HABER MERKEZİ –
“Belirlenen siyasetler ulusal çapta siyasetlerdir. İçeride ölümü yenen direniş hareketi, dışarıda da yenmenin temelini atmıştır. İçeride imha siyasetine karşı direnen parti ve ölümün üzerine yürüyerek bunu gerçekleştiren parti dışarıda da en büyük temelini atmıştır. Ve düşman imha siyasetinden ilk defa yenildiği için, başarısızlığa uğratıldığı için çark etmeyi bu direnme vasıtasıyla öğrenmiştir ve bu anlamda imha siyaseti büyük bir yenilgidir diyoruz.”
Partimizin gelişmesinde bütün yetersizliklere rağmen başından beri hakim olan devrimci-sosyalist ideolojisi ve yine bu temelde yöneldiği ulusal kurtuluş ve demokratik savaşımı şunu gösteriyor; yapılması gereken yapılmış, mutlaka yapılması gerekenin uğruna her şey sergilenmiştir. Bu temelde ulusal gerçekliğimize verilmesi gereken karşılık ile ulusal imhayı temel politika yapan düşman kadar bu politikanın sonuca gitmesine en büyük katkıyı sağlamış olan her düzeydeki işbirlikçiliğe dayatılması gereken parti çizgisi, onun uğruna verilen amansız bir mücadele olduğu şimdi çok daha iyi anlaşılmaktadır.
Bu anlamda diyoruz ki; PKK gibi bir oluşum olmazsa olmaz kabilinden tarihin gündemine sokulmak durumundadır. Başarısı uğruna her şey sergilenmek durumundadır. PKK’nin ortaya çıkış tarzı, yaşamı, savaş tarzı buydu. İşte başlangıçtan bugüne kadar gelinen bu çalışmayla da diyoruz ki; söz doğru söylenmiş, yapılması gereken bütün engellemelere rağmen, tüm yetmezliklere rağmen, o tarihin lanetli bütün engellerine rağmen küçümsenmeyecek bir başarıyla yapılmıştır.
Biz bu temelde insanlık özümüze ters düşmemenin büyük savaşımını verdik. Belki görkemli başarılar sağlamadık ama gerçeklerimiz söz konusu edildiğinde insan olmayı hak edecek, onurlu sıfatına layık olacak temel şeyler yapılmıştır diyoruz. Bu sanıldığından daha fazla önemli bir çabadır, iştir. Ve sanmayın ki bu layıkıyla kavranmış ve herkes bu temelde gereken borcu ödeyebilecek duruma kendini getirmiş, böyle bir kişiliği hak etmiştir. Savaş hala bu temeldedir.
Biz, şuna ahdettik; yaşamı alçakça geçirtemeyeceğiz. Her şeyden vazgeçilebilir, her şeyden yoksun olabiliriz ama namuslu insanlar olmayı hak edecek ne lazımsa o yapılacaktır. Bizim açımızdan bu büyük bir direnmeydi. Ve öyle adına büyük savaşlar denilen, ulusal savaş, sınıflar savaşı denilen olaydan da önce gelir. Biz, önce verilmesi gereken savaşı verdik. Şimdiye kadar belki birçok birey, birçok şeyden daha da yoksun bırakılmıştır. Zaten zindan başlı başına yoksunlaşmanın gerçekleştiği bir sahadır.
Toplum gerçeğimiz tümüyle bir zindandan farklı değildir
Bütün değerlerden, hatta insani değerlerinden bile yoksunlaştırılmaya, hem de şiddetle ve hayvanlara bile uygulanmayacak yöntemlerle dayatılan politikalar, onu her şeyden olumlu temelde yoksun bırakmayı ve bunun yerine en düşürülmüş insanı yaratmayı hedefler. Daha da kötüsü biz, toplum gerçeğimizin tümüyle bir zindandan farklı olmadığını biliyoruz.
