HABER MERKEZİ
“Rojbaş heval” sesiyle uyandım. Rojbaş çeken kişi gerilla Xweza’ydı. Bir gece öncesinde geldiğim gerilla kampına geç saatlerde ulaşmamdan dolayı birçok arkadaşı görememiştim. Gerilla Xweza’yı ilk gördüğüm andı. Saat sabah 05.30’du. Gerilla literatüründe ortak kullanılan yerlere “kamelya” derler. Birlikte yapılan sohbetler, yemek yemeler, eğitim görme gibi toplu yapılan çalışmalar burada yapılır. Kahvaltı için heval Dersim’in yol göstermesiyle kamelyaya geçtik. Sadece kadın gerillaların olduğu bir kamp – ki gerillalar buna özgün kamp diyor- olması dikkatimi çeken bir durumdu. Kamplarının etrafını yüce dağların çevrildiği bir yerde olmasına rağmen yüksekte olan bir kamptı. Sonbahar ve gerilla alanları tüm ihtişamıyla karşımdaydı. Karşımda duran sıra dağlar tıpkı halaya dururcasınaydı. Hatta Medya Savunma Alanları’nda bulunan Govendê alanı tıpkı gördüğüm bu dağlar gibi adını halay çekenler görünümü verdiğini -Kürtçe ‘de “govend” halay, “govendê” ise halayı kızıştırmak anlamındadır- hatırladım. Sonbahar olması başka bir anlam veriyordu bu güzelliğe. Bu renk cümbüşüne daldığım esnada Rojhilatê Kürdistan’dan olan Heval Dersim “Sonbaharın Kürtlere benzediği yönleri vardır. Bak etrafına, her yer kesk, sor ve zer -yeşil, kırmızı ve sarı- renkleriyle Kürt kimliğini kazanmış gibi. Ağaçlar kendisinden bir parça olan yaprakları dökerler, sırf kışı çıkarmak ve bahara yenilenmişçesine varsınlar diye. Baksana bir ağaç bile ne bedeller veriyor. Biz Kürtler de bedeller veriyoruz ama merak etme baharın gelişi yakındır” demesiyle baktığı dağlara ilk defa bakıyor gibi hasretle döndü etrafında.
Yağmurun çiselemesiyle hızlı adımlarla kamelyanın yolunu tuttuk. Kadın gerillaların gülüşme sesiyle kamelyaya yakınlaştığımı anladım. Kamelyaya girmemle ilk olarak yaklaşık 8-9 kadının gözlerinin bana sarıldığını hissedeceğim kadar üzerimde gördüm. Hemen masadan kalkıp bana doğru koştular. Birbirimize sıkı sıkı sarıldık. Gece beni karşılayanlar arasında olan Heval Berivan oturmam için yer gösterdi ve bu sıcak kahvaltı masasına geçtim. Gerillalarda bir kültürdür tüm arkadaşlar gelmeden yemeğe başlanmaz, yemekler yenmeye başlandığına göre kampta, masada duran arkadaşlar dışında kimsenin dışarda kalmadığını anladım. Kahvaltı yaptıktan sonra hep beraber oturup sohbet etmeye başladık. Her bir anlattıkları heyecan doluydu. Birbirlerine çok benzeyip kendi özgün yanlarını ortaya çıkaran bir kadın topluluğu. Kürdistan’ın birçok yöresinden hatta ülke dışından gelen kadınları bir araya toplayan gücü dillerinden düşürmüyorlardı. Bu gücü hep Önderlikten yani Önder APO’dan aldıklarını her fırsatta dile getiriyorlardı. En çokta Önder APO’dan bahsedince duygularını çok net görebiliyordum. Bunu fark eden heval Ezda –kendisi Serhatlı ve tam bir Serhad aşığıydı- “Biz duygu yoğunluğu olan bir hareketiz. Biz Önderimizin dediği gibi fikir-zikir ve eylem birliğini kendimizde oluşturmaya çalışıyoruz. Ne fikrimiz olursa zikrederiz, bunu zikretmeyle kalmayız aynı zamanda zikrettiklerimizi eyleme dönüştürürüz. Tabi bunun için hep eğitim ihtiyacını hissediyoruz. Düşmanımızın bize empoze ettiği tüm bilgileri en doğru bilgilerle yıkamamız gerekiyor” dedi. ‘Acaba içimden geçen her şeyi biliyorlar mı ?’ diye düşündüm. Her düşündüğüme cevap olarak ya bir şeyler yapıyorlar ya da söylüyorlar. Bu empati midir bilmem?
