BEHDİNAN – PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Kürt halkının yok edilmesi üzerinden kendi varlığını yaşatmak isteyen soykırımcı ırkçı rejim gerçeğine dikkat çekerek, şunların altını çizdi: “İmralı’da uygulanan tecritten milletvekillerine dönük tutuklamalara, belediyelerin gasp edilmesinden Kürt kadınlarına karşı siyasi soykırıma, Kürt gençlerine işkenceden mezarlıkların tahrip edilmesine kadar; Kürt halkının tüm değerlerine karşı yapılan saldırılardan bu gerçeği net bir şekilde görebiliriz. Gayet sistematik, zincirleme bir şekilde birbirini tamamlayan saldırılardır. Barış Çakan, 20 yaşında bir Kürt gencidir. Kürtçe müzik dinlediği için kalbinden bıçaklanıp katledildi. Bu saldırıyı da münferit göremeyiz. Türkiye’de tehlikeli bir ırkçılık var. Esas olarak Türkiye’deki ırkçı faşizm, çok derindir.”
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Dengê Welat Radyosu’nun sorularını yanıtladı. Söyleşinin tamamını paylaşıyoruz.
İmralı’daki tecrit devam ediyor, Önder Öcalan’ın avukatlarının görüşme isteği yine reddedildi. Zindanlarda. Salgına rağmen baskılar işkence boyutunda. Tecritle birlikte zindanlarda yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’deki iktidar, normal bir hükümet değil. Darbe, faşizm ve milliyetçiliği geliştirerek iktidarda kalmaya çalışan ve bu şekilde de iktidarının ömrünü uzatmaya çalışan bir hükümettir. Kendine göre bir sistem, bir rejim, bir polis devleti oluşturmuş. Kuşkusuz bu, devletin içinde olan güçlerin ittifakıyla yapılıyor. AKP-MHP-Vatan Partisi-Ergenekon ulusalcı, faşist ve ırkçıların bir araya gelmesiyle oluşturulan bir rejim. Bu rejimin temel amacı; herkese diz çöktürmektir. Zaten uzlaşmalarının temelinde ‘çöktürme planı’ var. Aslında bu planı Türkiye’de biraz başardılar ama Kürdistan’da PKK’ye diz çöktüremediler. Önder Apo’ya geri adım attıramadılar, 5 yıldır tüm güçleriyle gerillaya saldırmalarına rağmen istedikleri sonucu alamadılar. Yine halka, demokratik siyasete karşı faşizm ve zindanlarda işkence yürütüyorlar ama bundan da sonuç alamadılar. Bu kadar yoğun baskı işkence ve soykırıma rağmen kimseye geri adım attıramadılar.
TOPYEKUN SALDIRILARI BOŞA ÇIKARILDI
Bu anlamda AKP-MHP rejimi, Kürt Özgürlük Mücadelesine karşı başarılı olamadı. Doğru, biz de ağır bedeller verdik ama mevzilerimizi koruduk, düşmanın bu topyekun saldırıları boşa çıkarıldı. Bu çok önemli bir konudur. Bu, kendisiyle birlikte rejim içinde kriz ve kaosu daha da derinleştirdi. Bugün rejim, askeri, ekonomik, siyasi ve sosyal alanda derin bir kriz yaşıyor. Esas olarak rejim çöküşe doğru gidiyor. Bu çöküşün önünü almak için daha fazla şiddet, daha fazla baskı, daha fazla hukuksuzluk ve daha fazla savaşı geliştirmesi gerektiğini düşünüyor ve uyguluyor. Yani bu şekilde şiddet baskı ve savaşla iktidarının ömrünü uzatmaya çalışıyor.
REJİM İLE TECRİT SİSTEMİ İLİŞKİSİ
Bu siyasetin merkezinde İmralı’daki tecrit var. Esas olarak bu soykırımcı rejimi, İmralı tecrit sisteminin üzerine kurmuşlardır. Tecrit, sadece Önder Apo üzerinde değildir, tecrit Önder Apo şahsında Türkiye demokrasisine, Kürt halkına ve bölge halklarına uygulanıyor. Tecrit, Kürdistan ve bölgede savaş, Türkiye’de ise faşizm olarak ifade buluyor. İmralı’daki tecridin böyle bir anlamı vardır.
AHLAK, HUKUK VE KÜLTÜRÜN DIŞINDA
AKP-MHP rejimi, İmralı’daki bu soykırımcı siyaset üzerinden kendisini var ediyor. Bu çok açık ortadadır. İmralı’da yürütülen bu ahlaksızlık ve hukuksuzluk, bugün tüm zindanlarda da uygulanıyor. Yani hiçbir ahlak, kültür ve hukuka sığmayan bu özel savaş, yavaş yavaş Türkiye ve Kürdistan’daki tüm zindanlara da yaydırıldı. Aslında bugün tecrit, tüm Türkiye’de hakim kılındı. Kimse şu anda Türkiye’de hukukun varlığından söz edemez. Faşizm olsa bile faşistin de bir hukuku var ama Türkiye’de şu an öyle bir şey de yok. Ne zaman ne yapılacağı hiç belli değil, çünkü her şey bir kişiye bağlı. Erdoğan da iktidarının çıkarı ne gerekiyorsa onu karar altına alıp uyguluyor. Bunun için, tecridin hukuk ve ahlakla bir alakası yoktur. Bu temelde Önder Apo üzerindeki tecrit; Türkiye’nin hukukuna, demokrasisine, Kürdistan’ın geleceğine ve bölge halklarının geleceğine uygulanan tecrittir. Bu bir abartı değil, hakikati ifade eden bir durumdur.
