BEHDİNAN – PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Stêrk TV’de bir programa katıldı. Dün akşam birinci bölümü yayınlanan programda konuşan Karayılan, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Başta tüm izleyici ve tüm halkımıza selam ve saygılarımı sunuyorum. Mücadelemiz içerisinde 15 Ağustos Atılımı’ndan sonra en önemli ve ikinci 15 Ağustos Atılımı, 1 Haziran hamlesidir. Çok tarihi bir süreçte bu hamle ile Kürdistan özgürlük mücadelesinde yeni bir dönem gelişti. Şu anda 1 Haziran hamlesinin 16’ncı yıl dönümündeyiz. Bu hamlenin 16’ncı yıl dönümünü başta Rêber Apo’ya, tüm Kürdistan halkına, demokrasi güçlerine ve tüm yoldaşlara kutluyorum. Bu hamleden şu ana kadar birçok şehidimiz oldu, esasen bu atılımı kahraman şehitlerimiz kanlarıyla yarattılar. Ben 1 Haziran hamlesinin tüm şehitlerini, Erdal, Adıl, Nuda, Helmet, Delal Amed, Atakan Mahir’ler şahsında tüm şehitleri büyük bir minnetle anıyor, verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyoruz. Önderliği, Kürdistan’ı özgürleştirme yürüyüşünde onları yaşatacağız. Bu şekilde her zaman şehitlerin anılarını mücadelemizde yaşatacağız.
‘ATILIM SOYKIRIMIN ÖNÜNÜ ALDI’
Bilindiği gibi 15 Ağustos Atılımı çok tarihsel bir hamle olarak geliştirildi. 1984’te gerçekleştirilen bu atılım; yok etme, eritme ve soykırım siyasetinin önünü aldı. O zaman Kürdistan’da asimilasyon siyaseti çok fazla yaygınlaştırılmış ve derinleştirilmişti. Halkımız artık uçurumun kenarındaydı. 15 Ağustos hamlesi bu sürecin önünü aldı, durdurdu ve Kürt sorununu gündeme taşıyıp gün yüzüne çıkararak çözüm için masaya yatırdı. Bu anlamda 15 Ağustos Atılımı tarihsel ve başarılı bir hamleydi. O süreci ’99 yılına kadar ele alıyoruz, 15 yıl sürdü. O 15 yıl içinde diriliş devrimi gerçekleşti, halkımız devrimi yaşayarak kendi kimliğine sahip çıktı, serhildanlar gerçekleştirerek mücadeleye dahil oldu. Böyle bir diriliş devrimi halini aldı. Aynı zamanda ulusal birlik ve demokratik çözümün ruhunu da kendisiyle yarattı. Fakat düşman çözüme gelmedi hatta o uluslararası komplo gerçekleştirilerek Önderliğimiz esir alındı. Ama buna rağmen Önderlik çözümden vazgeçmedi. ’93’te çözüm çabalarını geliştirdi, aynı zamanda İmralı Cezaevi’nde de geliştirdi. Bu temelde ’99’dan 2004’e kadar silahlı savaşı durdurduk.
Hatta provokasyon vb. farklı bir şey olmamasından dolayı gücümüzü Kuzey’den Güney Kürdistan’a geçirdik. Kuzey’de çok az bir gücümüz kaldı, çoğunluğunu çektik. Fakat tüm bunlara rağmen işgalci Türk devleti hiçbir adım atmadı. Aksine süreci zamana yayarak bizi tasfiye etmek, halkımızı da yeniden soykırım siyasetinden geçirmek istedi. Bununla da sınırlı kalmadı, bazı güçten düşmüş çetelerin eliyle içeriden de Hareketimizin çizgisini değiştirmek istedi. Yine dışarıdan da kuşattılar. Böyle tasfiye ve yok etme siyasetini bırakmadı. Hatta Türk devleti ‘biz Öcalan’ı yakaladık, bu işi bitirdik, başardık’ dedi. Bu çerçevede bundan önce Güney Kürdistan ile ilişkisi vardı evet, bu ilişkilerine askeri olarak devam etti ama esas olarak ilişkisini dondurdu ve Güney Kürdistan ile ilişki kurmayı kendisi için kırmızı çizgi haline getirdi. Çünkü artık ‘içimizde Kürt sorunu kalmadı, tasfiye edeceğiz’ diyordu. Erdoğan iktidara geldi ve dedi ki ‘eğer düşünmezsen Kürt sorunu yoktur.’ Uluslararası komplo çizgisinin devam ettirilmesine, soykırım, asimilasyon ve yok etme siyasetine karşı işte 1 Haziran hamlesi 2004 yılında meriyete girdi. O zaman KONGRA-GEL ikinci kongresinde bu kararı aldı ve bu şekilde karar pratiğe geçirildi.
