HABER MERKEZİ
Genelde muhafazakâr hükümetler ya da muhafazakâr seçmenlere göz kırpmaya çıkan ne muhafazakâr ne liberal siyasal partiler/oluşumlar, özellikle otoriter liderler, şahsiyetlerini kamusallığa açan hükümran heveslileri ara ara kadın bedenleriyle ilgili toplumsal yoklamalar yaparlar.
Bu yoklamalar etek boyundan, baş örtme pratiklerine, sokakta dolaşılabilecek saatlerden, miting alanlarına, yüz boyamalardan kahkahalara, erkekleşen estetikten queerleşen duruşlara kadar uzanan geniş bir yelpazeye yayılır. Yoklamaların tipi, aracı, alanı değişir; öznesi değişmez –kadınlar ya da kadınlaştırılanlar. Burada özneyle, hem muhatap, hem fail, hem nesneyi kastediyorum. Otoriter yönetimlerde, yönetilenlerin hükümranın yasalarına koşulsuz ya da asgari şikâyetle uyum sağlaması önceliğine koşut olarak bu yoklamalar ilgili özneyi, öncelikle, bedende, görünürlükte disipline etmek için kullanılacak ideal yöntemlere dair ilk verileri sunar. Kadınların ve keza erkeklerin bedenleri insanlık tarihinin büyük bir kısmında ve bu tarihin dönemlerini tanımlamamızı sağlayan sosyo-politik dinamiklere bağlı olarak değişen estetik standartlara tâbi tutulageldi. Bu tabiyette kadınların bedenleri hep maddeyi, doğayı, doğalı, ikincili simgelerken, erkeklerin bedenleri aklı, bilgiyi, medeniyeti, toplumsal ve siyasal olanı, egemeni tanımladı. Bugün de öyle. Söz konusu ikiliklerde belirleyici olan aklın bedene, medeniyetin/toplumsalın/siyasalın doğaya ve doğal olana hâkim kılınmasıydı. İşin tuhaf yanı siyaset yelpazesinde ve toplumsal tahayyül itibarıyla kendilerini gelenekçi, maneviyatçı, dinci olarak tanımlayanların da bu ikiliği farklı nüanslarla sürdürmeleriydi.
Kürtaj karşıtı söylem ve politika
Kürtaj, yönetenlerin yönetilenler, erkeklerin kadınlar, sözde akılların bedenler, otoriter rejimlerin, şahsiyetçi liderlerin, hükümran heveslilerinin diğer herkes üzerinde bu ikilik vasıtasıyla kontrol iştahlarının apaçıklaştığı meseleler arasında. Hükümetlerin, topluma içkin muhafazakârlığı ölçmeye çıkmaları açısından en elverişli meselelerden biri. Bu, dünya genelinde böyle. 2000’lerle birlikte dünya genelindeki eğilimin, otoriter liderlerin yükselişine paralel bir şekilde yönetsel düzeyde kürtaj karşıtı söylemin ve politika adımlarının yaygınlaşmasına doğru olduğu söylenebilir. Nitekim, kürtaj karşıtı söylem ABD’de, hem Donald Trump yönetiminin karakteristik söylemsel pratikleri arasında yer aldı hem 2020’deki başkanlık seçim sürecinde Trump’ı destekleyen dinci çevrelerin Biden ekibine yönelik karşı kampanyasında merkezdeydi. Trump 2017’de başkanlığı teslim almasının hemen akabinde kürtaj savunusu yapan uluslararası örgütlerin ve partner örgütlerinin devlet fonlarından yararlanmasını yasaklayan yasayı imzaladı. Trump’ın kürtaj karşıtı söylemsel pratiklerine Atlantiğin diğer yanından destek veren yönetimler arasında Macaristan’ın Orbán yönetimi, Ekim 2020’deki kürtaj karşıtı atağında kitlesel feminist protesto karşısında geri adım atan Polonya yönetimi ve Belarusya Başkanı var. Diğer destekçilerin çoğu özelde kürtaj düzenlemelerinde genel olarak kadın hakları açısından küresel ölçekte zayıf karnelerle bilinenlerden oluşuyor. Türkiye’de 2000’lerle birlikte hükmetmeye alışan yönetim aksi yönde hareket ediyor olsa da, bu ülkeler arasında Türkiye –henüz– yok. Umarım olmaz.
