HABER MERKEZİ –
Özgürlüğü yok etmek isteyen bütün saldırılar İmralı tecridine odaklanıyor
Bugün dünyada kapitalist modernite gericiliği, faşist soykırımcı zihniyet ve siyasetin varlığı; Kürdistan’ın parçalanmışlığı ve üzerinde soykırım uygulanmasına dayanıyor. Dolayısıyla dünyada özgürlük ve demokrasi, Ortadoğu’da halkların demokratik birliği Kürdistan’ın özgürlüğünden geçiyor. Kürdistan’ın özgürlüğü olmadan ne Ortadoğu’da halkların demokratik birliği ve kardeşliği olur ne de dünyada özgürlük ve demokrasi olur. İşin gerçeği budur. Kürdistan’ın özgürlüğünü sadece bir toprak parçası ya da bir toplumun hak elde etmesi olarak görmemek lazım. Bu konuda yanılgılar, yanlış anlamalar var. Sistem gerçekliğini, kapitalist modernitenin küresel hegemonya haline gelme gerçekliğini, Ortadoğu’yu ele geçirme durumunu, Ortadoğu’da oluşan sistemi, Kürdistan’ın bölünüp soykırım altına alınmasını, Arabistan’ın bu kadar bölünüp parçalanmasını doğru anlamama durumları var. Sanki bunlar doğal ya da tekil olaylarmış gibi ele alınıyor. Oysa ki birdir, bütündür, bir sistem halindedir. Dolayısıyla Kürt sorunu küresel kapitalist hegemonik sistemin ortaya çıkardığı bir sorundur. Kürt Soykırımı’nı küresel kapitalist hegemonya uyguluyor. Bazı güçler şu veya bu biçimde tetikçiliğini yapıyor. Buna karşı yürütülen direniş sonucunda günümüzde ortaya çıkmış farklı anlayışlar var. Henüz zihniyet ve siyaset olarak bu soykırım kırılmış, aşılmış değildir. Dolayısıyla Kürdistan’ın özgürlüğü, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi; insanlığın özgür olarak yaşaması demektir. Önder Apo o nedenle, “Özgür Kürdistan Demokratik Ortadoğu” dedi. Çözümü getirecek, bütün sorunların çözüm sürecini başlatacak temel çözüm formülünü böyle ortaya koydu. Kürdistan’ın özgürlüğü, faşist soykırımcı zihniyetin ve onun siyasetinin kırılmasıdır. Bugün faşist zihniyet ve siyaset tecride odaklanmıştır. Tecrit her yerdedir, herkes üzerindedir. Faşist, yasakçı terör, engel ve baskılar en ileri düzeydedir. İmralı’da Önder Apo üzerinde uygulanan tecrit bütün bunların somutlaştığı odak oluyor. Çünkü; özgürlük iradesi Önder Apo’da odaklanıyor. Özgürlüğü yok etmek isteyen bütün gerici, karşı-devrimci saldırılar da İmralı tecridine odaklanıyor. Yoksa Önder Apo da şunu belirtiyor; “Tecrit sadece İmralı’da değil, her yerdedir, yasakçı zihniyet her yerdedir.” Tecrit demek, yasakçı zihniyet demektir; tecrit demek, soykırım, baskı, terör ve sömürü demektir. Her yerde, herkese karşı uygulanıyor. O nedenle, “Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım, Kürdistan’ı Özgürleştirelim!” formülü gerçekten de son derece birbirine bağlı, iktidarcı-devletçi sistemin ortaya çıkarttığı toplumsal sorunların önünü kesmeyi başlatacak temel bir formüldür.
