BEHDİNAN
Hamit yoldaş 1993 yılının sonbaharında Botan Eyaletinin Garısa Alanında düşmanla girdiği bir çatışmada yaralanarak yoldaşlarından kopar. Dört gün boyunca yaralı haliyle, büyük bir iradeyle direnir ve yoldaşlarının gelip kendisini almasını bekler. Dört koca gün boyunca açlığa, susuzluğa, soğuğa, kan kaybından kaynaklı halsizliğe rağmen hiç umudunu kaybetmez. Hep gözleri yolda, yoldaşlarını bekler. Dört koca gün boyunca daha önce kaldığı tüm gerilla alanlarını ziyaret eder, tanıdığı tüm yoldaşlarına misafir olur, en büyük hayali olan Önderlikle görüşür, şehit yoldaşlarını hatırlar bir bir. Ve ailesine misafir olur, her 3 çocuğunu da kucaklayıp öper doyasıya. Yaşadıklarını ve yaşayamadıklarını, umutlarını ve özlemlerini, acılarını ve sevinçlerini, mutluluklarını ve hüzünlerini hatırlar. Hiç birini tam yaşayamamıştır, hepsi yarım kalmıştır. Artık bir önemi de kalmamıştır zaten. Bunlar onun geleceğe bırakacağı mirasıdır artık. Gözleri arkada kalmayacaktır. Çocukları ve en çok da yoldaşları bu mirasını devir alacaktır. Bu yüzden hepsiyle vedalaşır. Hiç bu kadar hızlı düşünmemiş ve konuşmamıştır. Koca bir ömür sığdırmak istemiştir bu dört güne.
Acı, hüzün ve huzur karışımı ruh haliyle ölüme meydan okur adeta. Son nefesine kadar büyük bir soğukkanlılıkla sorumluluklarının gereklerine göre yaşar. Ülkesi, halkı, Önderliği, Partisi, yoldaşları tüm benliğini kaplamıştır. Bir yandan her an arkadaşlarının gelip kendisini alacağı umudunu hep canlı tutarken, diğer yandan onları bir daha görmeyeceği düşüncesi koca bir karanlık gibi çöker yüreğine. Yüreği yangın yeridir. Yoldaşlarından ayrı düşmenin acısıdır yüreğini kavuran, susuzluk değil. Bir daha onları görememe ihtimalinin kahredici hüznüdür onu bitkin düşüren, açlık ve soğuk değil. Ve adım adım şahadete gitmenin verdiği huzurdur onu sakin ve güçlü kılan.
Tüm hayatı film şeridi gibi geçer gözlerinin önünden. Yaşadığı zorluklar, emeğiyle verdiği yaşam mücadelesi, âşık olması, evlenmesi, baba olması, mücadele ile tanışması, Önderliği tanıyıp anlamaya başlaması, yoldaşları ile dürüstlük ve emek üzerine kurduğu güçlü ilişkiler… Bunları düşünürken tüm duyguları da en yalın ve canlı haliyle yaşar. Kâh gülümser, kâh tebessüm eder, kâh ağlar, kâh suçluluk hisseder, kâh gururlanır, kâh hüzünlenir… Bazen dalar gider, bazen gözleri parlar, bazen kalbi çılgınlar gibi atar…
Kahramanlaşan yoldaşları gelir aklına. Şehit düşmeden önce ‘’mezar taşıma halkına borçludur diye yazın’’ diyen Hayri Durmuş’u daha iyi ve derinden anladığını fark eder ve hayranlığı daha da artar. Çünkü adım adım ölüme giderken yaptıklarını yeterli görmez. Hayri yoldaşla aynı duyguları yaşamaktadır. Kendisini tüm yaptıklarına rağmen borçlu hissetmektedir. Önderliğe, Halka ve Partiye. Ve yaşamı uğruna ölecek kadar çok seven Kemal PİR düşer alına. Artık çok huzurludur. Bu büyük kahramanların yoldaşı olma, onları en derinden hissederek anlama ve adım adım onlara yürümenin verdiği huzur ve onurdur onunkisi… Onurludur çünkü hayatı boyunca sistemin halkına dayattığı inkâr ve imhayı kabul etmemiş, teslim olmamıştır. İhanet çizgisini kabul etmemiş, sıradan yaşamayı tercih etmemiştir. Halkının, Önderliğinin ve de yoldaşlarının yanında yer almak, şehitlere layık olmak onun için yaşamın anlamı olmuştur. Onurludur çünkü bu uğurda şehitler kervanına katılacaktır.
