HABER MERKEZİ –
“Halkı kendi öz kimliğine ulaştırmak, örgütlü çabasına ulaşabilmek, bunu doğru ele almak, doğru eyleme geçirmek, yurtseverlik özelliklerinin kilit taşlarından birisidir. Bu konuda ısrarlıyız. Ancak bunu kavrayıp bunun için savaşıma cesaret ettiğimizde insanlık ailesine açılabiliriz. Yurtseverliğe dayanmayan bir insanlık anlayışı kozmopolitizmdir ve sonsuz umutsuzluktur. İnsanımızla en büyük ve tehlikeli bir tarzda oynamadır. İnsanlıkla sıradan bağımız varsa, kendimize sıradan saygımız varsa, bu konudaki çabalarımız bu biçimde özlü bir tarzda kendini kabul ettirdiğinde, bunun uğruna savaşma ancak anlam bulabilir.”
“Önemli gördüğümüz bir konu olarak yurtseverlik konusuna değinmekte yarar görüyoruz. Çünkü yurtseverlik ilişkileri yoldaşlık ilişkilerinin bir parçasıdır. Yurtseverlik yitirilmiş, çarpıtılmış, ihanete uğramış durumdadır. Bu konudaki durum çok hazindir. Yurt inkârı, Türkiye yurtseverliği, hakim ulus milliyetçiliği biçimine kadar gidebilmiştir. Böylece enternasyonalizmi de, insanlık duygusunu da yerle bir eden konumdadır. Böyle olduğu için, kişilik oluşumumuzun temelinde sağlam bir yurtseverlik anlayışı ve ilişkisini oturtmak vazgeçilmezdir. Yurt sevgisi, insan topluluğunun daha ilk şekillenişinde aradığı bir vatan sevgisidir. İlk toplumsal yoğunlaşma, ilk toplumsal ilişkilerin gelişmesi küçücük bir dünya parçasında gerçekleşir. Orada bir ev kurulur, küçük bir üretim alanı açılır ve sınırlar çizilir. Tanışılır, bununla bağlantılı bir kültür gelişir. Burayı koruma duygusu gelişir ve bu bir kişiliği yaratır. Burada emek verimliliğe ve en değerli ürünlere ulaşır. Bu temelde sınıflaşma gelişir. Yoğunlaşan emeğin üzerinde sömürü imkânı ortaya çıkar. Sömürü ise sınıflı toplumu doğurur ve bu temel üzerinde devlet oluşturulur. Bu, toprakla direkt bağlantılı bir olaydır.
Bizde insanlar karın doyurmak uğruna bin yıllık anavatan topraklarını bölük bölük, tabur tabur terkediyor
Sınırların çizildiği yerde, “Burası benimdir” denilen yerde siyasal olgu ortaya çıkar. Siyasal olgu devlete dönüşür. Devlet daha gelişmiş bir topluluk çizer. Görüldüğü gibi, inkârcı yaklaşım kadar eski olan bir olgudur. Bir toprak parçasında yaşamak, onun üzerinde yükselmek bu şekilde gelişir. Günümüze geldiğimizde en ilkel klan-kabile boylarının bile yaşam açısından vazgeçilmez gördükleri toprak parçasını, günümüz Kürdistan’ında toptan, ailece terketmek, insanlıktan ne kadar geri kaldığımızı, ondan da öteye koptuğumuzu en bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Çok hazindir ki, bu durum kendiliğinden olmaktadır. Bugün İsrail’de, bir Filistin ailesinin topraktan kopmama savaşımı çok önemli bir savaşımdır. Bugün bir Filistin direnişi, oraya bir aile daha iskân ettirmek için, İsrail iskânını kabul etmemeyi en önemli bir uğraş olarak görmektedir. Bu bütün dünyada böyledir. Bizde insanlar karın doyurmak uğruna bin yıllık anavatan topraklarını bölük bölük, tabur tabur terkediyor. Karın doyurmak da mümkün olsa…
Her şeylerini yitiriyorlar. Geçmişte, katliamlar döneminde zorla göçertildiler, iskân ettirildiler. Peki ya şimdi? İnsanlar aç bırakılıyor. Bu da bir kaçırtma yöntemidir. Yalnız bu da değil, toprak üstünde kalıp da toprağa ihanet etme durumu da var, toprağa beş metelik değer vermeme durumu var. Onun özgürlüğü uğruna dilini bile kıpırdatmama var. Bundan daha büyük inkârcılık, bundan daha büyük vatansızlık söz konusu olabilir mi? Ama bu yaygındır. Bu kadar toprağa bağımlılığını, sevgisini terketmiş, bunu yadsımış ve böylece