Leyla Güven eyleme geçirmesini bilen bir devrimci çizgiyi temsil etti
Bu temelde tecridi kırma mücadelesi sadece İmralı’da görüşmeler yapma mücadelesi değildir. Önder Apo’yu özgür yaşar ve çalışır kılma mücadelesidir. AKP-MHP faşizmini yıkma mücadelesidir ki, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile oluşmuş ve bugüne kadar gelen bir faşizmdir. Arkasında kapitalist modernite gericiliği ve İngiliz, Alman milliyetçiliği vardır. Kapitalist modernitenin liberal milliyetçi zihniyeti ve siyaseti vardır. Bugün AKP-MHP faşizminin temsil ettiği zihniyet ve siyaset tamamen savaşçı, soykırımcı, faşist, yasakçı, katliamcı bir zihniyettir. Bu zihniyet Kürt Soykırımı’nı uygulayabilmek, Kürt’ü yok edebilmek için her türlü özgürlüğe ve varlığa karşıdır. Hatta özgür Türk varlığına da karşıdır, Türk’ü de yok sayıyor, Türk’ü de reddediyor. “Türk demek devlet demektir, TC demektir” diyor. “Beka TC’dir, her şey devletleşmiş, devlet tarih olmuş, toplum olmuş, on bin yıldır vardır” demeye getiriyorlar. Bunun dışında yaşam yoktur noktasına getirmişler; zihniyet bu düzeydedir. Bütün bunlar kırılmadan çözüm olmaz. Bu zihniyet ve siyaset var oldukça sadece Kürdistan baskı ve sömürü altında kalmaz, dünya da rahat olmaz; en çok da ezilen-sömürülen, beyni yıkanan, gerçeklerden uzaklaştırılan Türkiye halkları, Türkiye toplumu rahatsız olur. Nitekim yaşanan gerçeklik budur ve biz buradan kurtulmak istiyoruz. Bugünkü mücadele dayatması bu temelde bir dayatmadır.
Başlangıçta mücadele ile ilgili sorunlar oldu. Tanımlanmasında sorunlarımız oldu. Hazırlıklarımız eksikti, zayıflıklarımız vardı. Bu geçen süreçte mücadeleyi anlamada yanılgılı, yetersiz anlayışlar oldu. Bu nedenle parçalı, ağır aksak başlayan bir mücadele olarak değişik yerlerde gelişti, birbiriyle bütünleşti. Bugün önemli ve kritik bir noktaya ulaştı. Bir inisiyatif düzeyi kazandı, süreç üzerinde bir etkinlik kurdu. Geldiği noktada Hareketimizi imha ve tasfiye etme temelindeki ABD saldırganlığını da önemli ölçüde boşa çıkarttı. Özellikle de AKP-MHP faşizminin Rojava’yı tehdit eden, Bakur’a, Başûr’a dönük saldırıları pervasızca geliştiren tutumlarına ciddi darbe vurdu. Onu ciddi bir sıkıştırma sürecine aldı. Özellikle 31 Mart yerel seçimleri öncesi böyle bir durum AKP-MHP faşizminin elini kolunu kırdı, bağladı, hareket edemez hale getirdi. Tabii böyle tutumların gelişiminde geçmiş süreçten çıkartılan dersler etkili oldu. Çeşitli alanlarda, Avrupa’da, Bakur’da önemli mücadeleler gelişti. Bunlar etkili oldu; fakat hepsinden çok Leyla Güven’in süreci anlaması, cesareti, fedakarlığı belirleyici oldu. Birçok alanda henüz tartışıp, olup bitenleri anlamaya ve ne yapmamız gerektiğini kararlaştırmaya çalışırken Leyla Güven, erkenden sonuca ulaşan, gerçekleri en doğru ve derinlikli bir biçimde değerlendiren ve en kararlı, cesur tutumu takınan oldu. Doğru anlamayı en çok o geliştirdi, büyük duyarlılığı o gösterdi, Zîlan ve Viyan duyarlılığını, devrimci kadın duyarlılığını gerçekten bir kere daha gördük, yaşadık. İfade ettiğimiz olayların, süreçlerin birbirine bağlı olduğunu, hepsinin de Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmasıyla, dolayısıyla tecridin kırılmasıyla çözülebileceğini gören, anlayan, kavrayan, bu konuda tam bir kararlılığa ulaşan ve bunun militanlığını, öncülüğünü büyük bir cesaret ve fedakarlıkla yapan o oldu. Sadece düşünüp konuşan değil, eyleme de geçirmesini bilen bir devrimci çizgiyi temsil etti. 12 Eylül faşizmi karşısında Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin gösterdiği duyarlılığı, direnişçiliği, cesaret ve fedakarlığı; özel savaş saldırıları karşısında, uluslararası komplocu saldırılar karşısında Zîlanların, Viyanların gösterdiği fedakarlığı esas aldı. Böyle bir eylem sürecinin bu biçimde gelişerek topyekun direniş haline gelmesini, özgürlük ve demokrasi çizgisi haline gelmesini, süreci yönlendiren, belirleyen, hakim çizgi olmasını sağladı.
