HABER MERKEZİ –
“Bir devrimin özgürlük düzeyi, ilişkilerdeki özgürlük düzeyine bağlı olduğu gibi, özgün olarak da kadın erkek ilişkilerindeki özgürlük düzeyiyle oldukça bağlantılıdır. Özgürleşme, bir anlamda bireyler arası ilişkileri özgürce tartışma, kararlaştırma ve yürütme gücünde olmayı ifade eder.
Böyle bireylerin oluşturduğu topluluklar, özgür topluluklar olarak da değerlendirilir. Bu toplulukların oluşturduğu topluma da, özgür bir toplum denilir. Devrim, bu anlamda bir toplumu en üst düzeyde özgürleştirme eylemidir. Bir toplum yakıcı, hızlı ve genel bir özgürleşme ihtiyacında görülüyorsa, yapılması gereken ona çok şiddetli bir devrimi dayatmaktır.
Bir toplumda ulusal sorun varsa, öncelikle o özgürleştirilir; bu da kendi kaderini tayin etme ilkesi olarak değerlendirilir. Sınıflar arası baskı, anti-demokratlık varsa, onu çözer ve buna da demokrasi denilir. Bunu bireye indirgediğimizde, her bireyin temel haklara kavuşturulması sorunu vardır. Bu da eğitimdir, sağlıktır, iş güç sahibi olmadır, yeteneklerine göre çalışabilme ve hakkını alabilme durumudur. Bilimin özgürleşmesi de böyle tanımlanabilir. Kadının özgürlüğü ise bir adım öteyi ifade eder. En alttaki cins olarak kişiliğine ilişkin karar verme, bu kararını bilinçlice geliştirme, hiçbir baskı altında olmadan bunu yaşama geçirme kadının özgürlüğünü ifade eder.
Bu tanımları Kürdistan devrimine uyguladığımızda, ilişkilerdeki geleneksel, feodal, aşiretçi, eskinin tıkattığı, kösteklediği yaşamı özgürleştirme zorunluluğu ortaya çıkar. Parti öncüdür, savaşı örgütlüyor, ayaklanma geliştiriyor ve devrime götürüyor demekle yetinmeyeceğiz. Çok ağır kişilik sorunları ve özellikle içinde oluştuğu aile, kabile, aşiret, hemşericilik, yani her türlü topluluk konumları aşılmadan, çözümlemelere tabi tutulup çözdürülmeden daha ileri bir özgürlüğe imkan veren ulusal kurumlaşmaya ulaşılamaz. Savaş, ordu kurumlaşmasından tutalım, her sahadaki kurumlaşması sağlanamaz. Buna aile kurumlaşmasını da dahil edebiliriz.
Ailedeki büyük tıkanıklık aşılmadan, özgür aile kurumlaşmasına ulaşamıyoruz. Bizdeki devrimin kendi özgül koşullarında çözümlemelere ihtiyaç duyması ve birçok çağdaş devrimin genel ölçüleriyle yetinmemesi gereken bir devrim olarak kendini dayatması da bu gerçeklikten kaynaklanıyor. Bizde birey kördüğümdür, onu çözmeden devrime katamıyorsun. Bireyi çözmek demek, bağlı olduğu muazzam bir ilişki ağını çözmek demektir. Birçok devrim, genel tahlille yürütülmüştür, bireyin tahliline fazla yanaşmamıştır. Ama biz kendi pratiğimizde gördük ki, sadece genel tahlille işler ilerletilemiyor.
Örneğin parti tarihimizde uzun yıllar, “Kürdistan sömürgedir, ona bir ulusal kurtuluş gereklidir” genellemesinden tutalım, 1985’lere kadar da “bir halk savaşı gereklidir, buna gerilla ordusuyla karşılık verilmelidir” genellemesiyle, yani işleri genel tahlille yürütmeye çalıştık. Bunun için kitaplardan bir çok alıntı yaptık, şemalar, tüzükler, yönetmelikler geliştirdik. Ama 1985 sonuna geldiğimizde bir baktık ki bu işler tıkanıyor. Aslında birçok devrim için yapılandan daha fazla çaba harcamamıza rağmen, bizi yenilgiye götürmekten kurtaramıyordu.
