HABER MERKEZİ –
“Kendimizi Önderliğin direniş felsefesiyle bilinçlendiriyorken, pratik olarak Çiyager yoldaşın, “Sonu muhteşem olacak” diyen sesiyle motive ediyorduk. Yetersiz yoldaşlığın utanç ağrılarını yaşayarak, tüm sorumluluklarımıza karşı eksikliklerimizin farkındalığıyla bedenimizi eriterek özeleştirimizi verirken huzur bizi hiç terk etmedi.”
Heval Abbas, Heval Bahoz ve Heval Karasu merhaba,
“Anlam ve hissin yarattığı duyguyla selamlıyor, sonsuz sevgi ve saygılarımı gönderiyor, özlemle sarılıyorum. Uzun süredir hep yazmak, sesimizi yüreklerimizin yaşadığı ana mekanımıza ulaştırmak istiyordum. Biliyorum, insan benliği nereyi yaşıyorsa oradadır ama sözcüklere sığdırılmış özlemleri, sevgileri paylaşmayı başarmak da farklı bir anlam yaratıyor. Kendime uzunca bir süredir düşmanın yoğun saldırılarını, sürecin yoğunluğunu, gereklilikleri yazmamaya gerekçe yapmış olsam da özünde geçirdiğimiz süreçlere, içinde bulunduğum zamanlara ilişkin istenilen düzeyde bir pratik duruşun sahibi olamamak, sizlere yazmamı da engelledi. Sergilenmesi gereken rexistinî duruş, pratik olarak politik öngörü, eylem duruşunu da beraberinde getiriyor. Bu konudaki farkındalık, kendi gerçekliğiyle yüzleşme hali mahcubiyet, utanma yarattı. Bu duyguların her birimiz için geçerli olduğunu düşünüyorum. Çünkü zamanında buradaki rexistinî güç olarak sorumluluklarımıza göre davranmamak, harekete geçememek benliğimizi mahcubiyet duygusu sarıp sarmalamıştır…Şimdi, “Çok büyük başarı yarattık, kazandık, o yüzden artık yazabilirim” noktasında değilim elbet. Ancak yaşadığımız mahcubiyeti ve utanmayı biraz aştığımıza inandığım için belirtiyor ve güvenle, inançla sizlere doğru akıyorum. Bir yönü de bu kadar yoğunluk içinde, “Arkadaşları biz de meşgul etmeyelim” duygu-düşüncesi de vardı. Belki gerekçeler yerinde değildir oradan bakınca, ama yüreklerimizin hep yaşadığı mekandaki yoğunluğun farkında, bilincinde olanlar olarak, “En azından bazı konularda yük olmayalım, uğraştırmayalım” düşüncesi hakim bir çoğumuzda. Ama bunu tüm içtenliğimle paylaşayım; her zaman için sizlerin seslerini duymak bile buradaki rexistinî duruşlarımızı gözden geçirmeye, süreç karşısında güçlü öngörüler için kendimizi müthiş motive etmemiz için yeterli oluyor. Şimdi ben de yazarken, heyecandan kalem tutan parmaklarım titriyor ve yüreğim sıcak. Cesaret yaratılıyor, inanç büyüyor. Bu sözcüklere sığdırılmış özlemlerle oraya akmaya çalışmanın heyecanı dahi yıllara yetecek kadar motive edici sorumluluk yaratıyor. Buna göre yaklaşıp, yaşamayı bilenler için çok değerli bir varoluş gerçekliği, gerekçesi oluyor… Bu mekanda yaşayarak görüyorum, her bir yoldaş sizlerden bir arkadaşı dahi görmek için neler yapmaz