TECRİT VE DEMOKRASİ MÜCADELESİ İLİŞKİSİ
İmralı’daki tecrit sisteminin geliştirdiği hukuksuzluk ve ahlaksızlığa karşı mücadele edilmezse demokrasi mücadelesi de geliştirilemez. Artık demokrasi mücadelesi ile tecride karşı verilen mücadele iç içe geçmiş durumdadır. Bunun için de sadece Kürdistan Özgürlük Hareketi değil, esas olarak Türkiye demokrasi yanlısı herkes İmralı’da yürütülen tecride karşı tavır ve tutum almalı, buna karşı mücadele yürütmelidir. Tecrit ortadan kaldırılmadan, Türkiye’de hiçbir şey yerini bulmayacak, yine hukuk, adalet, özgürlük ve demokrasi adına hiçbir şey gerçekleşmeyecek. Bu, bir bütün olarak tecritle iç içedir, bunun için de halkımız, Türkiye halkları daha fazla tecride karşı mücadele yürütmelidir.
Son olarak DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven ile HDP Amed Milletvekili Musa Farisoğulları’nın vekillikleri düşürülerek rehin alındılar. Buradaki amaç nedir, ne yapmaya çalışıyorlar?
AKP-MHP rejimi, darbeci bir rejimdir, esas olarak darbeyle kendini ayakta tutuyor. Kuşkusuz milletvekillerinin vekilliğinin düşürülmesi halkın iradesine karşı yapılmış bir darbe ve saldırıdır. Bundan önce de 1994’te tek bir kararla birkaç saat içinde halkın iradesi olan vekillerin vekilliklerini düşürüp zindana atmışlardı. O dönemden bu yana Türk devleti, Kürt halkının iradesine karşı böyle bir saldırganlık içindedir. Bu rejim gerginlik, karşıtlık ve savaş üzerinden kendini devam ettirmek, bu şekilde iktidarını korumak istiyor. Bunun için de Kürt halkının iradesine saldırmakla hukuksuzluğu geliştirmekte bir sorun görmüyor, aksine tüm bunları kendisi için reva görüyor.
KÜRT VE DEMOKRASİ DÜŞMANI BİR REJİMDİR
Kürt düşmanlığı ve karşıtlığı üzerinden Türkiye’de milliyetçi-şovenist dalgayı geliştirip bu kesimin desteğiyle kalıcı bir iktidar haline dönüşmek istiyor. Şimdi tüm Kürt halkı ve Türkiye’deki demokrasi yanlıları şu gerçeği bilmelidir; bu rejim Kürt düşmanlığı, demokrasi düşmanlığı yapıyor. Bu rejim, ırkçılık yapıp bundan faydalanmak istiyor. Kaldı ki Kürt düşmanlığını gizlemiyor da. AKP, bu haliyle ırkçılıkta MHP’yi de aşmış durumdadır. Bu biçimde Türkiye halkı içinde kendi iktidarına destek sağlamaya çalışıyor. Türkiye halkıyla da alakalı bir durumdur. Bu anlamda soykırımcı faşist rejimin vekillere dönük saldırısını bu şekilde okumak, görmek gerekiyor. Evet, bu bir darbedir ama esas amacı Kürt’e düşmanlık yapıp milliyetçilerin de desteğini alarak kendini güçlendirmek ve bu durumdan sonuç almaktır.
LEYLA GÜVEN TARİHSEL DİRENİŞİN ÖNCÜSÜDÜR
Bir diğeri hedeflediği isimlerin üzerinde de tek tek durdukları görülüyor. Bu vekiller öyle sıradan insanlar değildir. Bilindiği gibi Leyla Güven, tarihsel bir direnişin öncülüğünü yaptı, yine Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı’dır, Kürt halkının iradesini temsil ediyor. Bu anlamda Leyla Güven’i çok bilinçli bir şekilde hedefledikleri açık ortadadır. Yine Leyla’nın öncülüğünde gelişen tarihsel açlık grevi direnişinden dolayı tıkanıp adım atmaya mecbur bırakıldıkları için bugün onun hesabını sormak ve aslında bununla intikam almak istiyorlar. Bunu böyle görmek gerekiyor.
FARİSOĞULLARI YAŞAMI BOYUNCA TAVİZ VERMEDİ
Musa Farisoğulları ise Amed’in derin köklü yurtseverliğinden gelen, tüm yaşamı boyunca faşizme karşı verdiği mücadeleden taviz vermeyen ve direniş geleneğine sahip bir insandır. Bu duruşundan dolayı da çok bilinçli bir biçimde hedeflenmiştir. Yani Musa Farisoğulları şahsında hedeflenen; iddialı mücadele duruşu ve yurtsever kimliktir.