III. Kongre çözümlemeleri, biraz da bireylerimizde yaşanan “devrim yürümez, bundan daha fazla yapılamaz, gelişme ancak bu kadar olur” anlayışına bir çözüm getirmek için geliştirildi. Biz de kendimizi daha derinlikli olarak, parti içi ortamı çözmeye verdik. Çünkü karşımıza öyle tipler çıkıyordu ki, tam bir kördüğüm. Sözde merkez, eski, tecrübeli, istese çok başarılı da olabilir, ama pratiği tasfiye! Bunu nasıl izah edecektik? Sorunu, hiçbir devrimci partinin yapamadığı bir çözümleme yöntemiyle çözecektik. Bazı partiler bunu, daha sonraki süreçlerde kaba yargılamalar biçiminde yapmıştır; haklı haksız ayrımı yapmadan birçok tasfiye gerçekleştirmişlerdir. Biz böyle yapamazdık. Böyle yapsaydık, partiyi kendi elimizle bitirirdik. Türkiye Solu’nda benzer kaba tasfiyelerin olduğunu biliyoruz. Zaten ajan provokatörlerin de istediği buydu. Bunun yerine, bireyin kazanılması uğruna, bütün yönleriyle onu netleştirmeyi, çözmeyi esas aldık.
Ve bildiğiniz gibi PKK’de yeni bir dönem, çözümlemeler dönemi başladı. Bireyde toplumu çözmek, an’da tarihi çözmek! Bir yerde o zamana kadar yaptığımızı tersinden tamamlama. Hep genelleme yapıyorduk, bu sefer çok özelden konuşuyoruz; hep tarihten geliyorduk, bu sefer anlık bir durumun devrimciliğinden bahsediyoruz. Bu çözümlemeler dönemi halen bütün yakıcılığıyla sürüp gitmektedir.
Neden biz bu yönteme ağırlık verdik? Gelmişler, sözümona devrimciyiz diyorlar, ama kaçıncı baharda devrimi yapacakları, rollerini ne zaman oynayacakları belli değil. Her şey mahşere erteleniyor, bir ertelemeciliktir aldı, yürüdü. Bir de kendi yaşamım var. Biliyorsunuz, günlük olarak tehdit altındayım, ben her an tasfiye olabilirim, peki bu devrimi, bir kaç bahar sonrasına ertelemek, kendi yaşamına en büyük saygısızlık değil midir? Bizim buradan çıkardığımız sonuç, anın devrimciliğinin çok gerekli olduğudur. Anı anına devrimci tarzda yaşama, yarın ölünecekmiş gibi, bugün tüm yaşamı yaşamadır. Ben bu yöntemi esas aldım. Dikkat edilirse, yıllar bu yöntemle daha iyi kavranılmaya çalışıldı, dönemlere anı anına yaklaşıldı.
Ertelemecilik yapıldı -zaten Türkiye’de çok yaygındır- devrimde çok genel bir ilke de demeyeceğim, tasarı da demeyeceğim, “Devrimci teori şöyledir, toplumlar mutlaka sosyalizme geçecektir” denir, durulur. Sosyalizme mi, yoksa daha geri bir kapitalizme mi geçildiğini gördük. Belli ki reel sosyalizmin de bu konuda çok köklü yetmezlikleri var. Eğer kapitalizm biraz başarılı oluyorsa, kesinlikle gündemine daha çok hakim olduğu içindir. An’ı anına neyi yakalaması, neyi yaşatması gerektiğini bildiği içindir. Demek ki ertelenemez ve anbean yerine getirilmesi gereken görevlere yaklaşmayı bilmek, çok hayati bir yaşam ilkesidir, devrimde başarı ölçüsüdür.
