HABER MERKEZİ
İktidarın ürkütücü, tecavüzcü, kadın cinselliğini ticarileştiren, pazarlayan kadın kırım politikalarını toplum kırım politikalarından kopuk ele alamayacağımız gerçeğiyle yüzleşmeyen feminist kuram ve politikanın başarılı olma şansı olmadığı açığa çıkmıştır. Kadın bedeni ve cinselliğinin nesneleştirilmesine izin verilmemesi gerektiğini savunan Slavoj Zizek, Batı dünyasında ataerkil sistem ve ideolojilerle radikal mücadele ve çözümler geliştirmekten bir kaçış yaşandığını söylüyor. Zizek; “Kadınların sakal bırakıp bırakamayacağına ya da bir erkeğin ruj sürüp süremeyeceğine odaklandığımızda, kadınların süregiden korkunç ezilmişliği hakkında, Meksika ve Güney Afrika’da patlak veren tecavüz kültürü hakkında kimse konuşmak istemez. İnsanların gerçek özgürlüğünün kararlaştırılacağı mücadelelere odaklanalım” diyerek, post-feminist kuram ve gündemini eleştirir. Gerçek özgürlüğün cins-cinsel kimlikle oynamak, bedeni değiştirmekle tanımlamanın yanlış ve kapitalist sömürü sisteminin oyununa gelmek olduğunu vurgulayan Zizek; “Siyasi doğruculuk deneyiminin gösterdiği üzere, bu şekilde basite indirgeyen bir anlamda cinselliği özgürleştirmeye ve heteroseksüel normatiflikten kurtulmaya çalışırsanız ve tüm farklı biçimlerin yayılmasına izin verirseniz, tahakkümün daha beterine ulaşırsınız” uyarısında bulunur.
Feminist politik strateji
Sosyalist ekofeminist Maria Mies, kadın bedeni, cinselliği-doğurganlığı, emeği üzerinde geliştirilen sömürünün, küresel sermaye sömürüsü ile bağının kurulmasının zorunluluğu üzerinde durur. Marxist emek-değer teorisini aşan, kadın emeği-bedeni-cinselliği-toplumsallığı arasında bağ kuran yeni bir feminist emek tanımına ihtiyaç olduğunu belirten Mies, “bedenlerimiz ve yaşamlarımız üzerindeki otonomiyi kazanma” olarak formüle ettiği bir feminist politik strateji sunar. Bu strateji, her türlü istismara ve kullanıma açık hale getirilmiş kadın bedeni ve cinselliğini çözümleme ve aşma stratejilerini geliştirmeden, “Bedenimiz bizimdir” diyerek “özgürleştireceği” yanılgısı taşıyan liberal-bireyci eğilimden farklıdır. Liberalizmin “cinsel özgürlük” çığırtkanlığına karşı; kadın bedeni ve cinselliği üzerinden kurulan oyunları, tuzakları, saldırıların sistematik ve küresel karakterini görme uyanıklığına ve tarihsel-toplumsal bilincin gerekliliğine vurgu yapar. Feminist mücadelenin ataerkil kapitalist sisteme karşı mücadele ile bağını öne çıkarır. Sosyalist feminist Silvia Federici, feminist teorisyen ve eylemcilerin, erkek egemenliği ve toplumsal kadın kimliğinin köklerinin anlaşılmasında “beden” kavramına “anahtar” rolü yüklediğini belirtir. Hiyerarşik zihniyet yapıları ve oluşturduğu dogmaların, kadın bedeni ve cinselliğini aşağıladığını, “patriarkal iktidarın ve kadın emeğinin erkekler tarafından sömürüsünün pekiştirilmesinde tarihsel olarak kullanışlı bir işlev gördüğünü” fark ettiklerini dile getirir. Bu farkındalıkla, “beden”in, hiyerarşiye, ataerkil iktidara ve emek sömürüsüne karşı “direnişin temel odağı olma”ya devam edeceğini söyler. Bedeni ve yaşamı üzerinde otonomiyi, cinsel özgürlüğü sağlama; devlete, iktidara, egemen erkek zihniyetine ve emek sömürüsüne karşı mücadele ile paralellik taşır.
