HABER MERKEZİ – Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin genç Amed Milletvekili Dersim Dağ ajansımıza verdiği röportajda Halklar Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit, halkın ve gençliğin 8 Mart, 21 Mart ve 4 Nisan’da alanlarda vermek istediği mesaj, gençlerin ve genç kadınlar üzerinde yürütülen özel savaş politikası kapsamında gözaltı, kaçırma, uyuşturucu, tecavüz politikaları ve Şengal, Mexmûr, Efrîn’e dönük işgal saldırılarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Ortadoğu’da savaşın bitmesi ve Ortadoğu’da huzurun, eşitliğin, özgürlüğün önünün açılmasının ilk adımının kesinlikle tecritin kaldırılması ve Halklar Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın rolünü oynaması için özgürlüğüne kavuşması olduğunu belirten Dersim Dağ, ‘tecrit politikasını boşa düşürmenin tek bir yolu var o da sesini yükseltmek, karanlığa karşı ışık olmaktır’ dedi.
HDP Amed Miletvekili Dersim Dağ ile yaptığımız röportajın tamamı şöyle;
1 – Halklar Önderi Abdullah Öcalan üzerinde yürütülen tecrit ve işkence politikası gittikçe ağırlaştırılıyor. Son olarak yapılan telefon görüşmesinde de Halklar Önderi bu durumu kabul etmediğini ve avukatları ile görüşmek istediğini dile getirdi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve Kürt gençlerinin ve genç kadınlarının tecrit ve işkence sistemine karşı geliştirmeleri gereken mücadele tarzı nasıl olmalıdır?
Bugün İmralı’da var olan tecrit sistemi tüm dünyaya, tüm Ortadoğu’ya yayılmış durumda ve özellikle Türkiye devleti bu tecrit sistemini bir yönetim biçimi haline getirmiş durumda. Bugün tecrit sadece sayın Abdullah Öcalan şahsında değil aslında tüm toplum üzerinde yürütülüyor. Tecrit halka karşı yürütülen bir savaş politikası aynı zamanda. Tecritin İmralı’da derinleştirilmesiyle birlikte savaş politikaları devreye giriyor ve Ortadoğu’yu bir savaş alanına dönüştürüyor. Ortadoğu’da savaşın bitmesi için Ortadoğu’da huzurun, eşitliğin, özgürlüğün önünün açılmasının ilk adımı kesinlikle tecritin kaldırılması ve Halklar Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın rolünü oynaması için özgürlüğüne kavuşması gerektiğini düşünüyoruz. Elbette tecrite karşı mücadelede tüm halklar tarafından gençler öncülüğünde yürütülüyor.
2018’de zindanlarda bir açlık grevi vardı ve tecrite karşı yürütülen bu açlık grevinin sonucunda bazı adımlar atıldı, bazı gelişmeler yaşandı. Sayın Abdullah Öcalan ile ailesinin temasları gerçekleşti. Daha sonra avukatların İmralı adasına gitmesiyle bir görüşme gerçekleştirildi. O süreçte de ilk avukatlar gittiğinde, ilk aile görüşmeye gittiğinde daha sonra gerçekleştirilen telefon görüşmesinde Kürt Halk Önderi ısrarla tecritin bitmediğini, tecritin kaldırılmadığı vurgusunu yapıyordu. Açlık grevi eylemcileride eylemlerini sonlandırırken aslında tecritin henüz kırılmadığını, tecritin bitmediğini ama yaşama ve yaşatma siyaseti yürüttüklerinden kaynaklı ve Kürt Halk Önderi’nin çağrılarından kaynaklı grevlerine son verdiklerini ama mücadelenin süreceğinin mesajını vermişlerdi. Şuan ki sürece baktığımızda benzer bir süreç. Tekrar cezaevlerinde tecrite karşı başlatılan bir açlık grevi süreci var ve bununla beraber aslında tecrit her zaman olduğu gibi yine Kürt halkının birinci gündeminde.