Bireyler geliyor. Nedir, ne değildir, çözüme tabi tutulmadan salıveriliyor. Çözersen belki altın bulursun, belki de bir pas. Bunu açığa çıkarmak için tabii ki çözümlemeyi derinleştirmek gerekir. Nasıl ki, bir maden ocağında madeni araştırır, ayıklarsın, sonra ortaya çıkarırsın; bireyi de öyle araştırmaya, ayrıştırmaya, netleştirmeye tabi tutacaksın, ondaki madeni açığa çıkartacaksın. Buna neden ihtiyaç duyulur? Çünkü içimize gelenleri, neyi temsil ettiklerini gördük. Tutkularıyla, düşüncesiyle, adına sosyal, kültürel, siyasal ne denilirse denilsin tam bir yumak gibi. Ben buna kördüğüm diyorum. Bu kördüğümü çözmek gerekiyor.
Bu çözme işi o kadar derinleşti ki, bir kişinin etrafında ördüğü ilişkiler dikkat edilmezse, çözümlenmezse bir partiyi on yıl sonra rahatlıkla yenilgiye götürebilir. Hem de iyi niyetlice. Eğer PKK gelişiyorsa, devrimde biraz iddialı bir yürüyüşün sahibiyse, kesinlikle bu yöntemle çok yakından bağlantılıdır. Öyle provokatörler tanıdık, öyle tasfiyeci öğeler ortaya çıktı ki, değil onlarcası, bir tanesi bile eğer üzerine doğru bir yöntemle gidilip çözümlenmeseydi, bu partiyi bitirirdi.
Sovyet devriminin başına ne geldi? Bu ülkedeki sosyalizm neden çözüldü? En önemli nedenlerinden birisi de budur. Devrimin başına yetmiş yıl sonra, elli yıl sonra, on yıl sonra, bir yıl sonra çözülüşü, tasfiyeyi dayatacak adamı, onun ilişki tarzını, yaşam tarzını çözemediği için, önder veya görevli, sorumlu kimseyi çözemediği için, uğruna onca kan, onca emek, çaba harcanan devrim aslında kendi eliyle tasfiye oldu.
Kürdistan toplumunun oldukça provoke edilmiş, bölünmüş, birbirine karşı kışkırtılmış yapısının da partiye yansımasının ne denli güçlü olduğu göz önüne getirilirse, bu provokatif kişiliklerin -ki, bunların hepsinin ajan olmasına da hiç gerek yok, çok iyi niyetleri de var- önü alınmazsa partiyi bir günde tasfiyenin eşiğine sürüklemeleri işten bile olmaz. Bunların hepsi de, bir bakıyorsun onur meselesi yapıyor, niyet meselesi yapıyor ve öyle bir partiye takıyor ki, partiyi öyle bir batağa çekiyor ki, çok uyanık birileri olmazsa, biraz buna göre kendimi ayarlamış olmasam, bütün çabalar boşa gider. Ben halen bu kişiliklerle günlük olarak uğraşıyorum, gündemimden hiçbir zaman da eksik olmadılar. Her türlü yoldaşça destek, dayanışma var, kendimize tanımadığımız gelişme fırsatlarını sunuyoruz, ama insan neden böyle ortaya çıkıyor, halen üzerinde duruyorum, çözümlemeye tabi tutuyorum. Kısaca bir kişinin şahsında, eğer dikkat edilmezse, bir parti kaybedebilir. Bir parti kaybetti mi, bir ulus kaybedebilir. Çözümlemeler bu açıdan da önemlidir.
Anlaşılması gereken; bir kişinin parti içindeki yaşamını, eylemini, ilişki tarzını her yönüyle değerlendirmeden, günlük olarak gözden geçirip denetlemeden, bir devrimin sağlıklı, başarılı, zafer yürüyüşünün mümkün olmayacağıdır. Yaşanılan deneyimler de bunu fazlasıyla ortaya çıkarmıştır.
