HABER MERKEZİ –
“Doğduğumuz günden ayrıldığımız güne kadar aslında semalarda yıldızlaşana kadar seninle hiç ayrılmamıştık, hala ayrılmadığımız gibi…
Bu sana yazdığım geç bir yazı aslında bunun için affet beni can heval. Belki hala gidişine inanmadığım için, inanmak istemediğim içindir. Gözlerim yolda, yol yolcusunu beklemekte bir daha gelmeyeceğini bile bile gözlerim yolunda. Beraber büyüdük seninle en güzel anılarda, en önemli zamanlarımızı seninle yaşamıştık ve seninle beraber adımladık dağları. Sen şimdi gökyüzünde bir yıldız oldun ülkemin semalarında. Senin her zaman yıldızlarla aranda bir sevda vardı, aşk vardı. Onların sihirli gücüne inanırdın ve onların seni beklediğini söylerdin. Hani bana demiştin ya bir dağın zirvesinde kimsenin uğramayacağı bir yerde bir kulübe yapalım, kulübenin çatısı olmasın kulübemizin çatısı yıldızlar olsun. Ayaz gecelerimizi yıldızlar ısıtacaktı, karanlık gecenin sesini dinleyecektik. Dedim ya sen yıldızları çok severdin ve sen şuan o yıldızlar ülkesinin parıldayan ve vazgeçilmez mücevherine dönüştün. Dediğim gibi o çok sevdiğimiz şiirdeki kutup yıldızında birleştik.
Paldır küldür yürüyebileceksin
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri
Sahipleneceksin
Güneşi, ayı, yıldızları
Mesela kuzey yıldızı senin olacak
O benim diyeceksin.
Maviye sevdalıydın, gök mavisine mavi olacaktık seninle. Hatırlıyor musun? Bilmem seninle Akdeniz’i seyrettiğimiz günü. Denizin karşısına tek başımıza oturmuştuk. İlk defa bu kadar hırçın dalgaları seyrediyorduk. İkimiz de sessizdik. Sessizliğini bozmanı bekliyordum. Sessizliği bozmayacağını bile bile seni bekliyordum. Daima sende sessizliğin asaleti vardı. Normal koşullarda sessizliği bozan hep ben olurdum. Ama bu sefer senin sessizliğinde kendimi bulmak istiyordum. Onun için sustum. Sessiz sessiz dalgaları seyrettim. İlk defa kendimi bu kadar huzurlu hissediyordum. Huzur, sevda, aşk, moral güzel olan her şey sende buluşmuştu. Sen benim bütün duygularımın bileşimiydin. Çocukluğumun, gençliğimin ve özgürlük yolundaki anlarımın en güzel bileşkesisin.
Hani dedim ya maviyle birleştin tıpkı bu hikâyede olduğu gibi… Mavinin asaleti ve sonsuzluğu daima karşıdakini kendine çekmişti. Mavi tıpkı bir çekim kuvveti gibidir. Bu hikâyede maviyi takip eden güneş, ay ve yıldızlar mavide sonsuzluklarını onda görmek için daima o zaman daha parlar ve tüm güzelliklerini ona yansıtmak isterler. Güneş yıldızlara ola özlemini ona yansıtmaya çalışır. Çünkü mavinin ona hasretini yansıtacağını bilir. Güneş parladıkça mavi onun ışınlarını, özlemini duyduğu gece rengini ve yıldızlarını yansıtır. Yaramaz çocuk olan güneş buna hiçbir zaman doymaz. Her doğuşunda ve batışında maviye daima farklı çarpar. Ay ise yanında parlayan yıldızlarını kendi parlaklığından dolayı görmediği için hep üzgündür. Fakat mavide onların parlaklığını fark edince sevinir. Ama hala üzgündür. Onlarla hiç birleşemeyeceğini düşünür. Mavideki asalet onu da büyülemiş ona hüzünlü noktasını anlatır. Mavi, ona sana isteğin buysa bunu verebilirim der. Ay ise; nasıl ‘‘nasıl’’ der. Mavi ‘‘izle’’ der. Med-Cezir dalgalarıyla onu hayallerine ulaştırınca mavi, güneş ve ay arasındaki arkadaşlık bir başka olur. Mavi gökle gök de maviyle bir olur aynı zamanda. Maviyi seven çocuk maviliğin asaletinde kendini o an onun sonsuzluğuna kaptırırlar.
-Güneş, aya; ‘‘sen neden maviye âşıksın?’’ der.
-Ay: ‘‘ben mavide umutlarımı ve hayallerimi görüyorum, onda birleşiyorum’’ der. Peki, sen neden bu kadar maviye âşıksın…
– Güneş: ‘‘ben mavide sonsuzluk ve hasretini duyduğum umutlarıma ulaşıyorum, aynı zamanda tüm çocukluğumu onda yaşıyorum’’ der.
