HABER MERKEZİ –
“Karer… Aysız gecelerde büyüklerinden masal değil, her biri masallara özgü direniş hikayeleri dinleyerek büyüdü. Yıldızlara bakıp doğanın bu akıl almaz kanununa akıl erdiremediği gibi bunca hikayenin gerçekle bağını kurmakta da zorlandı. Hakikate erdiğinde aysız gecelerde büyüklerinden dinlediği, yüreğini bazen aysız gecelerdeki gökyüzü kadar karanlık ve bazen yaz günlerindeki kadar masmavi yapan o direniş öykülerinin sırrına da erdi. Masalsı, destansı, acılı, umutlu ve bir o kadar gerçek olan o öykülere ekleyecek yeni satırları vardı.”
Adı, soyadı: Karer TEKDEMİR
Kod adı: Seyit Karer Doğan
Doğum yeri ve tarihi: Ergani, 1985
Mücadeleye katlım tarihi: 2000, Kelareş
Şehadet tarihi ve yeri: 10 Haziran 2011/Kelareş, Şaho
Aynı çatı altında büyüdüğü dört abisiyle bu kez anı göğün altında koca bir dünyayı paylaşmak için dağların yolunu tuttu. Yeni bir isim vermedi kendine dağlarda. Bir direniş mirası olan adını değil ona hitap edilen mekanı değiştirdi. Karer adının kulaklarda en güzel yankılandığı dağları seçti o da aynı çatı altında büyüdüğü ağabeyleri gibi…
Yüreğimizin en narin, en yeşil, en kırılgan yerinde kendine yer buldu sonra. Sonra gül yüzlü yoldaşımız kendinden önceki binlercesi gibi, aynı çatı altında büyüyüp aynı göğe sevdalanan dört kardeşi gibi bizi onulmaz, anlatılmaz bir yarayla baş başa bırakıp o direniş hikayesinin kendine ayrılan boş yerlerini tamamladı.
Şimdi o direniş hikayesini kaldığı yerden tamamlamak bize düşüyor. Başarmaktan, bu acılara göğüs germekten, yitirmenin acısını en derinden yaşayan, dermanı da dağlarda arayan Karer’den sonra direncin sınırlarının olmadığının farkındayız çünkü. Direniş tarihine tanıklık eden bir yoldaşı olarak dilimiz döndüğünce O’nu anlatmak boynumuzun borcudur…
Bizler bu kutsal topraklara ayak bastığımız günden itibaren, yaşamın anlam ve önemini daha iyi kavramaya başladık. Dağların yüksekliğine gözlerim eriştiğinde, yüreğime dağlar kadar büyük bir özlemin, binlerce yoldaşın sığmasına şaşarım. Bilirim ki keramet bende değil Karer’in aysız gecelerde dinlediği o direniş hikayelerini yazanlardadır. Dağlar da yüreğim kadar benliğimin bir parçası oluverir. Gözlerimin eriştiği ve erişemediği her bir kuytuda, en yüksek zirvede gencecik bedenlerin yattığını düşündükçe beynimin almadığı bu gerçeği biraz da yüreğime pay ederim. İşte o zaman anlayabilir ve anlatabilirim bu kavganın kanununu. Yoldaşlarımın gözünden bakarım dünyaya. Son nefeslerini verirken hayatları bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti mi, keşkeleri oldu mu, birilerine söyleyecekleri son sözleri var mıydı? Vardır bilirim. Silahımla ve kalemimle tamamlamaya çalışırım yarım kalan soruları. Yarım kalan bu soruların cevabını yüreğimle ve beynimle vermeye çalışırım.
Kan, ter ve gözyaşlarıyla geçtiğimiz bu dağlarda yaratılan her şeyi diri bir hafızayla, kelimesi kelimesine yazmaya kararlıyım. Okuyanlar Karer’in gülüşünü gözlerinde canlandırabilsin, ışıklı gülüşünün ardındaki hüznün nedeninin direniş hikayeleriyle büyüdüğü dört abisinden ayrılmak olduğunu bilsin, öfke kıvılcımlarının nedeninin onu sevdiklerinden ayıran bu düşmandan intikam almak olduğunu bilsin diye yazarım. Karer’in yarımlarını, özlemlerini, umutlarını bilin de vicdanınız bilinciniz elverdiğince tamamlayın diye yazmaya kararlıyım. Oysa yazı yazmak gibi bir niyetim olmamıştı bu çalışmaya geldiğimde. Öncesinde rüyalarıma şehit yoldaşlarım girer ve ancak böyle cevap olabilirim ve onlarla diyaloga geçebilirim dedim. Şunu açık bir şekilde itiraf edeyim; benimki bir teselli değil onlarla sessizce paylaşımdır.