Parti içi özgürleştirme dediğimiz nedir? Bizimle ilişkidesiniz, bir bütün olarak PKK’liler, tüm çalışma alanları belli bir ilişki içindedir ve dolayısıyla bağlılıkları var. Önderlik burada ne yapıyor? Önder adı altında birisi bu yapıyı nasıl götürüyor? Parti tarihine bir kez daha bakmalısınız; olumsuzluklara, kördüğümlere rağmen, işler nasıl bu kadar geliştirildi? İki kelimeden en karmaşık çözümlemelere nasıl ulaşıldı? Bütün isyanlara, bütün muhalif örgütlenmelere darbe indirmiş bir egemen sınıf istihbaratı, günümüzde kontrası diyelim, nasıl oldu da PKK’yi bütün örgütleri çözdüğü gibi çözemedi veya bölüp parçalayıp başarısızlığa uğratamadı? Bunları düşünmek gerekir.
Bir devrimin özgürlük düzeyi, ilişkilerdeki özgürlük düzeyine bağlı olduğu gibi, özgün olarak da kadın erkek ilişkilerindeki özgürlük düzeyiyle oldukça bağlantılıdır. Özgürleşme, bir anlamda bireyler arası ilişkileri özgürce tartışma, kararlaştırma ve yürütme gücünde olmayı ifade eder. Böyle bireylerin oluşturduğu topluluklar, özgür topluluklar olarak da değerlendirilir. Bu toplulukların oluşturduğu topluma da, özgür bir toplum denilir. Devrim, bu anlamda bir toplumu en üst düzeyde özgürleştirme eylemidir. Bir toplum yakıcı, hızlı ve genel bir özgürleşme ihtiyacında görülüyorsa, yapılması gereken ona çok şiddetli bir devrimi dayatmaktır.
Bir toplumda ulusal sorun varsa, öncelikle o özgürleştirilir; bu da kendi kaderini tayin etme ilkesi olarak değerlendirilir. Sınıflar arası baskı, anti-demokratlık varsa, onu çözer ve buna da demokrasi denilir. Bunu bireye indirgediğimizde, her bireyin temel haklara kavuşturulması sorunu vardır. Bu da eğitimdir, sağlıktır, iş güç sahibi olmadır, yeteneklerine göre çalışabilme ve hakkını alabilme durumudur. Bilimin özgürleşmesi de böyle tanımlanabilir. Kadının özgürlüğü ise bir adım öteyi ifade eder. En alttaki cins olarak kişiliğine ilişkin karar verme, bu kararını bilinçlice geliştirme, hiçbir baskı altında olmadan bunu yaşama geçirme kadının özgürlüğünü ifade eder.
Bu tanımları Kürdistan devrimine uyguladığımızda, ilişkilerdeki geleneksel, feodal, aşiretçi, eskinin tıkattığı, kösteklediği yaşamı özgürleştirme zorunluluğu ortaya çıkar. Parti öncüdür, savaşı örgütlüyor, ayaklanma geliştiriyor ve devrime götürüyor demekle yetinmeyeceğiz. Çok ağır kişilik sorunları ve özellikle içinde oluştuğu aile, kabile, aşiret, hemşericilik, yani her türlü topluluk konumları aşılmadan, çözümlemelere tabi tutulup çözdürülmeden daha ileri bir özgürlüğe imkan veren ulusal kurumlaşmaya ulaşılamaz. Savaş, ordu kurumlaşmasından tutalım, her sahadaki kurumlaşması sağlanamaz. Buna aile kurumlaşmasını da dahil edebiliriz.
