HABER MERKEZİ –
“Tarihte toplumların en ilkel gelişme basamaklarından tutalım günümüzdeki gelişme aşamalarına kadar yer yer büyük sıçramalar halinde yol aldıklarını görürüz. Biz bu sıçramalara devrim diyoruz. Özellikle de geriliğe mahkum edilmiş, yaşamın kendisi için en dayanılmaz kılınmış halkların böyle devrimsel sıçramalardan başka bir ilerleme etkeni kalmamışsa, çoğunlukla bu halkların büyük devrimlerin mayalandığı, devrimlerle kendini çok güçlü kıldıkları ve hatta insanlığa en çok iz bırakanların da böyle halklar olduğu göz önündedir.”
“Tarihi 1992 hamle yılını bu devremizle güçlendirmeye, büyük başlangıcı gerçekleştirmeye yöneldiğimiz bugünlerde, bu eğitim devresini sonuçlandırırken, şüphesiz görevler her zamankinden daha fazla net, kesin ve ona ulaşmanın yol-yöntemi kadar olanakları da bu denli ve denebilir ki ilk defa bu görevleri gerçekleştirecek imkanlar dahilindedir, zenginliktedir. Sıkça vurgulanır; yıllar ne kadar sağlam bir başlangıç temelinde karşılanırsa sonucu da o kadar güçlü kazanımlı olur diye. Hemen söylenebilir ki, bu yıl hiçbir yılla karşılaştırılmayacak kadar her yönüyle güçlü karşılandı.
Bizim halkımız adeta daha şimdiden tam bir kurtuluş ruhu, iradesi içinde çok köklü bir devrimden umut edilen neyse onu umut ediyor. Sonuna kadar özgürlükten yana atılması gereken adımı atmaya hazırlanıyor. Bunun heyecanıyla dolu, gerektiği kadar fedakârlık yapmaya, sonuna kadar cesur olmaya kararlı gözüküyor. Buradaki hazırlıklarımız ilk defa nicelik ve nitelikçe en güçlü bir gerçekleştirmeyi sağlıyor. Büyük bir devrim için ne gerekiyorsa, düşüncede, bunun bilinç yoğunlaşmasında olduğu kadar, irade keskinliği de bir halk savaşına, büyük bir halk devrimine önderlik etmenin sorumluluk duygusu kadar, çizgi gereklerine geniş bir devrim için her türlü olanaklarla donanarak oldukça kararlı bir yürüyüşe hazır görünüyor.
Halkımız ve Partimiz açısından gerçek kendini ısrarlı bir biçimde böyle belirlerken, uluslararası devrim ve karşı-devrim çekişmesinde de üzerimize düşen rol; bu yılı daha net ve onurluca bir yere oturmamız gerektiğini ortaya koyuyor. Bugünler, bu süreç uluslararası devrimin önemi açısından da gerekli olduğu bir girişimimizin kanıtı oluyor. Bölgemizin uluslararası alandaki sıcak konumu, emperyalizmin yeni düzenine en az girilecek, buna en az aldanacak, buna en kapsamlı bir devrimci gelişmeyle karşılık verecek halklar manzumesinde ısrar ederken, bu halklar içinde Kürdistan halkı devrimin en katıksız, sonuna kadar bağımsızlık ve özgürlük için kendini onurlu bir role de daha şimdiden yükümlü hissediyor.
Kürdistan’da her şeyin en iyisi, en doğrusu, en güzeli devrimle başlayacak, devrimle sürecek, devrimle sonuçlanacaktır
Tarihte toplumların en ilkel gelişme basamaklarından tutalım günümüzdeki gelişme aşamalarına kadar yer yer büyük sıçramalar halinde yol aldıklarını görürüz. Biz bu sıçramalara devrim diyoruz. Özellikle de geriliğe mahkum edilmiş, yaşamın kendisi için en dayanılmaz kılınmış halkların böyle devrimsel sıçramalardan başka bir ilerleme etkeni kalmamışsa, çoğunlukla bu halkların büyük devrimlerin mayalandığı, devrimlerle kendini çok güçlü kıldıkları ve hatta insanlığa en çok iz bırakanların da böyle halklar olduğu göz önündedir.
