HABER MERKEZİ –
“Eylemlerin yarattığı etkinin sonucu ne olacak, nereye kadar gidecek, onu önümüzdeki süreç ve bu süreç içerisinde mücadele eden tarafların kararlılıkları, iradeleri, inançları, yaratıcılıkları, kendi cephelerinde mücadeleyi örgütleme ve yürütme durumları belirleyecektir. Besbelli ki, kim daha kararlı, iradi davranır, yaratıcılık gösterir, cesur ve fedakar olur, bedel ödemeyi göze alır, uyanık ve dikkatli davranırsa o kazanacaktır.”
“Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım, Kürdistan’ı Özgürleştirelim!” özgürlük hamlemiz önemli bir düzeye ulaşmış durumda. Kritik bir safhada bulunuyor, bazı hileli oyunlarla da karşılaşıyor. Başlangıçta Hareketimize karşı gelişen bazı girişimlerin boşa çıkartılması, Hareketimizin ve halkımızın, bir bütün devrimci demokratik güçlerin yürüttüğü özgürlük hamlesini daha güçlü hale getirip önemli bir noktaya taşıdı. Birçok çevre mevcut durumda hareketli kılınmış bulunuyor. Özellikle açlık grevi eylemleri, onun içerisinde de herkesten önce böyle bir eyleme başlama kararlılığına ulaşmış bulunan DTK Eşbaşkanı ve Colemêrg Milletvekili Leyla Güven’in eylemi içte ve dışta önemli bir etki yaratmış durumdadır.
Açıkça görülüyor ki, bu eylem sürecinin düşman üzerinde de oldukça zorlayıcı bir etkisi var. Faşist özel savaş merkezi ciddi bir biçimde zorlanıyor. Hileyle, oyunla bu durumu aşmak istedi. Fakat başta Leyla Güven olmak üzere, zindanlarda, dışarda açlık grevi direnişi içerisinde olan insanların kararlı tutumları sonucunda bu özel savaş girişimi boşa çıktı. Özel savaş böyle bir şeydir; etkili olursa sonuç alır, buna karşı çok uyanık, tedbirli olunmazsa ufak bir oyun ile basit bir hile ile düşmana başarılı bir sonuç kazandırır. Fakat uyanık davranılır, yalan-hile, oyun boşa çıkartılırsa da sahibine ciddi zararlar verir. Mevcut durumda AKP-MHP faşizmi böyle bir sonucu yaşıyor. Onun için de daha fazla sağa sola saldırma peşindedir. ABD ve Rusya ile daha çok ilişki geliştirme, ittifak oluşturma, onlara dayanma temelinde Kürt halkına ve özgürlük güçlerine daha çok saldırı geliştirme arayışı içindedir. Günlük olarak yaşadığımız durum budur.
Bu anlamda özelde açlık grevi eylemlerinin, genel planda da bir bütün “Tecridi Kıralım Faşizmi Yıkalım” eylemselliğinin siyasi ortam üzerinde gündemi belirleyici bir etki düzeyi ortaya çıkmıştır. Yoğun tartışılıyor, birçok çevre özellikle Leyla Güven’in duruşuna, eylemine sahip çıkıyor, destek açıklamaları oluyor. Türkiye’de, Avrupa’da bu tür destekleyici gelişmeler belli bir düzeye ulaşmış bulunuyor. Bunlar da AKP-MHP faşizmini gittikçe daha çok sıkıştırıyor, zorluyor. Tabii açlık grevlerinde kritik bir noktaya gelinmiş olma durumu yaşanıyor. Bugün Leyla Güven’in açlık grevinin 74. günüdür. Nasır Yağız’ın eylemi 60 günü geçti. Zindanlarda da 35. gününde; hepsi de kuşkusuz sağlık bakımından kritik aşamadalar. Böyle bir durumda her an şehadetler yaşanabilir. Direniş daha keskin hal alabilir. Bu hiç de zayıf bir olasılık değildir. Direnişi yürütenlerin kararlılıkları, amaçlarına bağlılıkları, bu konuda ortaya koydukları inanç ve irade bu tür sonuçların yaşanabileceğini net bir biçimde gösteriyor. Bu da tabii siyaset gündemini, vicdanları zorluyor ve çok etkiliyor. Herkesi daha çok düşündürüyor. Kısacası direnişlerin etki düzeyini artırmış bulunuyor. Böyle bir etkinin sonucu ne olacak, nereye kadar gidecek, onu önümüzdeki süreç ve bu süreç içerisinde mücadele eden tarafların kararlılıkları, iradeleri, inançları, yaratıcılıkları, kendi cephelerinde mücadeleyi örgütleme ve yürütme durumları belirleyecektir. Besbelli ki, kim daha kararlı, iradi davranır, yaratıcılık gösterir, cesur ve fedakar olur, bedel ödemeyi göze alır, uyanık ve dikkatli davranırsa o kazanacaktır.
