HABER MERKEZİ –
Rusya’nın emelleri ve oyunları
Rusya, Rojava güçlerini, önemli düzeyde taviz verme temelinde Suriye ile buluşturması durumunda TC’nin daha fazla ilerlemesine izin vermeyecektir. Rusya’nın stratejisi Suriye’yi bütünlüklü olarak, kendi çıkarları temelinde değerlendirmektir. Suriye, Rusya için Ortadoğu’da kök salmanın en önemli sıçrama tahtasıdır. Bundan kolay kolay vazgeçmeyecektir. Putin ile Erdoğan’ın ilişkileri -ki kişilik olarak çok fazla birbirlerine benzemektedirler- iyi de olsa, yarın Erdoğan’ın yönünü yeniden ABD’ye vermesi her zaman beklenebilir. Bu durumda Putin, Erdoğan’a ya da Türkiye’ye dayanarak bina inşa etme yerine o binadan esas binasını inşa etmek için yararlanabilir. Nitekim Türkiye’den Suriye’yi güçlendirme temelinde yararlandığı görülmektedir. Kuzey-Doğu Suriye güçleri’nin Suriye’yi iyi tanımaları gerekir. Güçlü duruma geldikten sonra, Türkiye’yi uzun süre orada bırakmayacağını öngörmek mümkündür. Ayrıca her ipte oynayan Erdoğan gibi bir kişilik, yarın Rusya yerine daha ileri düzeyde ABD ile ilişkilenip, NATO gücü olarak Rusya’nın karşısına çıkmayacağının garantisini kim verebilir?
Suriye rejiminin de, Kuzey-Doğu Suriye güçlerinin zayıflaması temelinde ilişkilenerek, TC’yi sıkıştıracağı düşünülebilir. Suriye şimdiden Kuzey-Doğu Suriye’nin birçok alanına güçlerini getirmiş, Türkiye’yi de işgalci güç olarak gördüğünü ifade etmiştir.
Ancak bilelim ki Suriye’nin sadece ve sadece uluslararası hukuka dayanarak bir egemenlik hakkı vardır. Başka da Suriye diye bilinen devletin ne bir gücü ne de bir iradesi mevcuttur. Suriye’nin iradesi ve gücü Rusya ve İran’a bağlıdır. Bu bağlamda Suriye’de esas olan güç Rusya’dır. Rusya’nın yanı sıra İran’dır. Politikayı belirleyen Rusya ve İran’dır.
Savaşan halk gerçekliği
Devrimleri garantiye alacak olan, halkların kendi duruşudur. Halkların duruşunun nasıl olması gerektiğini Önder Apo yıllar önce “Savaşan halk gerçekliği’ şeklinde ifade etmişti.
Devrimlerin halkların eseri olduğu realitesinden yola çıkarak, esas güçlendirilmesi ve örgütlendirilmesi gereken halktır. Halk, toplumlar yeteri düzeyde bilinçlendirilip, özne haline yani irade haline getirilmişse, herkes ile her güç ile ilişki kurması yerinde ve gerekli olan bir politik tutumdur. Kendi özgücüne dayalı olarak geliştireceği diplomatik çalışmalar ya da ilişkiler devrime hizmet edeceği için son derece önemli olmaktadır. İ
Teknolojik gelişmeler sonucunda dünyanın bir köy haline geldiği ifade edilmektedir. Bu belirlemenin aynısını dünya değil de Ortadoğu için belirtmek mümkündür. Eğer Ortadoğu bir köy haline gelmiş ise, bu köyün ister içerisindeki güçlerle, isterse köye komşu olan güçlerle ilişkilenmek, işin doğası gereğidir. Bu bağlamda köyün içerisindeki güçlerin de, köyün dışında güçlerin de köyde olup biteni etkileyecekleri açıktır. Kimisi manevi-maddi nüfusuna dayanarak daha fazla etkili olabilecek iken, kimisi de az etkili olabilir. Ancak köy haline gelmiş dünyada ilişkiler, mutlaka birbirini etkileyecektir. Bunun için özellikle bölge güçleri ile ittifak son derece önemlidir. Yine benzer bir şekilde bölge dışındaki güçlerle de ilişkiler ve ittifaklar önemli olmaktadır.
