HABER MERKEZİ –
“Yazılanlar ulaşır mı yazılan yere? Sahiden varır mı yazının asıl sahibine? Yoksa o da sırların gizemine büründürür kendini? Tıpkı sahibi gibi. Bunu bilemiyorum. Fakat gerçek olan yazının daima eksik olduğudur. Yarım kalmışlıklara, atfen kısacık zamanlara sığdırılmış ayrılık anlarına düşülürmüş yaşamdan bir nottur yazılanlar. Yüreğimizin en derinliklerinde coşkunca akan deli ırmaklardan dışa dökebildiğimiz küçük, küçücük bir akarsudur aslında. Tek başına yazılanlar daima eksiktir, ancak tamamlar gözlerin ışıltısı, sözlerin derinliği ve hislerin sıcaklığı yazılanları. Ne olursa olsun bütün manalar burada gizlidir. Bütün fırtınalar burada kopar, fark ettirmeden. Ağlayışlar, haykırışlar, özlemler, umutlar, burada tamamlar kendisini. Özü saklıdır çünkü içerisinde…
Ve saklanmışlıklar içerisinde filizlenir yoldaşlıklar, dostluklar. Hiçbir zaman yitip gitmez gözlerdeki ışıltılar. Sözdeki derinlikler ve histeki sıcaklıklar. Tıpkı hiçbir zaman yitirilmeyen insan gibi…
Gerçekten ulaşır mı yazılanlar yazıldıkları yere? Bilemem. Belki de hiçbir zaman bilemeyeceğim bildiğim bir şey varsa o da yazılanların, yazılmayanların zaman ve mekan çengeline takılan paylaşımların küçük gibi görünen ama kocaman manalar sığdıran yansıması olduğudur. Anlamı öyle ya da böyle budur. Sevda gibi, özlem gibi, dostluk gibi yaşam dolu… Eksik kalsa da yarım bıraktığımız paylaşımlarımız gibi yine de yazmalı seni, anlatmalı yoldaş yüreğini…
Seni Çarçela ile Çarçela’yı seninle tanımlayıp anlatmak gerek. Çünkü sen Çarçela idin. Çarçela ise sen. Onunla anlatayım ki yaşatabileyim seni Çarçela tadında, asiliğinde ve ihtişamında. Dediğim gibi yazılanlar anlatabilir mi seni? Kelimelerin gücü, güzelliğin karşısında yeter mi? Yine de her harfin sihirli anlamında, dağlarına olan aşkını çıkaracağım, komutanlığını, tanrıçalığını çıkaracağım. Zamanın yüzüne çıkan her anlamda seni yaşayacağım.
Gözlerine dokunabilmenin umuduyla düşmüşken yollara, yüreğinden akan nehirlerde süzülürken huzurluca, ılıkça vururken yüzüme her sabah rüzgarında aşkın, rengim, ışığım, coşkum olurken gönlümün derinliklerinde bir anda tariflere sığmaz bir zamanın sessizliğinde koptum senden…
Sana doğru yola koyulmuştuk. Yürüdüğümüz patikalarda heyecan, coşku, yorgunluk ve dağlara karşı yaşadığımız aşkın izlerini bıraka bıraka sana doğru geliyorduk. Bembeyaz saçlarını bırakan dağlarımızın zirvelerinde kaya kaya iniyorduk eteklerine doğru. Çarçela her haliyle beyaza bürünmüş, bizim sabırsızlığımızı sindire sindire içine, karını eritiyordu. Biliyordu çünkü beyazlar ülkesinde yeşili özlediğimizi. Biz toprağın bağrından kopmuştuk ve öyle sevmiştik yeşilini dağların. Topraktan gelmiş, toprağa gidecektik ve bu şekilde bütünleştirecektik kendimizi Kürdistan’la. Derîye Hirçê’den kayıp ayağımız baharın ilk toprağına basmıştı sonunda. İlk otunun, çiçeğinin kokusunu çektik içimize doyasıya ve dokunduk güzelliğine son kez dokunurmuşçasına. Tarihi bir yolculuğa çıkmışçasına kıpır kıpır idi içimiz. Yeni yeni keşfediyoruz sanki tanrıçaların taht kurduğu Zagrosları. Ardı arkası gelmeyen esmer patikaların kıvrımında yürüyor, keşfediyor, gerilla olmanın hazzını yaşıyorduk Avaşîn’e doğru devam eden yolculuğumuzda. Tüm güzelliği ve hırçınlığıyla Avaşîn suyundan geçtik. Uğradığımız her yerde şölen havasında karşıladı doğa bizi. Baharla renklenen dağlar, bereketiyle hayran bırakıyordu. Attığım her adımın anlamı sana bir an önce yaklaşmaktı. Tanımıyordum seni o zamanlar ama koşmamı emrediyordu bana ayaklarım.
Sanki yılların özlemi bitecekti sana vardığım zaman. Bu değil midir zaten. PKK yoldaşlığının güzelliği, tanımadan, görmeden dokunmadan sevebilmek. Seni tanımadan önce anlamıştı yüreğim; ben sen olacaktım, sen ben olacaktın ve Çarçela sana akacaktı, sen Çarçela’ya koşacaktın ve bir bütünü oluşturacaktınız, sonra da ben de o “biz”e dahil olacaktım.