Mevcut direniş, kazanma ve kaybetme çizgisinde yürüyen bir direniştir. Orta yolculuğa fırsat vermiyor, zemin sunmuyor; dikkat edilirse ara çözümleri kabul etmiyor. Kürt varlığını reddeden, Kürtleri yok etmek için soykırım uygulayan faşist-sömürgeci zihniyetin ve siyasetin tutumu, saldırıları bu düzeydedir. Buna karşı var olmak ve özgür yaşamak isteyen, bunun dışında başka bir yaşamı kabul etmeyen özgürlük direnişçilerinin tutumu da Leyla Güven öncülüğünde sonuç alana, zafer kazanana kadar, bedel ne olursa olsun onu ödemeyi göze alan bir cesaret ve kararlılıktadır. Direniş böyle bir düzeye gelmiş durumdadır. “Tecridi Kıralım Faşizmi Yıkalım!” genel şiarı ve amaçları doğrultusunda Hareketimizin, halkımızın, dostlarımızın, kendine demokrat, devrimciyim diyen herkesin bulunduğu her yerde elinden geleni yaparak yürüttüğü direniş 2019 yılı başı ile birlikte sürece damgasını vurdu, gündemi belirledi. Devrimci siyasi gündem böyle bir özellik taşıyor. Bu direnişle birlikte faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset ile varlık ve özgürlük mücadelesi arasındaki çelişki ve çatışmanın durumu böyle bir düzeyde bu noktaya gelmiş bulunuyor.
Bu süreç aslında 2009 sonu 2010 başında Önder Apo’nun uyarılarına kadar dayanır
Tabii böyle bir duruma nasıl gelindi, bu durumda bir eylemlilik nasıl ortaya çıktı, onları anlamak ve bu sorular temelinde yakın geçmişe bakarak günceli anlamaya çalışmak önemlidir. Süreç aslında 2009 sonu-2010 başında Önder Apo’nun AKP yönetimini de, tüm özgürlük ve demokrasi güçlerini de ciddi biçimde uyaran, “Demokratik siyasi çözüm gerçekleştirilmezse süreç çok sert ve çatışmalı bir duruma evrilir ve bundan da herkes zarar görür” biçimindeki değerlendirmelerine ve uyarılarına kadar dayanır. Daha o zamandan AKP yönetimi bu uyarıları dikkate almadı, hep bir zayıflık olarak gördü ve değerlendirdi. Hile ve oyunlarla yaklaştı. 2009 yılının nasıl yoğun, taktiksel çatışma içerisinde geçtiğini biliyoruz. Şimdiki gibi bir yerel seçim süreciydi. 29 Mart’da gerçekleşen yerel seçim sonuçlarından başlayarak bizim Hareket olarak geliştirdiğimiz eylemsizlikler, demokratik siyasi çözüm arayışlarına karşın AKP yönetimi özel savaşı daha fazla tanımlayıp, planlayıp harekete geçirdi. Yine hiç içeriği olmayan, tamamen aldatmaya dayalı sahte açılım süreçleriyle durumu götürmeye çalıştı. Bunun ardından Önder Apo’nun çözüm için geliştirdiği Yol Haritası pratikte kanıtlansın diye Barış Gruplarının yeniden gönderilmek durumunda kalınması, onların da siyaset üzerinde etkili olması sonucunda telaşa giren AKP, “Sil baştan yapıyoruz” diyerek öncesinde MGK’da kararlaştırdığı topyekun özel savaş temelindeki fiili saldırıları, faşist terörü tırmandırdığı süreci geliştirdi. Nisan 2009’dan itibaren başlatılan siyasi soykırım hesapları DTP’yi kapatmaya, yöneticilerini siyasetten men etmeye, seçilmiş belediye başkanlarını, parti yöneticilerini tutuklamaya, dahası İmralı’da Önder Apo üzerinde baskı ve işkenceyi artırmaya kadar gitti.
