HABER MERKEZİ –
24 Temmuz 2015 faşist saldırılarına karşı yapılması gereken topyekun direnişti
Aslında geçmişte süreçler doğru planlanıp hazırlıklı karşılansaydı bugünkü gelişmelere, bu biçimde 80’li günlere ulaşan açlık grevlerine, bedenini açlık temelinde ölüme yatırmaya ihtiyaç kalmayacaktı. Bu tür eylem biçimlerine, direnişlerine gerek kalmadan sorunlar çözülebilecekti. Daha büyük gelişmeler yaratılabilirdi; bunu görmemiz lazım. Bunu göremezsek bugün olup bitenleri doğru anlayamayız. Bundan sonrasını da doğru yürütemeyiz, kararlı davranamayız. Şimdi karar sorunumuz var. Süreci anlık olarak yürütme sorunumuz, var. Çünkü; işler oldukça kritik noktaya gelmiş durumdadır. Herkes kendine göre düşünüyor. Bireyci yaklaşımlar çok fazla; dar, duygusal yaklaşımlar, niyetsel yaklaşımlar çok öne çıkıyor. Düşman faaliyetleri çok yoğun. Hile, oyun fazla, içimizi etkileme durumları çok, bunu korkutarak, ürküterek yapmaya çalıştıkları gibi, içten etkileyerek yapma durumları da yaşanıyor. Öyle rahat, düz, tekil bir süreç söz konusu değildir. Düşman 24 Temmuz 2015’de saldırıya geçtiğinde olması gereken, topyekun bir direnişti. Gerilla olarak, halk olarak, Özgürlük Hareketi olarak, kadın ve gençlik örgütleri olarak Bakur’da olduğu gibi Kürdistan’ın diğer parçalarında da, yurt dışında da direnişi geliştirmekti. AKP iktidarı, ABD ve MHP ile ittifak yaparak topyekun faşist-soykırımcı saldırılarını yoğunlaştırdı. Kürt Özgürlük Hareketi’nin imha ve tasfiye planını ortaya koydu. ‘Soykırımı gerçekleştireceğim’ diyerek Kürt varlığını bile inkar edip, imhacı saldırıları başlattığında bu kadar mücadele yürütmüş, bilinçlenmiş, örgütlenmiş bir hareket ve halk olarak yapmamız gereken, topyekun direnişe geçerek saldırıların önünü kapatmaktı, saldırıları kırmaktı. Ama dikkat edilirse bunu yapamadık; öyle topyekun direnişe geçmek bir yana, 170 uçakla Ahmet Davutoğlu hükümeti, “DAİŞ’e karşı saldırı yapıyorum” deyip PKK kamplarını, Kürt Özgürlük Güçlerini, Kürt halkını bombardımana tabi tutarken, “Direnmeli miyiz, direnmemeli miyiz? Ne yapmalıyız? Bu nerden ortaya çıktı? Kim bunu ortaya çıkarttı?” gibi sorular içimizde soruldu. Bu tür tartışmalarla kendimizi oyaladık. Niye böyle olduğunu anlayamadık. Herkes kendine göre farklı suçlular ve suçlar bulma çabası içerisinde olmayı yeğledi. Bunlar yanlıştı, ciddi eksiklik vardı.
Eğer bugünü doğru anlayıp yarını başarılı kılmak istiyorsak bu dersleri çıkartmamız lazım. 24 Temmuz 2015 faşist soykırımcı saldırıları karşısında bu kadar devrimci pratik yürütmüş, gelişme sağlamış bir gücün yapması gereken, topyekun direnişti. AKP-MHP-ABD saldırılarını Bakurê Kurdistan’ın dağında, ovasında, kasabasında, kentinde kırmaktı ve bu mümkündü. Eğer gerçekten Kürt sorunu denilen olgu doğru anlaşılsaydı, sorunu yaratan güçler, Kürt Soykırımı’nı yaratan güçler, dolayısıyla böyle bir soykırıma karşı mücadelenin gerekleri, ölçüleri doğru anlaşılsa, ciddiyetle hazırlanılsaydı hem gerçekten böyle bir saldırı ile karşı karşıya kalınabileceği anlaşılırdı hem de onu kırabilecek hazırlıklar yeterince yapılabilirdi. Fakat dikkat edilirse biz o düzeyde olamadık. Bırakalım böyle bir topyekun direniş gücü göstermeyi, “Nerden çıktı bu saldırılar? Kimden kaynaklandı? Niye gelişti?” diye sahte tartışmalar yapan, yanlış sorgulamalar içerisinde bulunan bir durumu içimizde çokça yaşadık. Kararsızlar, ters görüşler ortaya çıktı. Eğer 2015-2016 kışında