BEHDİNAN – PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Dengê Welat radyosunun özel programına katılarak soruları cevapladı.
Murat Karayılan değerlendirmelerinde şunları belirtti:
1 Haziran 2004 Hamlesi’nin Kürdistan Özgürlük Mücadelesi için anlam ve önemi nedir?
Öncelikle 1 Haziran Hamlesi’nin 17’inci yıldönümünü Önder Apo’ya, kahraman şehitlerimizin ailelerine, tüm halkımıza, demokratik insanlığa ve tüm yoldaşlara kutluyorum. Bu yıldönümü vesilesiyle tüm 1 Haziran şehitlerimizi, Erdal, Adil ve Nûdalardan, Reşit, Rojîn, Hüseyin, Delal ve Atakanlara; yine Zeki ve Helmetlerden, Zîn, Çiçek, Kasım, Yılmaz, Dilşêr, Nûjîn ve Hewramlara kadar tüm kahraman şehitlerimizi saygıyla anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Onların izinden gideceğiz ve hayallerini gerçeğe dönüştüreceğiz. Kahraman şehitlerimizin gerçeğine yanıt olacağız. Bu sözümüze bağlıyız ve bu vesileyle bir kez daha sözümüzü yineliyoruz.
Biliyorsunuz; Önderliğimize karşı gelişen Uluslararası Komplo ardından 5 yıl boyunca savaş durdu. Önderliğimiz Kürt sorununun barışçıl-demokratik yöntemlerle çözülmesi için çok büyük çabalar sergiledi. Ama buna karşı sömürgeci Türk devleti Komplo’nun yok etme ve tasfiye çizgisinde ısrar etti. Hatta içimizdeki bazı çeteler yoluyla Hareketimizi Önderlikten koparmak istediler. İşte düşmanın bu yok etme çabaları ve komplo çizgisini yürütmesine karşı 1 Haziran Hamlesi gündeme girdi. 2004’te KONGRA GEL İkinci Kongresi’nde bu bir karar olarak alındı ve bu tarihsel hamle böylece başlatıldı.
1 Haziran 2004 Hamlesi, ikinci bir 15 Ağustos Atılımı gibidir. 15 Ağustos Atılımı diriliş devrimini yarattı ve yok olmanın, erimenin önüne geçti. Bu temelde sonuç da aldı. Ancak 15 Ağustos’a karşı Uluslararası Komplo gerçekleşti. Uluslararası Komplo’yla Kürdistan’da soykırım siyasetini hakim kılmak istediler. Buna karşı da 1 Haziran 2004 Devrimci Hamlesi gelişti. 1 Haziran Atılımı’nın amacı komployu boşa çıkartmak ve Kürt sorununu çözmektir. Devleti masaya gelmeye mecbur kılmak, bu şekilde Kürt sorununun çözümünü geliştirmek ve Türkiye’yi demokratik bir ülkeye kavuşturmaktır. Yani genel olarak amacı Demokratik Kurtuluş’tur.
Esasında 1 Haziran Atılımı da sonuç almıştır. Komployu boşa çıkarmış, devleti masaya getirmiştir. Fakat Kürdistan’ın bazı özellikleri vardır. Bu konuda iki engelden bahsedilebilir: Bunlardan birincisi ülkemiz Kürdistan sıradan bir sömürge ülke değildir. Yani sadece bir devlet ya da dört devletin işgalinde değildir. Hayır; Ortadoğu’daki devletlerarası sistem, Kürdistan’ın inkarı üzerine kurulmuştur. Yani Kürdistan üzerindeki sömürgecilik, uluslararası bir sömürgeciliktir. Sadece bölgesel değil, aynı zamanda uluslararasıdır. Bir bu yanı vardır.
İkincisi ise, Türk sömürgeciliğinin zihniyet yapısında Kürtleri tanımak ve Kürtlerle birlikte ve eşit yaşamak yoktur. Onlar Kürtleri eritmek, köleleştirmek ve son tahlilde Türkleştirerek yok etmek istiyorlar. Onlar hep bu zihniyet temelinde hareket etmişlerdir. Her ne kadar zorlanıp masaya gelmiş olsalar da, bunu özel savaşın bir taktik aşaması olarak uygulamak istediler. Yani Türk sömürgeci zihniyeti ile uluslararası güçlerin yaklaşımı, Kürt sorununu bir kördüğüm haline getirmiştir. Bu şekilde çözümün önünde de engeldir. Bakın; daha Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk dönemlerde Kürtlerin özerkliğinden bahsetmişlerdir. Mustafa Kemal kendisi bunu söylüyor. Fakat hemen ardından 1923’te Lozan Antlaşması oluyor. Orada Kürt inkarı esas alınınca Türkler de siyasetlerini değiştiriyorlar ve inkar siyasetini esas alıyorlar. Bu durum bugüne kadar süregelmiştir.