Oyun, Leyla Güven’in ‘Tecrit kalkmamıştır, direnişe devam’ karar ve iradesi ile bozuldu
Aslında Leyla Güven’in direnişi çoktan amacına ulaştı, zafer kazandı. Kesin zafere ulaşma iradesini de hile ve oyunlar karşısında bir kere daha ortaya koydu. Bu net bir biçimde görülebiliyor. Böylece ABD’nin kendi çıkarları doğrultusunda herkesin yönünü İran’a doğru çevirmesi politikaları boşa çıktı. PKK’yi imha ve tasfiye planları daha baştan ciddi bir darbe yedi. TC’nin hakaret, küfür ve saldırganlıkla süreci kendi çıkarı doğrultusunda yürütme çabaları darbelendi. Faşist saldırganlığa ciddi bir darbe vuruldu. Mevcut durumda özgürlük ve demokrasi çizgisi, “Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım, Kürdistan’ı Özgürleştirelim!” amaçları temelinde siyasi sürece hakim hale geldi. AKP-MHP faşist soykırım ve siyaseti ile Kürt varlığı ve özgürlüğü arasındaki çelişki ve mücadelesi yakın geçmişte faşist DAİŞ çeteciliği ve ona karşı cephe alan demokrasi koalisyonunun belirleyiciliği gibi bir pozisyona geldi. Günümüzün 2019 Ocakı’nda temel mücadele ve çatışmanın; AKP-MHP açık soykırımcı zihniyet ve siyaseti ile PKK öncülüğündeki Kürt varlık ve Özgürlük Hareketi arasında olduğu gerçeğini ortaya koydu, bunu siyasete hakim kıldı. Şu an geldiğimiz nokta böyle bir noktadır.
Buna karşı faşist-soykırımcı özel savaş merkezi ciddi bir müdahalede bulundu. 12 Ocak olayı böyle bir olaydı. Kardeşinin bir anda apar topar İmralı’ya götürülerek Önderlik’le görüştürülmesi, aslında Leyla Güven’e açlık grevini bıraktırmak için düzenlenmiş bir özel savaş taktiğiydi. Bir komplo, hile ve oyundu. Onun ötesinde kesinlikle bir anlamı yoktu. Bir aile görüşü değildir. Cumartesi günü aile görüşü mü olur! Kayıtlarda bile yeri yoktur, başka hiç kimse gitmemiştir. İmralı’da tutuklu olan arkadaşlarımızın diğer aileleri götürülmemiştir. Tamamen oldu bittiye getirerek bir tatil sürecinde, karşı taraf hazırlıksız iken, yanılgılar yaratıp, özellikle Leyla Güven’e açlık grevini bıraktırma saldırısıydı. Avukatlarını gece yolladılar, “Önderlikle görüşme olmuş, bırakın diye talepte bulundu” deyip, Leyla Güven’e açlık grevini bıraktırmak istiyorlardı. Belli ki bu sürece öncülük eden Leyla Güven’in direnişi faşist soykırımcı zihniyet ve siyaseti zorlar hale gelmişti. Milletvekiliydi; kendisini değil, Kürt halkını, Türkiye toplumunu temsil ediyordu. DTK Eşbaşkanı’ydı; Kürt toplumunun demokratik yönetiminde en etkili, üst düzeyde görev ve sorumluluğu vardı. Bütün bunlar bir de kanunsuz, hukuksuz, yargısız bir şekilde zindanda tutulması gerçeği ile birleşince tabii Leyla Güven’in direnişi çevreyi daha çok etkiledi. Faşist soykırımcı özel savaş sistemi üzerinde daha fazla zorlayıcı etki yaptı. Onu böyle bir hile ile açlık grevinden vazgeçirerek farklı yöntemlerle direnişi kırmayı, faşist saldırganlığı Bakur’da, Başûr’da, Rojava’da, Kürdistan’ın her yerinde bu temelde geliştirmeyi öngördüler, hedeflediler. Önderlik de net ifade ediyor, “Gördün, yaşıyorum” diyor. Görüşmenin bunun ötesinde bir anlamı yoktur.