Benim sana olan sevdam can heval tıpkı bu hikâyede olan güneşin ve ayın maviye olan sevdası gibi. Mavinin umut ve sonsuzluk barındırdığını söylerdin. Tıpkı mavi gibi sende etrafına umut dağıtıyordun. Benim umudum da sendin. Şuan seninle neredeyim biliyor musun? Van Gölü’nün içinde küçük bir adacık vardı seninle ona doğru yürümüştük, seninle küçük bir taşın üstüne oturmuş sohbet ediyorduk. ‘’ Bana şunu demiştin! Dikkat ettin mi bugün göl ne kadar mavi normal koşullarda bin bir renge bürünüyor. Bugün ise sadece maviyi kendinde barındırmış. Gökyüzünde bugün başka bir maviye bürünmüş. Bugün göl ve gökyüzü mavide buluşmuş. ‘‘Aynı bize benziyorlar, bizde bugün mavide birleştik mavide parlıyor yoldaşlığımız. Bugün yoldaşlığımızın sırrı maviyle bütünleşti. ‘‘Bugün yoldaşlığımız mavide sonsuzlaştı’’ demiştin. Aslında can heval o gün yoldaşlığımız sende sonsuzlaştı. Maviye aktın maviye karıştın aynı ırmağın denize, denizin okyanusa karıştığı gibi, sende maviye aktın mavi yaşama karıştın. Aklıma ne geldi biliyor musun? Şuan seninle Batman sokaklarında birbirimiz kovalarkenki saklambaç oynadığımız anılarımızdayım, şuan bunları yazarken Kaf Dağı’nın arkasında olan Zümrüdü Anka’nın güneşle olan saklambaç oyunu aklıma geldi.
Ve hikâye şöyle başlar: ‘ Bu kuşun dünyanın en güzel renklerini kendinde barındırdığı söylenir. Kuyruğundaki tüylerin yedi rengi yani gökkuşağının rengini taşıdığı söylenir. Kanatlarının zümrütten ve bu kuşun güneşin ışınlarını bile kapattığını söylenir. Bir yanıyla güzelliğiyle dünyayı büyülediği ve güneşin koruyucu gücü olduğu söylenir. Gökkuşağına asıl rengini verenin Anka kuşu olduğu söylenir. Kaf Dağı’nın ardında güneş doğarken Anka tüm güzelliğiyle ve gizemliliğiyle onu kucaklamak için uçarmış. O doğana kadar onun etrafında döndüğü söylenir. Bu yüzden ona Zümrüdü Anka denilirmiş.’’
Ve bizim seninle olan saklambaç oyunlarımız tıpkı Zümrüdü Anka’nın Güneşle olan oyunu gibi. O saklambaç oyunlarımızda sürekli gizemli olanın peşindeydik. Aslında hep seninle gizemliliklerin peşindeydik ve en sonunda Bilge İnsanın mucizevi yaşamına adım attık. ‘’Bana demiştin ki gerilla olmak hayal gibiydi ve şuan ikimizde o hayali gerçeğe dönüştürdük.’’ Gerilla olmak sana çok yakışıyor.
Bak şimdi görüyor musun? Sonbahar mevsimine girdik ikimizin tek vücutta birleştiği mevsimdeyiz. Rüzgâr lirik lirik esmekte. Biraz önce yüzüme serin bir rüzgâr dokundu yüreğime, tenime, gözlerime ve ruhuma. Sen dokundun, sen estin can heval. Hala yapraklar yeşil birkaç gün sonra dökülecek patikalara, toprak yollara. Altın sarısı çalacak patikalara, toprak yollar. Ne çok severdik bu manzarayı. Bu manzara karşısında aniden yağan bu hafif yağmurun altında dolaşırdık beraber. Seninle bu yağmurların altında şemsiyesiz yürürdük sırıl sıklam olana kadar. Biliyor musun senden sonra sonbahar yağmurları azaldı. Eskisi gibi yapraklarda altın sarısı çalmıyor yol ve patikaları. Bu sene ilk yere düşen yaprakların altında uzanacağım yüreğime ve ruhuma aksın diye. Biliyorum o yapraklarla beraber geleceksin, bana ve ilk yağan yağmurun altında yürüyüp sırıl sıkalam olacağım eskisi gibi. Seninle beraber sonbaharın gizemli sessizliğine şahitlik edeceğim. Senden sonra her şeyde sen varsın, her anımdasın, her yerde benimlesin. Garzan’da yürüdüğün patikalardayım. Su içtiğin çeşmenin başındayım. Gölgesinde dinlendiğin ağacın altındayım seninle. Ve Garzan dağlarının zirvesinde seninle, Bahoz’la, Çektar’la, Mızgin’le Mervan’la attığımız kahkahaların ezgisinde buluşuyorum. Bir sonbaharda gittin ve erken gittin. Ve yüreğim yarısını da kendinle götürdün. Hani bir daha buluşacaktık dağların zirvelerinde, gece yıldızlarda gündüz mavide buluşacaktık. Son görüşmemizde bana demiştin ya; ‘‘ Gece yıldızlara bakmayı unutma her yıldızda sana göz kırpıyor olacağım.’’ Seni yıldızların asaletinde ayın derinliğinde görüyorum Can heval.”
Gulgeş Zîlan Serhed