Mesela şimdi Türkler inkar siyasetini yürütüyorlar ama ABD ve AB ülkeleri de Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni terör listesine almış ve sömürgeciliği destekliyorlar. İşte Kürdistan üzerinde böyle bir sistem vardır. Mesela ’91-’92-’93 yıllarında Türk devleti mücadele karşısında zayıfladı; Kürt sorununu çözebilirdi. 15 Ağustos Hamlesi kendisiyle beraber diriliş devrimini geliştirmişti ve aslında zemin yaratmıştı. Hatta o zaman Demirel, ‘Kürt realitesini kabul ediyoruz’ demişti. Yani bu şekilde gündeme girdi. Sonrasında Turgut Özal’ın bu yönlü çabaları oldu. Ama hem içeriden hem de dışarıdan buna müdahale edildi. Bize karşı Uluslararası Komplo ilk kez o zaman gündeme girdi. Güney Kürdistan’da bir yönetimin kurulması için PKK’ye karşı savaşma şartı konuldu. Kürtler arasında iç savaş çıkardılar; sonrasında Türk devletini desteklediler. ‘91’den başlayıp ‘98’in sonuna kadar gelişen süreç içerisinde birçok ölüm gerçekleştirdiler; katliamlar yaptılar. Faili meçhul adı altında 17 bin 28 olay yaşandı. Bunların hepsini devlet yaptı. Devlet yaptı ama kayıtlara faili meçhul olarak geçti. Kuzey Kürdistan’da 4 bin köyü yaktılar, yıktılar, boşalttılar. On binlerce insanımızı işkencelerden geçirdiler ve zindanlara attılar. Katliam yaptılar. Yani bunların hepsi dış güçlerin desteğiyle gerçekleştirildi. İçerisi ve dışarısı birbirini tamamladı. Öyle oldu ki devlet, mafya, siyaset iç içe geçti. Susurluk Kazası’yla bu da ortaya çıktı. Ama yine de Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ni yok edemediler. Bunun için bu sefer, doğrudan Uluslararası Komplo devreye girdi. Onlar, Önderliğimizi esir alırlarsa, devrimin darbeleneceğini ve hatta tasfiye olacağını düşündüler. Bunun için, ABD öncülüğündeki Uluslararası Komplo bütün uluslararası yasaları çiğneyerek, Önder Apo’yu kaçırarak Türk devletine teslim etti.
1 HAZİRAN ATILIMI BAŞARILI OLDU
Amaçları, tabii tasfiye etmekti. Bu bir yaklaşımdır. Buna karşı Önder Apo dahiyane bir duruş geliştirdi; siyasette bir yenilenme geliştirdi; hareketimiz de arkasında durdu. Önder Apo yine de çözüm çabasında bulundu. Ama onlar imha siyasetinden vazgeçmediler. Az önce de belirttiğim gibi bundan dolayı 1 Haziran Atılımı devreye girdi. 1 Haziran Atılımı da esas olarak başarılı oldu. Mesela devlet 2008’de Oslo’da masaya oturmak zorunda kaldı. Buna kimi kurumlar aracılık etti. 3 yıl boyunca Oslo görüşmeleri oldu. Sonrasında bu süreci bozdular; PKK’yi Tamillere uygulanan yöntemlerle yok edeceklerini düşündüler. Nasıl ki Sri Lanka Tamilleri tasfiye etmişse, Türk devleti de aynısını yapabileceğini düşündü ve 2011 yılının ikinci yarısında saldırıya geçtiler. Ancak 2012 yılı sonunda tıkandılar ve esas olarak yenildiler. Bunun üzerine yine masaya geldiler; Önderlik’le İmralı’da yürüttükleri tartışmalar 2 buçuk yıl sürdü. Hatta bu her iki süreçte de birer protokole ulaşıldı. Dolmabahçe Protokolü bilinmektedir. Bunu Erdoğan reddetti; yani Dolmabahçe’de kurulan masayı devirdi. Aslında Oslo tartışmalarının sonunda da ortak bir protokole ulaşılmıştı. Yani Mayıs ayında her iki tarafın heyetleri ortak bir protokol hazırladı ve kabul etmesi için Mayıs 2011’ de hükümete sunuldu. Ancak Erdoğan onun ardından, Temmuz ayında bize karşı savaş ilan etti.