yabancılaşmayı en tehlikeli noktada yaşayan bir kişi, bir aile, bir halk aslında kendi kendine köleliğin en tehlikeli biçimlerinden birisini yakıştırmış demektir. Günümüzde bir karış toprak uğruna savaşlar oluyor, oluk oluk kan akıyor. Bizde yadsıma had safhadadır. Hiçbir ülkede bizim ülkede olduğu kadar toprağa hor bakma, onu harabelerden ibaret, kuru ve verimsiz görme yoktur. Ona ‘hayır getirmez’ olarak bakma, toprağa sırt çevirme, onu çiğneme gibi kötü bir duygu hiçbir halkta gelişmemiştir. Toprağımız çiğnenmektedir. Üzerinde vatan olduğu için yaşanmıyor. Acaba bu duyguyla büyütülecek çocuklar, geliştirilecek aileler, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşam kaç para eder? Dikkat edilirse; diğer dünya halkları, ulusal kurtuluş aşamasında şiddetli bir savaşımdan, başkaldırı gerçeğinden geçerek, “Burası vatanımızdır ve sonuna kadar orada kalacağız” demişlerdir. Orada ulusal kurtuluş, siyasal kurtuluş temelinde ekonomik olarak sınıflaşma, sosyalleşme, kültür, teknik, bilim ve giderek ulusal güçlenmenin çok çeşitli biçimlerine ulaşmışlardır. Dünya halklarının ezici bir çoğunluğunun gelişimi böyle olmuştur. Temel doğrultu, eğilim ve yaşam şekli bu biçimde gelişmiştir. Bugün ulusal kurtuluş savaşlarının tümü bu amaçla gelişmektedir. Savaşlar bunun içindir. Hatta sosyalist ülkelerde bile, herhangi bir ulustan daha fazla bir kesim belli bir parçada yaşadığı için onun uğruna savaş vermektedir. Bu günümüzün en yakıcı sorunudur.
Kürdistan, dünya halklarının üzerinde ilk defa uygarlaşmaya adım attığı bir merkezdir
Bizde ne yapılmıştır? Bizde kaçış vardır. Bu sadece fiziki olarak değil, topraklar üzerinde olunduğu halde kaçma vardır. Bu konuda kendinizi yoklayın. Doğduğunuz yöreye, köye ve çevreye giderek dolaşın. İl, ilçe, tarihsel kalıntılar, geleneklerimiz, toplumsal şekillenme, ulusal özellikler sizi ne kadar sarıyor, ne kadar değer veriyorsunuz, ne kadar derin anlayış içindesiniz, ne kadar sizi tutkuyla kendine bağlıyor? Bu duygularınız, bu konudaki arayışınız şiddetliyse, derinse o zaman bu kısmi bir yurtseverleşmenin başlangıcı demektir. Eğer bu yoksa bir vatan haini olduğunuz ortaya çıkmaktadır. Maalesef gelişmeden değil, herhalde gittikçe azalmadan ve tükenmeden bahsedeceğimize göre, vatansızlık meselesinde durumlarınız son derece yakıcıdır. İlkel klan ve kabilelerin bile onsuz edemedikleri, ancak bu temelde kültüre, daha fazla ürüne, tekniğe, bilime ve inanışa ulaştıkları ortadadır. Bu olgudan bu çağda uzak durursak kaç para ederiz? Manevi bir güç olmazsa, yüksek bir sevgi ve tutku olmazsa, bırakalım insanlıktan bir şeyler kavramayı, kendimizden dahi hiçbir şey kavrayamayız. Kürdistan’ın çok çeşitli güzellikleri, zenginlikleri ve tarihsel eserleri vardır. Bir Adıyaman’da, Kahta’da Nemrut heykelleri dünyanın yedinci harikasıdır. Bütün dünya oraya gelip görmek istemekte, gördüklerinde ise müthiş bir duyguya kapılmaktadırlar. Orada güneşi seyretmek için sabaha kadar beklemektedirler. Dünyanın her tarafından tonlarca masraf yapıp oraya bu bir günü yakalamak için gelmektedirler. Bunu o kadar sevmekte, o kadar muhteşem ve kutsal görmektedirler ki, yüceltmektedirler. Acaba yanıbaşında yaşayanlarımız bu duygunun yüzde birini yaşamışlar mıdır? Elbetteki hayır. İnsanlığın bu kadar görkemli gördüğü, harika dediği bir olay karşısında biz yoksun, kör, sağır bir durumdayız. O zaman yurtseverliğin ölçütüne bakmak gerekir. Buna bakıldığında yurtseverlikten ne kadar uzak olunduğu görülecektir. Bu küçük bir örnektir, daha ne durumlar var.