“Kürt Halk Önderi devletin oyununu bozan bir konuşma yaptı”
Türkiye devleti tekrardan grevi kırma amaçlı, eylemlerin sonlandırılması amaçlı ve Kürt halkını oyalama amaçlı bir telefon görüşmesi yapıldı. Bu aslında hukuka ve anayasaya aykırı bir şekilde aile savcılığa çağrılarak savcılıkta gerçekleştirilen bir görüşme oldu. Sayın Abdullah Öcalan’ın bu uygulamayı kabul etmediğini belirtmesi üzerine, bunun aslında bir oyalama taktiği olduğunun, devletin yanlış oynadığını belirtmesi üzerine yani devletin planladığı bütün oyunları bozan bir konuşma yapması üzerine telefon görüşmesi kesintiye uğruyor ve bu da aslında tecritin ne kadar ağır şartlarda ağır koşullarda sürdürüldüğünü bir kez daha göstermiş oldu. 4 dakikalık telefon görüşmesini nasıl değerlendirmek gerekiyor. Halklar Önderi Kürt halkına her görüşmesinde, yol imkanı olduğunda verdiği mesajlar hepimize, tüm dünyaya bir ışık oluyor, bir mesaj veriyor.
Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın yaptığı görüşme içeriğine baktığımızda ve görüşme içeriği ardından telefonun kesintiye uğraması aslında devletin ne kadar kirli bir politika yürüttüğünün, hem Kürt halkı üzerinde hem Kürt halkının önderi üzerinde nasıl bir politika yürüttüğünü, nasıl bir oyalama taktiği yürüttüğünü açık bir şekilde gösteriyor. Bir telefon görüşmesi ile aslında tecritin kırıldığını imajını yaratma bununla beraber tecriti Kürtlerin ve Ortadoğu halklarının gündeminden çıkarma, açlık grevi eylemlerinin sonlanmasını sağlama üzerine kirli bir oyun oynamak istediler. Ama bunun karşılığında Kürt Halk Önderi bu oyunu bozan bir konuşma yaptığında, bu uygulamayı kabul etmediğini avukatları ile görüşmek istediğini ve bunun bir oyalama taktiği olduğunun, devletin yanlış oynadığı üzerinden bir mesaj verdiğinde telefon kesintiye uğradı.
“Tecrit Uluslarası Komplo’nun devamıdır”
Peki böyle bir süreçte aslında tecritin bir anda başlayan tecridin tüm dünyaya sirayet etmesi, Ortadoğu’ya, kadına ve gençlere bir bütünen aslında topluma karşı yürütülen bir tecrit politikası haline gelmesi noktasında gençlerin duruşu ne olmalı noktasına değinecek olursak aslında bugün geleceği yaratacak olan da bugünü yaşayan da halklarına öncülük eden de bizzat gençler ve genç kadınlar oluyor. Bu sadece Kürt halkı için geçerli değil ama Kürt halkında gençliğin çok daha farklı bir rol ve misyonu var. Çünkü bugün Kürt halkı bir özgürlük mücadelesi yürütüyor ve bu özgürlük mücadelesinin yürütücüsü, öncüsü bizzat genç kadınlar ve gençler oluyor. Bu anlamda aslında uygulanan tecrit de direk bu özgürlük mücadelesinin yürütücüsü olan gençlere ve genç kadınlara yürütülüyor.
“Gençlik, tecrit politikasını en çok üzerinde hissedendir”
Uluslararası komplonun ve tecritin ilk hedefi nedir, amacı nedir? Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye etmek. Tecrit de uluslarası komplonun devamı olarak ilerliyor ve tecritin uygulanmasının en büyük sebeplerinden biri de aslında Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye etmek. Bugün Kürt özgürlük mücadelesinin yürütücüsü genç kadınlar ve gençlik dedik. Bu da aslında bizzat tecrit politikasının gençlerin yürüttüğü mücadeleyi tasfiye etmeye dönük ve gençliğin yürütücüsü olduğu özgürlük mücadelesini, Kürt halkının özgürlük mücadelesini, özgürlük isteğini kırma, Önderliğinden uzaklaştırma ve bununla beraber bir kırılma yaratma. Bu özgürlük mücadelesi de aslında bir başarı başarısız bir şekilde sona erdirme üzerine. Bu da aslında bizzat gençlerin kendini bulduğu, yürütücüsü olduğu kimliğini tanıdığı felsefeyi, paradigmayı yok etme ve gençliğin yürüttüğü mücadeleyi kırmadır. Bu anlamda gençlik, bu tecrit politikasını en çok üzerinde hissedendir.
