HABER MERKEZİ –
Gerçekleştirici bir güç olmanız lazım
“Evet, ruh ve düşüncenin engel olması şurada kalsın, tam tersine ayaklanarak büyük bir olayın oluşturucusu, büyük gerçekleştiricisi olmak için büyük bir yarışı yapımız, yoldaşlarımız arasında başlatarak yol almak gerekiyor. Bakın bu konuda akıllı olmak kadar sorumlu ve sorumlu olmak kadar sonuç alıcı olunmalıdır. Bunun ustası olmasını bilmeniz gerek. Gerçekleştirici bir güç olmanız lazım. Gerisi bir teknik düzenlemedir. Değerlendirme kabiliyeti içinde olmak gerekir. Alınan eğitim gerçekten mevcut ordulaşmaya kat be kat cevap verecek zenginliktedir. Yaşanan tek tecrübe, şahane bir ordulaşmaya yetecek güçtedir.
Burada yine çok vurgusu yapılan nokta; atılması gerekenin, bir daha ağza alınmaması gerekenin, ifade edilmemesi gerekenin ne olduğunu bilmek, buna gereken cevabı vermek ve yine çok açık belirtilen yapılması gerekenin, giderilmesi gereken tutumun ne olduğunu esas almak ve onu da ne pahasına olursa olsun aşmak, ne tıkanma türü, ne sapma türü bozguncu etkiye fırsat tanımamak, olumlu temelde gidişata damgasını vurmak, bunun ideali olmasını bilmek önemlidir. İşte biz, buna yılın veya bu dönemin baharı da diyebiliriz, Newroz’un türküsü de diyebiliriz. Onun halkımızı inandırdığı büyük ruha bir karşılık da diyebiliriz. Tarihin çok uzun bir süre belki de bin yılı aşkın bir süreden beri artık yapabilirsin, artık gerçekleştirebilirsin dediği şeydir. Biz ona herhangi bir gencimizin “En güzeli budur” diye koştuğu umut da diyebiliriz. En son ifadesi olan böyle bir oluşumun bu dönemde nasıl bir kişilikle, nasıl bir tutum, davranışla gerçekleştirmesi gerektiğidir.
Yıl 1992. Aynı umutlarla ve bu sahada 1982’de de bu yapıldı. Gördüğünüz bu alanlara ilk adımın 10. yıldönümüdür. O zaman da büyük umutları taşıyarak Newroz’u burada karşılamaya çalıştık. 1 Mayıs’ı burada en anlamlı biçimde değerlendirmeye çalıştık. 12 Eylül faşizminin vurabileceği kadar vurduğu, yenebileceği kadar yendiği, ama ayakta kalma şansı partimizce karşılandı ve onun en anlamlı ifadesi olarak 1982’’nin ülkeye tekrardan dönüşü pratikte sağlandı. Yaşayabilecek bir biçimde pratiği hür olarak değerlendirdik. En azından 1980 darbesi ardında çok az kaybımız oldu. Kazanma umudu hayli yenilikçi temellerde gelişiyor. Bir ruh uyanıyor.
12 Eylül faşizminin karanlığına karşı özgürlüğün yaşanabileceğine inanan tutum ve davranışlar gelişiyor. Daha iyi bir militanlaşmaya başlanabileceğine dair heyecan da var, endişe ve korku da var. Ama buna rağmen adım atılıyor. Bildiğimiz gibi bu adımlarda biz şehit de verdik. Fakat daha bir yıl geçmeden, düşmanın bile bizi hesaba katmadığı bu dönemde 300’ü aşkın devrimcinin bir yıl içinde ülkemizde yoğunlaşmasını sağladık. Ve artık tamamen kendisini ülkesine feda etmiş bir kararlılık, bir duygu hazırlığı içinde bulunduğu, silahın da savaşabilmeye fırsat tanıdığı işte 1982’nin de böyle başladığı, 1984’ün umudunun da böyle olduğunu gördük. Artık eyleminin de kesin olduğu, işte bildiğiniz 15 Ağustos dönemi böyle başladı.