Cizîr’de, Sûr’da, daha sonra Nisêbîn’de, Gever’de, Şirnex’te işler doğru yürümediyse, direnişler istenilen sonuca gitmediyse, hatta askeri olarak kazandığımızı bile politik alanda ve propagandada kaybeden bir sonucu yaşadıysak; bu tür parçalı, gerçeklerden kopuk, hayalci, niyetçi, düşman gerçeğini doğru kavramayan, Kürt sorununu ve onun çözüm yöntemlerinin ciddiyetini anlamayan anlayış ve tutumlardan kaynaklandı. Herkes bu işin içinde oldu. Az çok böyle bir sonuçtan herkes sorumludur. Kim ki, “Ben hiç böyle düşünmedim” diyorsa; böyle düşünenleri önlemediği için, böyle düşünenleri zamanında engellemediği için, onlar karşısında doğruları hakim kılarak onların gelişmesini sağlamadığı için o da sorumludur. Yanlış düşünenlerden daha fazla doğru düşünmüş olanlar sorumludur. Çünkü; doğruyu egemen kılamadılar, doğruyu yürütemediler. Pratiğe geçilmiyorsa ne anlamı var doğru düşünmüş olmanın? Etkili olmadıktan sonra, yanlış olanı önlemedikten sonra, ‘Ben doğru düşünüyordum’ demenin hiçbir anlamı yoktur. Kendimizi hiç yanıltmamalıyız. İçimizde öyle bir yanıltma da çok fazla var. “Ben böyle düşünmemiştim, ben aslında doğru düşünmüştüm, dolayısıyla olumsuzluklar öbüründen kaynaklandı” diyerek kendini rahatlatan tutumlar var. Bu tutum tehlikeli çünkü, özeleştiri yapılmıyor. Sahibini doğruya götürmüyor. Yanlıştan, hatadan ders çıkartarak doğruyu uygular hale getirmiyor. Bu, hayalciliğin en tehlikeli biçimidir. Bundan kurtulmamız lazım. Defalarca yaşıyoruz, tekrar tekrar aynı durumu yaşıyor, aynı sonuçlarla karşılaşıyoruz. Fakat bir türlü aşamıyoruz; çünkü, yeterince ders çıkaramıyoruz. Neden? Çünkü; olaya bütünlüklü, derinlikli, somut bakamıyoruz. Bizde her zaman dar, duygusal, niyetsel, bireyci, kendini kandıran bakış açıları, yaklaşımları hakim oluyor.
Bu gerçekleri, 75 güne ulaşan açlık grevi direnişlerinin yakıcılığında doğru anlamalıyız. Kendimizi yanılgılardan, hatalardan kurtarmayı bilmeliyiz. Gerçekten olup bitenleri doğru, derinlikli anlamalı, doğru özeleştiriler yaparak, doğru dersleri çıkartmalıyız. Böyle bir bakış açısı ile ele alırsak; 24 Temmuz 2015 ardından direnişle AKP-MHP faşist saldırılarını kırabilirdik. 1 Kasım’da AKP’nin iktidarı gasp eden bir seçim yapmasının yerine yerel ayaklanmalarla demokratik özyönetimlerin zaferini ilan edebilirdik; bu mümkündü. Bir hayal değildi, bir kurgu değildi, ayakları havada, yere basmayan görüşler değildi. Eğer önceden doğru anlaşılsa, gerekli eğitim ve örgütlenme çalışmaları yapılsaydı; Parti öncülüğü, gerilla güçleri, demokratik halk örgütlülüğü, demokratik konfederalizm örgütlülüğü, demokratik ulus inşası, kadın-gençlik örgütlülüğü, savaşan halk gerçekliği temelinde, demokratik özyönetim altında özsavunma örgütlülüğü yeterli düzeyde geliştirilmiş olsaydı bunun fırsatı, zamanı, imkanı vardı. En azından 2013-2014 yılları boyunca gerçekten de böyle bir direniş ortaya çıkartılabilirdi. Olmazdı dememek lazım. Şimdi işleri başarılı yürütebilmek için o zaman nelerin olup olamayacağını doğru anlamamız lazım, bunların olabileceğini kabul etmemiz gerekiyor. “Böyle bir şey mi olur, hiçbirisi gerçekleşmez, bunlar yanlış görüşlerdi, hayallerdi” dememek gerekli. Yeni süreçleri doğru götüremeyişimiz, geçmişe yaklaşırken bu tür değerlendirmelerde olduğumuzu da ortaya çıkartıyor. Yoksa niye yeterince ders çıkartma olmasın, düzeltme gelişmesin, işleri, pratiği, doğru ve başarılı yürütme durumuyla yüz yüze gelmeyelim?