Yaşamın bir bütün hayatın somut, pratik, gündelik hayatta dahi somut şeyler ile bizzat karşı karşıya kaldığı bir politikadır. Bu anlamda tecrite karşı en çok mücadele etmesi gereken gençlerdir. Eğer biz istediğimiz bir makaleyi internette rahatlıkla okuyamıyorsak, gençler bunu rahatlıkla okuyamıyorsa. Bu aslında tecrit politikasının derinleşmesiyle, savaş politikasını devreye girmesiyle alakalıdır. Aslında Kürt olsun özgürlük mücadelesinde yer alsın ya da almasın. Bugün Ortadoğu’da yaşanan her genç tecrit politikasına maruz kalıyor. Gündelik hayatında da bu tecride karşı bir mücadele içerisinde olması gerekir. Bugün biz şunu çok iyi biliyoruz ki, Uluslararası Komplo devamı olarak tecrit yürütülmek isteniyor. Nasıl ki 98’de 99’da komployla Kürt Halk Önderi esir düşürüldüğün de fiziki olarak özgürlüğünden edildiğinde en çok aslında önderliğine sahip çıkan, önderliği için mücadele yürüten nasıl gençlik olduysa bugünde öyle olmalıdır.
“Gençlik bulunduğu her alanı direniş alanına çevirmeli”
Rojava’da Kürt Halk Önderi’nin paradigmasıyla bir devrim yaratıldı ve bu devrim gençlik eliyle yaratıldı. Gençlik aslında savunduğu paradigma ile bir devrim yarattı ve tüm dünyaya rol model oldu. Bugün gençlerin yaratmak istediği gelecek, yaşamak istediği yurt, özgürlük ve bir bütünen yaşamak istediği yaşamı elinden alınmak isteniyor. Buna karşı gençliğin her alanda direnişe geçmesi gerekiyor. Yani biz şunu çok iyi biliyoruz, Uluslarası Komplo’ya karşı nasıl mücadele verdiysek, gençler olarak vazgeçmediysek daha çok ilerlediysek bugünde Uluslararası Komplo’nun devamı olan tecrit politikasına karşı da bu şekilde mücadele vereceğiz. Tecrit politikasını boşa düşürmenin de tek bir yolu var o da sesini yükseltmek, karanlığa karşı ışık olmak. Bugün bize karanlık dayatılıyorsa biz her birimiz meşale olmakta ısrarcı olmalıyız. Her birimiz bulunduğumuz her bir alanda tecrite karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Bugün üniversite okuyorsak üniversitede karşımıza gelen tecrit politikasına karşı kendimizi nasıl hissediyorsak, yani bunun örneğini birçok şekilde verebiliriz. Genç kadınlar açısından farklı bir boyuta verebiliriz. Gençler açısından farklı bir boyutta verebiliriz. Ama şunu çok iyi biliyoruz ki, her genç, her genç kadın muhakkak hayatının her alanında izolasyon politikasıyla, tecrit politikasıyla, savaş politikasıyla yüzyüze kalıyor.
Üniversiteli genç kadınlar, kadınlar ve aslında bir bütünen gençlik kampüslerde sesini yükseltmeli tecrit politikasına karşı, uğradığı savaş politikasına karşı barışın sesini yükseltmeli. Bununla beraber direnişin ve mücadelenin sesini yükseltmeli. Bir işçi, bir emekçi bulunduğu fabrikada direnişin sesini yükseltmeli. Ama şunu çok iyi bilmeliyiz ki gençlik nasıl ki özgürlük mücadelesinin yürütücüsü ise öncüsü ise bu direnişin de tecrite karşı direnişinde özgürce yaşamı yaratmanın mücadelesinde de bu mücadeleyi büyüten, yürüten ve öncüsü olan olacaktır. Her anlamda her boyutta gençlik öncü oldu. Bugün tecride karşı yürütülen politika, tecrite karşı yürütülen mücadelede de gençliğin öncü olması öncü rolünün farkında olarak öz benliğinden kopmadan bir bütünen geleneklerimize, tarihe bakarak şuana kadar nasıl direndiysek, nasıl gençlik yeri geldiğinde inisiyatif aldıysa ve bulunduğu her yeri direniş alanına çevirdiyse bu noktada tek tecrit politikasına karşı da bulunduğu her alanı direniş alanına çevirmeli gençler.