1985 yılına girdiğimizde Akademi alanında, Akademi’ye ismini verdiğimiz Mahsum yoldaşla 1985 yılını değerlendirmeye çalışırken de umutlar çok fazlaydı. Bu yoldaşımızın 1985 Newroz’unu karşılarken duyduğu heyecan Serxwebûn’a da yansımıştı. Bunlardan bahseder, heyecandan bahseder ve yurtseverlik kadar bir parti bilincinin de, kişiliğinin de nasıl olması gerektiğine en iyi cevabı teşkil eden böyle bir yılı karşılamada içimiz içimize sığmıyordu! Bunun nedeni, 15 Ağustos Atılımı ezilmemiş, bütün zorluklarına rağmen 1985’in kışından çıkılmış, gelişme fırsatı yakalanmış, Newroz her zamankinden daha fazla özgürlük Newroz’u olmaya doğru yüz tutmuş ve için için sabretmenin bile zor olduğu bir anla karşı karşıya bulunduğumuzu biliyorduk, tartışıyorduk. İçimiz coşku doluydu. Gerçekten yerimizde bile duramıyorduk. Bahar bir gelsin de yönelelim diyorduk. Girdik bahara, fakat bildiğiniz gibi gerçekler başka söyledi. İşte beklemediğimiz, umut etmediğimiz biçimde kayıplar yaşandı. Ve ilk defa o zaman uyandık, “Kendimizi biraz daha iyi tanıyalım, hazırlıklarımız biraz yüzeysel kalmış” dedik.
Üçüncü Kongre ile toplum tahlilleri ve çözüm yolları geliştirildi
1985’in sonlarına geldiğimizde kayıp bilançosu düşünülenden çok fazla; çoğu da davranışı adına, taktik dediğimiz yetersizliklerden kaynaklanmış ve bildiğiniz gibi tarihi bir atılım neredeyse bir yenilgiyle karşı karşıya gelebiliyor. Bunun nedenlerine her düzeyde yönelmek için bildiğiniz 1986 kışında bahar değerlendirmelerini yaptık. Ufak bir adım atmanın çok kapsamlı bir özeleştiri ile tamamlanması gerekliliğini gördük. Onun için Üçüncü Kongre gerçeğimiz yaşatılmaya çalışıldı. Ve yeniden toplum tahliline kadar çözüm yolları netleştirilmeye çalışıldı. Parti bünyesinde temelde tıkananların, yol aldırmayanların var olduğu görüldü. İşlerin asıl buradan darbe yediği, sıradan savaşçının da üstün özelliğine rağmen kısır kaldığı, yenilenmeye kendini uğratamadığı, bunlar aşılmadan ileriye adım atmanın mümkün olmadığı sonucu ortaya çıktı.
İşte adına çözümlemeler dediğimiz zincirleme değerlendirmeler 1987 çözümlemeleriyle birlikte gittikçe kapsamlılaştı. 1987’de yapılan çözümlemeler elimizdedir. 1987 Şubat-Mart çözümlemeleriyle başlandı. Bu büyük bir kahramanın kendini geliştirememesinin nedenlerine bir cevaptı ve kendini mutlaka ilerletmenin sağlanmasına ilişkindi. Çözümlemelerde bunun çok çeşitli yönleri ele alınmıştı. Pratik müdahaleler yapıldı, yapılan müdahalelere karşı duyarsızlıklara tekrar müdahaleler gerçekleştirildi. Bildiğiniz gibi içte ve dışta, zindanda, silahlı savaşımda, yurt dışında, direkt veya dolaylı karşı devrimin emrinde olanlara, bunun çok çeşitli etkilerini yaşayanlara karşı yine büyük bir inatla ve oldukça nedenlerine inen çözümleme gücü ve pratik çabalarla iç içe cevaplar geliştirmeye, karşılık vermeye çalıştık. Sonuç; 1988 yılı, bütün dayatmalara rağmen güçlü kılınmaya çalışıldı.
Biliyorsunuz, 1988’e Olağanüstü Hal’in dayatılması vardı. Bu tam kendilerine göre bir plandı. Bu açıktan Partimizi tasfiye planıdır. En azından tasfiye için umudun bağlandığı bir yeri, biz tam tersine çevirmek için uğraştık. O bildiğiniz provokasyonun başını uzatmış olduğu yerin kazanılacak bir hale getirilmesi için müdahaleler yapıldı. Yine Mêrdîn’e Nisan 1988 çözümlemelerini geliştirmek kadar çok önemli pratik müdahale birimlerini buradan yola çıkardık. Yine ülke içinde karşı koymalar, kendine göre, keyfine göre tutumlar, davranışlar artarak ortaya çıktı. Biz yine bunu 1989 yılı içinde yaptığımız hazırlıklarla karşıladık. Yine 1989 için geliştirilen Ocak çözümlemeleri vardır. Daha kapsamlı çözümlemelerden de öteye, daha gelişmiş müdahalelerle bu yılın üzerine gittik. Değişik bir ordulaşmayla ve buna karşı boşa çıkarmayla dolu geçen bu yılı bir adım geriye gitmeksizin 1990 yılına taşırdık.
1991 Newroz çıkışına bildiğiniz gibi daha fazla çözümlenmiş ve yine çok sayıda hazırlanmış grupla cevap verdik. Ve bu Newroz’u da, halkın niteliksel bir katılışının sağlandığı bir yıla kavuşturduk. 1991’de özellikle silahlı savaşıma ters yaklaşmaya, gereklerinin çok uzağında durmaya ve gerçekten önderlik olayının, ordu çizgisini boşa çıkarmak için bilerek veya bilmeyerek, üstten-alttan birçok yetmez tutum kendini dayattı. Ve önemlisi de bütün bu zaaf ve yetersizliklerin, provokasyonun, provokatörün hem de çok iyi görerek üzerinde neredeyse hepsinin iradesinin felç ettiği, kendine göre çalışmaya, kendine göre boşa çıkarmaya dönüştürdüğü bir ortamda biz, 1991 çözümlemeleriyle ortama müdahale ederek karşılık verdik. Daha burada yılbaşında “Dikkat etsinler, kendileriyle oynamasınlar” biçiminde onca uyarıya rağmen, sözüm ona fırsat bu fırsat deyip kendilerince bir şeyler yapmaya çalıştılar.
Kölece yaşam biçimine topraklarımızda, bu halkın arasında izin vermeyeceğiz
Taktik önderliğin kendi rolünü oynamamasından dolayı ordulaşmada ciddi yetersizlikler yaşandı. Biz şunu gördük: Kayıplarımızın yüzde 95’inin nedeni kendimiz oluyoruz. Geçmişte halkımızın içinde olduğu gibi kendi kendimizi vuran biz, işlemez kılan biz, gafleti yaşayan biz, en sıradan görevlere layık olmayan biz, bir kocakarı gibi kendini yerden yere atan biz… Hem de komutanlık adına, askerlik adına bu çıktı ortaya. “Yok bilmem şu toplumsal etkiymiş, yok bilmem şu yetersizlikmiş, noksanlıkmış” diyerek günah çıkarılmaya çalışılıyor. Evet, kendine en yakışmayacak olanı seçenin de biz olduğu, bu tarihi tecrübenin ışığında ortaya çıkmıştır.
Tarihin büyük zorbalarının, işgalci, istilacı güçlerinin, tüm o hain işbirlikçilerinin hiçbir halkın bağrında yerleşmediği kadar bizim halkımız içinde yerleştiğini, işbirlikçilerin çeşitli hile, entrika düzenbazlıklarıyla halkı bu duruma getirdiklerini anladık. Ama büyük bir özgürlük hareketi olan, bilinç kadar irade hareketi olan PKK içinde sen nasıl böyle durabilirsin? Çözümlemelerin esas itibariyle haykırdığı ve artık kimsenin önünde duramayacağı kadar kesinleştirdiği gerçek budur. Parti içinde böyle yaşanılmaz. Parti içinde köleleri bile geride bırakacak düşkünlüğe ve yine bir sahtekârı bile geride bıraktıracak bir sahtekârlığa izin verilmez. Hele hele bilinçsizce, iyi niyet, dürüstlük adına bunu yapmanın daha da kabul edilemez olduğu, bunun savunulmasının gerekçelendirilmesinin suçun derecesini daha da arttırdığını çok iyi bilerek, bir sonuca doğru gidiyoruz. Çözümlemelerin çokça ispatladığı şudur; hiçbir iradenin, hiçbir gerçekliğin başka türlü cevap veremeyeceği şeyin gerçeğimiz olduğudur. Şimdi bunu kesinleştirmiş bulunuyoruz. Bu devre diyoruz, bu dönem diyoruz, bu başlangıç diyoruz, bu temelde bir kesin cevap almanın devresi, başlangıcı önemlidir.
Tarihi tecrübe çok net. Eğer bu böyleyse, tanım böyleyse, tecrübe böyle diyorsak, şunu söyleyeyim; ben kendi yaşamımı boşuna bu noktaya kadar getirmedim. Benim sorumluluğum altında bundan sonra, isterse beni bitirsin, isterse arkadan hançerlesin, isterse bu hareketi bitirsin, ama benim de kabul edemeyeceğim hal-hareketler, tutum ve davranışlar vardır. Bir çırpıda yerle bir etmem gereken tutumlar vardır. Artık istenilse en iyisi yapılabilir bir noktadayız. Kendine gelememenin gerekçelerine yol açmanın benim için bir suç teşkil ettiğini belirteyim. Şimdiye kadar sizlere bu şansı verdim. Suç işlemeye, ordu suçu işlemeye bundan sonraki süreçte izin vermeyeceğiz.
Burada hepiniz, bütün savaşanlar, bütün partililer, yeniler, eskiler şunu iyi bilecekler; kendinizi adam edeceksiniz. Yeter bu kadar kendinizle oynadığınız, yeter şimdiye kadar kendinizi hor gördüğünüz, aldattığınız kadar aldatıldığınız, biçimsizleştirdiğiniz kadar biçimsizleştirildiğiniz, çirkinleştirdiğiniz kadar çirkinleştirildiğinize biz burada yeter diyoruz. Bunun dışında bir gerekçeye ne hakkınız var ne de ihtiyacınız var. Yeniden yapmayı bileceksiniz. O çok basit alışkanlıklarınıza madem bu kadar değer veriyorsunuz, o halde en yüce olana neden en büyük değeri vermeyeceksiniz? Bu noktada benim de bazı geçiş verilmemesi gerekene geçiş vermemin beni bile alçalttığını göz önüne getirerek sonuç çıkaramaz mıyız? İşte disiplin, işte emir burada böyle ortaya çıkıyor. Gerekeni yapacağız, yapacaksınız.
Ben şunu her zaman sordum; niye yılların kıymetini bilemediniz? Ben kendim iğne ucu kadar bir yer, nefes alacak kadar bir imkanı yakaladığımda üzerine yükleneceğim de, böyle yapacağım da sen ülkenin bu kadar zapt edilmez doruklarında, cennet gibi vadilerinde asgari bir çalışmaya bile güç getiremeyeceksin! Basit bir savunma gereğini bile gerçekleştirmeyeceksin! Adama sormazlar mı kim oluyorsun, neyle bu tutumu sürdürüyorsun? Alacakaranlığı biz böyle yırtacağız. Kör bıçağın bile olmadığı koşullarda seni böyle silahlandıracağız, sen halen en değerli silahlarımızla, en değerli savaşım değerlerimizle oynayacaksın, hakkını vermeyeceksin, bunda suçlusun ve bunun dediğim gibi savunmasını da yapamazsın. Ya adam olacak, adam gibi savaşacaksın, ya da yerin dibine gireceksin. Kaçarsan da kaç, kaçabildiğin kadar, bunun dışında bir şeyi ortamımıza, ordumuza dayatamazsın.
Bunun böyle olduğu niye anlaşılmıyor, anlaşılıp da niye gerekleri yerine getirilmiyor? Neden? Ben hiçbir nedeni göremiyorum. Madem yaşamak istiyorsun, madem basit bir alışkanlık için bile kendini koyuveriyorsun, o halde en büyüğe, en değerliye, hepimizi yaşatacak olana niye güç, katkı sunmuyorsun? Bu, “Kürt köleliğidir” deniliyorsa biz buna karşıyız ve böyle kölelerin canı cehenneme diyoruz. Bu yaşam biçimine topraklarımızda, bu halkın arasında izin vermeyeceğiz. Bu da bizim kesin kararımız ve emrimizdir. İşte ordulaşmaya bu tecrübelerin ışığında böyle gidiyoruz. Halihazırdaki görevler, bize gerçekten çaplı bir ordulaşmayı dayatıyor. Herkesten bir dahi gibi hareket etmesini isteyemeyiz.
Büyük asker olmak, büyük komutan olmak herkese nasip olmaz. Ama iyi bir asker olmak herkes için mümkün. Yine bir gerilla birliğini kurmak sanırım büyük bir kısmınız için mümkündür. Bir asker olmanın ilk adımından tutalım, onu gerillasal tarza ulaştırmanın ilk adımını 15 günlük bir eğitimle atarsak, gerisi rahatlıkla ortamımızda vücut bulur, gerçekleşir. Bunca tecrübelerden tam sonuç çıkarılırsa, her türlü komuta sorununa cevap verecek kişiliklere nicel ve nitel olarak da ulaşmak zor değil. Komuta bir manga düzenlemesinden tutalım, bugünkü tugay, yarın bir tümen gücüne ulaşacak kadar bir gelişmeye cevap veriyor. Eğer görevler başarılmak isteniyorsa imkan ve olanaklar buna elveriyor.
Burada mesele asker olmayı bilmek kadar komuta gücü olmayı da bilmek gerekiyor. Bu konuda askeri kişiliğe yönelmek gerekiyor. Bunu kazanmak, eski kişiliğe yönelmeyle eş anlamlıdır. Esas itibariyle formasyonu günlük olarak kendine yedirmektir. Onun üzerine çok konuştuk, çok tartıştık, ağzından çıkacak sözden, atacağın adımın niteliğine kadar belirleme yaptık. Mademki sahamızda “varız” diyorsunuz, söz veriyorsunuz, o halde ilk adım ilk sözdür. Her yerde ve her zaman atarsın ve gerisini de getirirsin. Bizden görev almak, bizden göreve yürümek, bu kurala bağlıdır, bu kuralın gereklerine her zaman uymaya bağlıdır. Başka türlü görevin üzerine yürüme iznini, onayını bizden istemeyin.
Eğer gerçekten hükmedecekseniz izin isteyin, görev talep edin. Ancak görevlerin üzerine böyle yürürsek başarı kesindir. Şimdiye kadar sallapati savaş tarzı ve ordulaşmadan bu kadar güçlü sonuçlar elde ettiysek bu ordulaşmayı yarattığımızda ne kadar başarılı olacağımızın, zaferi kazanacağımızın açık bir kanıtıdır. Eğer kazanmaya göz dikmişsek o halde bunun gereği olan ordulaşmayı yaratmalıyız. Gerekirse bunun yarışı da yapılır, dehası da olunur. İşte görev anlayışına ilişkin de bunu söyleyebiliriz. Söz, eylem ve tutum düzeyinde belirlemeler vardır, bunlar esastır. Nedir bunlar? Toplantı düzeni, rapor-talimat düzeni ve bütün o taktik düzenlemelerdir. Eğitimle iyice özümsemişsiniz. Bu konuda biraz kendinizi toparlarsanız, esaslar hakkında bilgilenmek kadar nerede, nasıl başlanması gerektiğini de kestirebilirsiniz.
Bunlar her sorumlu devrimcinin ordulaşmaya doğru yol alırken, adı gibi belirleyeceği, gerçekleştireceği esaslı görevlerdir. Ayrıntıya girmeyeceğiz. Bunların hepsi sizde özümsenmiş olarak mevcuttur. Yürürken başarmak için donanmışsınız. Yönelişte, savaş ortamına ulaşmada bütün yeteneklerinizi ayaklandırarak her şeyin en mükemmeline dair tutumu, kendisi için, çevresi için amansız kılarak sergileyecek, görevin başarı temelinde yakalanmasını; bunda başarısızlık nedeni olabilecek hiçbir şeye, iç ve dış engele meydan vermeyerek, bir tutumun sahibi olacak ve bu tutumla kazanacaksınız. Aklın da, iradenin de yolu budur. Bizde her şeyin emrettiği yol budur. Tutum, davranış bu yolda böyledir. İşte bütün çalışmalarımızın ve tüm ülkemizin ilk defa gerçekleştirdiği ordulaşmanın üzerine yürürken, böyle bir görev anlayışıyla yürüyeceksiniz. Ve görülüyor ki bu çok niteliksel bir yürüyüştür. Her bakımdan söz vermeler, söz kestirmeler, tutum belirlemeler ömür boyu böyle oluyor, olacak. İşte çok yaklaştığımız bugünlerin, bu büyük halk yürüyüşüne, serhildanına, en büyük kurmay gücü geliştirmeye gidiyoruz. Büyük gerilla ordulaşmasına elimizi böyle uzatsak kazanacağız. Biz şansımızı böyle kullanmalıyız.
Pratiğin kendine has yasaları vardır
Bu gerekçelerle, bu tutum ve davranışlarla uzandığımız bu büyük ordulaşma görevi çok çekici, çok sonuç alıcı, mutlak gerçekleştiricisi olma yılı oluyor. Onun önemli bir aşaması oluyor. Ordu yılı diyeceğiz, ordulaşmanın büyük atılımı diyeceğiz. Belki de on yılda, belki de daha fazla sürede gerçekleştirilemeyenin gerçekleştirildiği, belki de hedeflerde, silahlanmada belirlenenin kat-kat aşıldığı bir yıl diyeceğiz. Devrimde matematik hesaplar yapılmaz, devrimde sınırlar çizilmez. Böyle esas almışız, bu yıla böyle bir anlam yüklemişiz. Ve insan iradesinin büyüklüğü, kendi insani koşullarında her şeye kadir olmanın tılsımı olduğu göz önüne getirilirse bu yıl da gerekeni yapabiliriz. Bu temel, gerek eğitim okulumuzda gerçekleştirilen 1992 devresi olsun gerekse de ülke sathında gerçekleştirilen devreler olsun, bu anlama, bu tanıma uygun, büyük tecrübeyi esas alıyor. Bu da karşısındaki görevi gerçekleştirmek için yola koyuluyor. Hazırlıklarımız bu anlamda küçümsenemez. Ancak bu anlamda pratik bambaşka bir şeydir. Adım adım kazanma denilen kısma girer; kırk ölçer, sağı-solu yoklanır, bir adım atılır.
Gerçeklerin, tecrübenin kendisi bizi ne kadar iddialı kılarsa kılsın pratiğin kendine has yasaları vardır. Bizde en çok işlenen bir kusur da bunun gereklerine çok az riayet etmektir. Bu sefer bunu da kırarsak, ilk adımların nasılına cevabı her sahada verirsek bu işler başarılacaktır. Bu temelde bu yıla böylesine bir anlam verip başarmaya yüz tuttuğunda, Kürdistan yeniden kaynaşacak, her taraftan halkın boydan boya yürüdüğü bir ülke haline gelecektir. Kuzey’den Güney’e yürüyüş hamlesi bütün kentlerin, köylerin birbirine karışıp, Doğu’dan Batı’ya birbirine kavuşması gerekenlerin kavuşmaya doğru gittiği bir kaynaşma yılına dönüşecektir. Her türlü feodal-aşiretçi çizgiler, herkesin kendi içinde kurduğu çember kırılacak, esirler ülkesi, korkaklar ülkesi, unutulmuşlar ülkesi en çok hatırlanılan, konuşulan cesaretlerin ülkesi olacaktır. Yurtseverliği kadar, insani değerleriyle boy attığı eşsiz insanın beşiği olacaktır.
Ne mutlu bu yolun yolcularına, bu fırsatı yakalayanlara, bugünleri görenlere
Nasıl ki insanlık burada beşikte büyüdü, bir kez daha böyle büyüyecek. Biz yeniden beşikte büyümeyi kendi topraklarımızda gerçekleştirebiliriz. İşte böylesine büyük oluşumların ordulaşması diyoruz buna. Esas itibarıyla amaçladığımız, amaçlarımız uğruna kendimizi adadığımız yaşam gerçeğimiz budur. Başka türlü yaşayıp düşünmeye hakkımızın olmadığını bilmelisiniz. İlk söz de böyleydi, son söz de böyle olacak! Bin yıl öncesinde de yapılması gereken budur; bin yıl önce yapılmazsa da bin yıl sonra da yapılması gereken bu olacaktır. O halde en eski söz kadar, gelecekte de eğer yaşayacaksak, insan soyunun bir parçasıyız diyebilecek bir ülkeden vazgeçmeyeceksek bunu şimdi gerçekleştirelim diyoruz. Ordulaşma andı budur, şans budur. Aslında geçmişte de yaşanılması gereken en doğrusu buydu. Geleceği de kuşatacak, belirleyecek yaşam budur. Bunu değerlendirip doğrusunu tayin etmek kadar, gerekirse yürüyüşümüzde kendimizi yeniden yeniden yaratmasını bileceğiz. İşte yürüyüş ancak bu temelde güzel olabilir. Şüphesiz bu yürüyüşün yolcusunun güzel, askerinin ve komutanın da görkemli olması, adeta parıldaması gerekir. Böylesine kutsal bir yolda başkası yakışmaz, başkasına onay verilmez. Bu anlamda diyeceğiz ki, ne mutlu bu yolun yolcularına, bu fırsatı yakalayanlara, bugünleri görenlere!
Dolayısıyla sizlere daha iyiyi, daha doğruyu, daha güzeli yakalamanın bu öngününde böyle seslenirken, tekrar tekrar bundan sonraki adımları böyle atmayı bilmenizi, bunun dışında hiçbir şeye mahal vermemenizi, ordu ilkesinin tek yaşam ilkesi olduğunu da bilerek yürümeyi esas almanızı bekliyoruz. Sorumluluk diyorsanız sorumluluğunuzun gereğini, önderlik diyorsanız önderliğinizin gereğini, ricadan anlayan varsa ricanın gereğini, emir denilen olaydan bir şey anlayan varsa emrin gereğini bilmelerini, böyle yürümelerini, mutlaka kazanmalarını ve başarmalarını diliyorum.”
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın 3 Mart 1992 tarihli çözümlemesidir.