Oluşan insanlık, insanlık tarihi kadar eskidir
Kürdistan, dünya halklarının üzerinde ilk defa uygarlaşmaya adım attığı bir merkezdir. İnsanlık burada ilk defa toprağa yerleşmiş, toprağı tarıma açmış, yabani hayvanları evcilleştirmiş ve toprağa kavuşmuştur. İlk defa setler dizip barajlar yapmış, sulama yoluyla tarımı gerçekleştirmişir. İlk defa burada kentler kurmuş, burada tanrılar ve dinler ortaya çıkmıştır. İlk sanat örnekleri, din kitapları burada yazılı hale getirilmiş ve bu belgeler günümüze kadar korunmuştur. Sayısız halk, kendi özellikleriyle bu kültüre katkıda bulunmuş, daha da zenginleştirmiştir. Oluşan insanlık, insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanlık buradan uygarlık temelinde çeşitli alanlara yayılmış ve oradaki uygarlaşma adım adım dünyanın dört bir tarafına taşırılmıştır. Bu tarihi temelden geriye hangi eser kalmıştır? Böylesine büyük bir tarihin içinde cücelerden de daha cüce değil miyiz? Tarihsel gelişmeyle ne ilişkimiz vardır? Ağrı Dağı eteklerinde, Van Gölü kıyılarında doğan Urartular’dan tutalım ilk Med ve Asur uygarlıkları, Persler, Babiller ve Mitanniler neler yapmışlardır, kaç bin yıl yaşamışlardır? Büyük Pers valilikleri burada nelerle uğraşmışlardır? Asur kralları yüzyıllardan beri, bugün bile ulaşmakta zorluk çektiğimiz dağların üzerinde kaç yüzyıl savaş yürütmüşler, hangi yiğitlikleri sergilemişler? İskender burayı boydan boya nasıl geçmiş, onbinlerin dönüşünde halkımız bu ricata nasıl karşılık vermiş? Yunan yazarları buradaki görkemliliği nasıl dile getiriyorlar? Roma orduları burada nasıl ve kime karşı, kaç yüzyıl savaştılar? Ermeni kralları burada uygarlığı ne kadar geliştirdiler? Sanata ne kadar katkıda bulundular? Hangi yiğitlikler ve büyüklükler ortaya çıktı? Bizans İmparatorluğu, Sasaniler’e karşı bu topraklarda kaç yüzyıl savaş yürüttü? Fırat ve Dicle kıyılarında savaş ne kadar uzun sürdü? Ne kadar insan vuruldu? Ne büyük cengaverlikler yapıldı? Diyarbakır nasıl kuruldu? Bugün bile görkemliliğini yitirmemiş Diyarbakır surları, niçin ve kimlere karşı yapıldı? Bu surlar kaç yüzyılda pekiştirildi? Burada kimler savunma yaptı? Oradaki kaleleri kim kurdu? Tekniğin bu kadar geliştiği bu çağda, bu kalelerin bir tek taşı bile kaldırılamamakta, o kadar taş nasıl yontuldu? Hangi omuzlarda ve nasıl oraya taşındı? Orada kimler, nasıl yaşadı? Savaşlar hudutları her gün nasıl değiştiriyordu? Halkımız bu savaşlardan nasıl zarar gördü? Yanında mı yer aldı, karşısında mı? Kiminle işbirliğine girdi? Kimin dostu oldu, kime karşı savaştı, niçin? Niçin dağa çekildi? Bununla neyi kurtarabildi? Niçin gelişemedi?