‘1 HAZİRAN HAMLESİ ÖNEMLİ ROL OYNADI’
15 Ağustos Atılımı soykırım ve asimilasyon siyasetinin önünün alınması içindi. 1 Haziran hamlesi özgürlük ve çözüm içindi. Kuşkusuz çözümün gelişmesi, demokratikleşmenin gerçekleştirilmesi için başta uluslararası komplo çizgisinin, ki bu çizgi imhayı yok etmeyi esas alıyor, bunun boşa çıkarılması gerekiyordu. Bu çerçevede 1 Haziran hamlesi önemli bir rol oynadı. Başta aktif savunma olarak devreye koyduk, her zaman diyaloğa kapıyı açık bıraktık. Çok şiddetli bir savaş değil aktif savunma ve düşmana ‘siz bizi yok edemezsiniz, Kürt meselesi için çözüme gelmelisiniz’ şeklinde bir mesaj verilmek istendi. Yani atılımın amacı, düşmanı masaya oturtmaya mecbur kılabilmekti. Bu şekilde demokratik çözümü gündeme koyabilmekti, bir amacı buydu. Tabii en önemli amacı komployu boşa çıkarabilmekti. Yine 1 Haziran hamlesiyle gelişen mücadele Kürt sorununu tekrar gündeme koydu ama bu sefer sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın gündemine koydu. Bu temelde önemli sonuçlar açığa çıkardı. Türk devleti masaya oturmaya mecbur kaldı. Bilindiği gibi, bazı dış güçler aracılığıyla 3 yıl Oslo’da Türk devletiyle heyetimiz arasında görüşmeler oldu. Türk devleti görüşmeleri ortadan kaldırdı ve ‘Sri Lanka’nın Tamil gerillası üzerinde yürüttüğü taktiği uygulayacağız’ dedi.
AKP’liler bu çerçevede makaleler yazıp konuştular, bu eksende yeni bir süreci geliştirmek istediler. Türk devleti, bize karşı Güney’de İran ile birlikte sandviç hareketi geliştirmek için gizli bir biçimde İran ile de görüşmeler yaptı. Güney Kürdistan’daki örgütleri de katmak için çaba içine girdi. Bu şekilde bize karşı 2011’de tekrardan saldırı gerçekleşti. Planladıkları şeyleri yapamadılar, çünkü aynı zamanda Arap baharı denilen ama aslında Arap kışına dönüşen Ortadoğu’daki savaşlar da başladı. Bu süreç başlayınca bu da onların planlarını alt üst etti bu şekilde planları boşa düştü. Bunun üzerine Türk devleti bu sefer İmralı’da yeni bir görüşme süreci başlattı. Burada yuvarlak bir masa oluşturuldu, 2,5 yıl çözüm ekseninde devlet ile Önder Apo, yine HDP heyetinin de dahil olduğu diyaloglar başladı. O süreçte bir mutabakata ulaşıldı fakat bu görüşmeler, Erdoğan’ın denetimi altında gerçekleşmiş olmasına rağmen, ‘benim haberim yok’ diyerek inkâr etti ve diyalog masasını devirdi. Buradan anlaşıldı ki bu Türk devletinin sözlüğünde Kürdü irade olarak kabul etme diye bir şey yoktur. Her zaman Kürt onların kölesi ve Türkleştirme malzemesi olsun istiyor. Yani asimile edip Türk yapsın ve bu şekilde Kürdü kullanmak istiyor. Birçok defa kardeşlik diyor ya gerçekten kardeşlik, irade olarak görmek, dili ve kimliği hakkında hak verme gibi bir şey Türk devletinin sözlüğünde yoktur. Soykırım siyasetinde ısrar ederek Kürdü asimile edip tasfiye etmek istiyor. Yani bölgede gelişen savaştan faydalanmak istedi fakat tıkandı, zaten tıkandığı için 2012’de ateşkesi kabul etmek zorunda kaldı, çünkü ‘Tamil Planı’ boşa çıktı, başarılı olamadı. Ondan sonra tekrar hazırlandılar.