Kürtajla ilgili yasal düzenlemeler haritası
Benim umduklarım bir yana, dünya genelinde kürtajla ilgili yasal düzenlemeler haritasına bakıldığında (doğurgan kadın nüfusunun %5’inin yaşadığı) 26 ülkede kürtajın istisnasız yasadışılaştrıldığını, (doğurgan kadın nüfusunun %22’sinin yaşadığı) 39 ülkede kadınlar ölüm riskiyle yüzyüzeyse, (doğurgan kadın nüfusunun %14’ünün yaşadığı) 56 ülkede sağlık ya da tedaviye dönük olarak, (doğurgan kadın nüfusunun %23’ünün yaşadığı) 14 ülkede bu ikisinin yanı sıra toplumsal ya da ekonomik sorunlara bağlı olarak da ve (doğurgan kadın nüfusunun %36’sının yaşadığı) 67 ülkede kadınların talebine bağlı olarak kürtaja izin verildiğini görüyoruz. Kürtaj tamamen yasadışılaştırıldığı ya da kısıtlandırıldığı ülkelerde sayıca azalmıyor. Merdiven altına taşınıyor. Kabaca karşılaştırıldığında kürtajın yasaklandığı ya da sert kısıtlamalarla uygulandığı ülkelerde kürtaj yaptıran kadınların oranı diğer ülkelere göre daha yüksek. Nitekim, Dünya Sağlık Örgütünün tahminlerine göre her yıl dünya genelindeki gebeliklerin neredeyse yarısı (121 milyon) istenmeyen gebelik olarak kaydediliyor ve 2015 –2019 arasındaki istatistiklere göre bu gebeliklerin %61’i sonlandırılıyor. Buna paralel olarak dünya genelindeki kürtajın yaklaşık %45’i sağlıksız koşullarda gerçekleşiyor. Kürtajın yasal hak olarak tanındığı coğrafyalarda ülke bazında farklı çekinceler ve koşullar –partner izninin aranması, gebelik süresi gibi– ilgili kanunlara yansıyabiliyor. Türkiye de bu ülkeler arasında; gebelikte 10 haftaya kadar, kocanın iznine bağlı olarak kadınların kürtaj talepleri önünde yasal bir engel yok. Yasal engel olmamasına rağmen din-temelli muhafazakârlığın ülke siyasetinde istikrarlı yükselişiyle birlikte kürtaj tıp pratiğinde zorlaştırılıyor. Burada yaşamın kutsallığından fetüsün insan haklarına, toplumsal kabullerden milletin bekasına –nüfus/nüfuz politikaları– uzanan bir hatta sağlık emekçileri, sağlık sermayedarları ve kurumları gebeliği sonlandırmak isteyen kadınları vazgeçirmeye çalışıyorlar. Türkiye bu açıdan, devlet eliyle din temelli muhafazakârlaşma sürecinin işletilmesi açısından tek değil. Bu sürecin denk düştüğü dönemlerde (son olarak 2015 ile 2019 arasında) istenmeyen gebeliklerde küresel düzeyde düşme yaşanırken; bunlar arasında sonlandırılanların oranında artış görülüyor. Kamu sağlığı açısından ülkelerin refah düzeyleriyle kamu harcamalarına devlet bütçesinden ayrılan payla alâkalı olarak gündeme gelen bu oranlar doğrudan kürtajın yaygınlığına işaret ediyor.
Bedeni akıldan, akılı ruhtan, ruhu bedenden ayırmayan feminist politika
Bunca yaygın, bunca rasyonel –hem de pek popüler ama – araç ilişkisi açısından rasyonel – bir pratik neden muhafazakâr yönetimlerin toplumsal yoklamalarında merkezde duruyor? Kadınların erkeklerce hiçbir zaman tam anlamıyla teslim alınamayacak kapasitelerinden ve güçlerinden birini –yaratma gücünü– simgelediği için olabilir mi? Kanımca olabilir. Eril mekanizmalar kapitalist patriyarkanın işleyişi uyarınca kadınların bedenini temellük etmekte işe koşuluyorlar – ahlâk, gelenek, insan hakları, din, millet, beka meseleleri bu açıdan işe koşulan gerekçeler olmakla sınırlı kalıyorlar. Dünya genelinde bu böyleyken biz, feminist kadınlar bedensel haklarımızı savunurken bedenimizi mülkiyete dönüştürmek riskiyle yüzleşiyoruz. ‘Benim bedenim benim kararım’ diye yola koyulurken nicedir kurtulamadığımız, beden, akıl, ruh mülkiyeti iddiasını, insanı metaya dönüştüren iştahı kırma ihtimalinden uzaklaşıyoruz – bu üçlüyü birbirinden ayıran, birini diğerlerine üstün kılan, yeri geldiğinde kutsallaştıran söylemsel pratikleri yeniden üretme riskini besliyoruz. Bunu salt bir sloganla yapmıyoruz; aksine alternatiflerimizi bir sloganda gizli dar alana sıkıştırma tuzağına meylediyoruz.
Peki ne yapılmalı? Belki kürtajın devletin işi kılınmasını, kadınları emek piyasasının en güvencesiz köşelerine ve akabinde dışına itmekle, “seks işçiliğini tanımlayan biteviye fiziksel şiddetle, kadın cinayetlerinin sistematikleşmiş olmasıyla, cezaevlerindeki işkenceyle, sözün özü, yapısal şiddetle bağlantısını hesaba katarak işe başlayabiliriz: Beden ne benim, ne senin, ne de yaratıcıların olsun. Feminist politika artık, bedeni akıldan, akılı ruhtan, ruhu bedenden ayırmayan sözlere kavuşsun diyerek yola koyulabiliriz.
Simten Coşar
Kaynak: Newaya Jin