CHP’YE DE MESAJ VERDİLER
CHP’den Enis Berberoğlu’na, AKP-MHP rejiminin MİT ile birlikte yürüttükleri kirli planı ortaya sermede rol oynadığı için kinleri vardı. Evet, CHP’nin tamamına saldırmıyorlar ama bu da CHP için bir mesaj mahiyetindedir. Yani “bu kadar ileriye giderseniz sizi de böyle hedefleriz” mesajını bu yolla vermek istiyorlar.
Tüm bunlar gösteriyor ki, bu isimlerin hepsi özel olarak seçilmiştir. Yürütülen siyaset açık ortadadır; bu siyaset milliyetçi, Kürt düşmanlığı yürüten faşist bir siyasettir. Mevcut faşist siyaset sadece Kürt’e karşı değil, Türkiye soluna da karşıdır. Bu rejime karşı çıkan herkesi bastırıp teslim alıp diz çöktürmek istiyorlar. Esas amaç budur. Bu anlamda CHP şimdiye kadar ne yaptı? HDP ve Türkiye soluna karşı gelişen tüm saldırılara karşı sessiz kaldı, hatta destekledi de. Öyle görülüyor ki artık sıra ona da gelmiş bulunuyor. Zaten daha önce İstanbul Belediyesi üzerinde de tehdit vardı, işte Enis Berberoğlu üzerinden de doğrudan CHP’ye mesaj verildi. CHP’nin şu anki durumu herkesin bildiği, o Hitler faşizmi dönemindeki papaza benziyor. Şimdiye kadar yapılan tüm saldırılara karşı sessiz kaldı ve artık sıra ona da geliyor.
ONURSUZ DARBE ZİHNİYETİNE KARŞI MÜCADELE
Kuşkusuz tüm bu saldırılara karşı demokrasi mücadelesinin gelişmesi, buna sessiz kalınmaması gerekiyor. Faşizm, Türkiye’deki herkese karşıdır. Soykırımcı AKP-MHP rejimi geliştirmek istedikleri bu faşist şoven dalgayla Kürt halkını hedef tahtası yapıp saldırmak istiyor. Bunlara karşı mücadeleyi yükseltmek gerekiyor. Elbette yürütülecek olan mücadele, sadece siyasi ve yasal bir çerçevede değil, her tarz ve anlamda mücadeleyi geliştirmek, bu onursuz, hukuksuz darbe zihniyetine karşı halkların iradesini ortaya koyması gerekir.
SİSTEMATİK, ZİNCİRLEME, TAMAMLAYAN SALDIRILAR
Kürt genci Barış Çakan’ın Ankara’da katledilmesi, bir ırkçı saldırı olmasına rağmen sessiz kalınıyor, çarpıtılıp örtbas ediliyor. Neden böyle?
Tekrar ifade ediyorum; halkımızın yok edilmesi üzerinden kendi varlığını yaratmak isteyen soykırımcı- ırkçı bir rejim gerçeği var. İmralı’da uygulanan tecritten milletvekillerine dönük tutuklamalara, belediyelerin gasp edilmesinden Kürt kadınlarına karşı siyasi soykırıma, Kürt gençlerine işkenceden mezarlıkların tahrip edilmesine kadar; Kürt halkının tüm değerlerine karşı yapılan saldırılardan bu gerçeği net bir şekilde görebiliriz. Gayet sistematik, zincirleme bir şekilde birbirini tamamlayan saldırılardır. Barış Çakan, 20 yaşında bir Kürt gencidir. Ne yaptı ki bıçakla parçalandı? Kürtçe müzik dinlediği için kalbinden bıçaklanarak katledildi.
TÜRKİYE’DE TEHLİKELERİ BİR IRKÇILIK VAR
Bu saldırıyı, münferit göremeyiz. Kadir Sakçı, Şirin Tosun, Sedat Akbaş, yine İstanbul’da Kürtçe şarkı söyleyen Selim Serhat, Emrah Gezer gibi Kürt gençleri de faşistler tarafından katledildi. Kürt varlığı, kültürü üzerinde bu denli bir saldırı var. Bu, Türkiye’de geliştirilen ırkçılığın sonucudur. Daha önce de bahsetmiştik; Besta bölgesinde Mehre köyünde Keldani-Süryani halkından olan Hürmüz ve Şimoni adlı çok değerli ana toprağa aşkla bağlı olan yurtsever iki örnek insanımız da vahşice katledildi. Türkiye’de tehlikeli bir ırkçılık var. Esas olarak Türkiye’deki ırkçı faşizm, çok derindir. Kürtlere, Keldanilere, Asuri Süryanilere, Ermenilere, Çerkeslere ve Rumlara karşı çok derin bir milliyetçilik-ırkçılık vardır. Türkiye’deki ırkçı-milliyetçilik bugün AKP-MHP rejiminin eliyle yürütülüyor. Nasıl ki Güney Afrika’da Apartheid rejimi tarafından insanlık dışı uygulamalar yürütüldüyse bugün de aynı şeyleri AKP-MHP rejimi yürütüyor. AKP-MHP ve Apartheid rejiminin birbirinden farkı yok. Bu o kadar deşifre olmamıştır, neden? Çünkü bu ırkçı, şoven ve soykırımcı rejime karşı yeterince bir tavır ve mücadele geliştirilmemiştir.