Halkların, toplumların devrim çıkışlarında gerçekleştiği biliniyor. Biz baştan beri kendi devrimimizin de bu nitelikte bir devrim olacağına inandık. Tek kişinin kendine inanmak istemediği, bırakalım dost umduklarını, kendisinin bile varlığına değer biçmediği, çok karanlık ve sisli ortamda bile biz onun da aydınlanmasına büyük değer biçtik ve bundan sonra da böyle ele almak gerekiyor. Böyle düşünen, böyle yola çıkanların da başlangıçtaki sayı, yük nedir? sorusunu kendine mesele yapmaksızın esas doğru olması gerekeni, yaşama doğru karşılığın ne olması gerektiği tespitine bağlı olmayı bilenlerin, kendilerini saptırmazlarsa, doğrultularına amansız bağlı kalırlarsa her gün artan çabalarla bu doğrultuda yol alırlarsa -ki, sayı ne olursa olsun, başlangıçtaki destekleri de ne kadar az olursa olsun- gelişmelerin onlar tarafından belirleneceği ortadadır. Bugün geldiğimiz noktada bütün önemli soylu yürüyüşlerin gerçekleşmesi gibi, bizim için de çok kısa bir sürede gerçekleşenin bir yürüyüş olduğu da ortaya çıkmıştır.
Gerçekçi yanı kadar, irade yanı, ruhu, coşkusu da böyle olabilir. Devrim içinde yer alanların dürüst olduğu kadar, söz gücüyle, eylem gücüyle, cesaret, duyarlılık, fedakârlık yanlarıyla güçlü olmaya doğru gitmeyi bilen kişiliklerin de boy verdiği olaylardır. En acılı söz, en güçlü eylem, en yiğit nefes, soluk alma, en iyi yaşam tarzı hep böyle olaylarda filizlenir. Yaşadığımız toplumsal gerçeklik göz önüne getirildiğinde görülecek ki yaşamın her yönüyle karartıldığı, normal düzen sınırları dahilinde tek bir onurluca sözün söylenemediği bir ortamda yaşamaktayız. Kürdistan’da her şeyin en iyisi, en doğrusu, en güzeli devrimle başlayacak, devrimle sürecek, devrimle sonuçlanacaktır. Bu bizde ispatlanmıştır. Biraz daha onurunu kazanmaya doğru yüz tutmuş bir yürüyüşün oldukça hız kazanmış bir atılımına doğru yönelirken, neyi amaçlayan, amaca nasıl yürüyen kişilikte olduğumuza bakmalıyız.
Bize düşen görev; çok köklü olan tarih bilincinden, olay-olgu, ilişki özelliklerinden bihaber olmayı aşmak, net tanımlara ulaşmak ve böylelikle kusursuz, ikirciksiz, aydınlanma kadar iradenin eylemine de tümüyle devrim lehine vurma şansı kazandıracak tarzda olması, yürüyüşün, savaşın, onun ordulaşmasının böyle olmasına hiçbir engel tanımaksınız olası sorunlara en yerinde cevabı vererek gerçekleştirmeyi bilmektir. Bin defa yenilmiş, bin defa kirlenmiş, karanlıklara gömülmüş olanların öyle kolay adam olamayacaklarını, insan sıfatına yaraşır olamayacaklarını her zaman söyledik. Ama bu böyledir diye bunu bir kader olarak karşılayamayacağımızı, yapılması gerekenin, amansızca üzerine yürüyerek aydınlığa yol açmayı, yaşamaya yol açmayı bilmek olduğunu, bunun bir PKK tarzı olduğunu hep vurguladık.
Ordulaşmayı herkesin koşarcasına gerçekleştirmek istediği, ölümü seve seve göze aldığı bir aşamaya getirdik
Durum böyle iken, şimdiki durumda esas olan nedir? Bizde her zaman sürecin önemi kadar, anın en temel vurgusu ve görevi nedir? Bunu hemen belirtelim, bu, ordulaşmada çok önemli bir adımı atmak demektir. Bu, belki de tarihte hep başkalarına asker olmuş bir halkın, başkaları eliyle kendini vuran bir halkın, kendisi için, şerefi, onuru için kaybedilen her şeye, yediği her türlü darbeye, içine girdiği her duruma, sonuçta insanlık adına kabul edilmeyecek ne varsa hepsini yaşamaya mahkûm edilmiş kör bir kadere, kabul edilmemesi gereken gidişata karşı en yalın, en keskin, en sonuç alıcı eylemi, bunun altındaki düşünce siyasetini esas alarak kestirmeden vurma sanatıdır.