Buradan da anlaşılıyor ki, Türk devletinin zihniyet yapısı çözüme açık değildir. Ama çözümsüzlüğün her daim bir dış ayağı da vardır. İşte bu son dönemde, yani 2015 yılında bir kez daha, yani üçüncü kere dışarıdan müdahale gerçekleşti; Uluslararası Komplo devreye girdi. Ne yaptılar? Türk ordusunun gerilla karşısında yenilmemesi için çağın bütün teknolojisini Türk devletine teslim ettiler. Kimileri formül verdi; kimileri parça verdi; bir çok yöntemle Türk ordusunu çağın yeni teknolojisiyle yeniden donattılar. Bunu, gerilla karşısında başarılı olabilmesi için yaptılar. Bu, uluslararası bir müdahaledir.
Kısacası şimdiye kadar uluslararası güçler tarafından 3 sefer hareketimize dönük Uluslararası Komplo biçiminde müdahale gerçekleşmiştir. Biri, ’92-’93; biri, ’98-’99; diğeri de 2015-‘16’da Türk ordusunun bize karşı başarılı olması için teknolojik açıdan donatarak ve Türk devletinin hareketimize dönük saldırılarına böylece siyasi ve askeri destek vererek gerçekleştirdiler. Son 6 yıldır bu temelde savaşıyoruz. Türk devleti, uluslararası güçlerin bu tutumundan hep istifade ediyor. Onlar da içlerinden, kendi zihniyetlerine göre planlar yapıyorlar. Kürdistan üzerine gizli planları vardır. Şimdi de devlet içerisinde hiçbir zaman birbiriyle uyuşmayan, birbirleriyle zıt güçler Kürt karşıtlığında bir araya gelmişler ve ittifak kurmuşlar. Ancak bu kez daha geniş bir konseptle yaklaşıyorlar. Bu sefer sadece PKK’yi tasfiye etme değil, Kürt halkının bütün parçalardaki tüm kazanımlarını tasfiye etmek için yeni bir konsept üzerinde kendi aralarında uzlaşmışlar. Son 6 yıldır biz bu konsept temelinde bir savaş halindeyiz. Burada bir kez daha onlar sonuçsuz kaldılar, şimdiye kadar başarabilmiş değiller.
Türk devletinin bu çıkmazdan kurtulmasının tek yolu vardır. Nedir? Kürt sorununun Türk devleti ve uluslararası güçler tarafından kabul edilmesidir. Kürdistan halkı bu topraklarda bir gerçekliktir. Köleleştirilemez ve yok edilemez. Halkımızın da bu topraklarda özgür yaşama hakkı vardır. Türk, Arap ve Fars halklarının ne hakkı varsa, Kürt halkının da aynı hakları olmalıdır. Bunu kabul etmelidirler. Biz şimdi bunun savaşını veriyoruz. Biz yalnızca Kuzey Kürdistan topraklarında savaşmıyoruz; biz Ortadoğu’da Kürtleri inkar eden bu zihniyete karşı direniyoruz. Bu nedenle tabi bu savaş birçok aşamadan geçti; uzun sürdü. Esas olarak 1 Haziran Atılımı sonuç aldı ama işte bu şekilde önünü aldılar. Mesela 2012 yılında Türk devleti adeta yenildi; Kuzey Kürdistan dağlarını bile kontrol edemez hale geldi. Birçok yeri kontrol edemiyordu. Önce savaşı durdurdular, zaman kazandılar; sonra da Türk devleti JÖH-PÖH adıyla yeni ordu kurdu; bir de bize karşı savaşabilmeleri için yeni silahlar verdiler.