ki! Çok merak ediliyor, soruluyor. Gözlerdeki özlem, sevgi derinliği gördüğümde müthiş heyecanlanıyorum. Sizlerden öğrendiklerimi, anladıklarımı, bilince çıkardıklarımı dilim döndüğü kadar anlatmaya, paylaşmaya çabalıyorum ama her bir anlatımda aslında kendime dönüyorum. Bırakalım ayları, yılları her birinizin yanındayken geçirdiğim her bir saniyeyi tekrar tekrar yaşıyor, düşünüyor ve her anını içerek, yudumlayarak buradaki duruşumu güçlendirmeye, anlamlandırmaya çabalıyorum. Önderlik felsefesiyle donanmış yoldaşlardan her şeyin ilklerini öğrenme şansına, onuruna sahip oldum. Bu onurun ayrıcalığını sessizce içimde yaşasam da duruşumu bu anlam üzerinde var etmeye çabalıyorum. O yüzden bu değer duygusunu, benliğini bana kazandıran büyük emekleriniz için her an sizlere teşekkürlerimi sunarken; bu emeğe layık bir yoldaş olmak için sözümü yeniliyorum…
Değerli hevaller, mevsimleri, ayları aşan muhteşem direniş her birimizi yeniden yarattı. “Kendi varlığını bile amacına feda edebilen insan iradesine karşı hiçbir şey direnemez” diyor Benjamin Disarelli. Bizler de engin bir nehir gibi akarken çarpacağı taştan korkmayıp, çoğala çoğala kendimizi Önderliğe ulaştırdık. Bedeli ağır oldu, oluyor. Tarihimiz zaten kutsal bedeller verilerek onun üzerinde var oluyor. Zaten özgürlüğe gönül verenlerin kaybedeceği bir şeyi olamaz ki! O yüzden kaybedeceği bir şeyi olmayanın da bedel vermekten korkması beklenemez. Korkmadan, hiçbir kaygı yaşamadan hedefe koşarak ilerlemenin anlamını yeniden tazeledik. Bu bütün süreç içinde Gandi’nin “Önce seni görmezden gelirler, sonra sana gülerler, sonra seninle dövüşürler ve sonra sen kazanırsın” belirlemesini düşündüm. Muazzam bir kavgaydı. Dıştan düşmanın yaklaşımları beklenendi ve sürecek de, ama direnirken kendi içsel mücadelesini veriyorken yürütülen kavganın sonucu değerlidir. Tarihte de görüldüğü gibi başta ciddiye almadılar, görmezden geldiler ama uzun vadeli yaratacağı sonuçlarıyla onların sağlam olduğunu düşündükleri temellerini sarstı ve ilerde tamamen yıkılmasını göreceğiz. “Tarihte direnenler kazanmıştır,” deniliyor ya her bir adımda Önderliğe yakınlaştıkça, açılan makasın daraldığını gördükçe başarının yakınlaştığını yaşayarak görmek daha bir sağlam adımlarla ilerlemeye çabaladık. Her şey iç içe ve çok hızlı gelişiyordu. Ama tüm duygularımızın açık olması ani şeylere göre kendimizi de ayarlayabilecek büyük bir potansiyelin farkına vardık. Dostoyevski doğru ve haklı bir belirleme yapmış, gerçekten de amaç eksenli ele alındığında insan kendisini tüm koşullara göre uyarlayan, adapte olan bir varlıktır. Esnek zekası bu konuda yön veriyor olsa da, amaca aşkla bağlı olmak irade kazandırdığı gibi yön de verebiliyor.
