HABER MERKEZİ –
En değerli yönetim örgütlü yönetimdir
Gayet tabii örgütlülük en zor eylemdir. Örgütlenme en gelişmiş bilinçtir, örgütlenme en gelişmiş yönetimdir, hassasiyettir, çabanın en özlü ifadesidir. En değerli yönetim, örgütlü yönetimdir. Doğru bir örgütsel yönetim savaş yönetiminin de özüdür. Böyle olursanız askeri çizgiyi çok güçlü örgütleyebilirsiniz, ekonomik çizgiyi çok iyi örgütleyebilirsiniz, lojistiği çok iyi örgütleyebilirsiniz. Halkı da çok iyi örgütleyebilirsiniz, diplomasiyi de örgütleyebilirsiniz. Neden? Esasta parti çekirdeğinin örgütsel yönetimine akıl erdirdiğimiz ve onu başarıyla yaptığımız için diğer bütün örgütsel yönetimler çok rahatlıkla yürütülebilir.
Bu tanıma göre sizin yürüyüşünüz felaket derecesinde. Şu anda parti gerçekliğinizi çözdüğünüzde, onun tarihsel boyutlarına kadar indirgediğinizde göreceğiz ki siz hatayı, parti tanımına göre yapmamakla ve yine en büyük yanlışlığı parti tanımına göre kendinize bir istikamet vermemekle yapmışsınız. Ve bütün çabaları, yalnız kendi çabalarınızı değil, özellikle önderliksel çabaları boşa çıkarıyorsunuz. Daha da kötüsü, bu yürüyüşünüz kendinizi, ister hatalarınızın, kusurlarınızın sonucu olsun ister bazı başarılarınızın sonucu olsun, tam gerçeklikle bağlamadı. Bazıları kaybetmişse, doğru olduğunuz ve kazandığınız halde o kayıp sizin de kaybınız oluyor. Ve bazıları kazanmışsa, siz tamamen kaybettirdiğiniz halde ona da sahip çıkmakla büyük haksızlık, dolayısıyla kendinizi kandırmayı yaşıyorsunuz.
Gerek güncel, gerek tarihi açıdan pratiğinize baktığınızda en tehlikeli yanınızın bu olduğunu rahatlıkla belirtmek mümkündür. Bunu da kötü niyetli değil, çok iyi niyetli, varını-yoğunu ortaya koyarak yapıyorsunuz. Ama parti tanımına göre olmadığı için, bu parti yaşamına verilen koca bir zarar oluyor. Burada muazzam bir tepkicilik var. Kendi kendini savunma keyfiliğine kılıf biçme, haklı gösterme, neden örgütlenmeye gelememiş, bunun bahanesini her tarafta arama, parti tanımının tüm ölçülerine göre kendini sağlam görme, hep başkalarını suçlu görme ve böylece parti yürüyüşünü keyfince yorumlayıp götürme var.
Parti imkanları arttıkça, örneğin Önderlik tarzının partiyi bütün iç-dış engellemelere rağmen sürdürmesi geliştikçe, buna yüzde yüz engel teşkil edenlerden tutalım önemli düzeyde gereklerini yerine getirmeye çalışanlara kadar hepsinin, “ben de tam bunun sahibiyim” demesi var. Sen yetersizsin ve tersini yapmışsın, nasıl sahip olacaksın? “Partinin hatalarının sonuçları benden uzak dursun, başarıları benim olsun” anlayışı veya başkalarının yanlışlıklarının kurbanı olma, kendi doğrularına da sahip çıkamama tersi bir yaklaşım oluyor. Ve böylece de parti tarihinin en körce, en oportünistçe tanımına denk gelen bir anlayış, bir yaklaşım tarzının sahibi olursunuz.