Şimdi halkımız Avrupa, vb. yerlerde PKK’nin “terör listesi”nden çıkarılması için gösteriler yapıyor. Bu çok yerinde bir şeydir. Yani ABD ve AB, Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni “terörist” gördüğü sürece, Türk devleti de inkar siyasetini yürütecek, Kürt halkına yönelik katliamlar geliştirecek, yasaklanmış silahları kullanacaktır. Çünkü, bu terör listeleriyle zaten o devletlerden onay almış oluyor. Bunun için de mücadelemiz gerçekten çok yönlü olmalı. Belki tüm devletler bugün tıpkı Türk devleti gibi Kürdistan’ın yok edilmesini ve soykırımdan geçmesini istemiyor olabilirler. Ama onlar çıkarlarını düşünüyorlar ve ‘bölgeye istikrar lazım’, ‘Türk devleti NATO üyesidir’, ‘PKK’nin zayıf olması gerekir’, vb. çerçeveden şimdi Türkiye’yi destekliyorlar ve Türkiye’nin bu işleri yapmasına yol veriyorlar. Fakat Türk devleti de bunlardan yararlanarak tüm Kürtlerin bütün kazanımlarını ortadan kaldırabilmek için geliştirdiği yeni konseptine göre şu an hareket ediyor. Bizim savaşımız şimdi bu temelde yaşanıyor.
Bazên Zagrosê ve Cenga Xabûr direniş hamleleri 36’ncı gününe girdi. Bu direniş için neler söyleyebilirsiniz?
Türk devleti 96 yıldır Kürdistan’da devlet terörü uyguluyor. Biz bu devlet terörüne karşı kendimizi savunuyoruz. Halk olarak doğal haklarımızı savunmak istiyoruz. Direnişimiz bunun içindir ve meşru bir direniştir. Bugün hangi ülke Kürdistan gibi işgal edilse, oranın halkı da direnir. Varlık için bu gereklidir. Yani biz devletin terörüne karşı direnmemize rağmen, onlar bize “terörist” diyorlar. Çok haksız bir şekilde bu hegemonik devletler de çıkarları uğruna bizi terör listesine koymuşlar. Bu durum bir hakikattir.
Sorunuza gelecek olursam; bundan 5 gün önce HPG-BİM, savaşın bir aylık bilançosunu yayınladı. Doğrusu düşmanın şu an Güney Kürdistan’ın Avaşîn, Zap ve Metina bölgelerine yönelik saldırıları, bir konseptin devamıdır. Aynı konsept çerçevesinde, tamamı olmasa da Xakurkê’nin birçok bölgesini işgal ettiler, askeri üsler kurdular. Yine Heftanîn’i işgal ettiler. Yani Güney Kürdistan’a yönelik bir konsept yürütülüyor. Adım adım işgal etmek istiyorlar. Şimdi ilk kez Türk devleti böylesi geniş bir alanda tank, top, savaş uçağı, keşif uçağı ve helikopter gibi her çeşit silahı kullanıyor. Buna karşı Kürdistan Özgürlük Gerillası ise yeni taktiklerle savaşıyor. Bu durum, Türk devletini şaşkına uğratmış ve tıkatmıştır. Bundan dolayı işgal planlarını tam olarak uygulayamıyorlar. Bazı yerleri işgal etmişler ama oralarda da hakimiyetlerini kuramıyorlar. Bu, çok çok önemli ve dikkat çeken bir şey. Yani çağın bütün tekniğini elinde bulundurduğunu söyleyen ve ‘nereye gitsem alırım’ diyen bir devlet, şimdi tıkanmış durumdadır. Bu çerçevede doğrusu savaşın sonuçları çok önemli ve enteresandır.
YENİ GERİLLA TARZI ÇAĞIN TEKNİĞİNİ BOŞA ÇIKARMIŞTIR
Fakat maalesef biz bunu kamuoyuna ve dünyaya tanıtamıyoruz. Bu konuda yaşanan bir takım yetersizlikler var. Diğer yandan Türk devleti bu savaş hakkında hiçbir şey yayınlamıyor, her şeyin üzerini örtüyor; halkıyla bile hiçbir şey paylaşmadığı gibi, askerlerine bile bir şey demiyor. Örneğin bir yerde askerler ölüyor; o askerlerin hepsini alıp helikopterlerle götürüyor; sonra onların yerine yenisini getiriyor ama o yeni gelenler, kendilerinden öncekilerin orada öldüğünü bilmiyor. Orada kendisinden önce ne yaşandığını bilmiyor. Türk devleti bu şekilde çok kapalı bir savaş yürütüyor. Bu savaşta birçok kayıpları vardır; bunlar bilançoda ilan edilmiştir. Bir tıkanma yaşamaktadırlar. Mesela şu an 36’ncı gündür; hala bazı yerleri alabilmiş değil. Zendûra, Mervanus ve Avaşîn’in daha birçok yerinde 36 gündür çabalıyor ama alamıyor. Tabi bu savaş tarihinde yeni bir durumu ifade ediyor. Kürdistan Özgürlük Gerillası, Önder Apo’nun ideolojisi, zihniyeti ve felsefesi ile kazandığı irade, kendisinde yarattığı cesaret, geliştirdiği fedai ruh, en önemlisi de insanda geliştirdiği yetenek ve geliştirdiği yeni gerilla tarzı ile çağın tekniğini boşa çıkarmıştır. Yani bu savaşın göz önündeki en belirgin sonucu budur. Bugün orada günlük olarak bütün teknoloji, hem de çok kapsamlı bir şekilde kullanılıyor ama Kürdistan Özgürlük Gerillası karşısında istediği sonucu alamıyor. Bu neyi gösteriyor? İnsanın gücünü gösteriyor.