Genelde toplumsal koşullar, zindan koşulları ve yoksunlaştırılma, hem de salt beş-on yılın değil, yüzyılların esareti altında gerçekleştirilme gibi son derece uğursuz, talihsiz fakat bilinen nedenlerle bu durumu çok kötü yaşamamız söz konusudur. Savaş şudur; bütün bu yoksunlaştırılmalara rağmen PKK’de, elde olan nedir, esas alınması gereken nedir, mutlaka kurtarılması gereken ne olmalıdır? gibi sorulara ağırlık verdik.
Biz burada, PKK’yi bütün yönleriyle ortaya koyacak durumda değiliz. Gerçekten PKK’nin kavranılması için, ondan da öteye oluşumunun bazı özelliklerini yansıtmak için çok çalışma yaptık. Bu temelde birçok rapor sunulmuştur ve hatırı sayılır bir biçimde de incelenmektedir. Bu açıklık denilen ilkenin en çok PKK’de hem de örnek bir biçimde sergilenmesi söz konusudur. Bu, belki de klasik birçok benzer örgütlerin örgütlenme ilkelerini aşan bir açıklıktır.
Şunun içindir ki; gerçek çırılçıplak olmayı sever ve bu en büyük değerdir. Biz de öyle yaptık. Birçok şeyi gizli, kapalı kapılar ardında yapabilirdik, politik çıkar bunu gerektiriyor diye bunu yapabilirdik ama yapmadık. Şuna derinden inanıyoruz ki; kişiler kendilerini açığa çıkardıkları oranda ne olduklarını ifade ederler, neye yarayabileceklerini ortaya koyarlar. Kapalı insan, kapalı kutu, çözümlenmemiş insandan her şey gelebilir. Bu iyiye de, kötüye de götürebilir. Ama iyinin açıklıktan korkmaması gerekiyor. Kötünün korkması gerekiyor. Aslında çağımızın da olumlu yönde en çok zorladığı ilke budur.
Yapılmayan açıklık yetmiş yıl sonra da olsa kendini hissettiriyor. Zindanın kendisi bir karanlık yerdir. Orada birçok şey karanlıkta hal edilmeye çalışır. İnsan karartılır, orada yürekler, beyinler karartılmaya çalışılır ve ışık diye yansıtılan düşmanın sahteliğidir. Bizim daha katmerli bir karanlığı yaşadığımız göz önüne getirilirse normal çağdaş ölçülerle gerçekliğimize yaklaşamayacağımız açıktır.
Genelde PKK bünyesini, özelde zindan bünyesini değerlendirirken, gerçekten niteliklerimize, onun tarihi güncelliği içinde yakalanmasına önem vermeliyiz. Bir yöntem olarak bunu mutlaka uygulayabilmeliyiz. Ayaklar üzerinde yürümek, çağdaş insan görüntüsü için biçimlenmek bizim durumumuzu kurtarmıyor. Kendimde zorum yok ama mevcut insan mantalitemizi iyi karşılamıyorum. Bununla zaferin tam sağlanabileceğine kuşkuluyum ve bunun için de çalışmalara yükleniyorum. Bunun vazgeçilmez bir görev olduğu açıktır diyorum.
Zindan direnişinin anlamı üzerinde duruyoruz. Olduğu gibi kavratmak, ölçüsünü iyi ortaya koymak, partideki yeri nedir, partiye halihazırda katkısı ne olacaktır? Bunu göstermenin önemini vurguluyoruz.
Zindan pratiği kolay değil, hele burası TC hudutları dahilinde Kürdistan ise, Kürdistan’ın Diyarbakır’ı ise burada değil yılları, saatleri bile geçirmenin kolay olmadığı çok büyük bir gerçektir. Daha da önemli olan, PKK’liler adı altında bir gruba dayatılan bir uygulamadır. Orada bir ulusun gömüldüğü, bir insanlığın gömüldüğü, hatta kendi deyişleriyle üzerinin betonlandığı bir gerçeğe karşın bir canlanma, bir fışkırma hareketi olduğu, zindan direnişinin böyle bir özelliği de esas itibariyle temsil ettiğini söylemek durumundayız.