Burada ölçüler fena dağılmış. Parti tanımı bir tarafta, diğer tarafta sizlerin yaşam süreciniz. En kötüsü de kemikleşme var. Parti vicdanının tıkanması var, parti hassasiyetlerinin bir tarafa bırakılması var. Bunun da sonucu daha fazla bireycilik, eski toplumun, hatta düşman düzeninin etkilerini dobra dobra taşırma var. Hiç sıkıntı bile duymadan nereye götürür, ne götürür demeden kendini dayatma. Bu artık tam bir vicdansızlık halini almıştır ve bu tipi durdurmak artık imkansızdır. Çünkü emeğinin çok üstünde bir parti itibarını yakalamıştır, parti olanağının başına geçmiştir. Rüyasında bile belki de görmediği bir kişisel etkinliğe kavuşmuştur ve onu bırakmamak için on defa kelleyi de koltuğuna alır. Orada bir cani bile kesilebilir. O yetkiyi, o gücü elinden kaçırmamak için her türlü iftirayı yapar, her türlü demagojiyi kullanır, olmazsa küser, olmazsa alttan oynar, daha da olmazsa kaçar.
Partilileşmeyi kişiliğinde uygulayan, zaferin garantisidir
Parti içinde güç kazanmış ama yanlış, parti tanımının dışında güç kazanmış kişi, bu anlamda tam bir beladır. Düşmanın gizli kontraları, onun yanında solda sıfır kalır. Düşmanın gizli kontrası, provokatörü, parti içinde ufak bir zarar verir, açığa çıkar. Bu ise genellemeci, yani tasarrufçu olduğu için, tüm gücü ustaca kontrolüne aldığı için ve üzerine de açıktan tasarrufatı egemen kıldığı için, tehlike sınırı artık akıl almaz ölçüdedir. İktidar uğruna öncelikle babasını asan çingeneye benzer.
Kürt olayında bu şiddetlidir. Duyguları, düşünce ve bilinç birikimi çok geri ve çarpık olduğu için, bunların toplam ifadesi örgüt gücüyle birleştiğinde, bu bir canavar olur, canavar kesilir. Artık onu durdurmak imkansızdır. Nitekim bizim önder militanlarımızın, komutanlarımızın yürüyüşünün bu hatalı biçimlerini durduramıyoruz. Ölüme gidiyor, kendisiyle birlikte altın değerinde değerleri bitiriyor.
Öncelikle yapılması gereken, onu durdurmaktır. Tabii bunun zıddı da, emeğinin farkında olmayan köle kadro tipi, hamal kadro tipidir. İşler kötüye gidiyor, kendisi de boşa gidiyor, umurunda bile değil. Artık bastıran bireyin, işi alıp götürenin emrine takılmıştır. Parti tanımı bunu da kabul etmez. Parti tanımına göre katılım kolektiftir, inisiyatiflidir, doğruya sonuna kadar evet, yanlışa ve yetersizliğe de sonuna kadar yanlış demek inisiyatifini her kadrosuna tanır. Kadro bu inisiyatifini kullanamadığı için, baştaki uçurumun kenarına da götürse, boyun eğer. Hatta birlikte düşer.
Halbuki biraz sesini kaldırsa bunlar olmayacak. Ölçülere göre bu gidişat doğru değil, taktiğe uygun da değil, çizginin uzun vadeli çıkarına uygun değil. Parti tanımının militanlık asgari ölçülerine de uygun değil, yaşam ölçülerimize uygun değil, “Heval, partililik ölçülerimiz bunu kaldırmaz, gel sana doğrusunu göstereceğim, seni ikna edeceğim” denildiğinde, “Yok ben ikna olmuyorum, ben bastırıp götüreceğim” cevabını veriyorsa, “Hayır, partiye bağlılığımın, parti tanımına uygun katılımımın bir gereği olarak ben seni önce teşhir ve tecrit edeceğim. Bu da olmazsa senden kopacağım. En yakın bir parti organına gideceğim ve ayrıca varsa gücüm tedbirini de alacağım ve ayrıca seni doğruya davet edeceğim” biçiminde mücadeleyi vermesi gerekir.
