HABER MERKEZİ –
- Öncelikle belirtmeliyiz ki, devlet içine böyle bir çeteci sızma söz konusu değil. Zaten devletin kendisi bir çete; baskı ve sömürü çetesi.
Çete başı Sedat Peker’in açıklamaları Türkiye’de ses getirmiş görünüyor. Son zamanlarda hemen herkes söz konusu bu açıklamaları konuşuyor ve tartışıyor. Başta AKP olmak üzere siyasi partiler açıklama yapıyor. Oysa Sedat Peker’in söylediklerinde pek yeni bir şey yok. Biz ve bizim gibiler yıllardır aynı şeyleri yazıp söylüyoruz zaten. Dolayısıyla, aslında Sedat Peker’inki malumun ilamı oluyor. Tabii arada temel bir fark da var. Bizim yazıp söylediklerimiz bir iddia olurken, Sedat Peker’in açıklamaları birer itiraf olma özelliği taşıyor.
Açık ki söz konusu açıklamalar bugünkü devleti oluşturan güçler arasında ciddi bir sarsıntı ve panik oluşturmuş durumdadır. Bu güçleri destekleyen çevreler arasında ise bir şoke olma durumu yaratmış gibi. Kuşkusuz bu kadar kandırma ve kanma sonucunda bu yaşananlar normal. Türkiye’de en çok sarsıntı yaratan da devlet içindeki mevcut çeteciliğin kendini “PKK’ye karşı savaşla” kamufle etmiş olması. Bu temelde de PKK ile Kürtlerin doğrulanması. Yani devlete ve yönetime ilişkin tüm söylediklerinin doğru çıkması.
Şimdi birçok çevre devlet içine böyle bir çeteciliğin nasıl sızdığını tartışıyor ve anlamaya çalışıyor. Son derece öfkeli olanlar da var. Esas suçluları aramaya çıkmış olanlar da var. Öncelikle belirtmeliyiz ki, devlet içine böyle bir çeteci sızma söz konusu değil. Zaten devletin kendisi bir çete; baskı ve sömürü çetesi. Dünyada çete olmayan devlet mi var? Osmanlı saray entrikacılığı bir çetecilik değil miydi? Abdülhamid hafiyeciliği çeteciliği ifade etmiyor muydu? İttihat ve Terakki Yönetiminin ‘Teşkilatı Mahsusa’sı dört dörtlük çetecilik yapmıyor muydu? Kemalizm’in Topal Osman’ı çetecilik değil miydi?
Şimdi bunları bir yana bırakalım. NATO’ya girdikten sonra Türkiye Cumhuriyeti Devletinde çeteciliğin nasıl geliştiğine bakalım. Hiç kuşkusuz 1970’li yıllarda devrimci ve demokratik güçlere saldırtılan MHP Ülkücülüğü esasta bir çetecilikti. Bu çetecilik, Mehmet Ali Ağca’dan Alaattin Çakıcı’ya kadar yüzlerce katil ortaya çıkardı. Yine 1993’te Turgut Özal’ın ölümüne yol açan müdahale, Süleyman Demirel ve partisi DYP için bir çeteleştirme operasyonuydu. Demirel çete başı yapıldığı gibi, DYP de içinde Mehmet Ağar ve Süleyman Soylu gibi çete başlarının yuvalandığı ikinci ve daha tehlikeli bir MHP haline getirildi.
Kürt düşmanı AKP-MHP ittifakı çetecilikleri birleştirdi
Çok iyi biliyoruz ki, 1990’ların başında Kürdistan’daki çeteleşmenin adı Hizbullah oldu. Kürt halkı buna ‘Hizbul kontra’ dedi. Söz konusu bu çeteleşmeyi 1987’den itibaren JİTEM geliştirdi ve kontrol etti. Söz konusu bu süreç AKP Yönetiminde de devam etti ve aslında AKP’ye de Sedat Peker ve benzerleri düştü. Şimdi esasta AKP’nin içini karıştırıyor olması da bu gerçeği doğruluyor ve Sedat Peker’in AKP içi çetecilik olduğunu gösteriyor.
Kısaca belirttiğimiz bu gelişmeleri iki şeyle bağlı kılmamız gerekiyor. Birincisi, MHP’den bu yana çeşitli partiler bünyesinde şekillenen tüm bu çetecilik olaylarının esasta NATO’ya bağlı ‘Türk gladyosu’ tarafından örgütlendirildiği ve kontrol edildiğidir. Yani bu çeteleşmeler kendi başına oluşan olaylar değildir. Tersine adına ‘Derin Devlet’ denen gladyo tarafından örgütlenip yönetilen güçlerdir. TSK denen Türk ordusu bünyesinde örgütlenen bu gladyonun ilk adı “Seferberlik Tetkik Kurulu”dur. İkinci adı “Özel Harp Dairesi”dir. Üçüncü ve son adı ise “Özel Kuvvetler Komutanlığı”dır. Kürdistan’daki JİTEM’i de bu kurul kontrol etmiştir.
Belirtilecek ikinci önemli husus ise, günümüz AKP’si ya bu illegal devleti ele geçirmiştir ya da onlar tarafından ele geçip denetimlerine girmiştir. Bilindiği gibi, söz konusu bu gücü Fethullahçılar da ele geçirmek istemiş, ama sonuçta başarılı olamamışlardı. Fethullahçıların tasfiyesi ile bu güç-AKP birliği oluştu. Yani mevcut AKP-MHP ittifakı altında ve Tayyip Erdoğan koordinesinde MHP’den bu yana Türkiye’de gelişen çetecilikler birleştirildi. Buna adına “Ergenekon” denen çetecilik de dahildir. Çerçevesi tam olarak netleşmemiş olan bu “Ergenekon” çeteciliği en azından Doğu Perinçek ve benzerleri olarak günümüz faşist çeteciliği içinde yer almaktadır.