BARIŞ’IN KATLEDİLMESİ, SIRADAN DEĞİL
Toplum, ‘Türk devleti sahibimizdir, biz de onun köleleriyiz, onun için de bizi kamçılamaya ve bazılarımızı öldürmeye hakkı vardır’ gibi bir durumun içindedir. Oysa buna karşı ses çıkartılmalı ve mücadele edilmelidir. Barış Çakan’ın Kürt müziğini dinlediği için katledilmesi öyle sıradan bir olay değildir. Barış’ın katledilmesi, halkımızın geleceğinin katledilmesi anlamına geliyor. Bu anlamda tüm Kürt gençleri, bu saldırıyı kendilerine yapılmış bir saldırı olarak görüp tutum almalı. Kürdistan gençliği onur ve şerefini korumalı, yapılan zulmü kabul etmemeli, sessiz kalmamalı. Nasıl ki Amerika’da isyan gerçekleşti, halk serhildana kalktı, Barış’a yapılanlara karşı Kürdistan’da aynı şekilde cevap verilmeli, hesap sorulmalıdır.
VERİLEN TEPKİLER ÇOK YETERSİZ
Eğer Kürdistan’da cevap verilmiyorsa burada kendi eksikliğimizi görmemiz gerekiyor. Bu anlamda verilen tepkiler, çok yetersizdir. Evet, Kürt siyasetçileri İmralı’da uygulanan tecrit, vekillere dönük gerçekleştirilen bu darbe ve Barış Çakan için açıklamalar yapıp kınayabilirler, bu gereklidir ama bu kendi başına yetmiyor. Yani halkın iradesi sokaklara akmalıdır. Dikkat edin; Amerika’da koronavirüsüne aldırmadan binlerce insan sokaklara aktı, çünkü ırkçı saldırı karşısında sessiz kalınamazdı. İnsanlığın onuru olmasa, yani bugün bu saldırıya karşı çıkmasan yaşamanın ne anlamı olacak? AKP-MHP rejimi de halkı sindirmek için bu koronavirüsünü çok kullanıyor. Bundan sonra buna kulak asmamak gerekiyor, çünkü artık bıçak kemiğe dayanmış durumdadır. İşte görülüyor, vekillerin şahsında halkımızın iradesi ayaklar altına alınıyor, Kürt gençlerinin katledilmesiyle ırkçılık kendini dışa vuruyor. Tüm bunlara karşı sessiz kalıp sadece izlemek bu köleliği kabul etmek anlamına gelir.
MÜCADELEYİ SOKAKLARA TAŞIRMALI
Bunları kabul etmemek, başkaldırmak ve mücadeleyi yükseltmek gerekiyor. Mücadeleyi öyle çok resmi siyasetçilerin öncülüğünde yapmak tek başına yetmiyor, mücadeleyi sokaklara taşırmak, toplumun gücünü ortaya çıkarmak gerekiyor. Bu zulme karşı mevcut sessizliği kırmak ve mücadele etmek önemlidir. Bakın Serhatlı Kürt gencinin adı Barış, yani “aşitî” ama yine de devletin hedefi oldu hem de Ankara’nın göbeğinde. Yani adı Barış ama Kürtçe müzik dinlediği için bıçaklarla saldırıyorlar. Buradan Kürt gençlerine çağrım şudur; Barış’a yapılanın iyi anlaşılması ve buna karşı sessiz kalınmaması gerekiyor. Eğer sokaklara çıkamıyoruz, burada mücadele etmede zorlanıyoruz diyorsanız o halde dağa gelin, gerillaya katılın. Kürdistan gençleri sessiz kalmamalı, sokaklara ve dağlara akmalı. Bu şekilde bu ırkçı soykırımcı saldırılara karşı tavır, tutum sahibi olmalıyız. Onuru ve geleceği korumak için bu şarttır.
HİÇBİR İNSAN, BUNLARA SESSİZ KALMAMALI
Çağrım, sadece Kürt gençleri için değil, Türkiye’de yaşayan tüm halkların gençleri için böyle bir yaklaşım gerekli. Türkiye’de ben insanım, demokrasi yanlısıyım, diyen hiçbir insan, tüm bu yapılanlara karşı sessiz kalmamalı. Türkiye solunun da bu saldırılara karşı tutumunda yetersizlik var. Evet, tüm toplumun eksiklikleri var ama Türkiye solunun yetersizlikleri daha fazladır. Mesela Grup Yorum’dan Helin Bölek ve İbrahim Gökçek ile sadece adil yargılanma talep eden Mustafa Koçak, ölüm orucunda şehit düştüler ama buna karşı ciddi bir tavır, tutum göstermediler. Şu anda da iki genç avukat olan Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal ölüm orucunda. Buna karşı da ciddi bir ses çıkmıyor. Türkiye solu bu konuda sınıfta kalmıştır.