Topyekun direniş konumunda olmazsak bütünlüklü direnmezsek olmuyor
Bu bakımdan 2015 güzünde de, kışında da Demokratik Özyönetim Direnişleri dediğimiz süreçte de biz bu faşist soykırımcı saldırganlığı kıran ve demokratik çözümü zafere ulaştıran sonuçlar elde edebilirdik. 2016 güzünde de özel savaş oyunlarına aldanmasaydık, başlattığımız direniş sürecini etkili ve başarılı bir biçimde yürütebilirdik. 2017 güzünde, özellikle DAİŞ’in Reqa’da yenilip Ortadoğu’da etkisiz hale getirilmesinin ardından, böyle bir gelişmenin yarattığı imkan ve fırsatlara dayalı olarak da 2018 yılını bu tarzda sonuç almayı dayatan topyekun direnişle karşılayabilirdik. Bu anlamda Efrîn’de, AKP-MHP faşizmi tarafından işgal edilen, Kürtlük üzerinde soykırım uygulanan bir sonuç değil, oranın faşizme mezar olduğu bir sonuç ortaya çıkartılabilirdi. Bütün bunlar imkan dahilindeydi, yapabilirdik. Gerçekten tartışıp düşündüklerine, verdiği karara yeterince inanan ve onun gereklerine göre etkili davranan pozisyonda olsaydık, bugünkü inisiyatif ve irade o zaman da ortaya çıkartılabilirdi. Bedenini açlığa yatırmaya mecbur kalmadan daha farklı eylem biçimleriyle bunu yapabilirdik. Geçen zamanda dağda da savaş yürüttük, şehir savaşı da yürüttük, faşist soykırımcı saldırganlığa karşı Bakur’da direniş olduğu gibi Rojava’da, Efrîn’de de direniş oldu, Başûr’da da direniş oldu. Demokratik siyasi mücadele çok değişik biçimlerde sürdü. Yani hepsinde de etkili sonuçlar alabilirdik. Eksikliklerimiz, hem hazırlık düzeyinde hem de pratik uygulama düzeyinde yaşadığımız eksiklikler, o tür sonuçlar almaktan bizi uzak kıldı. Sonuç olarak, 2019’a girerken bu tarzda bir hamleyi gündemleştirmek elzemdi.
Gerçekten başka çare kalmadı. Geriye dönüp bakalım; kaç sefer siyasi çözüm projeleri oluştu ve biz Hareket olarak ‘evet’ dedik. Önder Apo’nun göstermediği çaba ve fedakarlık kalmadı. Şunu hiç kimse söyleyemez; “Demokratik siyasi çözüm imkanları vardı da PKK bunu değerlendirmedi.” Böyle bir değerlendirmeyi kim yaparsa gerçekten bu nankörlük, haksızlık olur. Belgeler, tarihsel süreç bunu yalanlıyor.
Diğer yandan parça parça savaşmanın her yöntemine de başvurduk; şehirlerde özel kuvvetlere dayalı savaş da yaptık, yine şehirlerde gençliğe, özsavunmaya dayalı direniş de yaptık, sokakları tuttuk, işgale karşı Efrîn’deki gibi direniş içerisinde de olduk. Bütün Medya Savunma Alanları’nda, Heftanîn’den Xakûrkê’ye kadar sınır boyunca 24 saat faşist-soykırımcı saldırılar karşısında insanüstü bir direniş gerçeği yaşandı. Böyle bir savaşı yürütmek bir yana, dayanmak bile ciddi bir durumdur. Her gün şehitler veriyoruz. 24 saat savaş halindeyiz. Bir saniye bile savaşsız geçmiyor. Yıllardır insanlar mevzidedir, sığınaktadır, savaş halindedir. Sonuçta şu ortaya çıktı: Topyekun direniş konumunda olmazsak, bütünlüklü direnmezsek olmuyor. Onun için, “Tecridi Kıralım Faşizmi Yıkalım!” hamlesinin temel bir karakteri, topyekun bir direniş olmasıdır. Bütünlüklü bir direniş olmasıdır. Bu direniş içerisinde herkes var, herkes olmalıdır.