TC devleti gibi, nerede kime ne zaman saldıracağı belli olmayan diktatörlükle yönetilen bir devletle çelişkili ve çatışmalı olmak, bölgemiz bazında avantajlar sağlamaktadır. Özellikle Erdoğan gibi faşist, yayılmacı, pragmatist kişilik özelikleri herkesi tedirgin kıldığı gibi, DAİŞ vb. çetelere dayalı politikaları da herkesi tedirgin etmektedir. Kaldı ki Osmanlı’nın 400 yıl boyunca bu coğrafyayı tahakküm altında tutarak sömürmesinin de belleği taze durmaktadır. Bunların tümü çelişki demektir. Bu çelişkilerden Kürdistan Özgürlük Devrimi için yararlanmak son derece önemlidir.
TC-devletinin anti-Kürtlüğü
Sömürgeci ve soykırımcı TC devletinin izlediği politikanın özü şudur: Kürtleri yok ederek, ayakta kalma stratejisidir. Stratejileri anti-Kürtlük üzerine kuruludur. Nerede Kürtlük adına bir kazanım varsa, sömürgeci soykırımcı rejim oraya saldırmaktadır. Ve bu saldırılarını sadece Rojava ile sınırlı tutmayacaktır. Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenilere karşı yürüttükleri soykırım stratejisini, Üçüncü Dünya Savaşı ortamını da fırsat bilerek Kürtler üzerinde uygulamaya çalışmaktadırlar.
Bu topyekûn soykırım saldırısına karşı yapılması gereken, başta Rojava olmak üzere bütün Kürdistan’da halkı özsvunma ve her alanda örgütleyerek ‘Savaşan halk gerçekliği’ düzeyine getirmektir. Ortadoğu’da, tüm dünyada da Kürt halkını savaşan halk gerçeliği temelinde örgütlemek ve dostlarının, dünya halklarının direniş gücünü açığa çıkarmaktır.
Vekalet savaşları ve özsavunma
Görülen o ki, birçok uluslararası güç, Kürdistan’ı kendi operasyonel eylemliliklerinin merkezi haline getirmeye çalışmaktadır. Daha önceleri birileri birilerini Kürtlere karşı yönlendirmek için vekalet savaşlarını -proxy ware- örgütlemeye çalışmışlardı. Kürdistan’da gerçek manada bir vekalet savaşı verilmişti. Maske DAİŞ olsa da arkasında bir çok güç vardı. Bu güçlerin başında Erdoğan faşist iktidarının geldiğini artık tüm dünya bilmektedir.
DAİŞ ile amaçlarına ulaşamayınca, DAİŞ Rojava Devrimi ve QSD güçleri tarafından yenilince Erdoğan ve Bahçeli açıktan devlet güçlerini harekete geçirerek bizatihi Efrîn’e saldırarak işgal ettiler. AKP’liler daha önce DAİŞ için boşuna, “Özgürlük savaşı veriyor bu gençler” dememişlerdi. Bir zamanların ‘iyi çocukları’, daha sonra ‘Özgürlük savaşçıları’ olmuşlardı. Şimdi Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’nin diğer bölgelerine Türk ordusu ve DAİŞ, El Nusra vb artığı çetelerden oluşturduğu “Suriye Milli Ordusu” adlı katil sürüsü ile yeni bir işgal ve soykırım saldırısı başlatmışlardır.
