HABER MERKEZİ
Kadına yönelik şiddet karşısında doğru bir zeminde mücadele yürütebilmek için, şiddetin tanımını
doğru yapmak gerekir. Zira kadına yönelik şiddetin tanımı da erkek dünyası tarafından yapılmış ve
eksiktir. Kadınlar da bu tanımı içselleştirerek, aslında kendilerine yönelik şiddet kültürünün bir parçası
olan birçok şeyi şiddet olarak değil, birlikte yaşamanın, aradaki bağın ya da mevcut olan hayatın doğal
bir tezahürü olarak kabul etmektedir.
Örneğin dayak, darp ve yaralama şiddet olarak kabul edilirken, ekonomik, sosyal, kültürel (ahlaki) ve
“duygusal” nedenler üzerinden kadın üzerinde kurulan baskı şiddet olarak tamımalama konulmuyor. Hal
böyle olunca da, bize görünen, dolayısıyla da bizim karşı çıktığımız buzdağının kendisi değil, görünen
ucu oluyor.
Halkbuki kadına yönelik şiddetin onlarca yüzü mevcuttur ve bunların çoğu kadınlar tarafından da
şiddet olarak tanımlanmamaktadır.
Örneğin adam kızına, “Eğer sen bunu yapacak olursan seni evlatlıktan reddederim” ya da “sana
hakkımı helal etmem” dediğinde bu bir şiddet olarak algılanmıyor.
Adam kızına, “akşama geç kalma kemiklerini kırarım” dediğinde, bu tehdit şiddet olarak değil de, “Geç
kalırsam babam beni mahveder” olarak okunuyor. Hal böyle olunca da, daha en başından şiddet
pasifize edilerek daha kabul edilir bir biçime sokuluyor.
Zaten baba şiddet uyguladığında da bu olay erkek şiddeti olarak değil, “babası dövdü” olarak
okunuyor. Böyle okunduğunda da şiddet olayı yapısal bir değişikliğe uğruyor ve normalleştiriliyor. Zira
uygulanan şiddet ideolojik arka planından koparıldığında toplumun bütün hücrelerine sinmiş olan
şiddetin bir parçası olarak buharlaşarak mevcut olan şiddetle aynılaşmış oluyor.
Veyahut da adam karısına, “eğer bunu yaparsan seni boşarım” ya da “bir daha o arkadaşlarınla
görüşmeyeceksin, ya ben ya arkadaşların” dediğinde bu bir şiddet olarak kabul edilmiyor.
Hâlbuki kadınların gündelik hayatta kabul ettikleri birçok şeyin arka planında üstü örtülü şiddet
mevcuttur. Ne var ki, akrabalık bağı, evliliği sürdürme çabası, ortak çocuğun varlığı, geniş aile ve çevre
faktörü, ekonomik zorunluluklar ve yalnız kalma korkusu gibi nedenler, kadınların erkek şiddetini
kendi içlerinde elimine etmelerine neden oluyor. Şiddetin adı “korku” ya da “tehdit” oluyor. Zaten
korku ve tehdit de şiddet olarak mütalaa edilmiyor.
Erkek şiddetin bir başka veçhesi ise, taciz ve tecavüzle birlikte karşımıza çıkar. Lakin tacizin ve
tecavüzün tanımı da erkek aklına göre yapıldığından, oldukça yaygın ve kolektif bir erkek kültürü olan
taciz ve tecavüzle birlikte, erkek şiddeti de görünmez kılınır.
Kadına Karşı Şiddet Bir Sonuçtur!
Evet, kadına karşı erkek şiddeti sadece ve sade bir sonuçtur, zira asıl amaç şiddet uygulamak değil,
şiddet aracılığıyla erkeğin kadın üzerindeki hegemonyasını devam ettirmektir; çünkü erkeğin kadın
üzerindeki iktidarı şiddet aracılığıyla tesis edilmiştir, dolayısıyla da şiddet olmadan devam ettirilemez.
Aslında bu, bütün hegemonya biçimleri için geçerlidir. Mesela devlet de şiddeti aynı maksatla kullanır.
Devletin asıl maksadı şiddet uygulamak değil, egemenliğini sürdürmektir, zira devletin egemen bir güç
olarak örgütlenmesi şiddet aracılığıyla olmuştur ve şiddet olmadan devam ettirilemez.
Erkek egemenliği kırıldıkça şiddetin boyutunda değişiklik olabilir, şiddet biçim değiştirebilir (örneğin
fiziki şiddet yerini psikolojik, ekonomik, “duygusal” şiddete bırakabilir) ama devam eder.
Bundan dolayıdır ki kadına karşı erkek şiddeti erkek egemen kültürden kopuk ele alınamaz.
Nasıl ki erkek kültürüne karşı mücadele etmeden, erkek kültürü alt edilmeden bu kültürün bir
tezahürü olan tecavüz önlenemez ise, aynı şekilde erkek egemen kültür yenilgiye uğratılmadan bu
kültürün bir sonucu olan kadına yönelik şiddet de durdurulamaz.
Öyleyse mücadele bayrağına yazılacak parola şu olmalıdır: Erkek kültürün tezahürü olan tecavüze ve
kadına yönelik şiddete son vermek için erkek egemen kültüre karşı sokakta, hayatın her alanında
mücadeleye!
Berjin Amargi