İktidar ilişkilerinin düğümlendiği krizli alan
Birinci ve ikinci büyük cinsel kırılmanın, kadın doğası, bedeni ve cinselliği üzerinde yarattığı tahribat çözümlenmeden, kadın lehine gelişmekte olan üçüncü büyük cinsel kırılma ve nasıl bir mücadele gerektirdiği tanımlanamaz. Ataerkil sistemin mitoloji, din, felsefe, bilim adına yarattığı zihniyet dünyaları ve dogmaları aşılmadan, kadın cinselliğini, yaşam enerjisini, haz-arzusunu ve cinselliğin doğasını tanımlamak ve aydınlatmak mümkün değildir. İlk kırılmanın taşıdığı çelişkiyi kadın aleyhine derinleştiren, “kadını av, erkeği avcı” olarak zihinlere yerleştiren, en son bilim adına cinsel ilişkiler alanında kadını pasif-nesne, erkeği aktif-özne olarak tanımlayan yöntemlerin deşifresi ve aşılması en radikal mücadele konusudur. Çünkü cinsel ilişkiler alanı, iktidar ilişkilerinin yüklendiği, düğümlendiği ve üstü örtülerek görünmez kılındığı, en krizli alanı ifade eder. Abbas Mahmud el Akkad’ın, Kuran’da Kadınlar kitabında, “Kadının erkeğe teslim olması, kadının hazzının en güçlü kaynaklarından biridir” tespitinin aksine; kadının baba-koca-devlet baskısı, şiddeti, sömürüsü ve egemenliğinden kurtuluşunun, en güçlü haz kaynaklarını açığa çıkaracağı ve çıkardığını iddia ediyoruz. Kadının toplumsal varoluş ve özgürlüğünü gerçekleştirmede aldığı yol hem cinsel anlamda hem yaşamsal ve toplumsal anlamda kadının en güçlü haz kaynaklarının özünü oluşturur. Kadını krizli kimliğe mahkum eden, beyni, yüreği ve bedeni üzerinde kurulan tahakküm ve hiyerarşik ilişkiler ağıdır. Beyni, yüreği ve bedenini özgürlük aşkı ile aydınlatan her kadın, toplumsal aydınlanmada ve cinsellik alanına hapsedilmiş arzu-haz-enerji-oluşum sınırlarını aşmada, özgür cinselliğin, arzu ve hazzın yeniden yaşam kaynağına dönüşmesinde, gerçek bir özne olabilir.
Varoluşun özünü doğru tanımlayan aydınlanma
Cenin olarak anne karnına düşme anından itibaren, dişil ve erilliğe –sperm, su damlası anlamına gelir ve aynı anlam kadın yumurtası için de geçerlidir ve hücre özelliği taşır- yüklenen aktif-pasif rol tanımını aşan, varoluşun özünü doğru tanımlayan bilimsel ve düşünsel aydınlanma önemlidir. Erkek egemen zihniyetin ürünü, bilim adına geliştirilen bu çarpıtma, yine bilimsel araştırmalarla kadın bilgisi ve bilgeliği ile aşılmıştır. Cinsel ilişkide erkeği aktif, kadını pasif tanımlamayla yakından ilişkili olan, cinsiyet oluşumunu bu tanımlama biçimi; kölelik-egemenlik ilişkilerine, hiyerarşik zihniyet ve yapısallığa yön veren, hiç de masum olmayan bir kurguyla ilgilidir. Kurnaz erkeğin kurgusu ve bu kurgu üzerine kurduğu maddi ve manevi yapısallıkla derin bağlantı içindedir. Üçüncü büyük cinsel kırılma, yeni yüzyıla, bin yıla ve bin yıllara damgasını vuracak, yeni cins ilişkileri, cinsel ve toplumsal ilişkileri, özgürlük sosyolojisiyle örerek, gerçek doğasıyla buluşturarak gelişmektedir. Biyolojik varlık, toplumsal varoluş içinde anlam kazanmakta; iyiliğin, doğruluğun, güzelliğin veya kötülüğün, yalanın-kurnazlığın, çirkinliğin kaynağına dönüşmektedir. Bu anlamda kadın cinselliği üzerinde kurulan cinsel sömürü, şiddet ve tecavüz kültürünün tarihsel ve toplumsal köklerine inmek-irdelemek, zihniyet dünyalarından kazımak ve atmak; yaşamla, doğayla toplumla ve özgürlükle yeniden buluşma mücadelesi ile mümkündür.