Bu bakımdan oyun, Leyla Güven’in, “Tecrit kalkmamıştır, direnişe devam” karar ve iradesi ile bozuldu. Zindandaki direnişçilerle, Ortadoğu ve yurtdışındaki direnişçilerin öz kararlılıklarını bir kere daha yinelemeleri ile mevcut özel savaş oyunu bozuldu. Böyle bir oyunun bozulmuş olması şimdi süreci daha ciddi, daha kritik bir noktaya taşıdı. Yine AKP-MHP faşist diktatörlüğü küresel ve ulusal düzeyde gerici güçlerin girişimi ile böyle bir direnişi halledilebilir, devrimci inisiyatifi ortadan kaldırılabilir, ilk devrimci irade kırılabilir, eylemler durdurularak faşist saldırganlığın önü açılabilir hesabı yapıyordu. Fakat umduklarını bulamadılar, planları bozuldu, umutları, hesapları kursaklarında kaldı.
Dolayısıyla şimdi düşünmek durumundalar; bu son olayda özel savaş oyununun bozulması, faşist soykırımcı güçlerin zihniyetini daha çok geriye itti. Devrimci direnişi, özgürlükçü direnişi daha çok geliştirdi, güçlendirdi. Direnişçilerin umutlarını daha çok artırdı. Mevcut direnişin faşist soykırımcı zihniyet ve siyaset üzerinde ne kadar etkide bulunduğunu, ne kadar zorladığını ortaya çıkarttı. Direnince başarılabileceğini gösterdi. Önderlik ile yapılan görüşme bile direnişin sonucunda oldu. Bu direnişin, başarılı bir sonucu olarak ortaya çıktı. Demek ki; direnmek kazandırıyor, direnmek yaşatıyor. Mazlum Doğan’ın, “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür” ilkesi bir kere daha hayat buluyor, doğrulanıyor. Hem de yeniden Diyarbakır Zindanı’ndaki direniş öncülüğünde bu gerçekleşiyor. Bu da önemli bir durumdur.
Bu süreç bedel istiyor Bu bedeli de göze almak gereklidir
Bu çerçevede önümüzdeki süreç nasıl olabilir, neler getirebilir, eylemler ne kadar gelişip yayılabilir, hangi bedellerle karşılaşılabilir, böyle bir direnişin TC üzerinde, Suriye’de, Ortadoğu’da savaşan güçler üzerinde, Başûrê Kurdistan üzerinde etkisi neler olabilir? Düşman, faşist soykırımcı güçler bunu önlemek için ne tür saldırı planları geliştirebilirler? Onları boşa çıkarmanın, devrimci iradeyi etkili bir biçimde yürüterek zafere taşımanın duruşu, tutumu, yolu yöntemi nasıl olur, zafer nasıl başarılır? Hareket olarak, halk olarak, bütün devrimci demokratik güçler olarak şimdi karşı karşıya olduğumuz sorular, bu tür sorulardır. Söz konusu sorular, üzerinde yoğunlaşmamızı ve doğru cevaplar bulmamızı istiyor. Bu temelde biraz daha fazla yoğunlaşma, değerlendirme, tartışma gerekli. Süreci anı anına yaşamak, doğru yönetmek kesinlikle gerekiyor.