Büyük İslam devinişi var, İslamiyet Kürdistan’a nasıl girdi? Girerken ne durumdaydı? Daha farklı dinlerimiz vardı, Zerdüştlük neydi? Yüzyıllarca, hatta bin yıllarca temel inanç sistemi neydi? Nasıl bir moral yaratmıştı? Nasıl bir kişilik yaratmıştı? Halkı ne kadar mutlu etmişti? Din adamları nasıl yaşıyor ve nasıl propaganda yapıyorlardı? İslamiyetle nasıl çatıştılar? Nasıl kabul ettiler, niçin ve hangi temelde? Kimler önce bu işe bulaştı? Kaybedilen neydi, kazanılan neydi? Bu sürede işbirlikçiler nasıl türedi? Kabileler, aşiretler nasıl boy verdi? Kimler nereye, nasıl yerleşti, nasıl çatıştılar? Her bir yeri bir yaşam beldesi haline getirmek için kaç yüzyıl kendi aralarında savaş yürüttüler? Bu savaşlarda nice türkü, şiir, gelenek, masal nasıl ortaya çıktı? Zalimler kimlerdi? Zalim Dehak’a karşı Kawa ne yaptı? Kimdi bu adam? Neyi sembolize ediyor? Müslüman olduk da ne kazandık, ne kaybettik? Müslümanlık bizde nasıl gelişti? Kendiliğinden mi gelişti, yoksa zor temelinde mi? Ne kadar kendiliğinden, ne kadar zor temelinde gelişti? Kimler öncelikle Müslümanlığı kabul ettiler ve niçin? Kimler çeşitli mezhepler yaratarak farklı bir yol içine girdiler ve niçin?
O dönemdeki sosyo-ekonomik gelişme nedir? Türk istilaları nasıl başladı? Bunlar bizim topraklardan nasıl geçtiler? Geçerken kimi vurdular? Önce neresi işgal edildi? Nerede yoğunlaştılar, kimler direndi, niçin direndiler? Neleri koruyabildiler? Mervaniler vardı, kimdiler? Kaç yüzyıl sürmüş bir devlettir? Çok geniş bir devlettir, nasıl kuruldu? Sultanları, emirleri nasıldı? Uygarlığı biraz geliştirdiler mi, nasıl Müslümandılar? Burada kültür biraz gelişiyordu, Feqi Teyran adında bir şair vardı, ne yazdı, neyi geliştirdi? Bugün bile yazamayacağımız şiirleri o günlerde nasıl yazdı? Hangi sosyal ve siyasal süreç temelinde bu mümkün olabilir?
Toprağa ihanet geliştirildi
Yüzyıllardır Türk istilacılığıyla gerek uzlaşarak gerek çatışarak, ova ova, şehir şehir bu çatışmaların getirdiği yıkım nedir? Daha sonra Kürt beylikleri ortaya çıktı, bu beylikler nasıl ortaya çıktılar ve sınırlarını çizdiler? Bu beyliklerin onbinlerce atlı askeri güçleri vardı, çok sayıda beyliklerdi ve halen türkülerde, şiirlerde dile getirilen Cizre-Botan beyliğinde ortaya çıkan destanlar vardır.
Bir ‘Mem û Zin Destanı’ vardır. Bunlar büyük gelişmelerdir. Bu gelişmeler nasıl sağlanmıştır? Bugün bir-iki Kürtçe sözcüğü bile bir araya getirmeye zorlanıyoruz. O zaman çok güçlü bir destan nasıl yazılıyor? Bu dönemde iç içe yaşayan haklar vardır. Ermeniler, Asuriler, Araplar, Türkmenler vardır. Birbirlerine çok şey vermişler, birbirlerinden çok şey almışlardır. Bunlar nasıl gerçekleşmiş? Kent merkezlerinde beylikler kurulmuş, yabani kalmış ve sonradan eritilmişlerdir.