2 – 21 Mart Newroz ve 4 Nisan Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın 72’nci yaş günü gençlerin ve genç kadınların öncülüğünde büyük bir coşku ve moralle karşılandı. Özellikle bu kutlamalar son birkaç yılın en yoğun katılımlarıyla gerçekleşti. Sizce bu kutlamalarda verilmek istenen mesaj neydi?
Tecrit’in yoğunlaştırıldığı, Kürt halkının tüm kazanımlarına dönük saldırının yoğun yoğunlaştığı bir süreçte Newroz’u karşıladık. Bunlar beraber 8 Mart’ı ve 4 Nisan’ı karşıladık. Kürt halkı için direniş anlamına gelen, yeniden doğuş anlamına gelen özel günlerdi bu günler ve Kürt halkı 8 Mart’ta da, 21 Mart’da Newroz alanlarında da ve 4 Nisan’da da bir bütünen mesajını dosta düşmana karşı verdi diyebiliriz. Bugün Newroz alanlarına baktığımızda newroz alanlarını dolduran sadece Amed değil bir bütünen yani Kürdistan’da yapılan bütün Newroz alanlarına baktığımızda genç kadınlar ve gençler doldurdu ve tek bir mesaj verildi. O da; önderliğine sahip çıkma, Kürt halkının kazanımlarına sahip çıkma. Şimdi bu mesajları doğru okumak gerekiyor. 4 Nisan, bugün herkes tarafından Kürt halkının doğuşu olarak nitelendiriliyor. Çünkü o gün aslında Kürt halkının, Özgürlük Mücadelesi’nin fikriyatının sahibi olan sayın Abdullah Öcalan’ın doğum günüydü ve Kürt halkı onun doğuşunu kendi doğuşu olarak, yeniden doğuşu olarak nitelendiriyor. 4 Nisan’da bu yüzden alanlara çıktı. Bu mesajları iyi değerlendirmek gerekiyor.
Gençlik üzerinde bu kadar baskının olduğu süreçte tutuklamanın olduğu süreçte, devletin bütün zor aygıtlarını gençliğe dönük kullandığı bir süreçte gençler alanlara çıktı. Ve hem önderliğini hem de Kürtlerin kazanımlarına sahip çıktığını, mücadeleden vazgeçmediğinin ve bununla beraber mücadeleyi büyütmekte ve mutlak zaferi getirmekte ısrarcı olduğunun mesajını verdi. Bu mesaj çok açık ve nettir. Hiçbir yöne çekilemeyecek kadar net bir şekilde halk mesajını verdi. Bu mesaj her iki tarafadır da aynı zamanda yani hem Kürt halkına verilmiş bir mesajdır, hem de Türk devletine verilmiş bir mesajdır.
Kürt halkı açısından verilen mesaj nedir? Aslında bir bütünen her alanda gençlerin mücadele de ısrarcı olduğu ve mutlak zafere odaklandığının mesajı verildi. Devlet açısından değerlendirdiğimizde neydi bu mesaj? Devlet açısından da Türk devletine de şu mesajı verdi Kürt gençleri; biz burdayız, sizin bütün zorbalıklarına rağmen savaş politikalarına rağmen bütün katliamlarınıza rağmen direnişte ısrarcıyız, bu mücadeleyi büyüteceğiz ve ne olursa olsun hiçbir zaman geri adım atmayacağız, diz çökmeyeceğiz mesajını verdi. Bu mesajları iyi okumak gerekiyor. Bu mesajları iyi anlamak gerekiyor ve atılan adımların bu mesajlara göre hesap yapılarak atılması gerektiğinin düşüncesindeyiz. Ne olursa olsun Kürt halkının şuana kadar Kürt gençlerinin şuana kadar nasıl diz çökmediyse bundan sonra diz çökmeyeceğini de biz kendimiz de bir Kürt genci olarak bir Kürt siyasetçisi olarak bu mesajı aldık. Bundan sonra da halkımızla beraber mutlak zafere odaklanma üzerine mücadeleyi büyüteceğimizin halkımızın bize bu güveni verdiğinin, halkımızın bize bu mesajı verdiğini ve mücadele de ısrarcı olduğunu bir kez daha göstergesi oldu.