Dile getirilen gerçekler sadece bir şeyi ifade ediyor, o da; Kürdistan’ın neresinde bulunursak bulunalım her bir Kürt ferdinin hatta demokrat ve sosyalist kişi ve kurumun tedbir geliştirmesi gerektiğidir. Tehlike şah damarı kadar yakın iken, sanki hiç bir şey yokmuş gibi yaklaşmak ve yaşamını sürdürmek tek bir kelimeyle; gaflettir. Tehlikenin ne kadar büyük ve yakın olduğunu en son gerçekleştirilen saldırılarda daha iyi görüyoruz. Gerçekler böyledir. O zaman bu duruma karşı yapılması gereken önce kendimizi koruyabilecek, savunabilecek bir pozisyona getirmemizdir. Bu meşru özsavunma örgütlenmesidir. Hem topluluk hem grup hem de birey olarak her kesin ve her kesimin kendini savunabilecek pozisyona getirmesi, kendi yaşamını garantiye alması ilk yapılması gerekendir.
Bunca soykırım saldırısına karşı sıradan, ürkek ve pasif bir savunma refleksi yaşamı savunabilir mi? Koruyabilir mi? Garantiye alabilir mi? Vasat bir savunmayı aşacak, meşru temeldeki özsavunmaya geçmek, varolmanın ve yaşamanın şartıdır. Savaşan halk gerçekliği özü itibariyle, tüm saldırıları gözeten, bu temelde de yaşayan, yaşamını ona göre örgütleyen bir savunma mekanizması oluyor. Her yerde, her zaman ve her şart altında -hatta şartlar ve koşullar ne olursa olsun- kendi yaşamımızın garantisini kendi elimizle almalıyız, ki kendimizi savunabilelim. Buna göre de yaşayacağız. Yaşarken de tüm savunma tedbirlerimizi en üst düzeye çıkartacağız.
Son tahlilde savunma işi bir örgütlenme ve silah kullanma işidir. İstediğimiz kadar silahlardan uzak duralım, kullanmayalım ama birileri alıyor ve son tahlilde bizin yaşamımıza kast ediyor. Bunun için Kürdistan’da özgürce yaşanmak isteniyorsa o zaman kesinlikle -mekan ve zaman şartları ne olursa olsun- mutlaka, şavaşan halk ferçekliği temelinde hem halkımızı yaşatmalı, hem de kendimizi onurlu bir yaşam için daha güçlü bir şekilde örgütlemeliyiz ki, faşist saldırılara karşı kendimizi koruyabilelim ve büyük bedellerle kazanılan değerleri savunabilelim.
Sömürgeciliği söküp atmak sadece devrimcilerin işi değildir
Ancak son olarak belirtelim, bu savunma işi sadece birilerinin işi olamaz. Öyle görülüyor ki biz Kürtler olarak ilk günden itibaren bir şeyleri yanlış yapmışız. O da savaş işini sadece gerillaya bırakmışız. Gerilla derken ifade ettiğimiz savaşta profesyonel olan, silah kullanan güçleri kast ediyoruz. Başûr’da bunun adı peşmergeydi. Bakur’da bunun adı gerillaydı. Rojava’da ise savaşçıdır. Bunların bağlı olduğu örgütler de vardır. Ancak bizim ifade ettiğimiz özsavunma, elbette salt bu güçler değildir. Bu güçlerin eskiden olduğu gibi yarın da önemli görevleri olacaktır.
Bakurê Kurdistan’daki direnişi örnek verecek olursak: Kürdistan’da 1984 yılından bu yana Kürdistan gerillası dünyada eşine ender rastlanılacak olan bir irade ve fedakârlıkla faşizme karşı direniyor. Bu direnişi ile gerilla Kürdistan’da üstü betonlanmış olan bir halkı gün yüzüne çıkardı, olağanüstü uğraştı ve nitekim tarihten silinmek istenen Kürt halkı, yeniden dünya sahnesine çıkabildi. Ancak Kürt halkının üzerindeki soykırım tehlikesi kalkmış değildir. Çünkü faşist sömürgeci rejim halen Kürtleri soykırımdan geçirme iddiasında. Halen kendi varlığını Kürtlerin tümden yok edilmesi üzerine kurmaya çalışmaktadır.