Yine vururken, kazanma sanatının adı olan bir ordulaşmaya, bir halk ordulaşmasına büyük adım atmayı gerçekleştirme anı oluyor. Nereden bakılırsa bakılsın, nereden getirilirse getirilsin, nereye götürülmek istenilirse istenilsin; şimdi her şey böylesine başarma şansı yüksek, kolay yenilemeyecek bir ordulaşmanın gerçekleştirilmesine temel teşkil ediyor. Her şeyin buna seferber edilmesi gerektiğini, bunsuz hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceğini, en sağlam güvencenin, yaşam tarzının bu olduğu ve aynı zamanda gerçekleşme şansının da en yüksek olan böylesine çok verimli, çok sonuç alıcı bir aracı, çok soylu bir savaş aracını gerçekleştirmek olduğunu coşku ve büyük bir tutkuyla önümüze seriyor. Tarihe bakarsak, önderler herhangi bir siyasi boşluğu doldurmak istediklerinde ortaya çıkarlar. Onların görevi adeta budur, yürürsen büyük başarırsın dercesine çekici kıldığı çalışmalar vardır. Bu çalışmalar büyük ordular, büyük devletler biçiminde somutlaşır ve tarihin önemli adımları çağlara böyle damgasını vurarak bir zincir teşkil ederler. Artık şimdi bizim için de böyle bir adım atmanın şerefi kadar, kaçınılmazlığı söz konusu oluyor. Ne onun dışında bir yaşamı kendine mümkün görebilirsin, ne de isteyebilirsin.
Biz kendi payımıza tek kişiyle yola çıktığımızda öncelikle bunun yüksek duyusuyla hareket ettik. Duyunun yüceliği, subjektivizm demeyeceğiz ama, hiçbir güç dengesiyle ve hatta mevcut ortamın da hissettirmesine fırsat tanımadığı koşullarda, inanılmaz ve çoğunun da oldukça delicesine ve bir intihar girişinden öteye bir şans tanımadığı bir çıkışla başladık. Şimdi görüyoruz ki halkımızın bağrında adeta fışkırırcasına, herkesin koşarcasına gerçekleştirmek istediği, bu konuda ölümü bile seve seve göze aldığı bir aşamaya getirdik. Biz bunda silahla sonuç almak isteyen bir iradeye ulaşmak, yeniden doğuş, yeniden onurlanma, yaşama yeniden göz açma, ne bitecekse, ne istenecekse onun için ancak silahla savaşılır, silahla kazanılır diyebileceğimiz bir gerçekliği yaşıyoruz.
Ordulaşmasını bilen, iç disipline, askeri yaşama gelmeyi bilen bir askeri kişiliğin oturtulması şarttır
Ordu dediğimiz olay tüm bu anlamları da içererek kendisini dayatıyor. Dayattıkça büyüklüğü kadar çekiciliğini bir de halkımızın bağrında sergiliyor. Daha da somutlaştırırsak, şimdiye kadar istediğimiz biçimde gerçekleştiremediğimiz silahlı savaşım, mücadelemizin askerileşme tarihidir. İçinde bulunduğumuz aşama, istediğimiz biçimde şekil verebilecek, adına halk ordusu, sosyalizm ordusu, demokrasi ordusu ve hatta uluslararası alanda en seçkin, en soylu amaçların ordusu diyebileceğimiz ordulaşma aşamasıdır. Her zaman böyle fırsatlar olmadığı gibi, bu fırsatlar yakalandığında da bu fırsatı iyi değerlendirmeyi, buna layık olmayı, bundan sapma ve emir dışılığın bizleri hangi sonuçlara götüreceğini bilerek hareket etmeyi esas almak zorundayız. Bunun bir eri-neferi olmayı bilmesi gerekenler, bunda yanılmaması gerekenlerin bu noktayı yakalamaları gerekiyor. Ki bu örneklere tarihte sıkça rastlamak mümkündür.
Ordulaşmasını bilen, emre gelmeyi, iç disipline gelmeyi, askeri yaşama gelmeyi bilen bir askeri kişiliğin oturtulması şarttır. Bu, halkımız için de, Partimiz için de böyledir. Artık bu duruma yeter diyoruz, bir halk bu kadar kendisi dışında kendisine karşı askerleşemez, bu kendisine yapabileceği en büyük kötülük ve en büyük ihanettir. Yine partimiz için de uzun süreden beri iyi bir asker olamama, iyi bir komutan olamama, kendini aldatmaktır. Bu kesinlikle hiçbir şart altında kabul edilmeyecek bir yaşam tarzıdır. Bunda ısrarlı olmak kendine yapılan en büyük kötülük, kendisi için ölüm olduğu gibi, yoldaşları için de ölümdür ve bunun da hiçbir gerekçesinin olamayacağı, hiçbir tutum ve davranışın kabul görmeyeceğidir.