Toplumun demokratik, sosyalist dönüşümü
Bekaret kemeri, ilk gece hakkı, muta evliliği, kadın sünneti, meme ütüleme, sati geleneği, drahoma-namus-“aşk” cinayetleri, medeni yasalar gibi, kadın bedeni-emeği-cinselliği üzerinde derin tahribatlar yaratan devlet ve egemen erkek zihniyet düzenlerini, geleneklerini aşmak, toplumun demokratik, sosyalist dönüşümü ile bağlantılıdır. Burada hanedanlık ve ailecilik ideolojilerine dayalı gelenek ve iktidar olgusunun çözümlenmesi önemli bir yer tutar. Kadın cinselliğini; “evlilik, çocuk doğurma-nesli sürdürme, erkeğe hizmet” temelli mülkleştirme ve “kutsal ana”lık temelli ulusallaştırma, araçsallaştırma cenderesinden kurtarmanın, demokratik aile ve gönüllü birliktelikleri geliştirmenin mücadele yöntemlerine yoğunlaşma ihtiyacı vardır. Demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigma, tahrip edilen doğa ve toplum doğası arasında bağ kurarken, ilk tahakküm ve köleleştirmenin kadın doğası, cinselliği, emeği üzerinde geliştirildiği tespitini yapar. Hiyerarşik ilişki ve toplum biçimlerinin aşılmasının, bu alanda gelişecek özgürleşme düzeyine ve düzenlemelere bağlı olduğunu ortaya koyar. Kadının cinsel kimliğini, cinsel gücü-eylemi ve enerjisini yeniden tanımlama gücü; üçüncü doğa olan özgür toplumsallığa yön veren, özünü oluşturan özgür yaşam alanlarını yaratabildiği, öz iradesi ve eylemiyle katılabildiği, duygu ve düşüncesini, hazzı ve arzusunu bu alanlarda yeniden tanımladığı, oluşturduğu oranda gelişmektedir. Bu gelişim; cinsel, toplumsal ilişkiler alanında erkeğin cinsel kimlik, etkinlik olarak kendini dönüştürmesi, devlet ve iktidar zeminlerinden, “olanakları”ndan koparması-vazgeçmesi ve demokratik toplumsallık içinde değişiminin zeminini oluşturur.
Eşyaşam ilişkilerine yeni bir öz kazandırmak
Önder Abdullah Öcalan, bu gelişimi özgür eşyaşam kuramı olarak tanımladı ve eşyaşamın ilk ilmi yapılması gereken alan olduğunu belirtti. Jineolojî, bu ihtiyacı karşılayan, eşyaşam ilişkilerinin bilimsel, felsefik, etik-estetik temelde yeni bir öz kazanmasının, yaşam ve toplum bilim yöntemi olarak rol oynamaktadır. Özgür eşyaşam, eşyaşam alanında tahrip edilen ekonomik, sosyal, kültürel, eğitsel, siyasal ve toplumsal zemindeki cins ilişkilerini yeniden düzenleme, özgürleştirme ve bu özgürlük düzeyinin yön verdiği cinsel yaşam ve ilişkilerin bütünlüğüne dayanır. Önceki yazıda, Önder Öcalan’ın, “ilk ev kölesi”, “seks aracı”, “ücretsiz karşılıksız emekçi”, “en ince meta”ya dönüştürme biçiminde erkek aklının kadın üzerinde büyük operasyonlar geliştirdiği, tespitine yer vermiştik. Özgür eşyaşam, bu operasyonların çözümlenmesi ve aşılması temelinde yaşam alanlarını etkileyerek gelişmektedir. Özgür düşünce, irade, örgütlenme ve mücadele ile direniş ve yaşam gücünü açığa çıkarmaktadır. Bu aklın-zihniyetin aşılması; kadının cins-cinsel kimliğinin, toplumsal kimliğiyle birlikte ele alınmasına bağlıdır. Cins, cinsel kimlik ve özgürlük mücadelesinin, toplumsal özgürlük mücadelesi ile uyumlu, dengeli gelişimi önem taşır. Bu bağı kuramayan bütün arayışlar, mücadeleler başarıya ulaşamamışlardır.z Ya etik-estetik bağdan yoksun cinsel sapkınlığa, cinsel özgürlük adına liberalizmin en uç noktalarına savrulan birey-toplum kırımına maruz kalmış ya da sınıf-ulus yararına klasik aile-mülk sınırlarına hapsedilmişlerdir.