Kısaca, Türk devletinin gerçekten Kürtlerle kardeşlik gibi bir ilişki geliştirmek istemediği net bir şekilde anlaşıldı. Her ne kadar diyalog sürecine dahil olsa da Kürdün iradesini tanımıyor. Hiçbir gerekçe göstermeden kendiliğinden ‘benim haberim yok, böyle bir şey olamaz’ diyor. Eskiden ABD ve Avrupa hareketimizi haksız bir yere terör listesine koydu, Türk devleti bundan ve NATO’ya üyeliğinden faydalanarak bu şekilde halkımıza karşı savaş yürütmek istedi. Ama 1 Haziran hamlesi başarılıdır, onu masaya getirtti, gündem oluşturdu, Kürt meselesini tüm dünyanın gündemine taşıdı, böyle çok önemli bir rol oynadı. Hatta 1 Haziran hamlesinin Güney Kürdistan üzerinde de büyük bir etkisi oldu, bu hamle Güney’in kazanımlarını korumasını sağladı.
Çünkü Türk devleti bizimle savaşıyordu biz olmasaydık kuşkusuz Güney’in kazanımlarına saldıracaktı. Yine bu atılım Rojava devriminin gerçekleşmesine zemin sundu. Türk devleti gerillayı tasfiye etmek istiyordu, eğer gerillayı tasfiye edebilseydi o zaman DAİŞ’e karşı savaşabilecek bir güç olur muydu? 1 Haziran hamlesinin sonucu olarak Kürdistan’da DAİŞ’e karşı kapsamlı bir savaş yürütüldü ve bu şekilde Ortadoğu da Kürt halkının eli güçlendi, bugün Kürt halkının stratejisi çok güçlüdür. İşte tüm bunlar 15 Ağustos Atılımı’nın devamı olan 1 Haziran Hamlesi’nin sonuçları olarak ortaya çıkmıştır. Yine düşman soykırım siyasetinde ısrar ederek bu halkadan sonuç almak istedi, sonuç alamadığı için şu anda bir krizi yaşıyor, teşhir oldu. Tabii halen de bu siyasette ısrar ediyor, bunun için de Önderliğin Kürt sorununun çözüm çizgisi ile AKP-MHP-Vatan Partisi ve Ergenekon rejiminin soykırım siyaseti arasında hâlâ savaş devam etmektedir. 1 Haziran Hamlesi’nin 17’nci yılında da bu savaş daha güçlü bir şekilde devam edecektir.
‘YENİLDİLER, YENİ KONSEPT OLUŞTURDULAR’
Her şeyden önce şunun altını çizmek istiyorum; Kemalizm zihniyetine sahip klasik Türk devleti-Türk ordusu, Kürdistan Özgürlük Gerillası karşısında yenilmiştir. Bu yenilginin en somut örneği; 2012’de Türk ordusunun Oremar alayına erzak götürememesi ve birçok Kürdistan dağına girememesidir. Yani ordu ve Türk devletinin sistemi, gerilla karşısında esas olarak yerle yeksan oldu. Evet, Türk devleti bu gerçeği şu anda saklamak istiyor ama bu gerçek devletin arşivinde vardır. Şu anda bize karşı savaşan ordu değildir, Türk devleti de bu yenilgiyi ve tıkanmayı fark etti. O yüzden 2012’nin sonları ve 2013 Newrozu’nda bu diyalog ve ateş sürecini kabul etti. Yani ateşkesi kabul etmeye mecbur kaldı. Halkımız da bunu bilmeli ki, Türk devleti bu ateşkes sürecini savaşa hazırlık süreci olarak değerlendirdi. Bir de tümden ateşkes yapmadı, yani evet, Kuzey Kürdistan’da ateşkes vardı ama çetelerin eliyle Rojava Kürdistan’ına saldırdı. El Nusra çeteleriyle yaptığı bu saldırı sonuç vermedi, sonra DAİŞ’İ devreye koydu. Bu anlamda Türk devleti ve Kürtler arasında savaş tam olarak durmadı.