Ailedeki büyük tıkanıklık aşılmadan, özgür aile kurumlaşmasına ulaşamıyoruz. Bizdeki devrimin kendi özgül koşullarında çözümlemelere ihtiyaç duyması ve birçok çağdaş devrimin genel ölçüleriyle yetinmemesi gereken bir devrim olarak kendini dayatması da bu gerçeklikten kaynaklanıyor. Bizde birey kördüğümdür, onu çözmeden devrime katamıyorsun. Bireyi çözmek demek, bağlı olduğu muazzam bir ilişki ağını çözmek demektir. Birçok devrim, genel tahlille yürütülmüştür, bireyin tahliline fazla yanaşmamıştır. Ama biz kendi pratiğimizde gördük ki, sadece genel tahlille işler ilerletilemiyor.
Örneğin parti tarihimizde uzun yıllar, “Kürdistan sömürgedir, ona bir ulusal kurtuluş gereklidir” genellemesinden tutalım, 1985’lere kadar da “bir halk savaşı gereklidir, buna gerilla ordusuyla karşılık verilmelidir” genellemesiyle, yani işleri genel tahlille yürütmeye çalıştık. Bunun için kitaplardan bir çok alıntı yaptık, şemalar, tüzükler, yönetmelikler geliştirdik. Ama 1985 sonuna geldiğimizde bir baktık ki bu işler tıkanıyor. Aslında birçok devrim için yapılandan daha fazla çaba harcamamıza rağmen, bizi yenilgiye götürmekten kurtaramıyordu.
III. Kongre çözümlemeleri, biraz da bireylerimizde yaşanan “devrim yürümez, bundan daha fazla yapılamaz, gelişme ancak bu kadar olur” anlayışına bir çözüm getirmek için geliştirildi. Biz de kendimizi daha derinlikli olarak, parti içi ortamı çözmeye verdik. Çünkü karşımıza öyle tipler çıkıyordu ki, tam bir kördüğüm. Sözde merkez, eski, tecrübeli, istese çok başarılı da olabilir, ama pratiği tasfiye! Bunu nasıl izah edecektik? Sorunu, hiçbir devrimci partinin yapamadığı bir çözümleme yöntemiyle çözecektik. Bazı partiler bunu, daha sonraki süreçlerde kaba yargılamalar biçiminde yapmıştır; haklı haksız ayrımı yapmadan bir çok tasfiye gerçekleştirmişlerdir. Biz böyle yapamazdık. Böyle yapsaydık, partiyi kendi elimizle bitirirdik. Türkiye Solu’nda benzer kaba tasfiyelerin olduğunu biliyoruz. Zaten ajan provokatörlerin de istediği buydu. Bunun yerine, bireyin kazanılması uğruna, bütün yönleriyle onu netleştirmeyi, çözmeyi esas aldık.
Ve bildiğiniz gibi PKK’de yeni bir dönem, çözümlemeler dönemi başladı. Bireyde toplumu çözmek, an’da tarihi çözmek! Bir yerde o zamana kadar yaptığımızı tersinden tamamlama. Hep genelleme yapıyorduk, bu sefer çok özelden konuşuyoruz; hep tarihten geliyorduk, bu sefer anlık bir durumun devrimciliğinden bahsediyoruz. Bu çözümlemeler dönemi halen bütün yakıcılığıyla sürüp gitmektedir.
Neden biz bu yönteme ağırlık verdik? Gelmişler, sözümona devrimciyiz diyorlar, ama kaçıncı baharda devrimi yapacakları, rollerini ne zaman oynayacakları belli değil. Her şey mahşere erteleniyor, bir ertelemeciliktir aldı, yürüdü. Bir de kendi yaşamım var. Biliyorsunuz, günlük olarak tehdit altındayım, ben her an tasfiye olabilirim, peki bu devrimi, bir kaç bahar sonrasına ertelemek, kendi yaşamına en büyük saygısızlık değil midir? Bizim buradan çıkardığımız sonuç, anın devrimciliğinin çok gerekli olduğudur. Anı anına devrimci tarzda yaşama, yarın ölünecekmiş gibi, bugün tüm yaşamı yaşamadır. Ben bu yöntemi esas aldım. Dikkat edilirse, yıllar bu yöntemle daha iyi kavranılmaya çalışıldı, dönemlere anı anına yaklaşıldı.