Son çare topyekun direnme gerekliliğidir
Bu anlamda yetersiz anlayışları kırmak lazım. Var mı böyle yetersiz anlayışlar? Evet, birçok cephede var. Dikkat edilirse, sanki bu direniş bir açlık grevi direnişiymiş gibi sanıldı ama bu yanlıştı. Halbuki açlık grevi direnişine sadece “olabilir” dendi. Olsun, şu kadar olsun, şurada başlasın gibi herhangi bir karar da alınmadı. Öyle kararlarla, açlık grevleri yapacaksınız, diye emir-talimat verilerek başlamış olan bir süreç değildir. Kaldı ki biz Hareket olarak bu tür durumları tartışırken, belli bir kararlaşmaya giderken bir baktık ki Leyla Güven, “Direnişi başlatıyorum. Tamamen kendi öz iradem ve kararımla bu sonuca vardım, hiç kimse ile tartışmadım bile” dedi. Şimdi, “Önder Apo bıraktırsın, PKK bu eylemi bıraktırsın’’ diyorlar. Nasıl bıraktırsın ki? Başlattırmadı ki bıraktırsın. Bir kişi karar vermiş, ona ancak saygı duyulabilir, sahip çıkılabilir. Eğer yoldaşça davranılacaksa -ki, dürüst insan olmanın gereği budur,- destek olmak gerek, köstek olmak değil. Ferhat Kurtaylar ne dedi? “Su dökmeyin, ateşi harlandırın!” Yoldaşlık bu yaklaşımı gerektiriyor. Direnişe karar verenlerin emri bu. O bakımdan, bazı yanılgıların yaşandığını belirtebiliriz.
Şunları söylemek istiyoruz: Birincisi; mevcut direniş önemli bir noktaya, kritik bir sürece geldi. Herkesi etkiler durumdadır. Çok önemli bir inisiyatif kazandı. Gerçekten de son dönemlerde ilk defa Kürdistan Özgürlük Hareketi olarak Ortadoğu çapında böyle bir inisiyatifi ele geçirmiş durumdayız. İkincisi; böyle bir durumu daha önceki aşamalarda da yaşayabilirdik. 2015, 2016 ve hatta 2017’de de olabilirdi. Şimdi gündeme gelecekti, diye bir şey söz konusu değildir. Fakat o zaman eksiklikler gösterdik, yapamadık. O eksikliklerden ders çıkartarak Hareket ve halk olarak, özgürlük ve demokrasi güçleri olarak yürüttüğümüz tartışmalar, yaptığımız değerlendirmelerden ortaya çıktı ki; son çare topyekun direnme gerekliliğidir. Dolayısıyla bu inisiyatifi ortaya çıkaran topyekun direniş, başka çarenin kalmaması sonucunda ortaya çıktı. Zindanlar yakın geçmişte de açlık grevlerine girdiler, ölüm orucu yapmak istediler. “Dışarıda mücadele yürüyor, gerilla savaşıyor, halk direniyor, kadın ve gençlik direniyor, faşizme karşı direniş sürüyor, ölüm orucuna gerek yoktur” dedik. Ama gelinen noktada öyle bir durum ortaya çıktı ki; artık topyekun direniş gereklidir. Hareket olarak yaptığımız şu oldu: Zindanlardaki direnişlerin, açlık grevlerinin önüne koyduğumuz engeli kaldırdık. ‘Yapmayacaksınız’ diyorduk; şimdi, “Herkes, her yerde, ne yapmaya gücü yetiyorsa yapsın” dedik. Karar bu kadardır.
Örgütlü gelişen direniş bu biçimde ortaya çıktı. Bu temelde eksiklikler, hatalar, yanılgılar ortaya çıkmadı mı? Çıktı. Direnişi topyekun görmeyen, bütünlüklü ele almayan yaklaşımlar ortaya çıktı. Bu süreç sanki sadece açlık greviymiş, zindanlardaki direnişlermiş gibi değerlendirmeler oldu. Bu mücadelenin ideolojik boyutu, askeri boyutu yeterince görülmedi, geliştirilemedi, kitlesel boyutu başta yeterince görülemedi. Bütünlüğü ve topyekunlüğü değerlendirilemedi. Daha önemlisi de artık başka çare yok, “Ya Kazanacağız Ya Kazanacağız!’’ çizgisi ile bir direnişe geçme gerekliliği tam algılanamadı. Geçici eylemlermiş gibi, sadece faşizme darbe vuracak eylemlermiş gibi algılandı. Bazı çevreler, özellikle orta sınıf diyeceğimiz kesimin sürece yaklaşımı böyle oldu. Süreç biraz ilerleyince gördük ki, bu kesimlerden engellemeler çıkıyor, yanlış anlamalar yaşanıyor, ters yönde etkilenmeler oluyor. Bütün bunları tartışıp değerlendirerek düzeltmeye çalıştık. Bu öyle faşizme sadece darbe vurmayı hedefleyen bir eylemlilik değil, adı üzerinde, “tecridi kırma faşizmi yıkma” hedefleniyor. Bunun sonucunun da Kürdistan’ın özgürlüğü olması zorunludur.
Duran Kalkan