Tabii bunun da ne ölçülerini, ne yerini, ne zeminini bilmediği için, kurnaz kimse, bastıran kimse alıp götürüyor. Ondan sonra da hamalvari çaba sahibi sıkılıyor. Neden böyle oluyor diye şikayet ediyor, bunalıma düşüyor, tıkanıyor ve bu da daha fazla partinin başına bela oluyor. Diğeri daha da bunların canına okuyor, problemi kangrene çeviriyor. Artık partinin bin bir emekle topladığı bütün değerler, bu iki tarafın karşılıklı uzlaşması temelinde bir dinamitten daha fazla dibine bir patlayıcı yerleştirilerek bertaraf ediliyor.
Dolayısıyla temel sorununuz; eğer gerçekten bir partililik niteliğiniz varsa, bu niteliği bütün parti tarihine uygulamadır veya parti tarihini bu temelde incelemek ve güncel partileşme sorunlarına bu yaklaşımla çözüm gücü olmaktır. Bu anlamda parti tarihini doğru çözen, parti tanımını da esas alarak doğru çözen, güncellikte de böyle bir partilileşmeyi kişiliğinde uygulayan zaferin garantisidir, çizginin başarısının garantisidir. Herhangi bir yerde doğru çalışma tarzının garantisidir. Tüm bu ortaya çıkacak yanlışlıklara karşı panzehirdir. Ne kadar sorun varsa çözer. PKK militanı budur. Onun için her gün parti tarihinin bilincine ihtiyaç vardır. Bu partiyi parti tanımına göre kim yaşatmış, nasıl yaşatmış, iç-dış bütün alanlarda, zindanda, dağda, Avrupa’da nelere karşı nasıl mücadele edilmiştir? En önemlisi de gerçekten bu parti şimdiye kadar nasıl yaşatılmıştır, bunun can alıcı kısmı nedir?
Çabalarıma, düşman bile kulağını kabartıyor
Bugünlerde çok duyulan bir Önderlik hikayesi vardır, benim hikayem! Bu şimdi ulusal hikaye haline gelmiş. Ulusal Önderlik, ulusal kahramanlık, ulusal yaşam ne denirse denilsin, herkes bir anlam yükleyerek çıkış yapmak istiyor. Hak edilmiş mi, edilmemiş mi? Böyle bir Önderlik var mı, yok mu? Bunları incelesinler, yazarlar ve siz militanlar da inceleyin. Fakat bana sorarsanız, ne kadar zor da gelse, çok ilginç olduğu kadar da çok anlamlı, anlamlı olduğu kadar da çok ustaca, ustaca olduğu kadar da çok yiğit!
Amansız çabalarla yürüttüğüm parti tanımı ve işte onun günümüze kadarki tarihi. Bunu anlamayanlar bana göre ne yeni Kürt çözümlemesinden bir şey anlar, ne savaş tarzından, ne yurtseverlikten, ne de duygulardan bir şey anlar. Bunu da abartma olarak söylemiyorum. Düşman bile kulağını kabartıyor. Ben, “Çiller-Erbakan izdivacı tehlikelidir” diyorsam, ikinci gün “oldu” diyor. Ben “Araplarda bir bloklaşma var, PKK ondan yarar görecektir” diyorsam, bir bakıyorsun ertesi gün bunda bir keramet vardır diye politika değişikliğine gidebiliyor veya ne kadar eleştirdiğimiz bir şey varsa sahip çıkıyor. Yani düşman bunu tersinden yapıyor. Başka bir öğrenme yeteneği de yoktur. Saygı duyuyorum böyle bir düşmana, iyi öğreniyor.