Önderliğimiz, en yüksek tekniğin insan olduğunu belirtmişti. Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın 36 günden bu yana geliştirdiği direniş, insan iradesi ve yeteneğinin gücünü göstermektedir. Yani cesaretli, fedai, akıllı hareket eden ve yaratıcı yaklaşan bir insanın, büyük bir orduyu bütün tekniğiyle beraber nasıl boşa çıkaracağını gösteriyor. Bunun için de, 36 gündür süren bu savaşın sonuçları çok önemli ve tarihi bir değerdedir. Tabi her şeyi burada yorumlamak durumunda değiliz. Tarafsız gözlemciler ve askeri uzmanlar bu sonuçları değerlendirmelidirler. Yani bizim hem bunları yapmamız ve hem de yorumlamamız belki tek taraflı olarak nitelendirilebilir. Ama bugün gerçekten Zagros eteklerinde, Avaşîn, Zap ve Metina’da büyük kahramanların sayesinde yazılan destanlar, çok önemli, tarihi ve yeni bir şeydir. Her şeyden önce şunu söylemek istiyorum ki; aralarında Arap ve Türk Apocuların da olduğu Kürdistanlı genç kızların ve erkeklerin gösterdiği ruh, cesaret ve yaratıcılık yalnızca saygı duyulacak bir şeydir ve çok değerlidir.
Bugün Avaşîn, Zap ve Metina’da bugüne kadar ortaya çıkan sonuç, Garê Zaferi’nin devamıdır. Türk devleti Garê’yi gizleyemedi; Erdoğan, ‘başarısız olduk’ demek zorunda kaldı; fakat şimdi ondan tecrübe almışlar ve çok ustaca gizliyorlar. Yani buralarda da aynı Garê’nin sonuçları vardır; hatta bazı alanlarda çok daha güçlü sonuçlar vardır fakat devlet gizliyor. Dediğim gibi üzerinde çok genişçe durmayacağım. Açıklamalarda vardır ama gerçekten de gözlemciler gelip görmelidirler. Uzaktan da olsa sonuçları göz önünde bulundurmalı ve ona göre yorumlamalıdırlar. Böyle bir gerçeklik vardır.
Günümüz savaşında Kürdistan Özgürlük Gerillası, arazinin genişliğini ve derinliğini, uzman tim savaş tarzıyla yaratıcı ve ustaca kullanıyor. Arazinin genişliğine ve derinliğine koordineli tim savaşıyla kullanılması, yeni bir savaş tarzını ifade ediyor. Bu anlamda gerilla yeni bir döneme girmiştir. Bu, bizim için böyle olduğu gibi, bütün dünyadaki gerilla mücadeleleri için de aynı şey geçerli olmak durumundadır. Gerilla, bugün Kürdistan topraklarında yeni yöntemler geliştirerek yeni bir döneme girmiş bulunmaktadır.
Bunun yanı sıra gerilla yer altını da kullanıyor. Yani tünel savaşını da uyguluyor. Bu da tabi gerilla açısından yeni bir şey. Gerilla bu şekilde uyguladığı yeni yöntemlerle düşmanın tekniğini etkisizleştiriyor ve boşa çıkartıyor. Bu savaşın ikinci yanı da budur.
Üçüncüsü; Kürdistan Özgürlük Gerillası, karadan ve yer altından yürüttüğü savaşın yanı sıra havadan da savaşıyor. Şimdi Şehit Delal Hava Savunma Birlikleri bir rol oynuyor. Düşman, bu güçler üzerine çok tartışıyor. Belki halkımız da merak ediyordur. Fakat Türk devlet yetkilileri her zamanki gibi, “kim yardım etti; nereden gönderildi” türünden birçok soru soruyorlar ve üzerinde tartışıyorlar. Tabi biz her şeyi belirtmek istemiyoruz. Fakat şunu söyleyebilirim: Biz eğer her şeyi açığa çıkarırsak, PKK gerillasının bu dağlarda gelmiş olduğu yaratıcı düzey karşısında herkes şaşkına döner. Bu dağlarda biz her şeyi yaratabiliyoruz.