Genelde partimiz üzerine çok şey söyledik, onun direnişi, en önemlisi de onun silahlı savaşımı, gerillası üzerine çok şey söyledik. Yedi yıllık bir atılımın derslerinden bahsettik ve bunları oldukça açmaya çalıştık. Bunun tarihimizdeki yeri, günümüzde neyi kurtarabildiği ve nasıl kurtardığı sorularına ilişkin olarak gerillaya, serhildana doğru yaklaşım kadar, onun başarısı için büyük çalışmayla hazırlık üstüne hazırlık yaptık. Tabii bunu yaparken biz, aynı yöntemle zindanın da bir savaş alanı olarak değerlendirilmesini hep göz önüne getirdik. Bugün daha kapsamlı bir biçimde bu pratik nedir, tarihimizdeki yeri nedir? Ulusal kurtuluş tarihimizde, parti tarihimizde ve hatta gerillamızda anlamlı sorular olarak bunları sorup cevaplandırmak istiyoruz. Bu temelde oldukça çaba harcadık.
Eğer insan olmak isteniyorsa direnmek gerekiyordu
Şunu hiçbir zaman unutmayalım ki; düşman 1980’lerin başında büyük bir tutuklamaya giriştiğinde amacı, izi bile kalmamacasına partiyi tasfiye etmekti ve bu “%90 gerçekleştirildi” biçiminde bir düşman değerlendirilmesine de konu oldu. Yani parti içeri alındı, içeriye alınan parti yargılandı ve idamla mahkum edildi. Eğer infaz gerçekleştirilmediyse bunun başka nedenleri var.
Şu ortaya çıkıyor; zindana alınma, zindana alınan PKK, imhaya alınan PKK’dir, apayrı bir PKK’dir. Burada ya imha edilir ya özden boşaltılır. Bunun dışında üçüncü bir yol yoktur. Düşman ya imha eder ya kendi çıkarlarına göre tasfiyeye, dönüşüme uğratır. Bu reformizmden başlar, açık veya gizli bir işbirlikçi örgütlenmeye kadar, harekete kadar, eğilime kadar gider. Düşmanın, hele hele yüzyılların deneyimine sahip olan ve bu konuda özellikle imhadan ve teslim almaktan başka bir şey dayatmayan düşmanın durumu göz önüne getirildiğinde PKK’ye neyi dayatacağı açıktır. Bu bir gerçektir ve güçlüdür. Bir defa bunu veri olarak görmek gerekiyor. Başka türlü düşmanı değerlendirmemek gerekiyor. Düşman gerçeği budur.
Bizim de gerçeğimiz vardır. Fakat bu çok zayıf örgütsel bir gerçektir. Güçlü bir savaşımı yok; kesinlikle ne halkıyla tam bütünleşmiş ne uluslararası insanlıkla birleşmiş, kendini halkına bile tam itiraf ettirememiş, ülke ve halk gerçekliği uluslararası alanda tam kabul görmemiş, ilk bazı adımları atmaya çalışmış fakat daha başarmadan tutsaklık altına alınmıştır. Bunlar bir gerçek ve yakalanma bu koşullar altında oluyor. Direnmeyi mümkün kılacak temel zayıftır. Direniş kişiliği de öyle güçlü şekillenmemiştir ama işte adına onur dediğimiz, eğer insan olmak, ayakta kalınmak isteniliyorsa tarihin bu dönemine şerefli bir söz, bir-iki cümle bile bırakılmak isteniliyorsa direnmek gerekiyordu. İşte yapılan da buydu.
