HABER MERKEZİ –
“12 Mart 1971, Türkiye tarihinde bir karanlığa doğru gidişin başlangıcı olmuştu. 12 Mart’dan hemen sonra ülkede solcu avına çıkıldı. Nerede solcu, devrimci, sosyalist ve ilerici aydın ve hepsi ya tutuklandı ya da vuruldu. 1950’den 1971’e kadarki süreçte özellikle devlet içinde iktidar kamplaşmaları oldu. CHP’ni başını çektiği sol Kemalist kesimlerin, Demokrat Parti uzun süreli bir iktidar çatışması yaşanıldı. Devletin sivil kanadı içindeki bu çatışma, ordunun içinede yansıdı. Ordu bir süre sonra solcular ve sağcılar ve hatta polis te solcular ve sağcılar diye ikiye bölünecekti. Yani solcuların ve sağcıların iktidar olma savaşı önce devlet içinde başlamıştı. 1960’ların sonlarına doğru gelindiğinde bu mücadele sadece devlet içinde değil, öğrenci gençlik içinde de adım adım gerçekleşecek, bütün ülkeyi etkisine alacaktı. Türkiye tarihinde radikal sol çizginin ilk çıkışı ve hem yerli komprador burjuvaziye hemde emperyalist devletlere meydan okuduğu yıllar 1970’li yıllardır. 1960’larla başlayan süreçte sol kesimler ilk defa TİP önderliğinde meclise az sayıda da olsa milletvekillerle girecek, solun sesi olacak, ülkenin sorunlarını dile getireceklerdi. 1968 devrimci gençliği, tam bağımsız Türkiye şiarıyla Türkiye şiarıyla Türkiye’de egemen kesimlerin ve yabancı güçlerin korkulu rüyası olacaktı.
Türkiye’de devrimci gençliğin keskin tavrını ve devrimciduruşunu gören egemen kesimler, devrimci gençliğin mücaddelesine darbe vurmak için sözde miiliyetçi, Türkiye sevdalısı olduklarını söyleyen bir karşıt gençlik örgütlediler. Bu karşıt gençliğe, devrimci gençliğe saldırma, aydınlara suikast yapma, derede bir toplumsal direniş varsa saldırma görevi verilmişti. Tabi bu sözde milliyetçiler bütün bunları vatan ve millet için yapıyorlardı. Devrimci gençlik, Amerikan 6 filosuna Türkiye’yi terk edin deyince bu sözde Türkiye sevdalıları ve sözde milliyetçiler de devrimci gençlere saldırıp, Amerikan askerlerine askerlerine yardım ediyorlardı, hemde vatanseverlik adına! Türkiye’nin şimdiki karanlığa girişi aslında çok partili sözde demokrasiye geçilmesiyle oldu. 1950’den günümüze kadar ne siyasi ne de ekonomik ve ned etoplumsal sorunlar çözüldü. Türkiye aslında küçük Amerika olmayı gerçekten de başardı. Her mahallede bir zengin yaratıldı. Son 70 yıldır bütün hükümetlerin icaraatları zengin bir sınıf yaratmak oldu. Adına TÜSİAD, MÜSİAD ve benzeri ekonomik devlerin hepsi son 70 yılın hükümet icraatlarının bir mey-veleridirler. Özelikle 1980 darbesi ve sonrası oluşan Özal dönemi tam bir dolandırıcılar, üçkağıkçılar, çeteler ve mafyavari bir sisteminin kuruluşunun başlaması oldu. AKP-MHP rejimiyle bu mafya rejimi zirveye çıkarıldı, Türkiye ve Kürdistan tam bir açık zindana çevrildi. Neredeyse nefes almak bile yasaklanacak.
Tabi bütün bu olan bitenlerin hepsinin arkasında USA vardı. 12 Mart ve 12 Eylül’ün arkasındaki güç Amerika’dır. Son 45-50 yıldır yapılan milliyetçiliğin arkasında da Amerika var. Çünkü son 45-50 yıl geçmişten günümüze kasda r bu sahte milliyetçi çevrelerin Türkiye’ye zarardan başka bir faydaları olmamıştı ama bunlar hala “ölürüm Türkiyem” diye bağırıyorlar. Niçin öldüklerini, kimler için öldüklerini gerçekten de bilmiyorlar. Bunlar, egemen kesimlerin, devrimci güçlere karşı tetikçi olarak kullandıkları kesimlerdir. Bunlar Türkiye’yi gerçekten seviyorlarsa Türkiye niye 50 yıldır siyasi ve ekonomik krizler, bulanımlar yaşıyor? Bunlar Türkiye için ölmediler, bunlar, ağalar, beyler, efendiler için öldüler, ama hala bir Türkiye’nin sigortalarıyız diyorlar. Beşyüz milyar dolar dış borç var. İşsizlik ve yoksulluk diz boyu. İnsanlar çöplerde ekmek arıyorlar. Nufusun çoğunluğu, yarısından fazlası büyük bir yoksulluğun pençesinde kıvranıyorken, bu Türkiye sevdalıları neyin sigortalarıymış acaba. Bunlar, Tüsian, Müsiad ve bu gibi holdinglerin, kodamanların milliyetçilik maskesi taktırılmış sigortalarıdır. 1971’den günümüze kadar Türkiye’de devrimci mücadele daha çok gelişmiş, kitleselleşmiştir. 12 Mart’ın amacı devrimci mücadeleyi bastırmak, direnmeyen, kapitalizme boyun eğen bir toplum yaratmaktı.