Yeni eyalet komutanımızı tanıyabilmenin heyecanı ile yürüyorduk patikada. O da eşlik edecekti acımıza, bir annenin sıcaklığıyla koruyacaktı bizi, bin yılların kinini taşıyan bir savaşçı gibi savaştıracaktı bizi. Bize PKK’nin güzelliklerini hesapsızca ve fedakarca tekrardan tanıtıp, öğretecekti. Sen buydun işte. Evet, PKK’de komutanlık tüm bunların tek kelimelik tanımıydı. Nasıl ki Rojbînler’den, Reşîtler’den, Rukenler’den bunların tanımını öğrendiysek sende de farkına varacaktık. Bu yüzden yeni komutanımızı yani seni her haliyle merak ediyorduk. Yüzlerce yoldaşın izini taşıyan bu patikalar bitmek bilmiyordu. Saniyeler dakikalar, dakikalar saatler olmuştu bir anda. Ve “Yollar biter mi” türküsüyle hiç bitmeyecek yollarda ilerliyorduk. Sonunda ulaştık seni alacağımız kamp noktasına. Farklı bir yüz arıyordu gözlerim, etrafa bakınırken seni gördüm. İlk halinin sıcaklığı hala cayır cayır yakmaktadır bizi. Eski bir dosta kavuşmuşçasına tanıdık geliyordun bana. Güneş’in bir parçası gibi ısıttın içimi. İlk gülüşün hala sarsar yüreğimizi, ilk sarılışın bin yılların Ana tanrıça hasretiyle hala Süveydamızda ritimlerini hızlandırarak atmakta. Bizde uyandırdığın bu hisler senin farkını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Tüm savaşçıların seni böyle karşılıyordu. Cîlo’dan başlayıp Çarçela’ya doğru ilerleyişini gün gün takip ediyorduk. Çarçela da seni bekleyen meraklı gözler her an seni izliyordu. Ve geleceğin günün hesabını yapıyordu onun için bekleyiş sürüyordu.
Tarih 16 Temmuz 2015’i gösterirken Çarçela yollarına koyulduğunu öğrendik. Hemen şehit Diljîn ve şehit Kurdîstan’la beraber seni karşılamaya geldik. Sürekli arkadaşların meraklı sorusuna cevap olmaya çalışıyordum. Çarçela’dan inerken yanına yetiştiğimizde bizi ilk karşılayan şehit Robîn’di.
Yoldaş canlısı, sevdalısı Robîn’le uzun uzun sarıldıktan sonra seni sorduk. “Çarçela’dan inen süt beyazındaki sularla şuan kutsanıyor” demişti. Çarçela, yüreğindeki tüm nehirleri sana akıtıyordu sanki. Kutsanma şöleni bittikten sonra saçlarını taramaya koyuldum. Saçlarına dokunduğum ilk an hala yüreğimin en güzel köşesinde. Tel tel dökülen saçların kadının tüm kutsallığını simgeliyordu, öyle bereketli duruyordu ki… Önderliğimizin ne kadar uzun saçları sevdiğini ve biz kadınlara nasıl yakıştırdığını duyar gibi bir havada tarıyordum saçlarını, ince ince ördüm. Tüm acıların ellerimdeydi. Sanki dile gelmiş konuşuyordu saçının her ak düşmüş teli benimle. Hangi yellerle uzamıştı? Kaç yoldaşın eli değmişti? Kalan tüm izleri, dilsiz acılar içinde anlatıp, yaşatıyordu sanki. Hazırlanıp Çarçela’nın yüksek zirvelerine tırmanacaktık artık. Sırtımızda bin yılların yükü… Yüreğimizde yarım kalan binlerce yoldaşımızın hayaliyle… Çarçela’mızdaydık. Esen rüzgarıyla yüzünü okşayıp ‘Hoş geldin’ diyordu sana. Dağlarımıza bıraktığın uzun ve anlamlı bakışların hala Çarçela’nın her çiçeği, taşı, kayası, savaşçılarının aklında ve ruhundadır. O bakışların ilk halleri ise bende kaldı.
Fiziki anlamda sensizlik o kadar zor ki… Bunları yazarken senin hep söylediğin o söz aklıma geldi bir anda. Hani hep derdin ya “Tüm şehit yoldaşlar fiziki bir kopuşu bizde yaşarlar. Onun dışında her haliyle içimize işlemiş, sinmişler ve hep yıldızlara yakın bir yerde bizi izliyorlar.” Sahi, sen şuan hangi yıldızdasın? Hangi yıldızın yanında izlemektesin beni-bizi? Seher yıldızı, Yedi Kardeş, Çoban Yıldızı, yoksa Güneş’in yanında mı? Hangisinin yanındasın? Hangi çiçektesin? Hangi esen rüzgardasın? Hangi toprakta, hangi canlıdasın? Cevabı çok basit aslında; sen her yerdesin. Yüreğimdesin.
Çarçela senle direndi, senle renklendi, senle savaştı, senle kahramanlaştı. Senin gidişinden sonra seninle beraber sonsuzluğa yol alan dört özge can için ağladı nehirleri. Çarçela’nın kışları hep fırtınadır, baharı heyecan, yazı ise sensiz…
Parça parça herkesi kabul etti toprağına. Senin yıldızlara doğru olan bu yolculuğunda Helîn, Hîwa, Dîcle, Canfeda, Diljîn, Kurdîstan, Axîn, Arîn ve daha adını sayamadığım binlerce kahraman. Bu anlamlı yolculukta ülkeleri, toprakları adına ömrünün en güzel demleri olan gençliklerini sundular hesapsız ve fedakârca.
Ardıllarınız olan bizlere bıraktığınız ise fedaice katılmak ve yarımlılıkları tamamlamak oldu.
Yani Devrimce yürümek, Devrimce Zafere koşmak…”
Sorxwin Avesta