Özelikle 14 Temmuz direnişçilerinin doruklaştırdığı direniş hamlesinin en özlü ifadesi budur. Bunlar tarihin bu döneminde bir ulus için, bir insanlık kesimi için söylenmesi gereken en temel bir kaç sözü söylediler. Ama bunlar öyle sözlerdir ki; eğer söylenmezse bir parti imha olup gider, bir ulus imha olup gider. Ve diğer şeylerden de artık bahsetmenin anlamı kalmaz. Bu anlamda doruktur diyoruz, bu anlamda en belirleyici sözlerdir, tavırlardır, direnişlerdir diyoruz. Daha sonraki sürecin en temel taşıdır ve doğrudur. Bu anlamda bir direnişin zaferinden bahsedilebilir.
Burada kazanan hiç şüphesiz cephe savaşı değil, yumruk yumruğa kazanılan bir savaş değil, esaret altında ve zorbela, “Biz partimizden vazgeçmeyiz, biz halkımızın, ülkemizin gerçeğinden vazgeçmeyiz; bu kadar bir gerçektir ve gerektiğinde hayatımızı veririz biçiminde olmuştur. En yakıcı savaş, en büyük savaş da budur diyoruz.
Daha sonraki süreç aslında niceliksel bir süreçtir. Öyle fazla niteliği yoktur. Ve belirleyici olan da bu tavırdır. Düşman bu büyük direniş tavrı üzerine yumuşatma paketiyle gelmiştir. Özellikle pişmanlık yasasını işletme biçiminde, ajanlaştırma biçiminde gelmiştir. Ölümü, imhayı dayatmanın yenildiği bir gerçektir. Zaten ölüm, imha yenildiği için bu pişmanlık ve yumuşama tedbirlerine yönelmek zorunda kalmıştır.
İçeride ölümü yenen direniş hareketi dışarıda da yenmenin temelini atmıştır
Hemen belirtelim; yalnız bir kaç kişiye dayatılan bir politika veya PKK’nin içteki varlığına yönelik bir tutum değildir. Belirlenen siyasetler ulusal çapta siyasetlerdir. İçeride ölümü yenen direniş hareketi, dışarıda da yenmenin temelini atmıştır. İçeride imha siyasetine karşı direnen parti ve ölümün üzerine yürüyerek bunu gerçekleştiren parti dışarıda da en büyük temelini atmıştır. Ve düşman imha siyasetinden ilk defa yenildiği için, başarısızlığa uğratıldığı için çark etmeyi bu direnme vasıtasıyla öğrenmiştir ve bu anlamda imha siyaseti büyük bir yenilgidir diyoruz.
Ardından yine tehlikeli, yine uğursuz, yine tasfiye amaçlı politikalar gündemdedir. 1985’lerdeki pişmanlık ve itirafçılık yasasının uygulanması sadece içeride değil, dışarıda da uygulanması az tehlikeli yasalar değildir. Bir anda yumuşakça, ‘Seni yaşatırım ama sen de bana böyle uşaklık yapacaksın’ diyor. Aslında bu politikaya yumuşak da demeyelim, ‘Eleyerek bazılarını düşürebilirim’ diyor. Yani politika yapıyor. İçerideki yapının üzerine böyle gelinmiştir. Bilindiği gibi bazı aşınmalar görülüyor.
Ne denilirse denilsin, 1980’lerin ortalarında gerek 15 Ağustos Atılımı, gerek içerdeki yeni politik yönelişler, yeni bir dönemi ifade eder. Uluslararasının da etkileri vardır. Dünya çapında yeni değişiklikler söz konusudur. Kendisine biçilen rol, zaman aşılıyor. Dolayısıyla yeni politikalarla zindana yaklaşacakları, genelde partiye yaklaşacakları açıktır. Burada zindana dayatılanın kesinlikle iyi niyetli diyemeyeceğimiz, hele hele insan haklarına bağlı olmanın gerekleri diyemeyeceğimiz özel savaşımın daha değişik bir yöntemi olarak değerlendirebileceğimiz bir yaklaşımıdır. PKK’nin kişilik erozyonuna uğratılmak istendiği nettir.