Tayyip Erdoğan, “Başa dönüyoruz,” demiş, “Sil baştan yaparız” diye de eklemişti. ‘Sil baştan yapma’ temelinde geliştirilen faşist baskı ve saldırı durumunu daha o zamandan Önder Apo darbe olarak tanımlamıştı. Bu sürece “17 Kasım Darbesi” dedi. Bunun durdurulması yönündeki bütün uyarılarına rağmen öyle bir dikkat, duyarlılık, buna uygun siyaset geliştirilmeyince Mayıs sonu itibarı ile, “Ben çekiliyorum” dedi. “Artık taraflar sorunlarını nasıl çözüyorlarsa çözsünler, benim yapabileceğim bir şey kalmadı; demokratik siyaset yapmanın, demokratik siyasi mücadele yürüterek sorunları çözmenin koşulları ve imkanı kalmadı” diye değerlendirdi. Aslında bugünkü gelişmeleri o güne kadar götürmek gereklidir. Öyle bir durumda Hareket ve halk olarak bize düşen, yapmamız gereken, güçlü bir Devrimci Halk Savaşı Hamlesi geliştirmekti. Bakurê Kurdistan’ın dağından, ovasından, şehrinden başlamak üzere, Kürdistan’ın dört bir yanından, yurt dışından destek alan, ideolojik, politik, örgütsel, askeri her türlü eylem biçimini kullanarak gerçekten topyekun bir direnişi bu faşist-soykırımcı saldırıya karşı geliştirmekti. Söz konusu gelişmeler ve Önder Apo’nun yaptığı değerlendirmelerin gereği buydu. Eğer zamanında siyasi-askeri durum, gelişmeler doğru anlaşılabilse, gelişmeler doğru değerlendirilebilse, bu çerçevede doğru ve yeterli anlama, örgütsel olarak, halk olarak kendini hazırlama gerçekleştirilmiş olsaydı, böyle bir faşist soykırımcı saldırı karşısında, 1 Haziran 2010’da ilan edilen Devrimci Halk Savaşı Stratejisi temelindeki gelişmeler bu çerçevede pratikleşecekti. Öyle çok fazla zamanı uzatmadan, sorunu sürüncemede bırakmadan çözümler üretilecekti. Fakat pratik biliniyor; biz Hareket ve halk olarak buna tam ve yeterli bir biçimde hazırlanamadık.
Dolayısıyla başlayan yeni sürecin gerektirdiği eylem düzeyini bütün alanlarda gerekli yeterlilikle ortaya çıkartamadık. Aslında faşist AKP yönetimi de Önderlik tutumunu bir tür blöf olarak, tehdit olarak gördü ve değerlendirdi. Yaşanan ateşkes süreçlerinde Özgürlük Hareketi ve halk olarak bizim yaşadığımız gerçekliklere bakarak, özellikle de özel savaş uzmanlarına yeterli incelemeler yaptırılarak Önder Apo’nun öngördüğü mücadele düzeyini ortaya çıkartamayacağımızı değerlendirdiler. Onun için daha keyfi yaklaşım içerisinde oldular. Buna rağmen birçok bakımdan eksiklikler olsa da etkili bazı gerilla eylemsellikleri o zamanki süreç bakımından AKP iktidarını, TC devletini zorlamak ve sarsmak için yeterli oldu.”
Duran Kalkan