Düşmanın tüm saldırılarına rağmen açığa çıkan ortak kolektif direniş iradesi büyüyerek amaca ulaşırken birbirimize yol yürüyüşümüzde tekrardan başarının direnerek kazanılacağını hatırlatarak güven, inanç kararlılığı tazeledik. Bu başarı yeniden bir katılım kararlılığı yarattığı gibi aynı zamanda her birimiz kendini eriterek Önderlik ve tüm değerler karşısındaki yetersiz duruşumuzun pratik özeleştirisini vermeye çalıştık. Her birimiz ayrı bir gruptaydık. Ama ortak duygu-düşünce birlikteliğini yaşama hali aslında hepimizin ortak hikayeyi yaşamasını barındırmasıydı. Özyönetim sürecinde Çiyager Yoldaşın haykırışlarına koşmayıp yalnız bırakmamız, Mehmet Tunç yoldaşın direnişi büyütün sesine ulaşamamamız, Taybet anamızın evlatları olarak mücadelemizi büyüterek buz kesen bedenini ısıtamamamızın nasıl bir izahı olabilir ki? Önderlik üzerinde komplonun devamı olan bu tecride karşı zamanında harekete geçememek yetersiz yoldaşlığı yaşama anlamına geliyordu her birimiz için. Bu gerçekleri kendi içimizde tartışmamıza rağmen zamanında pratik bir hareketliliği yaşamamamız her birimizde büyük bir utanma duygusu yaratmıştı. Tarih karşısında bu yetersizliklerle yaşamanın utancı artık ağır geliyor ve gücümüzü parçalıyor, nefessiz bırakıyordu. Direnişi büyüterek nefes olmayı başararak koşmaya çabaladık bu sefer… En kritik anlarda bu basiret bağlanmasının yaşanmasının izahatı yok, olamaz da. Zindanlara daha hassas, özenli yaklaşıldığını oradayken de her bir arkadaş şahsında gördüğüm ve anladığım husustur. Bu ayrı bir konu ama bizlerin zamanında zengin yol ve yöntemlerle harekete geçmeyişi bir travma olarak bizde yaşanıyordu. Bu travmayla yaşama gerçekliği özünde aslında devrimsel sürecin devrimci duruşunu sergilemede yaşadığımız zayıflıktı. Her birimiz belki farklı kavramlar kullanıyordur ama temel gündemlere göre kendini hazırlamama, ona göre yaşamama, izleyen, beklentiye giren ve aynı zamanda erteleyen yaklaşımlarımızla tekrardan yüzleşmek sarstı, titretti… Zaten “Bu süreç her birimiz için yeniden katılımı sağlamaydı,” dememizin de bir nedeni budur.
Ölüm orucuna Heval Hêvî Varto ile beraber başladık. Yaşamımızın en değerli, anlamlı süreci olarak ele alıyor, yaklaşıyor ve buna göre yaşamaya çalışıyoruz. Ölüm orucu grubunda yer alan kimi arkadaşların zaten SAG’de (Süresiz Açlık Grevi) 60., 100. günlerinde olup sonra ölüm orucuna dahil olmaları belli kaygılar yaratsa da zerre kadar bir kaygı-korku (fiziki vs.) yoktu. Her şeye hazır olan muazzam bir inanç-kararlılık gerçekliği vardı. Yüce mertebeye ulaşmaya hazırdık ve şanslıydık aslında. Hangi tarafta olsaydık da bizi karşılayacak olan yoldaşlarımızın olduğunu biliyorduk. Koğuştaki arkadaşlar, elenenler dışında hepsi SAG’deydiler. Çoğu yeni ve genç olanları da daha fazla etkilenmelerini sağlıyordu. Arkadaşlarda bir tür şok havası vardı başta. Biz ikimiz el ele tutuşmuş sabahın gelmesini istiyorduk bir an önce ama yoldaşların iç seslerini gözlerindeki kaygılardan farklı olduğunu anlayabiliyorduk. Hep bir hareketlilik, tartışma halindeydik. Hêvî Heval ara ara ağırlaşıyorken gizliden nöbetini tutan, yoldaşımın başında ayrılmayan oluyordum. Ama her geçen günle beraber içsel anlamdaki güzelliğin farkına vardıkça daha bir rahatladı etrafımızdaki yoldaşlar. Keşke her bir dakikasını sizlerle paylaşabilseydim. Ama her anını yürekte, benliğimizde yaşayıp yaşatarak sizlere ulaşmanın günlerini bekleyeceğiz… Kemal Hevalin “Oh be direnmek ne güzel” belirlemesini yaşayarak anlamlandırmaya çabaladık. Büyük bir iç sorgulama yoğunlaşma halini yarattı. Nefs mücadelesini salt günlük gereksinimlerle sınırlı ele alan değil, maddi olan her şeyin kapsadığı bilinciyle yaklaşmaya çalıştık, maddi olan her şeyin içimizdeki gizli ışıltılarına meydan okuma kararlılığı çok büyüktü… Tasavvuftaki iç-dış kirliliği üzerinde çok yoğunlaştık. Dıştaki kirliliği aşmaya çabalarken iç güzelliği açığa çıkarmaya, bunu zenginleştirmenin anlamlı duygusuyla tanıştık. “Biz artık eskisi gibi yaşayamayız” diyoruz ve bunun bir arayışı temelinde ilerlemeye çalışıyoruz. Abartan değil, anlamına göre bir duruş sahibi olmanın sorumluluk anlayışıyla yaklaşmamız gerektiğini biliyoruz… Kendimizi Önderliğin direniş felsefesiyle bilinçlendiriyorken, pratik olarak Çiyager yoldaşın, “Sonu muhteşem olacak” diyen sesiyle motive ediyorduk. Yetersiz yoldaşlığın utanç ağrılarını yaşayarak, tüm sorumluluklarımıza karşı eksikliklerimizin farkındalığıyla bedenimizi eriterek özeleştirimizi verirken huzur bizi hiç terk etmedi.