15 Ağustos Atılımı, gerçekten bu dönemin en tarihi, en sonuç alıcı ve mutlaka atılması gereken hem de biraz gecikmiş bir adımdır. Ulusal sorunu değişik bir aşamaya getiriyor. Kürdistan çapında birçok dengeleri alt-üst ediyor, yeniden mevzilenmelere yol açıyor ve hiç şüphesiz zindan üzerine de yansıyacak. 15 Ağustos Atılımı zindana nasıl yansıdı, ilk sonuçları ne oldu bilinir; idamlar durdurulmuştur. Unutmayın ki; bu adım atılmasaydı idamlar gerçekleşecekti. Bu açık imhanın önüne geçildi, en etkileyici bir sonucu budur. Zindanın üzerindeki büyük baskıları ikinci plana düşürdü. Daha çok dışarıdaki gerillaya yansıttı. Bu yumuşama altında diğer önemli bir etken budur.
Silahlı direniş yenilirse, sıra cezaevine gelir. Yenilmezse cezaevi ikinci planda bırakılır. Böylesine bir ikilemi düşman niçin yarattı? Zindan üzerindeki bu ikilemin daha değişik gelişinin de nedenidir. Ki tarihte de böyledir; dışarıdaki silahlı direnmeyle ilişkisini kesmek veya onunla saptırmak, onunla giderek aralarına mesafe koymak, onu ezmeye çalışırken içeriği biraz yumuşak bırakmaktır. Nasıl ki sözlerle, bütün hışmıyla içeride parti üzerine yüklenip dışarıdakilere de, ‘kılıç artıklarıdır’ deyip önemsiz bırakıyorduysa, bizim için burada da böyleydi.
1984-’85’lerden sonra da bütün hışmıyla dışarı üzerine yüklendi. Bu sefer içeriyi ikinci planda bıraktı. İşte o yumuşama tedbirlerinin diyalektiğini böyle anlamak gerekiyor. İdamların durdurulması, baskıların dozajının biraz hafiflemesi öyle düşmanın iyi niyetinden filan değil, taktik değişikliğindendir. Dışarıyı ez, sonra içerinin hesabını gör. Biliyorsunuz idamları ortadan kaldırmadılar. 1990’lara kadar ikinci planda tuttular. Çünkü; o zamanki planları kendilerinin aleyhinde sonuç verecekti. İyi niyetli filan değil, tam bir siyasi taktikti.
14 Temmuz’u anıyoruz. Bugün, bir grup zindan direnişçisi kendi şahıslarında, bir halkın bütün özgürlük umutlarını son kırıntısına kadar yok etmek isteyen düşmana karşı, kendilerinde somutlaştırdıkları PKK direnişçiliğini gösterdiler. Bu, tartışmasız bir gerçektir. En zor dönemde, 1980’lerin başlarında, ayakta olan ne varsa tümüyle imha eden ve kasıtlı olarak bir daha yeşermemesi için bütün tedbirleri arkasına alarak yüklenen bir imha politikasına karşı, gereken her türlü direniş gösterildikten sonra en son direniş olarak kendi bedenlerini eriterek, kendi nefeslerini o biçimde tüketerek son yolu deniyor, en güçlü direniş eylemine karar veriyorlar.
Aslında en büyük mücadeleyi vermek isteyen yoldaşlardır. Hayrileri, Kemalleri biz çok iyi tanıyoruz. Mücadele tutkusuyla dolu olan arkadaşlarımızdır. Devrimci pratik, onlar için yaşamın kendisidir. Hayri, nefes nefese örgüt çalışmalarını, propagandasını yaşayan, bunun dışında tek bir boş günü bile olmayan büyük bir kişiliktir. Kemal, tepeden tırnağa kadar her şeyini partinin hizmetine sunmuş, her şeyi ile partinin mücadele çizgisini yaşayan, yine partinin yaşam tarzını nefes nefese götüren bir kişiliktir. Bu konuda çok şey söylendi, daha birçok şey de söylenebilir ve söylenecektir de.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın zindan direnişlerine ilişkin çözümlemelerinden derlenmiştir