Ertelemecilik yapıldı -zaten Türkiye’de çok yaygındır- devrimde çok genel bir ilke de demeyeceğim, tasarı da demeyeceğim, “Devrimci teori şöyledir, toplumlar mutlaka sosyalizme geçecektir” denir durulur. Sosyalizme mi, yoksa daha geri bir kapitalizme mi geçildiğini gördük. Belli ki reel sosyalizmin de bu konuda çok köklü yetmezlikleri var. Eğer kapitalizm biraz başarılı oluyorsa, kesinlikle gündemine daha çok hakim olduğu içindir. Anı anına neyi yakalaması, neyi yaşatması gerektiğini bildiği içindir. Demek ki ertelenemez ve anbean yerine getirilmesi gereken görevlere yaklaşmayı bilmek, çok hayati bir yaşam ilkesidir, devrimde başarı ölçüsüdür.
Bireyler geliyor. Nedir, ne değildir, çözüme tabi tutulmadan salıveriliyor. Çözersen belki altın bulursun, belki de bir pas. Bunu açığa çıkarmak için tabii ki çözümlemeyi derinleştirmek gerekir. Nasıl ki, bir maden ocağında madeni araştırır, ayıklarsın, sonra ortaya çıkarırsın; bireyi de öyle araştırmaya, ayrıştırmaya, netleştirmeye tabi tutacaksın, ondaki madeni açığa çıkartacaksın. Buna neden ihtiyaç duyulur? Çünkü içimize gelenleri, neyi temsil ettiklerini gördük. Tutkularıyla, düşüncesiyle, adına sosyal, kültürel, siyasal ne denilirse denilsin tam bir yumak gibi. Ben buna kördüğüm diyorum. Bu kördüğümü çözmek gerekiyor.
Bu çözme işi o kadar derinleşti ki, bir kişinin etrafında ördüğü ilişkiler dikkat edilmezse, çözümlenmezse bir partiyi on yıl sonra rahatlıkla yenilgiye götürebilir. Hem de iyi niyetlice. Eğer PKK gelişiyorsa, devrimde biraz iddialı bir yürüyüşün sahibiyse, kesinlikle bu yöntemle çok yakından bağlantılıdır. Öyle provokatörler tanıdık, öyle tasfiyeci öğeler ortaya çıktı ki, değil onlarcası, bir tanesi bile eğer üzerine doğru bir yöntemle gidilip çözümlenmeseydi, bu partiyi bitirirdi.
Sovyet devriminin başına ne geldi? Bu ülkedeki sosyalizm neden çözüldü? En önemli nedenlerinden birisi de budur. Devrimin başına yetmiş yıl sonra, elli yıl sonra, on yıl sonra, bir yıl sonra çözülüşü, tasfiyeyi dayatacak adamı, onun ilişki tarzını, yaşam tarzını çözemediği için, önder veya görevli, sorumlu kimseyi çözemediği için, uğruna onca kan, onca emek, çaba harcanan devrim aslında kendi eliyle tasfiye oldu.
Bir de parti tarihimizdeki örneklere bakalım; kendi şahsında partiyi bitirmeye çalışan böyle onlarca tip vardır. Benim kendi deneyimimde çarpıştığım yüzlerce tip var. Dalga dalga kendini bize vuruyor, ben ise yüz geri ediyorum ki parti korunsun. Çözümlenmiş örnekleri tekrarlamak istemiyorum, akıllı bir militan adayı bunları incelenmesini bilir. Düşünün, onlar yaklaşımlarıyla, yaşam tarzlarıyla parti içinde serbest bırakılsalar PKK kaç parçaya bölünür, nasıl bir aşiret, feodal örgüt olur, bireylerin savaş ağalığına nasıl dönüşür? Çözümlemeleri bir de bu yönüyle değerlendirmelisiniz.