Ama Kuzey’de 2,5 yıla yakın bir süre savaş durdu, fazla saldırı yapmadılar. Fakat NATO Gladio’sundan teknik destek alarak 2015 yılına kadar kendilerini hazırladılar. 2015’te yeni bir konsept oluşturdular. Yani Türk devleti, 1925’te Şêx Sait İsyanı’nda gündeme aldığı ve 2012’ye kadar yürüttüğü Şark Islahat Planı’nın artık ortadan kalktığını ve başarılı olmadığını anlamıştır. Bunun yanında devlet içinde parçalanma ve başka sebepler de olduğundan devletin içindeki tüm milliyetçi damarları birleştirdiler. Yani MHP, Vatan Partisi, Ergenekon, AKP hatta CHP’nin bazı kanatları gibi Kürdün varlığına karşı olan tüm güçler devlet içinde birleşip yeni bir konsept belirlediler. Eskiden Kemalizm zihniyetiyle hareket ediyorlardı artık İttihat Terakki çizgisiyle hareket ediyorlar. Şu anda Kemalizmle değil, İttihat Terakki çizgisinde hareket ediyorlar. Ve artık Türkiye’nin sınırları içinde değil çünkü İttihat Terakki Türkiye’nin mevcut sınırlarını kabul etmiyor, en az Misak-ı Milli esasında, Misak-ı Milli de değil Osmanlı sınırlarını kendisi için esas alıyor. Deniliyor ya ‘yeni Osmanlı hayali’ diye, işte onların yeni felsefeleri budur ve bununla hareket ediyorlar. Bu biçimde kendilerine bir zihniyet belirlediler, devlet içinde ittifak oluşturdular ve belirttiğim gibi dış güçlerin desteğiyle bazı teknik imkânlar da elde ettiler, bu esas üzerinde bize karşı yürüttükleri savaştaki tarzları değişti. Şu anda Türk ordusu bize karşı savaşamıyor, ordu karakollarda sadece savunmayı yapıyor.
Savaşan kimdir? İstihbarat gücüdür, Türk ordusunun hava komutanlığı gücü ve para ile oluşturdukları paramiliter güçlerdir. Bunlar, çete katil sürüsüdür. Erdoğan’ın kendisi bu güçleri oluşturdu. Bunun yanında yalan ve propaganda yürütmek için yetiştirdiği özel savaş kadrolarıyla bize karşı savaşıyor. Yani eski gücüyle değil, gücünü böyle yenilemiştir. Bu 5 yıl içerisinde Türk devletiyle böyle bir savaş yürütülmektedir. Savaş eskisi gibi kara savaşı değil, savaş; istihbarat savaşı ve hava savaşıdır. Bu şekilde gerilla gücümüze karşı hem Kuzey’de hem Güney’de saldırılar gerçekleştirildi, yine Kürt halkının tüm basın, siyasi ve kültürel faaliyet yürüten kurumlarına karşı saldırılar gerçekleştirdiler. Bu savaşın merkezini İmralı olarak belirlediler, aynı zamanda orada da savaş yürüttüler. Bu biçimde şiddet uygulayarak toplumu teslim almak istediler, burada hiçbir kanun falan dinlemediler.