Geçen gün milyonlara da açıkça söyledim. Bir askeri genelkurmayı, bir onun sivil uzantısı, “Bu işe Apo gölgesi düşmüştür, kabul etmiyoruz, parlamentomuza yansıyor, hukuksal alanımızı bozuyor, bu adamlar bunu anlamıyor” diyor. “Haddimizi fazla zorlamasınlar” diyor. Ben şunu söyledim; güzel tespit etmişler, doğru tespit etmişler ve saygı duyuyorum. Ama ortada savaşanlar ukala gibi anlamıyorlar. Anlamadıkları için, tedbirleri yok. “Gerçekler başkadır” diyor. Aslında başka değil, gerçekler böyledir. Ondan sonra hopluyorlar, zorluyorlar. Ondan sonra “insan hakları”, ondan sonra “Uluslararası güçler neredesiniz” diyorlar. Güç mü yok. Güçler çoktan mevzilenmiştir. Sen orta yerde kendini damdazlak bırakmışsın, kendini mevzilere göre yatırmamışsın. Vakti zamanında yapılan çağrılar var, ona kulak kabartmışsın, bildiğini okumuşsun. Artık biz yaşarsak belki idamlıktan kurtulurlar. Yani yaşamları da şu anda bizim bir görevimizdir. Önderlik gerçeği bu! En uzak olanlar da, en karşıtları da buna dahildir.
Güney Kürdistan önderliği tamamen aleyhte çalışıyor ama “Bir gün bile siz olmazsanız, yaşayamayız” diyor. Bu da bir politik tutum. Bunlar da varsın böyle yaşasın. Bu uç noktalardan alın, kendi merkezimize kadar getirebiliriz, “Sen bize gereklisin” diyor ama bazen de “canına okuruz” diyorlar. Hele en dost bildiklerimiz bile, “Ne zaman ölecek de mersiyeler okuyacağız, kendi kendimizi yaşatacağız” diyorlar. Hayranımdır, fakat yaşamasını benim ölümüme dizeceği mersiyelerde buluyor. Bu bir gerçek! Bunun egosu yaşamla değil, ancak ölüyle tatmin olur. Bu sadece dışarıdaki dostlarla sınırlı değil, içimizde de böyledir. Tüm gücünü, tüm imkan ve olanaklarını bizden alan kadro, bir bakıyorsun ki, “Benim yaşamım senin ölümünden geçer” diyor. Nasıl ölümümden geçer? Aslında bu bir egoizmdir. Orada bazı duygularını, yerine göre keyfiliklerini istediği gibi yaşamak istiyor. Bu yaşam değil, bu yaşarken hazır ölümdür, ölüme hazır koşuştur. Çünkü bu yaşamın kendi başına yirmi dört saat direnme, ayakta kalma imkanı yok. Düşmanı, bu yaşamı gerçekten bir vuruşta yerle bir ediyor. Onu yaşatan, Önderliğin çabalarıdır. Ama ona gerekli olan, o an keyfini yaşamaktır.
Bir Kürt felsefesidir; ne olursa olsun, yeter ki kendini bir gün yaşasın. Mesela ben boşuna sigara meselenize yüklenmedim. O sizin bir alışkanlığınız. Bir güzel çekersiniz, sizin için bu önemlidir. Kocaman işkencelere dayanırsınız, savaşırsınız, ama onsuz yaşamaya dayanamazsınız. Bu sevdalınız gibi bir şey. Ama doğru değil. Bu bir kişilik göstergesi. İstediğiniz kadar beni kandırmaya çalışın, “Ben başka işlere de varım” deyin. Hayır! Bir çırpıda bunları aşamayan kişi tıkanmış bir kişiliktir. Kendinden vazgeçmez; ya kendini ölü gibi katar, ya da keyfi uğruna bütün bir örgütü yıkar. Kendini yaşamak için yapar ve tehlikelidir.