Osmanlı sultanları çıkmış ortaya, büyük Yavuz’dan bahsedilir. Yavuz’un Kürdistan beylerine büyük bir saygısı vardır, onları kazanmak için katırlara yüklü altın gönderir. Bugün Kürtler’i beş kuruşa elde ediyorlar. O zaman heybeler dolusu altın giderdi. Altında Yavuz Sultan Selim imzalı boş kağıt gönderiyor, “Ne yazarsanız yazın, karar sizindir” diyecek kadar güçlenme olduğunu kabul ediyor. Peki, bunlar daha sonra adım adım nasıl zayıfladılar ve tükendiler? Ortaya M. Kemal çıktı, ona uşaklık ettiler; midelerini, tarlalarını kurtarmak için vatan adına, Kürtlük adına ne varsa hepsine ihanet etmeye başladılar. Emperyalizm girdi. Kapitalist-emperyalizm, İngilizler boy gösterdi, işbirlikçilik yarattı. Türk kapitalizmi girdi, işbirlikçilik yarattı. Tümüyle tarihinden kopmuş, bütün ulusal değerlerden kopmuş, topraktan kopmuş kişilikler yarattı. İnsanlık tarihinin gübresi olmuş bu topraklarda, büyük uygarlıklar yaratmış bu topraklar üzerinde toprağa ihanet geliştirildi. Ondan kurtulmak için doludizgin kaçış ve ihanet sürecine girilmiştir. Bir pula kendini kırk defa satacak duruma getirilmiş ve böylece sürü diyebileceğimiz insan taslakları kalmıştır geride. Bir çekirge sürüsünün buğday başakları üzerinden geçmesi ve tek bir sağlam başak bırakmadan, başakları kupkuru bırakması gibi, Kürdistan’da da insanlar böyle boş başak haline getirildi.
Özgürlük her türlü gelişmenin esasıdır
Bu, detaylı bir tarih anlatımı da değildir, çok yalın ve öz bir anlatımdır. O kadar onurlu, kibirli yaklaşımlar var. Birbirine yaklaşmada bile çekingenlik var. ‘Bu dünyayı ben yarattım’ diyebilecek kadar kendine sevdalılık var. Fakat o kadar da boş ve kuru insanlar topluluğu haline gelinmiştir. Bu bir gerçektir. Böyle insanlar ne yaratabilir? Ne olabilirler, hangi gücü oluşturabilirler? Hangi sevgi ve saygıyı yaratabilirler? Yaşadıkları kültür nedir? Günlük olarak birbirlerine hangi yüzle bakabilirler? Bütün yüzler birbirlerine karşı utanmaz, bütün ilişkiler sahte, inkârcı, ihanet kokan katmerli bir yabancılık var, herkesin iliklerine kadar işlemiştir. Onun için insanlar sürekli birbirlerine karşı soğuk ve karanlık. Birbirlerine söyleyecekleri fazla bir şeyleri yok. Çünkü bütün temel değerlere ters düşmüşlerdir. Çünkü temel davaya göz dikmemişlerdir, çünkü temel arayışlar yoktur, temel sorunu kavrama yoktur. Çünkü toprağa ihanet vardır, değer yoktur. Bu insanlar edebiyat oluşturamazlar, bu insanlar sanatın sahibi olamazlar, şiir yazamazlar. Bu insanlar güzel türküleri de söyleyemezler. Bu insanlar bu hayalleriyle insanlığın yüz karası durumundadır. Gerçeklerin her şeyden önce bu temelde doğru kavranması, bizi en başta da toprakla, giderek tarihle tanıştırdığı gibi insanlıkla da tanıştırabilir. Bunun dışında kendimizi tanıma söz konusu olamaz. Bunun dışında gelişme olamaz. Sosyal olarak gelişmek, aile kurmak, daha ileri gelişmeleri yaşamak mümkün değildir. Önce toprakta özgür yaşamaktan da önce, bunun bilincine ve ruhuna ulaşmak gerekir. Yurtsever ruh ve bilinci, taşı, toprağı, tarihi, onun üzerinde yaşayan halkın tarihini sevmek gerekir. Bu sevgi toprak sevgisine götürür. Toprak sevgisi de halk sevgisine götürür. Halkı bulmak gerekir. Halka bakarak halkı görüyor musunuz? Gördüğünüz, bahsettiğimiz o soğuk, karanlık ve utanmaz yüzlerinden başka bir şey değildir. Doğru bir biçimde halkı bulduğumuzda gücü bulacağız. Halkın gücünü, halkın toprağa ve kendi emeğine sahip olması gereken gücünü, yani özgürlüğünü bulacağız.”
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın Mart 1988 tarihli çözümlemesi