Karer yoldaşı ilk kez PKK eğitim devresinde iken tanıdım. Abisi Amed ile birlikte kalıyorduk, bizleri ziyarete gelmişti. Devremizde hem kardeş hem de yoldaş olan bazı arkadaşlar daha vardı, bizler takılırdık kardeşler toplantısı yapalım derdik, ama diğer ağabeylerinden haberim yoktu. İlk kez orada Karer dışında dört kardeşinin daha PKK saflarında olduğunu duydum. Gerçeğin sınırları beynimi zorladığında o karmaşayı biraz da yüreğimle düşünerek atlattığımı hatırlıyorum. Güzel yanlarını düşünüp onları kıskandığımı da hatırlıyorum. Karer’in sadece abisine değil tüm yoldaşlara olan sıcak ilgisi, aralıksız sorup durduğu sorular sayesinde bu fesat duygu yer bulmadı benliğimde. Yerini kısa sürede imrenmeye bıraktı. Kısa sürede süren o doyumsuz sohbet benim hayatımın film şeridinden bir kesit olacak ilerde. Buna eminim…
Kandil alanına düzenlemelerimiz olduğunda kaldığımız yerler bir birine yakındı, sık sık görüşürdük. 2007 yılının Aralık ayının ortasında sömürgeci Türk devletinin medya savunma alanlarına yönelik yaptığı hava saldırısında İlk defa yaralandığında, bizler ona takılıp duruyorduk, “sen de yaralandın, eskidin artık” derdik. Bizim yakıcı gerçeğimiz, bizden başka hiç kimsenin kavrayamayacağı bu gerçek Karer’i amma da mutlu etmişti. Yarasının sızısını duymuyordu bile. Gururla gülümsüyordu.
Sırtımızda anıların çelikten ağırlığı, gözlerimizde birlikte kurduğumuz hayallerin ışığı, yüzümüzün haritasında beliren karlı dağlar, çiçekli dallar, berrak gökyüzü, doruklardan bahara yol açarak sevinçle ilerleyen kar suları, her şey ama her şey onlara dair. Gidenlerimize dair…
Birçok arkadaşımızı ya kendi ellerimizle sakladık ya da onlara elimiz dokunmadan düşman bizden uzaklaştırdı. Onlarla birlikte ağlarken, gülerken, mevzide ölümle hesaplaşırken ve ansızın gittiklerini duyarken yüzümüzden dört mevsim gelip geçiyor, hızına yetişemediğimiz zaman gibi. Yağmurlar yağıyor, ardından gökyüzü başka hiçbir rengin sokulamayacağı kadar mavi oluyor. Sonra zemheri soğukluğunda bembeyaz kesiliyor çehrelerimiz. Anılar mevsim dönümleri gibi sıraya girer belleklerimizde.
Karer arkadaşın şehadetini duyduğumuzda inanmayan gözlerle baktık. Ölüm neden hep böyle sinsi, hep böyle ansızın gelir, sanki onu çoktan sofralarımıza buyur etmişiz de unutmuşuz! Nafile bir sitem bu! Her ölüm erken ölümdür, bilmez miyiz sanki! Yaşamlarımızı namlunun ucuna sürdüğümüz kavgamızda, bu kanunu kimse bize öğretmeden, yüzlerce kez yaşadık yürek çatlatırcasına. Ama yine de ruhumuz bir fırtınaya tutulur gibi titriyor her giden yoldaşımızla birlikte. Ve bunlar canımızdan daha çok sevdiğimiz özgürlük yolcuları ve niceleri Şehit Xanê, Şehit Jiyan, Şehit Tekoşin, Şehit Zilan Pepule, Şehit Alişer, Şehit Hasan, Şehit Şervan ve diğerleriyle ruhumuz bir isyanın ayak sesleri gibi inler yine de. Ölümlerle koyun koyuna yaşamak da değiştirmiyor, her seferinde çoğalan ve içimizde büyüyen o koyu özlemlerimizdir ayakta tutan. Ama onlardan geriye kalanlar, karanlığı yırtan tan vakti gibi içimizdeki hüzün dağları ardından beliriyor.