Düşüncesi ne olursa olsun bu insanlar faşizme karşı bedenlerini yatırmış ölüm orucunda direniyor, bu insanlar zindanda adaletsizliğe karşı mücadele ediyor. Hani Sol Parti ve direleri, hani neredeler, nerede kaldı özgürlük ve demokrasileri? Zulme hukuksuzluğa ve adaletsizliğe karşı çıkmazsan o halde sen demokrat veya solcu değilsin.
DEMOKRASİ GÜÇLERİ İTTİFAK KURMALI
Bugün AKP-MHP rejimi, açık bir şekilde ırkçılık yapıyor, faşizmle herkesi bastırıp korkuyla sindirmek istiyor, buna karşı herkesin mücadele etmesi gerekiyor. Kuşkusuz mücadele için ittifak, omuz omuza vermeli; hem Kürdistan’da hem de Türkiye’deki tüm demokrasi güçlerinin ittifak ve mücadele cephesi oluşturmaları gerekir.
Bu faşizme karşı insanlığın onurunu kurtarmak için mutlaka böyle bir çıkışın yapılması gerekiyor. Bu, hem Kürt halkı hem de Türkiye’deki tüm demokratik, emekçi, Alevi halkımız için ciddi bir meseledir. Bu rejim, herkesi Türkleştirmek ve Sünnileştirmek; bu şekilde herkesi aynı hizaya getirtmek istiyor. Buna karşı demokrasi yanlısı herkes aralarında daha fazla ittifak ve daha fazla ortak mücadeleyi geliştirmeli ki halkların ortak iradesi açığa çıksın. Bu ırkçı faşist dalgaya karşı bir duruş gelişebilsin.
DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE ETNİK TEMİZLİK YAPIYOR
Efrîn’de tüm dünyanın gözleri önünde Kürt kadınları kaçırılıyor, bu tablo Kürtler için ne ifade ediyor?
İşgalci Türk devletinin Efrîn’de yaptıkları tüm insanlık için yüz karasıdır. 21. yüzyılda tüm dünyanın gözleri önünde Efrîn’de, yine Serêkaniyê’de etnik temizlik yapıyor, insanları kaçırıyor, kadınları kaçırıyor, halkın malını mülkünü gasp ediyor. Bütün bunlar, insan haklarının ayaklar altına alınmasıdır. Erdoğan rejimi bunları kime dayanarak yapıyor? Esas olarak tüm bunlardan sorumlu güçler vardır, mesela Amerika ve Rusya kendi çıkarları, Türkiye’yi kendi saflarına almak için çaba veriyor ve Erdoğan da bundan istifade ederek, cesaret alarak Efrîn’de vahşet yürütüyor. Tüm bunların sorumluları Amerika ve Rusya’dır ve hatta tüm bunlara sessiz kaldığı için Birleşmiş Milletler’dir. BM, Efrîn için bazı açıklamalarda bulundu ama genel olarak adeta bu vahşeti reva görüyor.
DİPLOMATİK MÜCADELEYİ BİR KENARA ATMIYORUZ
Efrîn şahsında halkımız üzerinde uluslararası bir uzlaşma vardır. Tüm bu vahşete karşı sessizlik hakimdir. Kendi öz gücümüze dayanarak mücadele etmeliyiz. Kuşkusuz bunu söylerken siyasi ve diplomatik mücadeleyi bir kenara bırakmıyoruz ama halk olarak direnmeli ve uluslararası güçlerin ikiyüzlü siyasetine karşı tavır sahibi olmalıyız. Hiç kimse, umudunu bu malum dış güçlere bağlamasın. Serêkaniyê’nin işgal edilmesinden sonra Amerika ve Türk devleti arasında bir anlaşma olmuştu ki, herkes geri evlerine dönecekti. Hani nerde, Serêkaniyê’deki halk evlerine gidebildi mi? Yani kendi kirli çıkarları için böyle ikiyüzlü siyasetle halkları kandırmaya çalışıyorlar. Buna karşı demokratik ulus mücadelesi geliştirmelidir.
ÇETELER DEĞİL, TÜRK DEVLETİ YAPIYOR
Efrîn ve Serêkaniyê’de yapılanlar için bazıları “çeteler şunu yapmış, bunu yapmış” diyor, çete diye bir şey yoktur; bunları Türk devleti bizzat yapıyor. MİT, günlük olarak bu çetelerin tekmillerini alıyor ve onları doğrudan yönetiyor. Bu açıdan, bu vahşetin direkt sorumlusu soykırımcı faşist Türk devletidir. Çeteler değil, çeteler kaç para eder ki? Bunların hepsini Türk devletinin kendisi, hatta bizzat Erdoğan yapıyor. Böyle ele almak lazım.