3 – AKP-MHP faşist iktidarı son dönemde sol, sosyalist, devrimci gençliğe karşı geliştirdiği gözaltı, kaçırma ve tutuklama furyası olağanüstü bir şekilde arttı. Özellikle son dönemde birçok genç kendilerini “Görünmeyenler” olarak tanıtanlar tarafından kaçırılarak ajanlaştırılmaya çalışıldı. Bu yönelimlerin artmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi aslında gençlere dönük yürütülen birçok politika var. Özel savaş politikasından tutalım, özellikle Kürdistan’da genç kadınlara dönük yürütülen özel savaş politikasından tutalım, üniversitelerde verilen ya da bir bütünen eğitim hayatında gençlere dönük verilen eğitim sisteminden tutalım, bununla beraber aslında siyasetle ilgilenen, en demokratik hakkını kullanan, muhalif olan her gence karşı bir tehdit olarak kullanılan Yargı’yı ele alalım. Aslında hepsi gençleri belirlenen sınırlar içerisinde yaşamaya zorlayan, bu sınırın dışına çıktığı takdirde gözaltına alınan, tutuklanan veya kaçırılan bir şekilde.
Şimdi son sürece gittiğimiz de aslında bir bütünen biat ettirmeye çalıştıkları gençlerin biat etmediğini, diz çökmediğini gördükleri anda bu sefer zor aygıtlarının bir üstünü kullanarak bu sefer gençleri ‘görünmeyenler’ adı altında ya da işte devlet adı altında sivil kişilerce kaçırılması söz konusu. Bu aslında bir bütünen biya ettiremedikleri gençlerin bu şekilde tekrar sindirmeye çalışmaları biat ettirmeye çalışmaları veya kullandıkları en demokratik haklarını kullanmamaları yönünde yani aslında kendine muhalif olan, kendisine karşı siyaset yürüten gençleri hukuksuzca ve çete vari yöntemlerle siyasetten uzaklaştırma, gençlerin özgür düşünce düşünmesini engelleme, belirlenen sınırlar içerisinde yaşamaya zorlama üzerine böyle bir önerme yapabiliriz. Ama bu kaçırılmalarının da biz başarılı olmadığını, bu politikanın da başarısız olduğunu defalarca gördük. Yani sadece 2020 yılında yüzde 60 gencin kaçırıldığının veya bir şekilde tehdide maruz kaldığının, ailesiyle veya özel hayatıyla veya tutuklamayla bir şekilde tehdite maruz kaldığını biliyoruz. Birçoğu bizim Gençlik Meclisi’nde çalışma yürüten arkadaşlarımız. Ama buna rağmen yani kaçırılmalarla sindirmeye çalıştıkları Gençlik Meclisi’mizin mücadelesi gün giderek büyüyor, sokaklarda sesini yükseltmeye devam ediyor.
Bu politikalar nasıl ki 90’lı yıllarda faili mechullerle denendiyse bugün de benzer bir politika yürütülüyor. 90’lı yıllardaki faili meçhulden çok farklı bir politika değil. ‘Görünmeyenler’ adı altında gençleri kaçırarak politikaları tek fark var. 2 Bugün günümüzde henüz bir katliam gerçekleşmedi. Henüz bir ölüm olmadı ama bunun olmayacağının garantisini de biz veremiyoruz. Nihayetinde bunun bir adım ilerisini, faili meçhul olduğunu biliyoruz. Pali metinlerinde bu şekilde başladığını biliyoruz. Yani kaçırmalarla Türklerle başladığını biliyoruz. Bugün de benzer bir politika kültür ama doksanlı yıllarda nasıl başarılı olmadı varsa olamadılarsa. bugün de başarılı olamayacaklarını genç de bu şekilde biat ettiremeyeceklerini çöktü. vermeyeceklerini bir kez daha buradan belirtiyoruz.
4 – AKP-MHP faşist rejiminin yürüttüğü özel savaş çerçevesinde genç kadınlara dönük taciz, tecavüz ve şiddet olayları her gün artıyor. Erdoğan’ın bir gece aldığı karar ile İstanbul Sözleşmesi’nden de çekilen TC devleti bir boyutuyla yaşanan bu taciz, tecavüz ve şiddeti onayladıklarını göstermiş oldu. Siz hem İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmelerini hem de artan bu taciz ve tecavüz olaylarına ilişkin neler söylemek istersiniz, buna karşı nasıl bir mücadele yürütülmelidir?