Eylemsellik faşist soykırımcı zihniyet ve siyaseti bir kere daha darbeledi, teşhir etti, belli bir sonuç aldı, yeni bir gündem oluşturdu. Ama bu kesin başarı değil, faşist soykırımcı zihniyet ve siyasetin ortadan kalkması değil. Dolayısıyla Kürt sorununun, toplumsal sorunun çözümünün önünün açılması değildir. Böyle kalmamalı, mutlaka kendi amacı doğrultusunda büyütülerek zafere taşınmalı. Bu direniş mutlaka sonuç almalı. Aslında dünyada faşist soykırımcı zihniyet ve siyasetin yok olması da, özgürlüklerin, demokrasinin var olması ve egemen olup yaşar hale gelmesi de bu direnişin sonuç almasına bağlıdır. Bizim açımızdan da artık bir varlık-yokluk, zafer-yenilgi direnişidir. Ortayolculukla; yarıda bırakır, tekrar gelecekte devam ettiririz, diyebileceğimiz bir durum değildir. Hiç kimse böyle algılamamalı, böyle bir durumda en büyük tehlike; ortayolcu yaklaşımdır. Direnişin kesin zafer çizgisinde olduğunu görmemektir. En tehlikeli yaklaşım, en yanılgılı tutum budur. Öncelikle bu yanılgılı tutum ve yaklaşımı kesinlikle kırmamız, aşmamız lazım. Hiç kimse bu direnişin yarıda bırakılacağını sanmamalı, öyle yaklaşmamalı, öyle algılamamalı. Bu tür yaklaşımlara karşı Hareket ve halk olarak hepimiz uyanık ve duyarlı davranmalıyız, duyarlı ve tedbirli olmalıyız. Direnişin zafer direnişi olduğunu görmeli, zafere kadar sürdürme iradesini göstermeli, zaferi sağlayacak yaratıcı eylem biçimleri, yol ve yöntemlerini geliştirebilmeliyiz. Bu bakımdan da bu süreç bedel istiyor. Bu bedeli de göze almak gereklidir.
Biz hareket olarak mümkün olduğu kadar açlık grevleri az olsun, hele hele ölüm oruçları fazla olmasın yaklaşımı içinde olduk. Hep süreci böyle etkilemeye çalıştık. Ama topyekun direniş bağlamında, özellikle zindanlarda olmasını çok istemememize rağmen zindandaki devrimcilerin başka direnme ve mücadele etme imkanlarının olmaması bu süresiz-dönüşümsüz açlık grevlerini öne çıkardı, uygulanır hale getirdi. Bütün uyarılarımıza rağmen bu oldu. Daha fazla, daha yaygın olmamasını uyarılarımız engelledi. Bunun bilinmesinde fayda var. Fakat belirttiğimiz gibi; başka yöntemlerin olmaması, mücadele etme yol ve yönteminin zindanlardaki devrimcilerin elinden alınmış olması onları böyle bir direnişe sevk etti. Belli ki direniş sürecektir. Bedel ödenecektir ve asla geri duruş söz konusu olamaz; hiç kimse grev kırıcılığı, eylem kırıcılığı yapamaz, hiç kimse zaferden başkasına razı olamaz. Bu süreç başka hiçbir şeyi kaldırmaz, bunu herkes bilmeli.
Duran Kalkan