Türkiye’deki tüm bu çeteleşmeler, “İrticaya, komünizme ve bölücülüğü karşı mücadele” adı altında kendisini var etmiş ve maskelemiştir. 1990’dan itibaren ilk ikisi, yani “irtica ve komünizm” etkisini kaybetmiştir; yani bunlar esasta bir çete olan devlet için artık ciddi tehlike olmaktan çıkmıştır. “Bölücülük” ise tarih içinde Ermenileri, Süryanileri, Rumları içerse de sonunda gelip Kürtlerde odaklanmıştır. Dolayısıyla 1990 sonrası Türkiye çeteleşmesi esas olarak Kürt karşıtlığı, Kürt düşmanlığı ekseninde gelişmiştir. PKK’de somutlaşan Kürt varlık ve Özgürlük Hareketine karşı savaş için Türkiye’de her şey mubah görülmüştür. Anayasa, hukuk, adalet, ahlak, vicdan her şey ortadan kaldırılmıştır. Bu da çok boyutlu bir yozlaşmaya, kirlenmeye, çürümeye ve kokuşmaya yol açmıştır.
Sedat Peker’in itirafları işte tüm bu gerçekleri ortaya koymaktadır. Birincisi, tüm çetecilik AKP-MHP ittifakı altında birleşmiştir. İkincisi, söz konusu çeteleşme kendisini “Beka sorunu” adı verilen Kürt düşmanlığı ile maskelemiştir. Üçüncüsü, söz konusu çetecilik hiçbir hukuki ve ahlaki ölçüye tabi olmamıştır. Dördüncüsü, çeteleşme zirve yaparak, çok ağır bir çürüme, yozlaşma, kirlenme ve kokuşma haline gelmiştir. Beşinci ve son olarak da Sedat Peker artık mızıkçılık etmekte ve söz konusu çeteci birlik kısmen parçalanmaya başlamaktadır.
Antifaşist güçlerin birliği ve mücadelesine ihtiyaç var
Sedat Peker’in neden şimdi bu açıklamaları yaptığı, neye hizmet etmeye çalıştığı elbette önemlidir ve de tartışılmalıdır. Tayyip Erdoğan koordinesindeki söz konusu çeteci birlik neden ve nasıl parçalanmaktadır ve olası gelişmeler ne olacaktır? Bu ve benzeri soruların cevabı araştırılmalıdır. Başarılı siyaset yapabilmek için tüm bunlara doğru ve yeterli cevaplar oluşturmak gerekir. Ancak biz, burada bu konular üzerinde durmayacağız. Sedat Peker’in tutumunun mevcut çete birliğinin parçalanması anlamına geldiğini değerlendirerek, bunun olası sonucu üzerinde duracağız.
Bu temelde de söz konusu parçalanmanın artık AKP-MHP faşist diktatörlüğünün sonunu gösterdiğini ve faşizmin çöküşü anlamına geldiğini belirteceğiz. Kuşkusuz bunların onda biri başka bir ülkede olsaydı hükümet hemen görevden çekilirdi. Fakat burası Türkiye’dir, faşist-soykırımcı bir diktatörlük vardır, dolayısıyla görevden çekilme olmaz. Peki ya ne olur? Açık ki çöküş olur, faşist diktatörlüğün çöküşü yaşanır. Sedat Peker itiraflarının bu çöküşe hizmet edeceği ve çöküş sürecini hızlandıracağı kesindir.
Peki faşizmin çöküşü kendiliğinden olmayacağına göre, faşizmin çökertilmesi nasıl gerçekleşecektir? Bunun için de iki şeye ihtiyaç vardır: Antifaşist güçlerin birliği ve mücadelesi! Bu iki konu üzerinde de kuşkusuz çok duruyoruz. Fakat Sedat Peker’in itirafları her ikisinin de büyük önemini bir kez daha ortaya koymuş bulunuyor. Türkiye devrimci-demokratik hareketi tam birlik olamıyor. Neden? Çünkü ortada bir CHP var. CHP kendini muhalefet ve hatta demokratik görüyor, fakat anlayışta AKP-MHP zihniyet ve siyasetini aşamıyor. Çünkü Kürt halkının varlığını ve demokratik haklarını kabul etmiyor. Oysa Sedat Peker açıklamaları da çok net bir biçimde gösteriyor ki, AKP-MHP karşıtı olmak ve de demokrat olmak için birinci ve esas ölçü Kürt halkının varlığını ve demokratik haklarını kabul etmektir. Bunu esas alarak en geniş antifaşist birliği zorlamak gerekir.
Mücadeleye gelince, tarihi Gezi Direnişinin sekizinci yıldönümünü yaşıyoruz. Gezi Direnişi gibi bir pratik ortada varken, “Nasıl mücadele etmeliyiz?” diye hiç sorulur mu? Çünkü yanıt açıktır: Gezi gibi! Sekiz yıl öncesini bir prova kabul edip yeni Gezilerin gelişmesini sağlamak umuduyla tarihi Gezi Direnişini bir kez daha selamlıyor ve şehitlerini saygıyla anıyoruz!
Selahattin Erdem/Yeni Özgür Politika