Düşman operasyona son verip alandan çekildikten sonra, ayak kemiği parçalandığı, ayağı şiştiği ve kan kaybından halsiz düştüğü halde Hamit yoldaş adeta sürünerek etrafında bulduğu çalı çırpıyı toplayarak bir ateş yakar. Öyle kolay şehit düşmeyecektir. Tüm gücünü toplayarak yaşamına saniyeler eklemek istercesine direnir. Ateşin başında bir yandan ısınırken dağları seyre koyulur. Dağlar ve Kürtler hep aynı cümlede anılırlar. Dağ Halkıdır Kürtler. İsmini bile dağdan almıştır. Dağların Kürtlerdeki yeri apayrıdır. Kutsaldır dağlar, koruyup kollar. Ondandır ki her düşman saldırısında dağlara sığınmıştır Kürtler. Direnmenin adı ve mekânıdır dağlar. Bunları düşünürken kendiliğinden diline dolanan türküyü mırıldanmaya başlar.
Başına bir hal gelirse
Dağlara gel dağlara
Korur vermez ellere seni
Dağlara gel dağlar…
Hele bu dağlar kadim Botan dağlarıysa, Komutan Agit’in ayak izlerini taşıyor demektir. Her gerillanın olduğu gibi Hamit yoldaşında idolüdür Komutan Agit. Ve onun yolunda yürüyor olmasının onurunu taaa yüreğinin derinliğinde hisseder. Bu dağlar gerillanın cenk alanıdır. Ne büyük darbeler indirilmiştir düşmana bu dağlarda. Ve her karışında şehit kanı vardır. Birde bu yüzden kutsaldır…
Dördüncü günde artık iyice takatten düşmüştür Hamit yoldaş. Yoldaşlarının kendisini almaya geleceklerinden umudu kesilmese de, artık yolun sonuna yavaş yavaş geldiğini hissetmektedir. Bazen baygın düşmekte, bazen kendine gelip ayılmaktadır. Yavaş yavaş son demlerine yaklaşırken, son görevini, sorumluluğunu yerine getirmek istemektedir. Neler yaşandı, hangi eksiklerden dolayı düşman darbe vurdu, kendisi nasıl koptu yoldaşlarından ve bu kopuş sürecinde neler yaşadı? Tüm bu konuların bilinmesi ve Partinin bilgilendirilmesi gerektiğini düşünür. Yanında bulunan kasetçaları çıkartarak yaşananları anlatıp kayda geçirir. Ve ‘’İradenin Zaferini’’ not düşer tarihe…
Şimdi sözü Hamit yoldaşa verelim ve yüreğimizi açarak dinleyelim bu kahraman Kürdistan gerillasını. Kendisi anlatsın yaşadıklarını, duygularını, ruh halini. Anlatsın ki bilinsin hangi bedellerle, hangi kahramanlıklarla yürütülüyor bu mücadele. Anlatsın ki inancın, Apo’cu iradenin nelere kadir olduğu herkesçe bilinsin. Ve Hamit yoldaş gibi binlerce adsız kahramanın yüzü suyu hürmetine bugünlere geldiğimiz netçe anlaşılsın.