Zaten öyle bir kanun çıkardılar ki bununla herhangi bir polis, asker bir Kürdü katlettiğinde yargılanmasın. Güney Afrika Apartheid rejimi gibi açık bir şekilde bunun yasasını çıkardılar. Mesela o kadar Kürt katledilmiş, peki, kimse yargılanmış mıdır? Hayır yargılanmıyorlar, çünkü yürüttükleri siyaset soykırım siyasetidir. Bu şekilde sonuca gitmeyi hedefliyorlar. Peki, bu 5 yıl içinde sonuçları ne oldu? Evet, bedel verdik ama işgalci Türk devletinin elinde o kadar imkân bulunmasına rağmen amaçlarında başarılı olamadı ne gerilla sistemini ne de halkın örgütlü sistemini, tüm kurumları yasaklamasına, kapatmasına rağmen bozamadı. Halkın verdiği oyu yüzde 10’un altına düşüremedi. Yani ne gerillayı tasfiye edebildi ne de halkı teslim alabildi. Peki, bu neyin sayesinde oldu? Kuşkusuz Önderliğin İmralı’daki direnişi çok anlamlıdır, kahraman şehitlerin destansı duruşları ve halkımızın fedakârlığı Türk devletinin tüm çabalarını boşa çıkarmış, sonuç olarak halkımız başarılı olmuştur.
‘TOPLUMUN ONURUYLA OYNAMAK İSTİYORLAR’
Halkımızın ve tüm kamuoyunun görmesi gereken nedir? Bu 5 yıldır Kürt halkı ve hatta Türkiye demokrasi güçleri üzerinde Türkçü milliyetçi bir hamle vardır. Bu bir hamledir, onlar soykırım siyasetini mutlaka başarmak istiyorlar. Bunun için de yurtseverliğin ve devrimciliğin dinamiklerini tasfiye etmek, Kürt halkının kutsal değerlerini ayaklar altına almak, halkı onursuzlaştırmak istiyorlar. Kürt toplumu neye inanıyorsa onu değersizleştirmek, toplumun onur ve şerefiyle oynamak istiyorlar. Çünkü toplumu toplum olmaktan çıkarmak istiyorlar. Şimdi Türkiye’de yürütülen ‘tek millet’ anlayışı ‘Türkten başka bir halk yoktur, Kürt halkı yoktur’ anlamına geliyor. ‘Başka bir halk var, Kürt halkı var’ diyen herkes tasfiye edilip teslim alınmalıdır, deniliyor, bunun için de toplum nezdinde hangi kutsal değerler varsa o değerleri ortadan kaldırmak istiyorlar. 2016’da Süleyman Soysuz kişisi ‘2017’nin Nisan’ında hiç kimse PKK’nin adını dahi adına alamaz, çünkü öyle bir şey artık kalmayacak’ dedi. Neden? Çünkü Türk devleti dışarıdan silahlı keşif uçaklarını almıştı, ‘artık tamam PKK’yi yok edeceğiz’ diyordu. Her zaman ‘bu yıl bitireceğiz’ diyorlar. Bunun için de halkımızın kutsallıklarını ayaklar altına almak istiyorlar. Halk Önder Apo’ya bağlı olduğundan Önderliğe dönük ağır bir tecrit ve psikolojik işkence yürütmek istemektedirler. Yine bu halkın on bine yakın evladı suçsuz yere zindanlarda tutuluyor, bu insanlar ya diline ya da hakikatine sahip çıktığı için bugün zindanlardadır.