İstanbul Sözleşmesi’nin ‘Tek Adam’ rejiminin eliyle feshedilmesi kabul edilebilir hiçbir yanı yok. İstanbul sözleşmesinin fesh edilmesi ile birlikte iktidar bir kez daha gösterdi ki kadın düşmanı, bir kez daha gösterdi ki katillerini koruyor, cezasızlık politikasını uygulanmaya ısrarla devam ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nin fesh edilmesi ile beraber bir kez daha göstermiş oldu. Biz bunu bilmiyor muyduk? Elbette biz bunu biliyorduk. Onlar sadece bunu bir kez daha kanıtladılar ve tescillediler tüm dünyaya karşı.
Bu iktidarın Kürdistan’da genç kadınlara karşı yürüttüğü savaş politikalarından kadın düşmanı bir politika yürüttüklerini çok iyi biliyoruz. Gülistan doku 500 güne yakındır kayıp ve halen bulunmadı. Gülistan Doku’nun faillerini bulmadıkları için biz kadın düşmanı olduklarını biliyoruz. İpek Er’in faillerini yargılamadıkları için kadın düşmanı olduklarını biliyoruz. Ve bizzati bu politikaları yürüttükleri için kadın düşmanı olduklarını biliyoruz. Bugün bunlar bu gücü nerden alıyor? Gülistan Doku’nun failleri bu gücü nerden alıyor yada İpek Er’in failleri bu gücü nerden alıyor. Yada bu kişiler kim? Kimliklerine baktığımızda aslında devletle olana organik bağları, iktidar ile olan bağları çok açık bir şekilde görülüyor. Kürdistan’da bir özel savaş politikası yürütüyor. Ve bu devlet eliyle yürütülüyor. Bu zaten devletin ve iktidarın kadın düşmanı olduğunu çok açık şekilde gösteriyor. Onlarca kadın katilinin onlarca taciz ve tecavüz failinin sözde infaz yasası adı altında dışarı bıraktılar. Sadece fikir ve düşüncelerinden dolayı binlerce insan cezaevindeyken kadın katliamları gerçekleştirenler ve kadın katillerini serbest bıraktılar. Sadece bunlara bakıldığımızda iktidarın kadına yaklaşımının nasıl olduğunu ve kadın katliamını nasıl bir politika ile sürdürdüğünü açık bir şekilde görüyoruz.
“İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilme bizim açımızdan mücadeleyi büyütme gerekçesidir”
İstanbul Sözleşmesi’nde bunu kanıtlayan bir adım oldu. İktidarın bu sözleşmeden çekilmesi uluslararası alanda kadına karşı nasıl politikalar ürettiğini, kadın katillerinin nasıl korunduğunu gösteren bir adım oldu. Kesinlikle onlar açısından yüz kızartıcı bir adımdır, bizim açımızdan mücadeleyi büyütme gerekçesidir. İstanbul sözleşmesi tıpkı eşbaşkanlık gibi kadınların sokaklarda kazandığı bir kazanımdır. Bu yüzden kadınlar istanbul sözleşmesinden geri çekilmedikçe kadınlar pes etmedikçe kesinlikle ‘Tek Adam’ın rejiminin kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden fes edilemez. Kadınlar bu kararı kesinlikle tanımıyor; kadınlar açısından bu karar mücadeleyi büyütmek, özgürlüğünü sağlamak için sokaklara çıkma gerekçesidir. İstanbul Sözleşmesine karşı kadınlar her gün alanlara çıkıyor. İstanbul Sözleşmesinden çekilmeyi kabul etmediğini belirtiyor. Amed’de de, Wan’da da buna benzer yürüyüşler gerçekleştirilmek istendi ama özellikle Amed’de emniyet amirlerinin “Bizler kontrol edemeyiz” demesi yani aslında biz bu kadar kadından korkuyoruzu açıkça dile getirdiler. Kadınların genel kitleye oranla daha kararlı ve daha direnişçi olduğunun altını çizdiler her görüşmemizde.