Özcesi, gerilla büyük direnmiştir, tarihi önemde ve değerde gelişmeler de ortaya çıkarmıştır. Ancak Türk sömürgeciliğini Kürdistan’dan söküp atamamıştır. Atamamasının birçok nedeni vardır. En önemli nedenlerinden bir tanesi, Kürdistan’ın devletlerarası bir sömürge olmasıdır. Başka bir deyimle, TC sömürgeciliği her geriletildiğinde yanı başında Kürdistan’ı bu statü altına alan güçler belirerek, Türk sömürgeciliğini ayakta tutmuşlardır. Her türlü askeri, maddi teknik, siyasi destekle yanında durmuşlardır. Bugün bir kez daha yanında durmaktadırlar.
Diğer önemli bir husus ise, Kürt halkı gerilla direnişine muazzam katkı sunmuş olsa da, sadece bunlar yardım olarak kalmıştır. Halbuki dünyanın her yerinde devrimler halkların eseri olarak ortaya çıkarlar. Halklar yürür ve devrimi yaparlar. Öncüler ya da bir avuç devrimci sadece katalizör rolünü oynarlar. Topluma öncülük yapar, yön verirler, destek sunarlar. Ancak son tahlilde devrimin kaderini belirleyecek olan, halkın kendi duruşu ve direnişidir.
Bu bağlamda yeniden belirtelim, sömürgeciliği söküp atmak sadece devrimcilerin işi değildir, olamaz da. Tüm toplumun özelde de gençliğin içersinde yer alacağı güçlü bir direniş ile ancak sömürgecilik sökülüp atılabilir. Bir halkın savunulması birkaç bin gerillayla yürütülebilir mi? Bir halkın tümü gerilla olmadıkça, yani kendi evinde, kendi mahallesinde, kendi köyünde, kendi ilçe ve şehrinde gerilla, yani özsavunma gücü olmasa, bir halkın savunulması mümkün olabilir mi?
TC faşist sömürgeciliğinin 700 bine yakın askeri bulunmaktadır. 300 bine yakın polisi vardır. Yüz bine yakın köy koruyucusu vardır. Ve en azından büyük miktarda paramiliter kontra gücü bulunmaktadır. NATO, Rusya gibi hegemon devletlerin Türk devletine verdikleri desteği de gözönüne getirdiğimizde böylesine bir güç ve desteğe sahip faşist bir güce karşı, devrimcilere-gerillaya tüm görevi yüklemek doğru olur mu?
Zaferi getirecek olan halkın duruşu ve direnişidir. Halkın devrimi sahiplenmesidir, halkın, devrimin bir nesnesi değil devrimin öznesi, devrimin sahibi olmasıdır. Halk derken de hiç şüphe yok ki buna öncülük edecek olan gençlik ve kadındır.
Faşizm Kürdistan’da bir vuruyorsa, Türkiye’nin metropolleri başta olmak üzere her yerde on vurmak, on kez daha fazla zarar vermek gerekir. Böyle olursa bırakalım faşizmin Kürdistan’a saldırmasını, Kürdistan’da çekilmesine bile yol açacaktır.
Bu bağlamda sömürgeciliğe karşı duruş ve direniş sadece devrimcilere-gerillaya bırakılmamalı. Gerillanın direnişine bakıp, “Bravo bizim gerillalar” da denilmemelidir. Gerilla saflarına katılma gerçekleşmelidir. Bu olmuyorsa bile, bir devrimci yurtsever gibi sömürgeciliğe karşı her yerde ve her zaman diliminde zarar verecek yönelimler içerisinde olmak, en doğru ve yerinde olan eylem olacaktır.
Bu durum Rojava, Güney ve Doğu Kürdistan içinde geçerlidir. Söz konusu Rojava’da bugün savaşan güçler YPG ve YPJ güçleridir, QSD güçleridir. Bilelim ki bir halkın kurtuluşu sadece bu güçlerin direnişi, fedailiği ve kahramanlığıyla gerçekleştirilemez. Bu güçlerle düşman darbelenebilir, geriletilebilir; ancak zaferi getirecek olan kesinlikle devrimi kendi davası görüp gerillayla aynı davada aynı ruhla mücadele eden halktır, savaşan halk gerçekliğidir.
Kasım Engin