Yani Kürtlüğüne sahip çıktığı için zindana atılmıştır. Şu anda cezaevlerinde büyük bir vahşet yaşanmaktadır, bugün zindanlarda yaşananlar 12 Eylül darbe sürecinde yaşananlar gibidir, ondan çok farklı değildir. 12 Eylül’de o Esat Oktay Yıldıran kaba işkence yapıyordu, şimdi ise ince bir şekilde zamana yayarak işkence uygulaması yapılıyor ve insanları böyle öldürüyorlar. En son mücadele içinde yer alan Sabri Kaya’yı bu şekilde bıraktılar ve en son şehit düştü. Baktılar ki şehit düşecek, o gün bıraktılar. Ben Sabri Kaya şahsında tüm cezaevi direnişçilerini anıyorum, Sabri Kaya arkadaşın ailesine ve tüm Kürdistan halkına baş sağlığı diliyorum. Bu, halkımız yoldaşlarımız, yurtseverlerimiz üzerinde bir zulümdür ve onurumuz üzerine yapılan bir saldırıdır. Dikkat edin; tüm dünya bu pandemiden dolayı zindanlarını boşaltıyor, Türk devleti de kendi yandaşları olan hırsız, çete, katil ve tecavüzcüleri serbest bırakıp, kimliğine onuruna sahip çıkan yurtsever ve Türkiye solundan olan suçsuz insanları ise zindanlarda ölüme terk ediyor. Yani ideolojik yaklaşıyor, insanları resmen ölüme terk ediyor, çünkü bu virüs zindandaki insanlara bulaşırsa oradaki insanlar yaşamlarını yitireceklerdir. Bu vahşi ve milliyetçi bir zihniyettir. Aynı zamanda şehitliklerimize yönelik saldırıların da amacı, halkımızın tüm kutsal değerlerini ayaklar altına almaktır. Şehitliklere saldırıyor, mezar taşlarını kırıyor Güney’deki şehitlikleri bombalıyor, Kuzey’de bazı şehitliklerimizi bombalıyor. Şehitler onurlarıyla, Kürt kimlikleriyle şehit düştükleri için şehitlere karşı savaş ilan edilmiştir. Amerika kıtasında Kızılderililer için ‘en iyi Kızılderili ölü Kızılderili’dir’ deniliyor.
Bu faşist AKP-MHP-Vatan Partisi ve Ergenekon rejimi artık ölen Kürdü de kabul etmiyor, yani kabul etmesi için Kürdün ona teslim olması, köle olması ‘ben Türkün bir parçasıyım’ demesi gerekmektedir. Onun dışında Kürde bir yaşam hakkı tanımıyor. Yani Kürt olarak ölmesini bile kabul etmiyor. Bu böyle bir zihniyettir, bu şizofren, adeta hasta ve milliyetçi bir zihniyettir. Öyle olmasa niçin o kadar şehitlikleri yıkıyor, insanların basması için kemiklerini ta İstanbul’a götürüp kaldırıma gömüyorlar? Kürdün kemiklerini mezara bile koymamışlar, kutuların içine koyup üst üste kaldırıma gömüyorlar. Bunlar halkımızın insani değerleri ve onuruyla oynuyorlar.
‘TECRİT SOYKIRIM VE FAŞİZM OLARAK YANSIYOR’
Yine halkın oy verdiği insanlar seçilerek belediye eşbaşkanı oluyor. Belediye eşbaşkanları şehrin tüm idaresine bakmıyor, sadece temizlik su elektrik vb. işlere bakıyorlar. Ama Kürt oldukları için onları kabul etmiyor, kayyum atıyor, kayyum da AKP’nin bir yaratımıdır. Halk yüzde 85 verdiği oy ile seçiyor ama o halkın iradesi ile seçilenleri görevden alıyor. Neden peki, suçu nedir? Hiçbir suçu yoktur. Kürt halkına ait olan her türlü değere bu şekilde saldırıyor. Hatta HDP’li olmayan Kürde de saldırıyor, yani mesela onlar da kayyum atanmasını doğru bulmuyor, yine mezarlıklara saldırılmasına tepkilidir. Ama Türk devleti bunların hiçbirini dikkate almıyor, dikkate aldıkları tek şey; ‘Kürde karşı her türlü saldırıyı yaparız, toplumda milliyetçiliği, faşizm dalgasını geliştiririz şoven milliyetçi kesim bizi desteklesin, yeter.’ İşte anlayışları budur.
Yani Kürdün soykırımı üzerinden iktidar gücü haline gelmek istiyorlar. Bunun için kamuoyunun tepkisi mi olur, onlar için hiç önemi yoktur, AKP-MHP hiç buna bakmaz. Şimdi Erdoğan her gün anketler yaptırıyor, bu anketler ne zaman onun istediği sonucu verirse o zaman erken seçime gitmeyi istiyor. Fakat şu an sonuçlar onun istediği gibi olmadığı için en son ‘biz 3 yıl sonra seçime gideriz’ dedi. Erdoğan faşist güruhları ne kadar harekete geçirir, milliyetçiliği ne kadar şahlandırırsa, alacağı oyun o kadar artacağını düşünüyor. Şovenizmi geliştirmek için de daha fazla kayyum ataması, daha fazla şehitliklere saldırması, daha fazla Kürdü katletmesi ve daha fazla tecridi ağırlaştırması gerekmektedir. Aslında tecrit sadece Önderliğimiz üzerinde değildir, tecrit bugün Türkiye demokrasisi üzerindedir, tüm Türkiye hakları ve Kürdistan halkı üzerindedir. Hatta tecrit artık bölgeyle bağlantılıdır.