EFRÎN’DE YAPILANLARI UNUTMAK, İHANETTİR
Nasıl ki DAİŞ, Şengal’de Êzîdî Kürt kadınlarını kaçırıp köle yaptıysa şimdi de Efrîn’de Türk devleti Kürt kadınlarını aynı şekilde köleleştirmek, satmak ve her türlü haysiyetsizliği yapmak için kaçırıyor. Her Kürt insanı, Türk devletinin Efrîn’de yaptıklarını bir dakikalığına bile unutursa o ihanet etmiş demektir. Kürt halkı olarak Efrîn’de yapılan bu zulmü hiçbir zaman unutmamalıyız. Buna karşı mücadele etmeliyiz. Gerekli olan şey budur. Bu hususta Efrîn Kurtuluş Güçleri-Hêzên Rizgariya Efrînê (HRE) büyük bir direniş içindedir, çok güçlü eylemler de yapıyor. Onları selamlıyor, kutluyor ve tüm komuta ve savaşçılarına üstün başarılar diliyorum.
Kürdistan gençleri, Efrîn gençleri, yine onur ve şeref sahibi herkes, bu vahşeti unutmamalıdır. Efrin gençliğinin kaçıp Avrupa’ya, Güney’e, hatta Türkiye’ye gitmesi değil, HRE’ye katılması; onuruna, namusuna, ülkesine ve toprağına sahip çıkması gerekmektedir. Bu anlamda buna karşı daha fazla örgütlü bir mücadele geliştirmek zorunludur. Biz halk olarak Türk devletinin Efrîn’de yaptıklarını hiçbir zaman unutmayacağız, o insanlarımızın intikamlarını almayana kadar kendimize “insanız” ya da “yaşıyoruz” diyemeyiz. Mutlaka ama mutlaka Efrîn’in özgürlüğü, Serêkaniyê’nin özgürlüğü için ne yapılması gerekiyorsa onu yapmak gerekiyor. Böylesi bir süreçteyiz. İnanıyorum ki; bu yolda Kürdistan halkının mücadelesi mutlaka sonuç alacaktır, halkımız bundan umutlu olmalıdır. Özellikle şu anda Şehba’da yaşayan Efrîn halkı direnişleriyle büyük bir umudu temsil ediyor. Onları da bu vesileyle selamlıyorum. Mücadeleyi güçlendirerek halk olarak mutlaka zafere ulaşacağız.
GERİLLA KAYBEDERSE HERKES KAYBEDER
Baharla birlikte gerilla eylemleri yoğunlaştı; gerillanın performansı, istenilen düzeyde mi?
İşgalci, soykırımcı, faşist Türk devletine karşı bir direniş ve belli düzeyde bir savaş yürütülüyor. Her ne kadar bazı yetersizlikler olsa da belli düzeyde eylemsellikler de gelişiyor. Yani devrim halayı devam ediyor, düşman devrimin halayını dağıtmak istiyordu fakat bu halay hala etkili bir biçimde devam ediyor. Bu halayın başını çeken, yani öncülüğünü yapan gerilladır. Eğer gerilla kaybederse herkes kaybeder. Yine ‘düşman başarmamış, kaybetmiştir’ diyorsak, kuşkusuz bunda dağda, şehirlerde direnen şehitlerin rolü çoktur. Önder Apo’nun emeğinin yanında gerillanın, şehitler şahsında verdiği emek, Türk devletinin başarısızlığında esas bir role sahiptir.
GERİLLA, BAŞARI MASALLARINI YERLE BİR EDİYOR
AKP-MHP rejimi, gerillayı tasfiye edemedi ve başarısızdır. Bu gerçeği tüm halkımız ve yoldaşlar bilmelidir. Gerillayı tasfiye edebilselerdi çok rahat olur ve mevcut kriz, kaosu yaşamazlardı. Türk devleti, “biz temizliği yaptık, bitirdik” diyecektir. Daha 2016’da “2017 Nisan’ında bitireceğiz” demişlerdi. Bazı teknik imkanlarla sonuç alacaklarını düşünüyorlardı ama şu anda iyi biliyorlar ki; bu hedeflerine ulaşamadılar, sonuç alamadılar. Kendi tabanına moral vermek ve etraflarında toplamak için birçok sefer “başarılıyız, şu kadar kalmış” diyorlar. Dikkat edin; hep başarılı olduklarını söylüyorlar. AKP, hep ve her yönüyle başarılıyız, diyor. Hem gerillaya karşı, hem topyekün Kürt kurumlarına karşı saldırılarda, yine dışarıda yürüttüğü diplomasi, ekonomide hep başarısının propagandasını yapıyor. Gerilla, Kuzey Kürdistan’da eylem yaptığında o eylemler adeta birer balyoz gibi başlarına vuruluyor. Yalanları açığa çıkıyor. Türk devleti, gerillanın onlara vurduğu darbelerin birçoğunu saklıyor ama bazı eylemler halkın gözü önünde olduğu için mecbur kalıp söylemek zorunda kalıyor. Gerillanın her eylemi, onların başarı masalını yerle bir ederek hakikati en iyi biçimde ortaya seriyor.