Bu süreçte hiç olmadığım kadar rahattım, huzurluydum. Zaten huzurun ne olduğunu da bu süreçte yaşayarak anlamış oldum. Bu duyguyu tanıdım artık. Tarihi sorumluluğumuzun bilincinde ve ağırlığında olarak yaklaşıyorken buna rağmen ‘nasıl yapmalı’ya kendimizin hemen pratik öngörülerinde bulunup ona göre yaklaşmak, fark etmeden kendimizi açığa çıkarmayı başardık gibi… Direniş büyüyüp bizleri de kendinin farkına varmayı, ona ulaşmanın zeminini yaratıp heyecan coşku yaratıyorken bedel verme anlayışında uçlaşma yaşayan oldukça vasat ve liberal olan zihniyet sahiplerinin de küçülüp, cüceleştiğini fark ettik. Her yerde olduğu gibi ve yabancısı olmadığımız bencil, bireyci yaklaşımlar bir virüs gibi her yerde kendisini yansıtabiliyor. Yılların tecrübe, deneyimine rağmen kendini aşmama gerçekliği beraberinde aşınmayı da yaratabiliyor. Bu aşınma halleri en temellerde yaşamanın rexistinî bilinç, ölçüler direniş geleneğine bir yabancılaşmayı da beraber getirdiğini görmek zor oluyor. Namede çok fazla uzatmasam da nerede olursak olalım bu anlayışlarla tekoşin verecek olanların da kendimiz olduğunu biliyorum. Geniş geniş paylaştığımız düşünce ve önerilerimiz galiba zamanında ulaşamıyor, ya da bir yerlerde takılıyor! Bunun cevabını merak etsem de bulamıyorum!? Ama burada da iki noktada önerim olacak.
Değerli Hevaller,
Her birinize ayrı ayrı yazarak zamanınızı almak yerine tüm yoldaşlara hitaben yazmak istedim. Yaşadığım büyük özlemi, sevgiyi sözcüklere sığdıramam ama, sizlere ulaşıncaya kadar bunları demlemeye bırakıyor, biriktiriyorum. Bunu çok iyi biliyorum, artık fiziki olarak da sizlerden, ana mekanımızdan uzak buralarda büyüdüm… Özlem, sevgi büyük olsa da bunları biriktirmeyi başarmak da manen güçlenmeyi sağlatıp nefes aldırabiliyor. Her birinizin, tüm yoldaşların büyük emek ve beklentilerine layık bir duruş sahibi olmaya çabaladığıma şüpheniz olmasın.
Büyük tarihsel direnişin kazandırdığı moral, coşku, heyecan ve kararlılıkla Önderlik gerçeği temelinde sorumluluklarımıza göre yaklaşma inancı ve çabası içindeyiz. Önderliğin sunduğu perspektifler bundan sonraki yürüyüşümüzün yol haritası oluyor. Kendimizi abartmadan yetkinleştirerek Önderliğe, şehitlere layık bir duruş sahibi olmak için sorguluyor ve bu bilinçle yaklaşıyoruz. Burada bulunan tüm yoldaşların hepinize selamları var. Heval Cuma, Heval Besê, Heval Sozdar, Heval Fuat, Heval Sabri ve diğer tüm Hevallere sonsuz selam, sevgi ve saygılarımı gönderiyorum, sizleri de tekrardan selamlıyor, saygılarımı gönderiyor, hepinizi kucaklıyorum.”
“Hepinizi çok çook özlüyorum, özlüyoruz…”
21.09.2019
Serhildan Erzurum / Bakırköy/İstanbul