O dönemler bazıları, “sosyal gelişim ekonomik gelişimi geçti” diyecekler ve 1960 anayasasının getirmiş olduğu kısmi demokratik hak ve atmosferin bu ülkeye çok lüks geldiğini söyleyeceklerdi. 12 Eylül tümüyle bu kısmi demokratik atmosferi ve hakları tırpanaladı, kökten biçti, bitirdi. 12 Eylül aslında 12 Mart’ın en şiddetli hali ve tamamlayıcı devamıydı. Çünkü 12 Eylül’den sonra anayasa değiştirildi, o günden günümüze kadar Türkiye baskıcı bir rejimle yönetilecekti. Bazı hakimler ve savcılar bile 12 Eylül anayasası “zorla ve baskıyla kabul ettirildi” diyeceklerdi. Son 45-50 yıllık süreçte esasen işçilerin ve köylülerin ağalara ve burjuvaziye karşı hak ve emek mücadelesi verildi, veriliyor. Kimi çevreler bu mücadelede meydana gelen kavgayı “sağ ve sol olayları ve kardeş kavgası” olarak gösteriyorlar. işçiler ve patronlar arasındaki kavga ne zamnadan beri kardeş kavgası oldu? Bir kesim kendi egemenliğini halk üzerinde sağlamaya çalışıp, halkı köleleştirmek istiyor, diğer çoğunlukta kendi özgürlük, adalet ve eşitlik mücadelesini veriyor daha iyi ve insani şartlarda yaşayabilmek için.
Kardeş kavgası yalanları aslında askeri darbelere zemin hazırlamak için uydurulmuş oyun ve tezgalardır. Ezenlerle ezilenler arasındaki kavga sınıf savaşımıdır ve tarih boyunca da şiddetli olmuştur bu kavga. 1971 ve 1980 darbeleri Türkiye’de ezenlerin egemenlik rejimini ayakta tutmak ve devamlılığını sağlamak içindi. Son 50 yılda TÜSİAD’a üye olan iş adamlarının servetleri tam kırk- elli misli arttı ve büyüdü. 12 Mart’dan günümüze kadar bütün sivil hükümetler aslında cuntanın bir çeşit sivil kolları, temsilcileri ve uzantıları olma işlevini gördüler. 1980’lerle beraber liberal ekonomi dört nala koşan at gibi koşmuş, hızlanmış Türkiye’yi uçurumun kenarına getirdi. Türkiye günümüzde 50 yıl öncesine nazaren. her tarafta hırsızların, yankesicilerinin yolsuzluk yapanların, devletin parasını yiyenlerin cenneti haline geldi. 12 Mart ve 12 Eylül geçici de olsa amaçlarına ulaştılar diyebiliriz. Siyaset ve ülke meseleleriyle değilde, futbol ve arebeskle ilgilenen bir gençlik yaratıldı. Siyasal İslam devlet içine alınıp sınırsız haklar ve imtiyazlar verildi. Bugün AKP’nin ısrarla iktidarda kalması, üç dönem seçilmesinin, en sonki seçimlerden iktidardan düşmesine rağmen seçim sonuçlarını kabul etmeyip erken seçime giderek, hile ve baskıyla tekrar tek başına iktidara gelmesinin arkasında son 50 yıllık bir siyaset var. Bunların hepsi yerel kompador burjuvazi ve onların destekçileri olan global sermaye güçlerinin eliyle yapılıyor. Son yıllarda cüppeli sarıklı sakallı şalvarlı bir kesim oluştu. Bu kesimin önüne geçilmezse bunlar bir tehlike haline gelir, Türkiye’nin başına bela olurlar. Hem sakallı şalvarlı sarıklı cüppeli ve hemde zalim ve zulmü savunan, insan yakmak caizdir diyen şeytanlar oluştu.
Mazlumların yanında yer alan, zulme karşı çıkan, hak ve hukuktan yana olup sakal bırakanı, namazında niyazında olan dindar kesimlere sözümüz olmaz. Kendisini İslamcı gösterip zalimlik yapanlar, faşizme destek verenler, insan yakanlar, insan kafasını kesenler türedi bu ülkede. Uzun süre iktidarda kalmak bazı kesimleri şımartmış olmalıki bunlar böyle çok rahat hareker edebiliyorlar. Türkiye, direnenlerinn, hak için mücadele edenlerin, işçiyi, köylüyü ve halkı savunanların, verdiği mücadeleyi kazanacağı bir ülke olacaktır. Türkiye, karanlık güçlerin esiri olmayacaktır. Türkiye artık bir demokratik devrim ve sosyal, toplumsal dönüşüm virajına gelmiş bulunmaktadır. AKP-MHP faşizmi-rejimi ve Türkiye’deki bütün karanlık egemen kesimler ve iktidar odakları bu demokratik değişimi görmeleri, bunları daha çok saldırganlaştırıyor. Toplumsal mücadelenin büyüdüğü koşullarda bunlar sürekli korkmuşlardır. Türkiye son 50 yıldır faşizan bir sistemle yönetilmektedir. Ama artık bu baskıcı sistem can çekişme noktasına gelmiş bulunuyor. Toplumsal mücadele şimdi daha kapsamlı, daha dinamik ve daha canlıdır. Askeri darbeler, toplumsal mücadeleyi durduramamıştır, sadece mücadelenin gelişimini ertelemiş, böylece kapitalizmin ömrünü uzatmıştır. Kazanacak olanlar işçiler, köylüler ve halk olacaktır. Ağaların, beylerin, saltanatı yıkılacak, yarınlar halkın olacaktır. Halkların aydınlık mücadelesi bütün karanlıkları yırtacaktır, Türkiye’yi aydınlık bir ülke haline getirecektir. Türkiye, ağaların, patronların, beylerin olmayacak, işçilerin, köylülerin kısacası halkın olacaktır. Yarınlar halkların olacaktır…”
Kemal Söbe