Bu bireyci kişiliği demek ki yıkmak gerekir. Kapitalist ülkelerde bu kişi bir trösttür, bir karteldir, bir holdingdir, kanser gibi büyümüştür. Ama Kürdistan gibi bir toplumda ise, bir zavallıdır, yoksulun yoksuludur, bir kırıntı ekmek için kırk takla atan birisidir. Ama yine kapitalisttir, yine bireycidir, egoisttir. Bizdeki bireycilik çok tehlikeli yoksulluk ortamının bireyciliğidir. Gözünü kırpmadan bir tavuk için kardeşini, komşusunu öldürür. Bu çokça görülen bir durumdur ve yoldaşını katletmeye götürür. Bastırır, söylenmedik söz bırakmaz. Bu küçücük bireyciliği yaşamak için bunu yapar ve bu en tehlikeli egoizmdir, bizde de yaygındır.
Şimdi kolektivizme gelmeme, ortak yaşama gelmeme, ortak paylaşmaya gelmeme, duygularda, düşüncelerde ortaklığa hitap etmeme, ondan zevk almama çoğunda yaşanıyor. Benim olsun da ne olursa olsun anlayışıdır. Bu konularda da benim sıkça verdiğim bir örnek vardı. Bizim köyde Dedo diye birisi vardı, iki-üç öküzün kaldığı, gübre ve suyla karışık bir yerde kalırdı, biz Dedo’yu oradan çıkaramazdık. Orası onun için bir cennet köşesiydi. Kokusu onu sarhoş ediyordu. O birkaç öküzü ile adeta öyle yaşam kurmuştu ki, kellesini koparsan köylü cemaatine girmezdi. Bir dakika bile tahammül edemezdi. Hep oraya koşardı ve herkes “Dedo” diye ona güler geçerdi.
Bu felsefe sanıyorum Kürt felsefesidir. Kendine göre bir köşe kurmuş, bir takım putları içine yerleştirmiş, hep oraya takılıyor. Aslında bu doğal bir şeydir. Çünkü insan ancak kendisinin olan şeylerle yaşar. Bizde de kendisinin olan şeyler, Dedo’nun kendisinin olan şeylerdir. Birkaç tane hayvanı vardır, birkaç varlık mıdır, değil midir o da belli değil, zavallı iki-üç çocuğu vardır, varsa biraz kıraç toprağı vardır. Her şeyi odur, onlardan başka bir şey düşünmez.
Bunun sizin gerçekliğinize yansıtılışını düşünün. Sizin Parti içindeki kümelenmenizi, duruş şeklinizi belirliyor. Onun için kolektivizme gelemezsiniz. Yani Dedo’nun köy cemaatine girememesi gibi, etkileyici genel konuşmalara gelemezsiniz. Dedo gibi gider hayvanlarınızla, yani putlarınızla konuşursunuz. Gün ışığına gelemezsiniz, hep bu karanlık ve hiç penceresi olmayan ahbap-çavuş tekkeleriniz vardır, gizlice gidip fiskos edersiniz. Neden? Çünkü onlar sizindir. Ama ben de daha o zaman görmüştüm ki, bunlar bizim olacağına hiç olmasın. O gün bu gündür ne yaptık? Genele hitap eden düşünce, genelin beğenisini kazanan çalışmalar, giderek dünyayı bile etkileyecek çalışmalar sergiledik. Çok utanç verici durumdan, o izbe yaşamından, böyle uluslararası alana bile etkide bulunacak bir yaşam tarzına ulaştık.
Bu bizim parti yaşamımız, yeni yaşam felsefemiz, bizim yürüyüşümüzün özünü temsil ediyor. Bakın, siz bu yürüyüşün neresindesiniz? Sizin yürüyüşünüz önemli oranda benim komşularım olan Palo’yla Dedo’nun yürüyüşüne benziyor. Zırnık kadar onu aştığını sanmıyorum. Hatta daha da tehlikeli. Onlar emekçiydi -ki, başkalarının değerlerine göz dikmezlerdi, asla bunu yapmazlardı, sizin daha fazladan kötülüğünüz, birçok değerin üzerine kurulma gibi bir tehlikeniz de var.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın 29 Haziran 1996 tarihli çözümlemesi