200 kadının yürüyüşüne engel olmak istediler. Burda aslında İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ederek nasıl kadın katillerini koruyorlarsa bu da devlet eliyle kadına karşı yürütülen bir şiddettir. Kadına karşı hem psikolojik şiddet hem de devlet eliyle şiddet yürütülüyor. Devletin kendisi zaten erk bir zihniyete sahip, iktidarın kendisi erk siyaset yürütüyor ve bunu her alanda da hissettiriyor. Polisinden tutalım valisine kadar İçişleri Bakanı’ndan tutalım Cunhurbaşkanı’na kadar aslında hepsinin bir erk zihniyet ile ülkeyi yönettiğinin ve bunun en küçük yapıya kadar da sirayet ettiğini görüyoruz. Bununla beraber kadına karşı yaşamın her alanında kadının bütün kazanımlarının elinden alınmasına sebep olan bir siyaset yürütülüyor. Yine kadının en demokratik hakkını bile kullanmasına tahammül edemeyen bir sistem devreye girmiş durumda. Bunun en temel sebebide bugün bu iktidara karşı, bu faşist düzene karşı en yüksek sesi çıkaran, en çok alanlara çıkanların kadınlar olmasından kaynaklıdır.
Bugün iktidar şunu çok iyi biliyor ki bugün iktidara karşı en çok mücadele yürüten, kimsenin sokağa çıkamadığı bir süreçte dahi sinmeyen, biat etmeyen kadınlar vardı ve kadınlar sokağa çıkıp iktidara karşı sesini yükseltti. İktidar da şunu çok iyi biliyor ki bu iktidarın sonunu getirecek olanda, iktidarı sarayından edecek olanda aslında kadın mücadelesidir. Bu yüzden kadın mücadelesine bu kadar saldırıyor. Kazanan mücadele eden kadınlar olacaktır.
5 – Son dönemlerde AKP-MHP faşizminin Rojava, Şengal ve Mexmur’a dair sınır ötesi operasyon tehditleri gündeme geldi. Kürtlere karşı geliştirilecek olası bir sınır ötesi operasyona karşı gençliğin tavrı nasıl olmalıdır?
Êfrîn işgal edildiğinde sadece bir coğrafya işgal edilmedi. Aynı zamanda bir halkın dili, kimliği, kültürüde işgal edildi. Onlarda soykırımdan geçirildi. İşgal demek, sınır dışı operasyon demek sadece bir coğrafyaya dönük yapılan bir operasyon üzerinden değerlendirilemez. Bugün Türk devleti Kürt halkının varlığını yok etmek istiyor.
Rojava bugün bizim en büyük örneğimizdir. Orada, Efrîn’de yürütülen işgal saldırısından sonra prada yaşayan Kürtlerin neyle karşı karşıya kaldığının, kültürel soykırımın, asimilasyon politikalarının, katliamların, taciz ve tecavüzün nasıl yürütüldüğünü çok açık bir şekilde gördük. Bu anlamda işgal saldırılarına karşı gençler öz benliğini koruma, kimliğini savunma ve asimilasyona karşı, kültürel kırıma karşı bir bütünen varlığını korumak için ses yükseltmeli. Bulunduğu her alanda direnişe geçmeli. Kesinlikle işgale geçit vermemeli ve bu işgalin bizzat onun varlığına yürütülen bir işgal olduğunu bilmeli.
Gençlik kesinlikle işgali bir coğrafyanın ele geçirilmesi olarak ele almamalı. Bir bütünen Kürt’ün varlığına dönük bir operasyon olarak ele almalı bu işgale karşıda dilini, kültürünü, halkını savunmalıdır.
6 – Son olarak gençlere ve genç kadınlara bir çağrınız var mı?
“Gençlik alanlarda sesini yükseltmelidir”
“Bugün dünyanın dört bi yanında sistemin hedefi haline gelen hem gençler hem genç kadınlar hem de bütün özgürlük mücadelesinin öncüleri, devrimin yaratıcıları olan gençler rol ve misyonunu iyi tanımlamalı, iyi bilmeli ve bununla beraber varlığının, ‘xwebûn’ olmanın ne kadar önemli olduğunun farkında olmalı. Bütün özel savaş politikalarına karşı öz benliğinden kopmadan mücadeleye katılmalı ve büyütmelidir. Alanlarda sesini yükseltmelidir.”