BEHDİNAN – O zaman ne duruyor ki kuşlar, ne duruyor ipi kısa olan uçurtmalar, güvercinler…
Ne duruyor yıldızlar, güneş ve ışınlar…
Sizin katınızdan kan damlatıldı yeryüzüne. Sizin katınızda işlendi işlenmemesi gereken en büyük cinayet, en büyük günah. Mekanınızda, katiller bir helikopterde yeryüzüne küfür ediyorlar. Şimdi tüm kuşlar durdursun bu alçaklığı, güneş yaksın da kavursun ışınlarıyla o helikopterin pervanesini, yıldızlar birleşip kuyruklar olup, ele ele versin dikilsin önüne bu alçaklığın, güvercinler camlarına akın etsin “arş ileri!” deyip talimat beklemeden bu uğursuzluğu bitirsinler kendi alanlarında. Asılı kalmasın artık uçurtma çünkü alanı işgal edilmiş durumda. Uçurtmanın ipi kimin elindeyse uzatsın daha da yukarı çeksin kendini, ulaşmasın ona ihanet ve kirlilik bulaştıracak olanlar. Sömürgeyi gökyüzünün sonsuzluğuna taşımaya çalışan faşizm; her şey sana karşı, herkes sana karşı.
Kıpkızıl gözleriyle, bir sedyede durdu öylece insanlık. Ve çok dayanamadan durdu soluğu, kanı gidip gelmekten vazgeçti o damarlarda, nefesinin faşizmi solumasına izin vermeden yaktı ciğerlerini, kırdı ellerini ihanet etmesinler diye kendine ve başkasına. Gözleri gördükleriyle kırmızılığa bulandı, aklı şaştı da şaştı kaldı öylece kafasının sınırlarında. Ve yüreği anlam verip yola devam etmekten bıkıp yorgun düştü. Çünkü haberi bile yoktu olanlardan, ne olmuştu da öyle olmuştu, kim ne demişti de almışlardı onu kirliliğin bulaşmadığı kata, kimler neler dedi de bindirildi o helikoptere, bir gerekçe olmalı mıydı yoksa zaten hep böyle değil miydi. Kürt olmak, Kürdistan’ da yaşamak, Kürtçe konuşmak, Kürdistani giyinmek en büyük gerekçe değil miydi öldürülmesi için… Ve üstelik Kürt olarak bile değil. Önce Kürt olduğuna pişman ettirilerek, dilim dilim kesilerek bedeni ve sonra da kuşlarla vedalaştırıp boşluğa savurdular onu. “Ölebilirsin ama Kürt olarak ölemezsin!” diye bağırdılar ardından.
Bir sedye de durdu Türk Devleti’nin işkenceci, tecavüzcü, kadın katili, insan katili, renk katili, katil Türk devleti biri hastanede Van’da bir sedye de durdu öylece. Gözleri kan içerisinde. Öldürdü kendini, yedi de bitirdi hem ahlakını hem de vicdanını. Sedye de itibarsız, insani tüm değerlerini yitirmiş, bir deri bir kemik kalan, hastalıklarla dolu, gözü kan bürümüş, aklı pas tutmuş, yüreği sadece işgal makinasına bağlı halde çalışan, herkese, her şeye düşman bir iskelet kaldı o sedyede. Ve bu sabah öldü Türk Devleti… 11 Eylül’de, cinayet şehrine dönüştürdüğü Şırnak’tan kendini gökyüzünde ipe asıp, ipini çekti ve kendini boşluğa bırakıp, kendi eliyle öldürdü kendini. Çünkü sevgi adına, özgürlük adına, aşk adına, irade adına, halkı adına, kurtuluş adına, hak adına, vicdan adına savaşan özgürlük savaşçılarının intikam peşinde soluksuzca onunla savaşacaklarını bildiği için öldürdü kendini. Saklandı en profesyonel askerleri bile makinaların ardına. İçine girdiler kobraların, skorskilerin, uçakların. Dışarda sadece ihanet bıraktılar. İhanetçi bıraktılar. Kendi kendini öldürdü zalim ve kan emen işgalci Türk Ordusu! Çünkü gözlerini açtı ve düşenin hep yerde kalmayacağına inandı. Çünkü; yarına bırakıp yanına bırakmayacağını bildiği bir partinin intikam savaşçılarıyla tanıştı.
Kuşların dostları, güvercinlerin yuva arkadaşları, uçurtmaların ipi uzun sahipleriyle tanıştı. Yoldaşlarını yıldızlara gömenlere, Güneş’e her sabah selama duranlarla tanıştı. Ve bu tanışmadan hiç memnun kalmadı. Çünkü özgürlük v intikam savaşçılarının, ezilen tüm halkların savunucusu olduğunu bildi. Kılıcın keskinliği gibi gözleri özgürlük savaşçılarının. O kılıcın keskinliğine başını dayadı Türk Devleti. Ve onu bitirmek farzken şimdi hak oldu. Kimse sorumlu değil artık dökülecek kandan çünkü “özgürlük zamanı” dedi özgürlük savaşçıları.
Özgürlük zamanının arifesinde Servet Turgut’ un bedeninde öldü Türk Devleti! Şimdi sıra bu katil ruhu evrenden silmeye geldi. Çünkü bu ilerici insanlık savunucularının fermanıdır. Çıkarın kılıçlarınızı çünkü Özgürlük Zamanıdır!
BEHDİNAN – LALEŞ RÊNAS