêzar. Vicdanın taş mıydı? Oysaki sen gördün. Sen de şahit oldun o kansız ölüme. Anlat Bêzar anlat!
Toprağın nasıl bir başka kavrulduğunu, havanın nasıl bir başka solduğunu, taşların nasıl siyahlaştığını, canların nasıl kömürleştiğini. Anlat Bêzar anlat! Ve kömürleşmiş canları. Anlat ki tarih utansın, anlat ki, Gılgamış bir kez daha bu topraklarda ölümsüzleşsin, anlat ki Şamaş’ın güneşi Nemrut’ta değil, Bêzar’da doğsun. Ve duysun yer-gök, cin û me-cin. Duysun sesini, taşlaşmış yürekler, felç olmuş beyinler. Karanlıklar aydınlansın artık, karanlıklar aydınlansın Bêzar! Bilmelisin çoktan doğmuş güneş, ta Eruh’tan doğmuş, Gabar’a uzanmış, ulaşır olmuş Cudi’ye Zagros’a. Koca Agıri’den bile görülür olmuş. Sen neden daha güneşi ararsın öyle. Ey! Bêzar.
Ülkemin bahtsız gelini lal olmuş, biçare olmuşsun yine. Kolay değil 28 cana mezar olmak. Kolay değil bilirim. Tarihinden bilirim, yaşlıdır tarihin. Bir çınar kadar yaşlıdır. Belki de daha yaşlı. Kim bilir? Belki de Adem’e kadar uzanır tarihin. Yanı başında Nemrut hala dimdik ayaktadır. Güçlüdür nedense. Parlak bir güneşten alır o gücü. Tarihe uzanır ve sabahın o tan atmasında ufukta görünür. Ama ya sen! Sen öylemisin Bêzar? Söyle bana? 28 cana sahip çıkamadın, söyle? Sen mi suçlusun, yoksa tarihin lanetlileri mi? İtiraf et!
Yoksa tarih asla seni affetmeyecek. Seni lal etmişler değil mi? Sana söyletmeyecekler. Bir müddet itiraf etmeyeceksin gerçekleri, biliyorum. Ama, bir şey daha biliyorum ki, bir gün söyleteceğiz sana. Bir gelecek, bir mabet dikip Bêzar’ın üstüne, adına “Bêzar özgürdür” diyeceğiz. Ve 28 canın ismini o puslu zirvelerinde güneşe çakacağız ve her tan atımında bu ülkenin çocukları gelip adak adayacaklar güneşe. Selam duracak o yiğitlere. Bir an için soluyacaklar seninle o Napalm gazını. Belki ölmeyecek onlar, ama 28 canın kansız ölümünü hissedecekler iliklerinde. O zaman Melik isminde bir yiğidi görecekler çocukları! Görecekler tan atımında güneşe uzanan bir turna katarını. Melik önde, arkasında 27 can daha var, keşke şimdi bir anlatsam da, pir anlatsam Melik’i. Bilmem ki, nasıl anlatsam Bêzar! Bilmem ki, nasıl anlatsam Melik’i? Ya o daha Güneş yüzü görmemiş gencecik 27 canı nasıl anlatsam? Eksik anlatsam da bağışla beni Bêzar, bağışla. Ben yine Melik’i anlatayım o cengaverlerin anısına. Nasıl anlatayım? O dağ yüzlü cengaveri? O Piran gülüşlüyü nasıl anlatsam? Koye Spi’ye bakan tek katlı betonarme evlerini? Daha beşikte iken annesinden duyduğu: Oy lawo…oy lawo. Derdî koli mayey tu zafo Ez çi vajo çi ne vajo Ez kira vajo kira ne vajo
Ağıtları nasıl anlatsam? Piran’da çocukluğunu mu? Okula giderken çalışkanlığını mı? Ve ‘ben emeğimle öğrendim, siz de emeğinizle öğrenin’ deyişini mi anlatsam sizlere. Yoksa, Adana’ya babasının tayini çıkıp Adana günlerini mi anlatsam? Hayır hayır! En iyisi üniversite yıllarını anlatmak. Ya o yılları nasıl anlatsam? Kendisiyle buluşma, özüyle tanışma ülkesiyle sözleşmesini mi anlatsam? Nasıl anlatsam o yılları? Kabına sığmayan bir delikanlıyı mı anlatsam? Fırtınalaşan bir ülke özlemini mi anlatsam yoksa Melik’in gerilla olup dağlara çıkmasını mı anlatsam Bêzar? Dağlardan bir şahin gibi süzüldüğü o anı anlatmak o kadar zor ki. Ve o dağları feth eden yürüyüşünü mü? Bilmem ki hangisini anlatsam Bêzar? En iyisi o dağlardan kopup gelen sevdasıyla İskenderun günlerini mi anlatsam. Nasıl anlatsam?
Siz bilir misiniz dağı şehre taşırmayı, şehri dağlaştırmayı? Ya siz bilir misiniz Melik’in komutasında yaşamın güzelliğini, duruluğunu, roman sadeliğinde o akıcı anlatımını? Bilemezsiniz, çünkü, görmediniz. Emeğin, bilginin deryasında Melik’in nasıl yüzdüğünü. Çünkü görmediniz; Ondaki yoldaşlığa bağlılığı, sevgi, saygıyı ruhlara akan inancı. Çünkü görmediniz halk sevgisini, Önderliğe bağlılığını. Ama eminim ki görseydiniz siz de severdiniz benim gibi onu. Siz de severdiniz, ciddiyetini, örgütçülüğünü ve üstün insan vasıflarını. Onunla olsaydınız bir parça kendinizden bilirdiniz derim size. Onunla fırtınalaşır, dağlara kanat çırpardınız. O’nu, O’nu görenler bilir. O’nu anlatmak, Onunla yaşamak, Onunla olmak nedir bilir misiniz? Bir parça gerillayla olmak, bir parça tarihle olmak gibidir. Ey yüzü yaşlı Bêzar!
Onunla en son sen birlikte oldun Bêzar! Yönünü sana vermişti sana sığınmıştı. Seni dost bilmişti 27 yoldaşıyla. Çocuklar gibi şendiler bir oğul şefkatıyla sığınmıştılar sana. “Bu dağ zelzele olup, yıkılsa da başımıza taş yağmaz” dercesine güveniyorlardı sana Bêzar. Söyle Çiyayê Bêzar! Hiç acımadın Onlara değil mi? Susma öyle Bêzar! Susma !!! Sen de suçlusun Bêzar, sen de. Sessiz duruşun neden? O zehirli gazları emişin neden? Oysa ki bir alazlansan içinde, bir volkan olup patlasan o tarihin kerberosların üzerine.
Ne olurdu sanki? O zaman Melik ve 27 cana mezar olmazdın belki. O canlara, bir can katmazdın belki. Sanmaki Bêzar, seni insafsız yargıladığımı, seni değil, senin şahsında senin bedenin üzerinde yanan, yıkılan bu vahşeti yargılıyorum. Öfkem sana değil, seni bu vahşete zorla tanıklık eden insanlık düşmanı lanetlileredir.
Mücadele Arkadaşları