DÜŞMAN İSTİHBARATINA KARŞI DOĞRU TARZ
Şimdiye kadar her eyalette eylem yapıldı, özellikle bazı yerlerde yapılan eylemler gösteriyor ki; dönem çizgisi anlaşılmıştır. Savaşın hakikatine daha yakından baktığımızda, esas olarak savaş istihbarat üzerinden yürütülüyor. Evet, teknik, paramiliter güç, psikolojik savaş burada rol oynuyor ama istihbarat olmasa bunların hiçbiri sonuç alamaz. Tüm dünyada savaşın seyri bu şekilde değişti ama özellikle Kürdistan’da daha fazla. Savaş, bugün istihbarat üzerinden yürütülüyor. O halde gerillanın hareket tarzı, planı ve üslenmesinin tamamı buna göre olmalı. Mao Zedung, gerilla sisteminin iki temel ayak üzerinde kurulduğunu belirtmişti; hareketlilik ve gizlilik. Kürdistan’da da iki temel ayak üzerindedir fakat bu iki ayak da gizliliktir. Hareket ise ne zaman ve ne kadar gerekliyse o kadar olur yani sürekli bir harekete ihtiyaç yoktur. Temel ayakları tekrar ediyorum; düşman istihbaratına karşı doğru hareket tarzı olan gizlilik, gizlilik ve yine gizlilik olmalıdır.
DUHOK ASAYİŞİ’NDEN YANSIYAN İDDİA
ANF’ye adını vermek istemeyen Duhok Asayişi’nden bir kaynak, MİT ve Parastin’ın toplantı yaparak, provokatif bir harekat üzerinde anlaştıklarını iddia etti. Bu iddia, ciddiye alınmalı mı?
Elimizde var olan bilgilerle böyle bir haberi teyit edemeyiz. Şimdiye kadar böyle bir şey duymadık. O bölgedeki arkadaşlarımızdan böyle bir bilgi almış değiliz. Eğer gizli bir plan varsa basının görevi onu deşifre etmektir. Böyle bir çaba yanlış değildir fakat güvenilir, ulusal ve ciddi bir basın kurumu, eline böyle bir bilgi ulaştığında başka kaynaklara da başvurup doğruluğunu teyit ettikten sonra yayınlamalı. Benim görüşüme göre bu konuda eksiklikler var. Basın organlarının daha dikkatli olması gerekir. Bu tür haberler ciddi konulardır. Bu haberler teyit edildikten sonra yayına verilmelidir. Bu konuda yetersizlik görüyoruz.
ÖZEL SAVAŞ VE AJANLAŞTIRMA
MİT yoğun bir ajanlaştırma ağıyla çalışıyor; insanları çeşitli yöntemlerle düşürüyor. Bunun özel savaş içindeki yeri nedir, buna karşı neler yapılmalı?
Türk devletinin klasik ordusu bize karşı savaş durumunda değil, karakollarda savunma pozisyonundadır. Bize karşı savaşı, istihbarat güçleri, hava güçleri, paramiliter güçler ve özel savaş dairesi yürütüyor. Bu savaşta daha çok istihbarata ağırlık verildi. Özellikle ajanlaştırma çalışması için birçok planlama oluşturdular. İstihbarat teşkilatına büyük yatırım ve imkanlar sunuldu. İstihbaratla sonuç almak istiyorlar. Bu anlamda özellikle Kuzey ve Güney Kürdistan’da gerillaya karşı ajanlaştırma çalışması yürütülüyor. Kuzey Kürdistan’da her türlü yöntemi kullanıyorlar. İnsanlara karşı namusu kullanıyorlar. Kürt insanı namusu her ne kadar dar anlamda ele alıyorsa da çok hassastır. Kişide, ailesinde veya çevresinde zaaflı bir insan varsa o kişiyi takibe alıyorlar ve ona karşı kullanıyorlar. İnsanları düşürmek için ahlaksız yöntemlere başvuruyorlar, şantaj ve işkence yöntemlerini kullanıyorlar. Bu şekilde insanları ajanlaştırmaya çalışıyorlar.
KÜRT TOPLUMUNU ÇÖKERTME PLANIDIR
Eskiden birinin PKK veya gerillayla ilişkili olduğunu duyduklarında tutuklarlardı. Şimdi tutuklamıyorlar. O kişiyi bir kafe veya restorana davet ederek sohbet adı altında ‘elimizde belgeler var, ya cezaevine gireceksin ya da bizimle çalışacaksın’ şantajı yapıyorlar. İnsanlarımıza iki taraflı olmayı dayatıyorlar. İnsanları bu şekilde düşürüyorlar. Maalesef Güney Kürdistan’da MİT’e imkanlar sunulmuştur ve Güney’de de bu yönlü ajanlaştırma çalışması yürütülüyor.