Çünkü İmralı’da yürütülen siyaset ekseninde bugün tüm toplum üzerinde faşizmi yürütüyorlar, faşizmi bunun üzerine inşa ediyorlar. İmralı’daki ağır tecrit dışarıya soykırım siyaseti olarak yansıyor. Bunun için AKP-MHP rejiminin yaptığı vahşet daha önce hiçbir zaman Türkiye’de yaşanmamıştır. Yani ne Atatürk döneminde yaşanmış, zaten Osmanlı döneminde böyle şeyler yoktu. Şu anda bu rejim ‘yeni Osmanlıyı temsil ediyoruz’ diyor ama bu doğru değil, onlar İttihat Terakki’yi temsil ediyorlar. Osmanlı’da af zihniyeti vardı mesela, Kürtlerin geliştirdiği çok büyük isyanlarda onların öncülerini affetmiştir, örneğin Bedirxan Beg, Şeyh Ubeydullah gibi. Yani Osmanlı’da padişahlık sistemi olmasına rağmen kim ne yaparsa ona göre ne uygulama yapılacağı biliniyordu. Ama bunlar öyle değil, peşinen düşmanlığı, yok etmeyi karar olarak almışlar ve bu şekilde siyaset yürütüyorlar. Bunun için merhamet, vicdan, ahlak yoktur. Şu anda hangi kanuna göre İmralı’daki ağır tecrit yürütülmektedir? Bunu ne ahlak ne kanun kabul eder. Yine hangi kanunlara dayanarak şehitliklere saldırıyorlar, neye dayanarak kayyum atıyorlar ve zindanlara vahşice saldırıyorlar? Bu anlamda faşizan bir zihniyet ve hastalıklı bir zihniyettir. Bunlar, adalet ve hukukla değil, zulüm yaparak başaracaklarını sanıyorlar. Evet, bu gibi kavramlardan bahsediyorlar ama pratikte böyle bir şey yoktur.
‘ÖNDER APO KÖKLÜ DEĞİŞİMLER SAĞLADI’
AKP-MHP rejimi Kürt kadınlara, Kürt siyasetine çok öfkelidir. Eskiden Kürtler siyaset yapmıyordu, yer yer silahlı isyan çıkarmışlardı ama kendi adlarına siyaset yapmamışlardır. Zaten o zaman Kürt kadınları evlerinden çıkmıyordu, elbette direniş içerisinde yer almışlardır fakat her alanda aktif değillerdi. Ama şu anda Önder Apo’nun felsefesiyle toplum içerisinde köklü değişimler oldu. Yani bir sosyal devrim gerçekleşti, bugün Kürt kadınları sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da değil, tüm dünyada öncü bir rol üstlenmişler. Eskiden Türk siyasetinin zihniyetinde kadınların yeri yoktu. Belki tek tük bazı zihniyeti erkekleşmiş kadınlar CHP-MHP’de vardı ama genel olarak kadınlar yoktu. Kaç gün önce bayramdı, her parti online ile toplantılar yapıyordu, işte baktık, AKP-MHP-CHP de her birinde bir kadını toplantıya katmış, elbette bunu HDP geliştirmiştir. Kürt kadınları onları zorluyor, bazı şeyleri değiştirebiliyorlar ve bir iradeyi temsil ediyorlar.