/Pîro Varto arkadaş/
Hamit Yoldaşın şahadetinden önceki konuşması
‘’Bir ara ben Garısa alanına gitmiştim. Xebat arkadaş beni istemişti. Eylem planı için bende keşfe gitmiştim. Sonbahardı. Bu eylemi de yapalım dedik. Hem yaşadığımız süreç için, hem de ileriki süreç için iyi bir eylemdi. Xiya karakolunu kaldıracaktık. O karakol kalksa, ileride o arazide üç bölüklük güç yer alabilirdik. Bu bizim için de çok önemliydi. Biz daha ordayken kar yağmaya başladı. Öbür yandan gelen sesler operasyonunun olacağını gösteriyordu. Bunun üzerine ben iki mangalık güçle noktadan ayrıldım. Ve arazinin keşfine giderek kontrol ettik. Dijwar arkadaşın bölüğüne gittik. Oralarda da düşman yoktu. Fakat Çele Nimeje tepesinde vardı. Dijwar arkadaşa tepecilerini çıkarmalarını söyledik. Ben de yanımdan dört arkadaş ve telsizi verdim. Fakat tepeciler çok ciddiyetsizlik yapmışlardı ve onların önünde düşman tepeye çıkmıştı. Ben katiyen böyle bir şey görmedim. Öyle stratejik bir savaş alanında düşman nasıl yer almış, biz de görmemiştik. Onun üzerine ben yedi sekiz arkadaş alarak tepeye çıktım. Düşmana karşı pusu attık. Aramızda çatışma çıktı, biz tepeyi aldık. O anda kobralar geldi, etrafımızı taradılar. Bir parça Merxas arkadaşa değdi, orada şehit düştü. Arkadaşlar geldi, ne yapalım dediler. Ben cenazemizi alıp, aşağıyı götürüp saklayacağız dedim. Bir de tepe deşifre olmuştu, artık burada savaşamayız dedim. Bunun üzerine cenazeyi alıp, biraz aşağıya indiğimizde düşman tepenin etrafını dönüp arkamızdan gelmişti. Ve birden bizi taradılar. Üç dört MG3 mermisi ayağıma isabet etti. Arkadaşlar paniklemesinler, ses çıkarmasınlar, çünkü düşmanın içindeyiz diye sesimi çıkartmadım. Bir de yanımda partinin çok eşyası vardı. Para, şifreler, köy isimleri, eşya falan vardı yanımda. Ben de bu parti değerleri ele geçmesin diye kalkıp kendimi sakladım. Ve tabancamı çıkarttım. Bir şey olursa kendimi vururum dedim. O askerlerin içinde dört gün ve dört gece aç ve sussuz kaldım. Kendimi sakladım. Bazen diyordum keşke biraz su olsaydı da içseydim. Biraz açılırdım. O zaman hiçbir şey yoktu. Saklandığım birkaç çam ağacının dibi dışında yatacağım yerim ve ağaçların yenilmeyen ufacık meyveleri dışında bir şey yoktu. Yine de hep ümitle bekledim. Arkadaşlar gelir beni bulurlar dedim. Kesin o bireye ne oldu, şehit mi düştü, devletin eline mi geçti diye sorup araştırırlar diyordum. Bekledim hep. Fakat kimse gelmedi. İki gündür ben oradaydım. Düşman öğlen 11:30’da kendini bırakıp gitti. Hepsi önümde sıralanıp indiler. Ben de saklandığım yerden çıktım. Çele Nimeja tepesine baktım. Kendime ateş yaktım, fakat ayağım çok şişmişti. Dört gündür kemiği parçalanmıştı, kanım çok akmıştı, cansız kalmıştım. Tüm vücudum kansız kalmıştı. Ben burada kalmıştım, kimse imdadıma gelmedi. Artık düşman yoktu. Bağırdım, ses çıkardım, bekledim, yine de kimse gelmedi. Bunun üzerine orada kaldım. İlk başta Parti Önderliğini devrimci duygularımla selamlarım. Heval Cemal, Heval Cuma, Heval Xebat, Heval ve genel partideki tüm yoldaşlarımı selam ve saygılarımı sunuyorum. Ben yurtsever bir insanım. 88’den beri partiye katıldım. Şehitler sömürgecilere karşıdır. Bizim de önümüzü aydınlatan şehitlerimizdir. Ve hiçbir zaman şehitler ölmez. Şehitler parti şehitleridir. Yurtsever Kürt halkınındır. Bütün Kürt halkına selamlarım var. Ailem de yurtseverdir. Her şeylerini partiye vermişler. Benim de 3 çocuğum var. Parti bana baktığı gözle onlara da bakmalıdır. Parti Önderliğine söz verdim. Yaşadıkça ciddi sorun yaratmayacağım, taa ki şehit düşene kadar.’’
Yoldaşları en sonunda gelmişti gelmesine ama çok geç kalmışlardı. Hamit yoldaş şehitler kervanına katılarak, ölümsüzleşmişti. Kasetçaları kucağında konuşurken son nefesini vermişti. Ve son nefeste söyledikleri talimat olmuştu yoldaşlarına. Mücadeleye inançları bilenmiş ve zafer andı olmuştu. Sen rahat uyu dürüstlüğün, sadeliğin sembolü, emek kahramanı değerli yoldaş. Senin izinde destanlar yazarak zafere yürüyor yoldaşların…