Kürdistan toplumunun oldukça provoke edilmiş, bölünmüş, birbirine karşı kışkırtılmış yapısının da partiye yansımasının ne denli güçlü olduğu göz önüne getirilirse, bu provokatif kişiliklerin -ki, bunların hepsinin ajan olmasına da hiç gerek yok, çok iyi niyetleri de var- önü alınmazsa partiyi bir günde tasfiyenin eşiğine sürüklemeleri işten bile olmaz. Bunların hepsi de, bir bakıyorsun onur meselesi yapıyor, niyet meselesi yapıyor ve öyle bir partiye takıyor ki, partiyi öyle bir batağa çekiyor ki, çok uyanık birileri olmazsa, biraz buna göre kendimi ayarlamış olmasam, bütün çabalar boşa gider. Ben halen bu kişiliklerle günlük olarak uğraşıyorum, gündemimden hiçbir zaman da eksik olmadılar. Her türlü yoldaşça destek, dayanışma var, kendimize tanımadığımız gelişme fırsatlarını sunuyoruz, ama insan neden böyle ortaya çıkıyor, halen üzerinde duruyorum, çözümlemeye tabi tutuyorum. Kısaca bir kişinin şahsında, eğer dikkat edilmezse, bir parti kaybedebilir. Bir parti kaybetti mi, bir ulus kaybedebilir. Çözümlemeler bu açıdan da önemlidir.
Anlaşılması gereken; bir kişinin parti içindeki yaşamını, eylemini, ilişki tarzını her yönüyle değerlendirmeden, günlük olarak gözden geçirip denetlemeden, bir devrimin sağlıklı, başarılı, zafer yürüyüşünün mümkün olmayacağıdır. Yaşanılan deneyimler de bunu fazlasıyla ortaya çıkarmıştır.
Parti içi yaşamı çözümlemekten bahsediyorum ve çözümleme ile birlikte, devrimci düzeyi geliştirmek; bir anlamda ilişkilerdeki devrimciliği, özgürlüğü, örgütlülüğü sağlamak anlamına da geliyor. Parti içi yaşamı o kadar devrimcileştirelim, dolayısıyla özgürleştirelim ki, artık kişiler kendileriyle oynadıklarında, verdikleri zarar sadece kendileriyle sınırlansın veya bir kişi partiyle oynadığı zaman, anında gereken karşılığı bulsun. Almış olduğum en önemli tedbir budur. Çözümleme ve ilişkilere dayattığım özgürlük düzeyi kesinlikle bunu doğurtmaya yetiyor. Bu da bir savaştır, çarpışmayla ve zaman zaman da uzlaşmayla yürütülür. Eğer görev göz ardı edilmezse, kesin parti kazanır. Dolayısıyla savaş yürütülüyorsa kazanılır.
Parti içi özgürleştirme dediğimiz nedir? Bizimle ilişkidesiniz, bir bütün olarak PKK’liler, tüm çalışma alanları belli bir ilişki içindedir ve dolayısıyla bağlılıkları var. Önderlik burada ne yapıyor? Önder adı altında birisi bu yapıyı nasıl götürüyor? Parti tarihine bir kez daha bakmalısınız; olumsuzluklara, kördüğümlere rağmen, işler nasıl bu kadar geliştirildi? İki kelimeden en karmaşık çözümlemelere nasıl ulaşıldı? Bütün isyanlara, bütün muhalif örgütlenmelere darbe indirmiş bir egemen sınıf istihbaratı, günümüzde kontrası diyelim, nasıl oldu da PKK’yi bütün örgütleri çözdüğü gibi çözemedi veya bölüp parçalayıp başarısızlığa uğratamadı? Bunları düşünmek gerekir. İlk defa bir devlete, onun devrime dayatılan kollarına karşı bir başarı söz konusu.”
Halklar Önderi Abdullah Öcalan