Size bir örnek vereyim: Hulusi Akar kendisi, geçtiğimiz günlerde elimizde bulunan silahları saydı ve tek tek adlarını söyledi. Orada ne dedi: “Zagros silahını kullanıyorlar” dedi. Peki Zagros silahını kim yaptı; bu Zagros silahı kimin silahıdır? Zagros silahı Kürdistan menşeilidir ve Kürdistan dağlarında yapılmıştır. Ancak o kadar etkili bir silahtır ki, gören bütün devlet yetkililerin dikkatini çekmektedir. Yani bizlerin devletlerden yardım almamıza gerek yoktur. Biz kendimiz her şeyi yapabiliriz ve yapıyoruz. Hava güçlerimizin kullandığı malzemeleri de büyük oranda kendimiz yapıyoruz ve ileride bu daha fazla açığa çıkacaktır.
Tabii bunun üzerinde çok fazla durmaya gerek yoktur ama şu vardır: Kürdistan Özgürlük Gerillası her konuda derinleşmektedir. Ancak mevcut derinliği bile biz yetersiz görüyoruz. Daha da fazla derinleşmeli. Tabii ki bunları söylerken her şeyimizin dört dörtlük olduğunu söylemiyorum; gerçekten birçok eksikliğimiz vardır. Ve bu eksikliklerimizden dolayı halkımıza, Önder Apo’ya ve şehitlerimize özeleştirimizi veriyoruz. Ancak bütün bu eksikliklerimize rağmen Garê direnişinde de, bu son 36 günlük gelişen savaş sürecinde de gerilla düşmanın gelişmiş teknolojisine karşı yenilmezliğini ispat etmiştir. Şu an en büyük gerçeklik budur.
Gerilla savaşıyor, direniyor. Peki bunun yanında kamuoyunun, özelde de Başûrê Kurdistan siyasetinin duruşunu nasıl görüyorsunuz?
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, gerillanın direnişi yalnızca Avaşîn, Zap ve Metina’da yoktur; Heftanîn, Xakurkê, Botan, Dersim, Mardin, Amed, Serhat’ta da vardır. Türk devleti Kuzey Kürdistan’da süren savaşı büyük bir sansürle gizliyor. Biz de koşullar gereği birçok şeyi geç açıklamak durumunda kalıyoruz. Ama bütün Kuzey Kürdistan’da ve Güney Kürdistan’da bugün bir savaş vardır.
Türk devleti Güney Kürdistan’a yönelik işgal saldırısı başlattığında biz yurtsever güçlerin destek sunmasını bekliyorduk. Gizli veya açık bir şekilde bize yardım edecek güçlerin olacağını düşünüyorduk. Hatta bunun için pêşmergeye dönük çağrılar da yapıldı. Çünkü düşman Kürdistan topraklarını işgal ediyor ve bunu yeni bir konsept temelinde yapıyor. Nereyi işgal ederse, hiç çıkmayacak şekilde oraya yerleşiyor. Yollar yapıyor, üsler kuruyor. Örneğin şu anda Şemzînan’dan Mamreşo’ya yol götürüyorlar. Mesela hiçbir güç, hiçbir devlet topraklarının başka bir güç tarafından bu şekilde kalıcı işgal edilmesine sessiz kalmaz, karşı çıkar. Nedeni ne olursa olsun! Fakat şimdi acayip bir şekilde sessizlik var. Ne Irak Devleti tarafında, ne de bölgesel hükümet tarafında gözle görülür bir tepki yoktur. Bu konuyu yorumlamak istemiyorum; ileride durumlar biraz daha netleşince, o zaman konuşacağım ve bazı şeyleri söyleyeceğim. Ama şu an sadece şunu diyorum: Bu bir gaflettir. Özellikle de Güney Kürdistan’da şu an iktidar olan siyaset, bu konuda Türk devletinin gerçek stratejisini görmüyor. Bu bir gaflettir. Bu, Kürt halkının geleceğine büyük bir zarar verecektir. Bu şekilde Kürt halkının bütün kazanımları tehlikeye girmektedir.