Kapitalist modernitenin evcil özünü ve biçimlerini aşmak
Kadın bedeni ve cinselliğinin kutsandığı bereket zamanlarının, yaşam ve anlam gücünü yeniden toplumsallıkla buluşturma arayış ve mücadelesi yoğunlaşarak devam etmektedir. “Eksik, kirli, gereksiz, değersiz, akılsız, uğursuz, şeytan, fitne” gibi tanımlarla özdeşleştirerek, kadın bedeni ve cinselliğini aşağılayan erkek egemen zihniyete karşı dünyanın dört bir yanında, kadın özgürlük mücadeleleri sürmektedir. Bereketli, aydınlatıcı, yaşam ve coşku kaynağı, parçalayan-küçülten değil, paylaşan-bütünleyen direngen toplumsallığı ören ve örgütleyen özgür zihniyet dünyaları ve yaşam alanlarının gelişimi umut vericidir. Liberalizmin tuzakları ve reel sosyalizmin yanılgılarından çıkarılan dersler temelinde, özgür toplumsallığa öncülük eden kadının cins, cinsel, toplumsal kimliği, radikal demokrasi mücadelesi içinde şekillenmektedir. Önder Abdullah Öcalan’ın “Hakikat aşktır, aşk özgür yaşamdır” tanımlamasını yaşamsallaştıran demokratik sosyalizm mücadelesi ile öz ve biçime kavuşmakta, etik ve estetik derinlik kazanmaktadır. “Eş yaşamın sosyalistçe inşası, ancak uygarlık sistemlerinin ve kapitalist modernitenin evcil özünü ve biçimlerini aşmakla gerçekleşebilir” diyen Önder Öcalan, “hastalık ve mutsuzluk kaynağı”, “tükeniş ve erken ölüm”e götüren erkek cinsiyetçiliğinin dayattığı tüm ilişki biçimlerini aşma zorunluluğundan bahseder. “Sosyalist ilişki kapsamındaki erkek, özellikle de kadın kendinde yaşattığı bilimsellik, estetiklik, ahlâkilik ve felsefilikle muazzam bir çekim gücüne sahiptir. Bu tür erkek ve kadın kişilikler toplumsal yaşam karşısında yenilgi yaşamadıkları gibi, varlıklarıyla özgür toplumsal yaşamı inşa ederler. Tekil birliklerinde saygı ve güven hâkim olduğu için kıskançlık, kapris, doyumsuzluk ve bıkkınlık gibi sistem hastalıklarına yer yoktur. Birbirlerini mülkleştirmedikleri için, karşılıklı hak idealarıyla* (burjuva hukukunda bu geçerlidir) yaklaşımda bulunmazlar. Denk düzeydeki anlam güçleri bir kişide bütünü, bütünde bir kişiyi yaşatabilecek durumdadır” tarihi tespitini yapar. Bu ilişki düzeyini; güzelliğini, cinsiyet cazibesini ve fiziki gücünü henüz yitirmemiş kadın imgesi olan Aşk Tanrıçası İnanna-Afrodit ve sadece yarı-tanrı, yarı-insan bir Prometheus erkeği ile tanımlar.
Zerya Gül
Kaynak: Newaya Jin
Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü: Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak