HABER MERKEZİ –
Çatışan ideoloji ve siyasetler
Önder Apo sıklıkla üç çizgiden söz etti. Bunlardan birincisi emperyalis, kapitalist modernite çizgisidir. Bir diğeri ise ulus devletlerin temsil ettiği statükocu çizgidir. Üçüncü Çizgi ise, halkların Demokratik Ulus çizgisidir. Üçüncü Yol denen iki iktidarcı-devletçi çizgiye karşı halkların Demokratik Modernite, Demokratik Ulus çizgisidir. Politik olarak üç çizgi olsa da ideolojik olarak sadece iki çizgi vardır. Birincisi; kapitalist modernitedir ki, bunları temsil eden hegemonik güçler ile ulus devlet yapılarıdır. İkincisi ise; Demokratik Modernitedir. Bu iki ideolojik çizgi kimi zaman birbiriyle taktiksel olarak ilişkiye geçseler de, stratejik olarak bir araya gelmeleri mümkün değildir. Her ikisi arasında köklü paradigma farklılıkları vardır. Öncelikli olarak bunu belirtmemiz gerekiyor.
Bu gerçeklik özü itibariyle ABD, Rusya, İran, Türkiye ve Suriye devletlerinin ideolojik olarak birbirleriyle çelişik olmadıklarını gösterir. Aynı ideolojik kaynaktan beslendikleri için aralarındaki çıkar çelişkilerine rağmen farklı bir ideolojik yapıya karşı bir araya gelerek, politikalar geliştirmeleri zor değildir. Karşılarında Demokratik Modernite güçleri olduğunda bir araya gelmeleri daha rahat olabilmektedir. Bu durum aralarında çelişkiler ya da çatışmalar yoktur anlamına gelmez. Fakat bu durumlarda kendi aralarındaki çelişkiler tali, Demokratik Modernite güçleri ile aralarındaki çelişkiler esas çelişki olur.
Bugün bölgedeki devletçi güçlere baktığımızda; Suriye şimdilik üniter ve tekçi yapısını korumak istemektedir. Rusya dıştalandığı Ortadoğu’daki varlığını güçlendirerek buralara kök salmak istemektedir. İran ise, ABD başta olmak üzere uluslararası güçlerin hedefine yerleştirildiği için Ortadoğu’da etkinliğini artırarak savaşı kendi sınırları dışında karşılamak istemektedir.
Türkiye faşizan ve tekçi yapısıyla kapitalist modernite güçlerini de zorlayarak, Üçüncü Dünya Savaşı ortamında Birinci Dünya Savaşı’nda kaybettiklerini geri almaya, geçmişte Enver ve Talat Paşaların yapamadıklarını yapabilme ihtimalini değerlendirerek, Türkiye’nin sınırlarını Lozan öncesi duruma getirmeye çalışmaktadır.
Erdoğan’ın Üçüncü Dünya Savaşı gerçekliğiyle bağlantılı olarak, “Biz 22 milyon kilometrekarelik toprağı görmüş bir devletin vârisleriyiz. Maalesef bir yerler tırtıklandı. 780 bin kilometrekareye kaldık. Burnumuzun dibindeki yerler bile alındı. Anlaşmalarla başarılı çıktık diyenler oldu. Nasıl ya, elindekini veriyorsun, başarılı çıkıyorsun… Bu devletin sınırlarını gönüllü olarak kabul etmiş değiliz. Unutulmamalıdır ki cumhuriyeti kuran kadronun çok önemli bir bölümünün dahi doğduğu, büyüdüğü topraklar yeni devletimizin sınırları dışında kalmıştır. Bugün biz Suriye, Irak, Kırım, Batı Trakya, Bosna deyince birileri sanki uzaydan gelmiş gibi yüzümüze bakıyor. Türkiye’nin Irak’la, Bosna’yla ilişkisi ne olabilir?’ diyorlar. Halbuki bu coğrafyalar bizim canımızın birer parçasıdır. Gaziantep’le Halep’i, Rize’yle Batum’u, Bursa’yla Üsküp’ü birbirinden farklı düşünmek mümkün mü?” diye farklı zamanlarda dile getirdiği sözlerle, yayılmacı, Yeni Osmanlıcı emellerini dile getiriyor.
Bu eksende Eylül ayında Rusya, Türkiye ve İran arasında gerçekleştirilen zirveye baktığımızda durum daha iyi görülecektir. Rusya, Ortadoğu’nun en etkili iki gücünü yanına alma rahatlığıyla Kürtlerin kazanımlarını geri çekerek, Suriye’ye muhtaç kılmaya çalışırken; İran, Kürt Özgürlük Hareketi yönelik anti-Kürtlük refleksini tazelemiştir. ABD’den uzak durarak, İran’ın kuşatılmasına katılmadığı mesajını veren Türkiye’nin ise, her iki duruştan yararlanarak Rusya’nın bölgede güçlenmesi ve tüm bunların karşılığında jzgür Kürt’e saldırı imkanına kavuşmanın sevincini, zirvede dile getirmiştir. Suriye’nin YPG ve QSD’yi terörist örgüt olarak BM’ye şikayet etmesi, Suriye ile ilişki ve görüşmelerde elinin güçlenmesi için bu zirveyi fırsat bilerek hem Türkiye’ye hem İran’a ancak esasta da Kürtlere mesajlarını açıktan vererek, Rusya’nın politikalarını desteklediğini göstermiştir.
‘Güvenli Bölge’ dedikleri her türlü görüşme ve anlaşma, tasfiye amaçlı
Her şeyden önce belirtelim ki, Güvenlikli bölge diye bir şey yoktur. Suriye’de en ‘Güvenli Bölge’, Rojava’dır, Kuzey-Doğu Suriye’dir. Daha önceleri de Suriye’nin en güvenli bölgesi Efrîn olduğu halde faşist TC devleti, ABD’nin açık desteği ve Rusya’nın kirli politikaları sonucu işgal etmişti.
‘Güvenli Bölge’ oluşturma dedikleri görüşme ve anlaşmaların tümü Rojava Devrimi’ni özünden saptırma, saptıramazlarsa tasfiye etme temelinde yapılan görüşmelerdir.
Bilindiği gibi geçmişte, “PKK’ye evet, Apo’ya hayır” denilirdi. Güya bu sloganla PKK’ye evet deniliyordu. Önlerinde engel olarak görülen Önder Apo idi! Nitekim bu sloganla birçok çevrenin kafasını karıştırdıklarını biliyoruz. Ve daha sonra ortaya çıktı ki, sloganlarının özü anti-özgür Kürtlüktür! ABD, ilk günden Rojava Devrimi’ni Apocu çizgiden koparmak için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Özgürlük Hareketi’nin, etkili, önder 3 kadrosunu 6 Kasım 2018 günü arananlar listesine boşuna almamıştır. Bu arkadaşları arananlar listesine alarak, kendilerince Rojava Devrim güçlerini etkileyeceklerdi. Bu bağlamda, yeni sloganları ‘PKK’ye Hayır, ancak parça örgütlerine evet’tir. Rojava’da dayattıkları bu politikayı Rojhilatê Kurdistan özgürlükçü güçleri için de uygulamak istedikleri sır değildir.
Bu bağlamda ‘Güvenli Bölge’ dedikleri her türlü görüşme ve anlaşma, tasfiye amaçlı gerçekleştirilen görüşme ve anlaşmalar olmuştur. İradesi kırılmış, teslim olmuş ve özgürlüğe göz dikmeyen bir Kürt’ü, ABD öncülüğündeki kapitalist modernite güçler, kabul etmeye hazırdırlar. Önder Apo, savunmalarında Uluslararası Komplo öncesi ve sürecinde İsrail üzerinden kendisine Özgür Kürt’ten vazgeçme temelinde imkan ve kanalların açık olduğu bilgisinin aktığını ifade etmişti.
Özcesi, iradesi olmayan, kapitalist modernite güçlerin denetimindeki bir Kürt’ü, ABD de diğer hegemon güçler de kabul etmektedir. Çünkü böyle bir Kürt’ü, Ortadoğu’da herkese karşı bir sopa olarak kullanmak mümkündür. Bu pazar malı sopa ile kimi zaman yola gelmeyen, başta Türkiye olmak üzere, İran’ı da hizaya getirilebileceği gibi Suriye ve Irak’ı da çizgiye çekilebilecektir.
ABD ve NATO gücü olarak Türk devleti
Diğer önemli bir husus ise ‘Güvenli Bölge’ dedikleri plandır. Bu plan, kapitalist modernite güçlerinin Saddam gibi özellikler gösteren Erdoğan’ı yeniden kendilerine bağlama girişimidir. Türkiye Ortadoğu’da jeo-stratejik olarak çok önemli bir güçtür. 80 milyon nüfusuyla, askeri gücü, ekonomik gücü ile gerçek manada mihver bir güçtür. Uzun zamandır bozulan bu ilişkileri tamir ederek, yeniden hizaya çekerek, böyle bir gücü Ortadoğu’da kullanmak istemeleri hegemon güçlerin çıkarları gereğidir. Rusya gibi bir güç Ortadoğu’ya o kadar etkili girmişken, Türkiye’yi bir NATO gücü olarak, yanında tutması son derece önemli olmaktadır.
Sıkça dile getirildiği gibi, ABD, Erdoğan’dan vazgeçebilir ancak Türkiye’yi Kürtlerden dolayı gözden çıkarmaz. Ve nitekim çıkarmadığını her geçen gün daha fazla görüyoruz.
Kürtlerin bu gerçekliği bilerek kendi özgüçlerine dayanarak mücadelelerini geliştirmeleri gerekmektedir. ABD’ye dayalı her türlü mücadele, zamanında Mele Mustafa Barzani’nin yaşadıklarının ötesine geçemez. Mele Mustafa Barzani, 1973 yılında, kendisiyle yapılan bir röportajında Jonathan C. Randal’ın aktardığına göre; “Ben Amerika’ya güveniyorum. Amerika Kürtlere ihanet etmeyecek kadar büyük bir güçtür” demişti. Ancak ABD, Kürtlere ihanet ettiğinde ise; “Biz Kürtler, ABD’nin ve İran’ın şeref sözüne güvenerek düşmana (Irak) karşı koyduk ve onunla savaştık… Bize mükafat olarak söz verilen özerklik nerede? Sayın başkan, Kürtler söz verilen mükâfatın verilmesini benden bekliyorlar. Ben de, sayın başkan, sizden bekliyorum. Halkım bütün güvenini ve umudunu bana bağlandı, şimdi ben de bu umudu size bağlıyorum” diyerek nasıl yanıldığını dile getirmişti.
Kendi gücüne dayanmadan -bu ister ABD olur, isterse başka bir güç olur- başka bir güce dayanarak yürütülen her türden ilişkinin sonucu belirsiz olur. Ve çoğu zaman da felaketle sonuçlanır. Felaketle sonuçlandığında ise, ya rahmetli Mele Mustafa Barzani gibi çaresizce serzenişte bulunulur ya da son TC saldırısında olduğu gibi Rojava’da, “ABD bize ihanet etti” gibi hiç kıymeti harbiyesi olmayan sözlerle yaşananlar dile getirilir.
Kasım Engin