Kuzey ve Güney Kürdistan’daki tüm halkımıza çağrımız şudur; düşmanın gerillaya karşı yürüttüğü ajanlaştırma çalışması Kürt toplumunu çökertme planıdır. Toplumumuzu bölerek, parçalayarak, onursuzlaştırarak sonuç almak istiyorlar. Türk devleti hem ajanlaştırmayı geliştiriyor hem de gençler içerisinde esrar, eroin, fuhuş gibi ahlak dışı, toplum dışı bir yaşam geliştirerek düşürmek istiyor. Başta tüm ailelerin, yine toplumda önde gelen insanların ve tüm yurtseverlerimizin düşmanın ajanlaştırma çalışmalarına karşı duyarlı ve tavır sahibi olması gerekir. Bu dönemde onurumuzu ve şerefemizi korumalıyız. Her Kürt genci ve her yurtsever, düşmanın ajanlaştırma çalışmalarına karşı dikkatli ve tavır sahibi olmalı. Kendine yurtsever diyen kişi sadece kendini değil; etrafındakileri, arkadaşlarını ve ailesini de düşmanın ajanlaştırma faaliyetlerine karşı korumalıdır.
AJANLAŞTIRMAYA KARŞI DURULMALI
Toplumuzda düşmanın ajanlaştırma politikasıyla sonuca gitme konseptine karşı tartışma yürütülmeli, bilinç oluşturulmalı, insanlar duyarlılığa davet edilmeli, düşmanın bu faaliyetleri teşhir edilmeli ve mücadele yürütülmelidir. Şu anda özgür basın da bu konulara çok fazla yer vermiyor. Onun yerine daha popüler konulara yöneliyor. Halbuki bizim için şu anda en önemli konu budur. Şu anda düşman ne yapmak istiyor? Düşman, Kürdistan’da gençleri dejenere edip yoldan çıkararak toplumun ahlakına aykırı olan bağımlılıklara yönlendiriyor; düşürerek ajanlaştırmak istiyor. Eskiden koruculaştırmak istiyordu. Şimdi bununla yetinmiyor bir de ajanlaştırmak istiyor. Korucu olsun veya olmasın herkesin ajanlaştırmaya karşı tutum sahibi olması gerekiyor. Bunu özellikle Kuzey Kürdistan için önemli buluyorum. Yine Güney Kürdistan’da da düşman ajanlaştırma faaliyetleri geliştirmiş. Düşmanın bu çirkin ajanlaştırma faaliyetlerine karşı güçlü bir mücadele verilmelidir.
YERELDEN BİLGİ OLMAZSA SONUÇSUZ KALIR
Bilmeliyiz ki; istihbarat olmazsa düşmanın teknik ve havai istihbarat gücü sonuçsuzdur. Yerel bilgi almadan sadece İHA istihbaratı tasdik edemez. Esas istihbarat, yerel ajanlar veya gözetleyiciler yoluyla elde ediliyor. Bu yüzden tüm insanlarımız düşmanın bu ajanlaştırma faaliyetlerine karşı mücadele vermeli. Fedai evlatları darbe alıp tasfiye olurlarsa bu halkın hiçbir şeyi kalmaz. Bu halkın geleceği de kalmaz. Bunun için herkes her şeyden önce bu değerli insanlar topluluğundan oluşan özgürlük fedailerini nasıl savunabileceğini düşünmelidir.
HALKIMIZA GÜVENEREK KENDİMİZİ FEDA EDİYORUZ
Bunları neden dile getiriyorum? Çünkü düşman birçoğuna ‘eğer ajanlaşmasan çocuğunu hedefleriz’ şeklinde şantaj yapıyor. Bu dağın başındakiler de senin çocuğun, evladın değil mi? Bunlar fedai gençlerdir. Ailelerini, okullarını ve işlerini bırakarak yüce değerler uğruna kendilerini bu millete adamış değerli insanlardır. Birkaç kuruş veya bir şantaj uğruna halkımızın bu en değerli fedai evlatlarını düşman tekniğine hedef etmeye değer mi? Bu, vicdansızlık ve ahlaksızlıktır. Bunun dinde ve insanlıkta yeri yoktur. Kimsenin böyle bir yanlışa girmemesi lazım, bu anlamda toplumsal bir refleks oluşmalı. Biz bugüne bugün düşmana karşı onur savaşı, irade savaşı yürütüyoruz. Bunun için herkesin onurunu, şerefini ve iradesini koruması lazım. Bu temelde yaklaşırsak her alanda yurtsever bir tutum içerisinde düşmanın planları ve saldırıları boşa çıkacaktır. Böylelikle özgürlük mücadelesinde rol sahibi olacağız. Her yurtsever böyle yaklaşmalıdır. Halkımıza güveniyoruz, Kürdistan’daki yurtseverlik mücadelemizin özüdür. Biz halkımıza güvenerek kendimizi feda ediyoruz. Burada şunu söylemek istiyorum; halkımız ve yurtseverlerimiz zayıflara karşı da mücadele etmeli ve onları düşmanın ajanlaştırma faaliyetlerine karşı korumalı. Eğer böyle yaklaşılırsa bu tarihi dönemde daha iyi sonuç alıp düşmanın tüm planlarını boşa çıkarır ve başarıyı kesinleştiririz.