Şu an çok dikkat çekici bir şekilde sessizlik var ve hatta basın yoluyla, yine konuşturulan bazı kişiler aracılığıyla yaşanan direnişi sıradanlaştırıyorlar. Mesela şu anda Güney Kürdistan alanında destan yazılıyor. Bir grup gerilla bir dağda 30 gün boyunca bir orduyu durduruyor ama bu sıradanlaştırılıyor ve hatta ‘onlar orada ne arıyor; savaşlarını Türkiye’ye götürsünler’ diyorlar. Türkiye’de zaten savaş var. Ama aynı şeyi Türk devletine demiyorlar. “Topraklarımızı işgal etmiş, yol yapıyor” demiyorlar. Türk devletini tanımak isteyenler Efrîn’e baksın. Efrîn’de şimdi ne yapıyorlar? Etnik temizlik yapmıyorlar mı? Köy köy Kürtlerin elinden almıyorlar mı? Kürtlerin namusuna saldırıp evini toprağını, elinden almıyor mu? Türk devlet gerçekliğini anlamak isteyen kişi Efrîn’e baksın! Ama bunu demiyorlar; “PKK niye savaşını buraya taşıyor” diyorlar. Biz savaşı buraya getirmemişiz; Türk devleti buraya geliyor. Ve biz de bu vatanın evlatları olarak ülkemizi savunuyoruz. Biz, bu ülkeyi savunurken, bazılarının yanımızda yer alacağını bekliyorduk. Böyle olmasa da sorun değil; biz kendimize güveniyoruz ve direneceğiz. Savaşacağız ve düşmanı yeneceğiz. Kararlılığımız budur.
Fakat özellikle bir kısım basın çok saygısızca yaklaşıyor. Arkadaşların şehadetini, sanki orada bir tavuk ölmüş gibi yansıtıyorlar. Bundan 4 gün önce çok değerli dört arkadaşımız, bu halkın dört fedai militanı sivil bir şekilde tedaviden dönerken bazı ajanların peşlerine düşüp ihbar etmeleri sonucu, düşmanın hava saldırısıyla şehit düştüler. Ama sanki sıradan bir şeymiş gibi, adeta ‘burada ne geziyorlar’ diyorlar. Bugün göz önünde olan şey nedir? Türk MİT’i Güney Kürdistan’da tam özgürdür. Türk ajanları her yere özgürce gidebilirler ve teftiş edebilirler. Bu olacak şey mi? Bu ajanlara karşı hiç mi tedbir yok? Ancak buna rağmen, ‘neden düşmana buradan bilgi veriliyor’ demeyip de, ‘neden PKK’liler buradan geçiyor’ diyenler oluyor. Biz bunun ne anlama geldiğini biliyoruz. Fakat dediğim gibi bu konuda şu an konuşmak istemiyorum. Biz, bu tutumlarını değiştirmelerini umut ediyoruz. En azından sessiz kalmak, meşrulaştırmak ve onaylamaktır. Şu an böyle olumsuz bir durum vardır.
Türkiye’nin konsepti sadece PKK’ye yönelik değildir. Onlar hep PKK diyorlar ama düşmanı biraz okusanız, söylemlerinin içeriğine baksanız, onların bütün Kürtleri hedef aldığını görürsünüz. Bunun artık görülmesi gerekiyor.
Tabi hem Güney Kürdistan halkımızın, hem de diğer parçalardaki halkımızın Türk sömürgeciliğine karşı olduğunu biliyoruz. Kim ağzını açsa Türk devletinin Kürtlerin düşmanı olduğunu söylüyor. Mesela gerillayı küçük düşürmek isteyen o basın kurumları bile halkla röportaj yapıyorlar; halk Türk devleti için ‘düşman’ diyor. Çünkü öteden beri sürekli düşmanlık yapmıştır. Bu düşman, Saddam’ı bile geçmiştir. Kürtlerin en büyük düşmanı Saddam’dı; şimdi Erdoğan Saddam’ı geçmiş durumdadır. Bu kesin bir şeydir ve halkımız bunu bilmektedir. Fakat onlar da niye böyle olduğuna şaşırmış. Tepkisi var ama genel olarak bu tepkileri yeterli görmüyoruz. Fakat biz, halkımızın büyük fedakarlıklar yaptığını, yurtsever olduğunu, gerillanın geliştirmiş olduğu direniş sürecini merakla izlediğini ve her fırsat bulduğunda dostluğunu ve desteğini gösterdiğini biliyoruz. Biz halkımıza inanıyoruz.