Karer’in gülüşü de içimizdeki karanlığı yırtarak ilerliyor. Kendine bir yer buluyor. O gülüşü ve derin bakışları kalıyor bize. O aklımızdayken, baharın başka iklimlere fırsat vermesini beklemeyin sakın! Karer öyle ağız dolusu gülerken, kavganın tüm zorluklarını sıcacık gülüşünde öğütebilmişken ve bir gülüşün paha biçilmez değerini bize birlikte savaştığımız dönemde öğretmişken, sakın ha! Başka mevsimler gelmesin aklınıza. Gençliğine yaraşır yaşam sevincini, iyi niyetini, duru kişiliğini kıvrak zekasıyla böylesine açıklıkla bizlerle paylaşmışken, hayatının her saniyesini sevmek yönlendirmişken, bizlere yüreğinin kapılarını açmışken sonuna kadar, O’nun yokluğunun direncimizi ve yaşama sevincimizi azaltmasına izin vermek O’nu anlamamaktır. Bunu bilerek yaşıyoruz. Onunla çoğalarak…
Sen, gökyüzünün masmavi, parçalı bulutlarla süslenmiş, sonsuzluğa giden deryanın yolcusu! Sanma ki seni unutacağız. Bunca yitirmeye dayanmanın sırrını en iyi sen bilirsin. Aynı çatı altında büyüyüp sonra aynı göğün altında aynı serüvenin parçası olduğun ağabeylerini yitirdiğinde seni ayakta tutan şey ne ise biz de öyle ayakta dimdik duruyoruz. Unutmak ve alışmak sözcükleri hiç uymuyor bu kavganın kanununa. Direnmek cümlelerimizdeki boşluğu tamamlıyor belki. Sevmek, paylaşmak, özlemek, umut etmek, sözünde durmak tamamlıyor da unutmak ve alışmak yakışmıyor bu sözcüklerin yanına. Işıklı gülüşünü hatırladıkça ayakta durmak için yeterli gerekçelerimiz oluşuyor böylece. Kelareş’te gözlerin bir boşluğa takılı gibi donup kaldığında merak ettiğin şey belki de ardındaki hayat idi. Onu da anlatayım…
Işıklı gülüşünle kalbine sızdığın herkesin, büyüklerin, küçüklerin, çocukların, yoldaşlarının sevgilisi Karer yoldaş. Her sohbette adın mutlaka geçiyor.
O unutulmaz özlemlerin, umutların dilinde seninle yoldaş olmak, vazgeçilmez tutkularımızın ve inançlarımızın adıydı. Bir şeylerin eksik kaldığını anlamaya başladığımızda, acının ulaşabildiği son sınırda idik artık. Ve tarifsizliğe gülümseyen sen vardın yüreklerimizde.
Kelareş’in doruklarını avuçlayan gözlerimizi ovuşturuyoruz. Çünkü ne zaman baksak, gerçekle düş birbirine karışıyor. Seni görüyoruz orada, ayak bastığın her karış toprağında ülkemin. Her günün, adın gibi inançlarımızı yeniden doğurduğuna bütün kalbimizle inanarak, yaşayarak, hissederek serpiştiririyoruz suları yüzümüze. Rojbaşlarımızda senin ışıklı gülüşün var. Soğuk sabahların asık suratını böylece güldürüyoruz. Her görev sonrası, dönüşte sıcak çayın uzatılışındaki bakışları, omuzlardaki yorgunlukları dindiren sevecenliği, şefkati hep birlikte duyumsuyoruz. Sen de bizimle yürüyor, ter döküyorsun. Çayı alırken, dokunan o sıcaklığın yanında senin soluğunu duyar gibi oluyoruz.
Öylesine yüksek bir dağ zirvesindeydik ki; Hangi amansızlık bizi yenebilirdi ki? İnanmazdık buna. Ve biz o doruklarda haykırmasını, meydan okumasını severdik hayatı kirletmeye çalışan her türlü zulme karşı. Kandil’in ayaklarımızın altında serili olduğu o zamanlarda, doruklardan aşağıya bakarken her şeye hükmedebileceğimize inanan o öz güven var hepimizde.
Dağların kuytuluklarında ve yüreğimizde mutlak kendine bir yer edinen her yoldaşımız gibi seni de bir şey söküp alamaz yüreğimizin en kırılgan, en narin ve en yeşil köşesinden…
Yol arkadaşlarından
Zeynep Pazarcık