Askerlik sanatının tek esaslı ilkesinin bunda yattığı, bu aşamadan sonra artık bu ilkeye göre asker olmayı, komutan olmayı bilmek gerektiği açıktır. Bunun için de ne kadar objektif koşul ve etkeni aranırsa aransın, bunun tarihi, coğrafi şartları ne kadar göz önüne getirilse getirilsin asker ve komutan olmayı zorunlu kılıyor. Hiçbir bahaneyle bunu savsaklayamazsınız. Parti içi inanç ve iradeye rağmen, kendini adeta kandırırcasına, kendisiyle oynarcasına tutumlar içine girmek, soylu çalışmalara kendini verememenin suçtan da öteye, aşağılıktan da öteye bir durumu içerdiği ortadadır. Bu nedenle hiç kimsenin gerekçesi ne olursa olsun teşebbüs etmemeleri gerektiğini açıkça vurguluyoruz.
Dönemin en temel oluşumu ordulaşma olduğu, yönetmenin bu olduğu, emrin bu olduğu, disiplinin bu olduğu ve ordulaşmanın bu demek olduğudur. Madem söz veriyorsunuz, madem esas yaşam tarzı olarak benimsediniz, o halde yanılma, unutma, düşme-düşürme, ittifak eri olmaya çalışın. Yüzyılların o çok kötü kalıpçısı olan ve halen de günlük olarak düşmanın körüklediği etkilerden tutum ve davranışlardan sakının. Seni her yönüyle yaşatacak olan, senin şahsında halkını yaşatacak olan, yoldaşlarını yaşatacak olan tutumu esas alın. Bunda milim sapma, saptırma!
Şimdiye kadar çok eleştirdik, çok özeleştiriler yaptık. Bu kadar süre, bu kadar açıklıktan, bu kadar söz ve karar vermelerden sonra yapılması gereken sapa sağlam kesin bir uygulamadır. Oluşum adına pratik dediğimiz, gerçekleştirme dediğimiz, ilkenin somutlaşması dediğimiz olaydır. En temel bir sorumluluk alanında yer almış birisi olarak bunun anlam ve önemini böyle vurgularken, üzerinde gerçekten bunu gerçekleştirmeyi bilmeyi, varlığımızdan da öteye, her şeyden de öteye varlık nedenimiz olduğu tartışmasızdır. Bu noktada vurguyu yaparken, özellikle ülkede ordulaşma adına olup-bitenler ve halen de tarihi devreler biçiminde burada ordulaşmaya kazandırdığımız o büyük adımların başına nelerin geldiğini görerek, artık bunun önünde boyun eğmenin bir yenilme olduğunu göreceksiniz. Böyle suç tavrını kendine yedirmenin önderlik açısından da bir geri adım olduğunu görerek, ne ülke içinde, ne buradan gidişte ordulaşma sorunlarımıza keyfice her türlü dış etki taşıyıcısı biçiminde ve çoğunlukla laçkalaştıran, özden boşaltan, biçimden düşüren kendi keyfine göre en değerli varlıklarımızı bir çırpıda düşüren, sağlamlaşması için sigarası kadar bile değer vermeyen tutumu çok tehlikeli, çok aşağılık, çok affedilmez olduğunu ortaya koyarak ciddi yönelmek gerekir.
Denilebilir ki köle bir halkın köle evlatları bir yere kadar böyle yaşayabilir. Ama bu kadar acı olay, bu kadar ölüm-kalım ve bu kadar mutlak kazanmak gereken bir konuda bu tavrı sürdürmek gerçekten bizim koşullarımızda, halkımızın ve bugünün gerçekleri içinde en tehlikeli, en aşağılık ve hainane bir tutum olduğunu vurguluyor. Ve saflarımızda silahlı asker adayından tutalım, oldukça ileri sorumluluk düzeyine gelmesi gerekenlerin, bu rolü oynaması gerekenlerin bu konuda tek bir aşağılayıcı tutum ve davranış içine girmeyeceklerini belirtiyoruz. Bu, dönem ordulaşma adımı açısından en temel yöndür.”
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın 3 Mart 1992 tarihli çözümlemesidir.