‘HDP VE KADINLARIN ETKİSİNDEN KORKUYORLAR’
En son yapılan siyasi soykırımla da Rosa Kadın Derneği’nin ve yine kadın kurumlarının aktivistleri tutuklandı. Yani nerede cevher, dinamik varsa, orada yöneliyorlar. Eğer bugüne kadar bu halk bu kadar direnebilmişse, bunda kadınların rolü çok fazladır, görülüyor ki onlar da bu cevheri görmüş, yurtsever, demokratik ve direnişçi Kürt kadının tutumu sadece kadın özgürlük mücadelesini yürütmüyor, Kürdistan özgürlük mücadelesini de ayakta tutuyor. Bu hakikati gördüler ve onun için bu kadar kadınların üzerine gidip öncülerini, Kürt siyasetçilerini tutukluyorlar. Şimdi bir de bu insanların hepsini örgüt üyesi olmakla suçluyorlar, yani bizden bahsediyorlar. Bu büyük bir yalandır, bizim kadromuz, üyemiz burada, dağdadır. PKK’nin endamlığı bellidir. Türk devleti aktif olduğunu gördüğü herkese bir kulp takıyor ve bu şekilde zindana atıyor. Dediğim gibi bu büyük bir yalandır, o insanlar hiçbir şey yapmamıştır. Bu saldırılar yaşadıkları korkunun sonucudur.
Kürdün tüm dinamiğini hedeflemiş ve bunda kural, yasa, kanun; hiçbir şey dinlememektedir. Onlar kaybetmiştir, işte bu durum, onların başarısızlıklarından ötürüdür. Eğer kaybetmemiş olsalardı 70 yaşındaki Havva Ana’yı tutuklamazlardı, yine 3-4 hasta çocuğu olan anayı tutuklamazlardı. Biraz vicdan, biraz ahlak, biraz hukuk olsaydı, bu insanları tutuklamazlardı. Ama yenildikleri için artık ne yaptıklarını kendileri de bilmiyorlar. Tek amaçları şudur; bu toplum teslim olmalıdır, sadece sokaklara inmeme değil, sandıkta da onların istediği gibi oy versin istiyorlar. HDP Meclis’te olmasın istiyorlar. Bugün yurtseverliğin özü ve Türkiye’nin demokrasisi HDP’de somutlaşmış durumda. Örgüt olarak onlarla hiçbir bağımız yoktur, onlar ayrı bir kulvar, biz ayrıyız. Bırakalım üyeliği, ilişki ve birbirini tanıma bile yoktur. Bugün Kürt özgürlük ve demokrasi mücadelesi Türkiye’de herkesin mücadelesi haline gelmiştir, herkes bu mücadeleye katılmış ve bunun bir parçasıdır.
Halk bu şekilde kendini siyasette temsil etmektedir. Ama hakikat odur ki HDP yurtseverliği ve demokrasiyi temsil etmektedir. Belki bazı yetersizlikleri olabilir ama özü budur ve bunun için de hedeftir. Onları korkutup sindirerek önümüzdeki seçimlerde oy oranını yüzde 10’un altına düşürmek istiyorlar. Tüm amaçları budur, onları Meclis’ten ve belediyelerden uzaklaştıralım, bu şekilde mecbur bırakarak onları teslim alırız, diye düşünüyorlar. Fetullahçılar gibi çünkü onların çoğu itirafçı oldu. Ama HDP’den, Kürt siyasetçilerinden itirafçı olan var mı hayır, çünkü özü direnişi esas alıyor ve direniyor. Kuşkusuz bu direnişler birbirini etkiliyor ama her biri ayrı bir kulvardır, onlar başaramayacak, bu halkı teslim alamayacaklardır, Kürt kadınının gücüne, demokrasi isteyen siyasetçilere, gerillaya, zindanlarda yürüttükleri bu vahşete karşı sonuç alamayacaklar. Yine İmralı’da yürüttükleri tecrit ile sonuca gidemeyecekler. Çünkü artık özgürlük ve demokrasi mücadelesi bir iradedir ve bu irade kırılmaz bir iradedir. Bu irade bugün insanları dağda da zindanda da sokakta da temsil ediyor. Son olarak, selam olsun özgürlük için mücadele eden Kürt kadınlarına, selam olsun Türkiye’de bu faşist rejime karşı mücadele eden herkese, selam ve saygılar.”