Sohbet ederken günün yaşam sorumlusu olan -subay- görev olduğunu ve gelen erzakların taşınması gerektiğini söyleyerek hemen arkadaşları görevlendirdi. Göreve Viyan, Ezda, Çiyajin ve Dersim arkadaşlar gidecekti. Hemen yük torbalarını hazırladır. İşgalci T.C. ‘nin her fırsatta gönderdiği keşif uçakları için olan tedbirlerini alıp hızlı adımlarla patikaların yolunu tutmaya başladık. Her anda silahları ve cephaneleri yanındaydı. Çiyajin arkadaşla sohbet ederken uzun uzadıya olan patikada, gerillalaşmaya dikkat çekti. “Gerillacılık bir yaşam tarzıdır. Silahlarımız bizden bir parçadır, hep yanımızdadır. Ne olursa olsun yanı başımızda olmalı, malum biz düşmanları olan bir hareketiz. Haa bu arada duymuşsundur; Süleyman Soysuz ‘erzaklarını çektirmeyeceğiz, üstlenme yaptırmayacağız’ diyor, ama biz onlarca yıldır söylediklerini hep boşa çıkarıyoruz. Onlar gerillaları daha tanımamış. Gerillacılık bizim yaşamımız, nasıl yaşamımızı durduralım ya da bitirelim değil mi? Bazen yazık diyorum, yazık ki bu dağları göremeyecek olanlar var. Yazık bu anlamlı yaşamdan kendilerini mahrum bırakıyorlar. Bu dağlar bize nasıl yaşamamız gerektiğini öğretti. Herkes kendi yaşamını devam ettirmek için her şey, yapar bizde onu yapıyoruz. Ama burayı anlamlı kılan emeğimizdir” dedi. Ellerindeki her bir çizgide emek saklı. Her anları emekle dolu dolu. Emekle yoğrulan bir yaşam…
Sonbahar tüm renklerini bizlere göstermek istercesine yapraklar rüzgarda yağmurun çiseleri ile dans ediyordu. Kendilerinden olan berûları -palamut- toprağa serpiyordu. Sonbahar gerillalar için yaşamın yeniden hazırlanışını ve yeni yaşama hazırlığın mevsimiydi. Bu zamanı en iyi şekilde değerlendirmek için canla başla çalışıyorlardı. Gelen erzakları almaya gittiğimiz patikanın sonundaki erzaklar görünmeye başlamıştı. Erzakların yanına vardığımızda her bir gerilla en ağır olan yükü kaldırmak ve yoldaşları için bir nebze de olsa fedakârlık yapmak için hep hazırlar. Sanırım her görevde “en ağır olan yükü ben kaldıracağım, en zahmetli olanı ben yapacağım” kavgası hep var. Ezda ve Viyan arkadaş arasında buna benzer bir tatlı kavga başladı. En ağır yükü kaldıran Viyan arkadaş diğer arkadaşların yüküne yardım etmek için hemen yanlarına koştu. Tüm gerillalar yüklerini hazırlayınca ağır yüklerle döndükleri yolda yine çok moralli bir şekilde yüzlerinde bir gülümseme ile hızlı hızlı adımlarla patikayı takip ettiler.
Patikaları adımlarken arkama döndüm ve yine o dağların güvenini ensemde hissettim, önümde ise bu dağlardan ilham alan kadınlar vardı. Dağ ve kadının benzerliğini ve bütünlüğü doğayı sarhoş etmeye yeterdi. Doğa tümüyle onlarlaydı ve onlarındı.
Arjin Fırat