Bu direniş aynı zamanda halkımız için bir çağrıdır. Mesela Kuzey Kürdistan için bir çağrıdır. Bu tarihi direniş, Kürt gençleri ve Kürt kadınları için bir çağrıdır. Böyle ele alınmalı ve kimse sıradan yaklaşmamalıdır. Bu durum, sıradan değildir. Belirttiğim gibi, ne düşmanın saldırısı sıradan bir saldırıdır, ne de gerillanın direnişi normal bir direniştir! Düşman Kürtlerin bütün kazanımlarını ortadan kaldırmak ve soykırım siyasetini Kürdistan’da hakim kılmak için bu saldırıları başlatmıştır. Buna karşı bizler de bütün gücümüzle karşı durmalıyız. Bunun için de şüphesiz halkımız hareket halinde olmalıdır. Herkes kendi tarafından tutumunu göstermeli, eylemler geliştirmelidir. Daha önce de dile getirmiştim; Kürt gençleri bu savunma savaşına, gerilla saflarına ve eylemlere katılmalıdır. Bu dönem, kimsenin sessiz kalabileceği bir dönem değildir. Gün azim günüdür, onur günüdür, çalışma günüdür. Bu dönem, olağanüstü bir dönemdir. Bu dönem önemli bir dönemdir. Halkımızın kaderi bu yıllarda netleşecektir. 2021 yılındaki direniş, kendisiyle birlikte sürecin rengini de netleştirecektir. Bu açıktır. Bunun için de herkesi düşmanın bu saldırılarına karşı sessiz kalmamaya çağırıyoruz.
Ancak biz bütün eksikliklere rağmen, kendimize güveniyoruz ve bu düşmanı yeneceğiz. Biz 37 yıldır bu düşmana karşı savaşıyoruz. 37’nci yılda Kürdistan’da çok daha yaman bir savaşı geliştireceğiz ve düşmanı yeneceğiz. Onlar kazanamayacaklar! Çünkü biz düşmanın zayıflıklarını da biliyoruz. Onların güçlü olmadığını biliyoruz. Onların zayıflıklarından kaynaklı bu savaşı böyle yürüttüklerini de biliyoruz. Onlar da, savaş olmazsa yenileceklerini biliyorlar. Çünkü gerillanın yürüttüğü savaş, bu devleti zaten derin bir krize sokmuş. Onlar bu krizden çıkamazlar. Çıkmanın tek bir yolu vardır; o da Kürt ve Kürdistan’ın gerçekliğini kabul etmek ve Önder Apo’ya başvurmaktır. Başka yol yoktur. Yani bu devlet, bunu yapmamak ve bizi tasfiye etmek için bütün varlığını harcadı ama şimdiye kadar başaramadı. Bu saldırılarıyla da şu ana kadar başarılı olamadı ve sonuç olarak yenilecektir.
Son olarak neler eklemek istersiniz?
1 Haziran Atılımı’nın 18’inci yılının bizim için önemli bir yıl olacağı şimdiden görülüyor. Sıradan bir dönemde değiliz. 18’inci 1 Haziran yılında yaşanacak gelişmeler, dönemin rengini de belli edecektir. İçinden geçtiğimiz dönem, çok önemli ve stratejik bir dönemdir. 1 Haziran Atılımı’nın 18’inci yılında Kürdistan Özgürlük Mücadelesi askeri, siyasi, ideolojik ve diplomatik tüm cephelerde gerekli yanıtları geliştirecektir. 1 Haziran Atılımı’nı başarıya ulaştırmak, bu tarihi dönemi bir başarı dönemi haline getirmek, özgürlük yürüyüşümüzü Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürlüğü yürüyüşü, yine Ortadoğu halklarının özgürlük ve demokrasi yürüyüşü haline getirebilmek için, tüm yurtsever halkımız ve komşu halklara mensup tüm demokratik güçler, tüm devrimciler kendisini sorumlu görmeli, bu soykırımcı-faşist rejime karşı sessiz kalmamalı, gerillanın öncülüğünü yaptığı direnişe destek olmalıdır. Kürdistan halkı ulusal bir tutumla hareket etmeli, düşmanın soykırım konseptini yenilgiye uğratmalıdır. Bu görev, tarihi bir görevdir ve 1 Haziran Atılım ruhuyla yola çıkan yürüyüşümüz bu görevi başaracaktır. Bu umut ve inançla bir kez daha 1 Haziran Atılımı’nın 17’nci yıldönümünü kutluyor, herkese başarılar diliyorum.